Bunalımların buzdolabına kaldırıldığı, adı var kendi yok demokrasinin
ortalığı toza dumana bele-diği günlerden biriydi.
O akşam, dernekte yalnızca üç kişiydik. Oturup söyleşmeye yeni başladığımız
bir sırada kapı çalındı. Turgut gidip açtı kapıyı. Ürkek bakışlı bir gençti
gelen.
«Hasan,» diye tanıttı Turgut. Turgut'u ve Turgut'un üniversiteden arkadaşı
oian Cemil'i oldukça iyi tanıyordum. Ama bu yeni geleni ilk kez görüyordum.
Turgut tanıdığına göre... Söyleşmeye başladık. Dereden tepeden»..
Aslında dernekle ilgili önemli bir konuyu tartışacaktık o akşam. Kendi
önerisi olduğu halde, bir türlü konuyu açmıyordu Turgut. Üzerinde durmadım
ben de. Geç saatlere dek konuştuk. Sonra Cemil'le Hasan izin isteyip
kalktılar...
Ne yalan söyleyeyim, bana Hasan diye tanıştırı-. lan kişiyi gözüm
tutmamıştı. Turgut'a sordum: «Kim bu Hasan?»
«Ajan,» dedi büyük bir soğukkanlılıkla. Okkalı bir küfür savurduktan sonra:
«Bu ne biçim iş?!..» diye bağırdım.
«Kızma canım,» dedi Turgut. Arkadaşları rahat bırakmıyordu. Onu oyalamak
için böyle yakınlık gösteriyoruz. Arkadaşlar başka bir yerde dernekle ilgili
çalışmaları sürdürüyorlar.»
«Peki, sonra ne olacak?»
«Biz, eften püften şeylerle onu oyalayacağız, öteki arkadaşlar da rahat
rahat çalışacaklar.»
«Çıkar yol değil bu,» dedim. «Onu dernek işlerinden soyutladık haydi, yerine
yenisini yollamaya-caklar mı?»
Turgut'un yüzü birden asıldı.
«Doğru ya,» dedi. «Bunu nasıl akıl edemedik..»
«Şimdi beni iyi dinle,» dedim. «Bu, yalnızca bizim derneğin sorunu değil.
Bizim gibi daha kaç tane yasal dernek var. Hemen tümüyle iyi ilişkilerimiz
sürüyor. Onlarda da birer Hasan olmadığını kim bilebilir? Bu duruma köklü
bir çözüm gerek.»
«Gerek ama, nasıl?»
«Galiba bir yol buldum,» dedim. Daha ne olduğunu söylemediğim halde
Turgut'un yüzü gülmüştü.
«Nasıl bir yol?» diye sordu.
«Sizin ve öteki kardeş derneklerdeki arkadaşların rahat çalışabilmesi için
ben kendimi harcayacağım.»
«Nasıl harcayacaksın?»
«Bundan sonra, ajan olduğundan kuşkulandığınız kişilerin yanında, bizim
derneğimizle öteki kardeş derneklerin yasal olduğunu belirten konuşmalar
yapacaksınız. Öte yandan kamuoyunda büyük yankılar uyandıran olaylardan
bazılarını efsanevî bir gizli örgüte mal ederek anlatacaksınız. Öyle ki
ajanlar bu yasal derneklerin dışında ve bu derneklerle hiç ilgisi olmayan
büyük 'bir gizli örgütün varlığına inansınlar. Ve bu büyük gizli örgütün
«büyük şef»ini aramaya girişsinler. Bir süre sonra göreceksiniz, aranızda
hiç ajan kalmayacak. Çünkü ben «büyük şef» olarak «eylerimle» (!) onları
çevreme toplayacağım.
«Şaka yapmıyorsun herhalde?..» dedi Turgut.
«Ne şakası, çok ciddiyim.»
Sonunda aklı iyice yattı bu işe. Hemen ertesi gün işe başlayacaktı. Aynı
konu üzerinde bir süre daha konuştuktan sonra dernekten ayrıldık...
Daha aradan iki gün geçmeden, Büyük Örgütte (!) çalışmak isteyenlerin sayısı
elliyi geçti. Büyük örgütün büyük şefi olarak, herbiriyle teker teker
görüştüm. Görüşmeler, büyük bir gizlilik içinde oldu. Ya tenha bir parkta ya
tenha bir kahvede görüşüyordum örgütün aday üyeleriyle. Görüştüklerimin
hemen tümü enerjik, genç ve aşırı istekli kişilerdi.
İpin ucunu kaçırmamak için, görüştüğüm her aday için fotoğraflı birer aday
fişi dolduruyordum.
Bir hafta içinde fişli aday sayıaı yüzü geçti. Böyle olunca da kahvelerde,
parklarda görüşme olanağr kalmadı. Şöyle göze batmayacak bir işhanmda bir
yer tutulmalıydı.
Birgün durumu ilk adaylardan birine açtım.
«Siz o işi bana bırakın,» dedi.
Gerçekten de bir gün sonra, benim istediğimden de iyi bir yer tutmuştu.
Buraya büro süsü vermemiz gerekiyordu. Masa, sandalye için yine para...
«Bu işi de bana bırakın,» dedi aynı aday.
Ertesi gün büroya yerleştik. Her türlü konforu vardı. Perdesinden halısına
dek, herşey tamamdı. Gönül rahatlığıyla çalışabilirdik artık. Örgütümüzü
daha; bir genişletebilirdik.
Büronun telefon işini de bir başka aday çözümledi kısa sürede. Bir başka
aday da, bir çelik kasa sağladı. İki hafta içinde büyük bir gelişmeydi bu.
Örgütün yeni boyutlara ulaşması güzel birşeydi ama, işin sonu nereye
varacaktı? Bu iki hafta içinde aday üyeleri birbirleriyle yüz yüze
getirmeden durumu kurtarmıştım. Şimdi bir büromuz vardı. Ve tümü de büroyu
biliyordu. Birbirleriyle karşılaşmamaları için birşeyler yapmalıydım.
En doğru yol, tümüyle ayrı ayrı konuşarak örgüt disiplininden söz etmek,
belli saatlerin dışında büroya uğramalarının sakıncalı olacağını kendilerine
anlatmaktı.
Öyle de yaptım.
Artık herşey tıkırındaydı. Herbirine ayrı ayrı görevler veriyor, özenle
yapıp yapmadıklarını denetliyordum. Hişbir aksama olmadan tüm buyruklarım
yerine getiriliyordu.
Sözgelimi bir bildiri mi basılacak. Çağırıyordum birisini:
«Üç saat içinde bu bildiri beş yüz tane çoğaltılmış olacak!»
İki buçuk saat sonra iş tamam...
Basılmış olan bildirilerin dağıtılması mı gerekiyor. Üçünü beşini ayrı ayrı
saatlerde çağırıp ellerine tutuşturuyordum bildirileri:
«Bunlar, bu gece filsn filan semtlerde dağıtılacak!»
İstenilen sürede herşey tamam...
Bildirilerin içeriğinin eften püften şeyler olduğuna bile baktıkları yoktu
aday üyelerin. Görev görevdi, o kadar...
Örgüt işlerinin dışında da rahatım oldukça iyiydi. Bodrum katında oturduğum
apartmana, iki Marksist komşu taşındı son günlerde. Daha gelir gelmez
arkadaş olduk. Kimi kez beni akşam yemeğine çağırıyordu, kimi kez de küçük
çocuklarıyle yemek yolluyorlar. Gel keyfim gel.. Cumartesi akşamları da
onlar bana geliyorlar. Erkek erkeğe birkaç 'kadeh atıp söyleşiyoruz.
Kitaplığımı çok beğeniyor ikisi de. Kendilerinde olmayan kitapları, benden
alıp okuyorlar. Meslekleri üzerinde pek konuşmuyorlar nedense. Ben de fazla
üstelemiyorum. Birgün dolmuşla geçerken, komşularımdan birinin emniyet
sarayına girdiğini gördüm. Kimbilir, orada görülecek bir işi vardı belki...
Bir cumartesi akşamı, demekten bir arkadaş çı-kageldi. Marksist komşularımla
tartışıyorduk. Tanıştırdım. Arkadaşımın karnı açtı. Mutfağa gidip birşey-ler
hazırlamaya başladım. Kaşla göz arasında yanıma geldi arkadaş. Yavaş sesle:
«Bana acele pasaport gerek. Durum çok kötü. Birkaç gün içinde yurt dışına
çıkmazsam...»
«Sen yasa! bir derneğin üyesi değil misin?» dedim. «Bu telâşın ne böyle?»
«Öyle ama, sen gel de onlara anlat..»
«Karamsar olma,» dedim. «Bir yolunu buluruz.»
Uzun süredir görüşmüyorduk. Büyük Şef adının etkisi altındaydı.
«Konukların örgütten mi?» diye sordu.
«Değil ama, Marksist ikisi de.»
«Her yerde senden söz ediliyor. Nasıl başardm bunu?»
«O kadar büyütme,» dedim. «Sonra konuşuruz. İlkin senin şu pasaport işini
bir çözümleyelim.»
Böyle konuşmuştum ama, içinden nasıl çıkacağımı bilmiyordum. Ama ne yapıp
edip arkadaşımın işini görmeliydim. Oldu olacak, kırıldı nacak deyip durumu
Marksist komşularıma açtım.
«Ooo,» dedi Cemal Bey, «Bu da iş mi? Ben onu hemen yarın çözümlerim. Arkadaş
dediğin böyle zamanlarda belli olur.» Hamdi Bey de:
«Tehlikeli bir durum varsa, arkadaş birkaç gün bizde kalabilir. Kimsenin
ruhu duymaz,» dedi.
Arkadaşımın gözünde gerçekten büyük şef oluvermiştim birdenbire.
Üç gün içinde arkadaşı yolcu ettik... Bir akşam da Turgut çıkageldi.
Yalnızdım. Oturup konuştuk.
«Para gerek,» dedi üzüntülü üzüntülü. «Ne kadar?» »Çok..» «Ne olacak?»
«Yirmi arkadaşımızı tutukladılar. Onlara para gerek. Dışarda bakmak zorunda
oldukları kişilere de..»
«Yahu, yasal bir derneğin üyelerini niçin tutuk...»
Sözümü kesti:
«Yasalı masalı kimsenin dinlediği yok.. Para gerek..»
«Haklısın,» dedim." «Bir çaresine bakarız.» «Gerçek mi?» dedi umutlu umutlu.
«Elbette gerçek,» dedim. «Bir çaresine bakacağım.»
Rahatlamıştı. Kalkıp kitapları karıştırdı. Sonra bana dönüp:
«Şu senin örgüt işinden ne haber?» «Çok iyi.» «Nasıl çok iyi?»
«Basbayağı iyi işte..»
Bu kez ben sordum:
«Sizin işler nasıl?»
«Artık kimsenin musallat olduğu yok ama, bir. kez de resmîlerle başımız
dertte. İkide bir gelip dernekte bulunanları götürüyorlar.»
«Öteki dernekler?»
«Onlarda da aynı durum.»
Ertesi gün, ilk aday üyelerden Hasan'ı çağırdım.
«Bak Hasan, sen en güvenilir aday üyelerden birisin. Yakında merkez
komitesince üyeliğin kesinleşecek. Bu arada birşeyler daha yapmalısın k\,
puan toplayasın.»
«Buyruklarınız başım üstüne şef,» dedi Hasan. «Siz istedikten sonra
yapmayacağım hiç birşey yoktur. Sizin için çekinmeden canımı verebilirim.»
«Sağol Hasan,» dedim. «Buna inanıyorum.»
«Ne yapmamı istiyorsunuz?»
«Bin tane yardım makbuzu bastıracaksın.»
«Nasıl yardım makbuzu?»
«Cami yaptırma derneğine yardım makbuzu..»
«Bağışlayın ama, ben bu söylediklerinizden hiç birşey anlamadım,» dedi
Hasan.
Açıkladım:
«Çok miktarda para gerekli. Eylemlerimizi sürdürebilmemiz için çok önemli
bu. Biliyorsun yasal olmayan bir örgütüz biz. Öyle açık açık kendi adımıza
yardım toplayamayız. Bunu yasal yollardan yapacağız. Yani, herhangi bir cami
yaptırma derneği adına yardım makbuzu bastırıp, bu makbuzlarla yardım
toplayacağız.»
«Vallahi şef,» dedi Hasan, «kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi böyle bir
yöntem.»
Gülüştük..
«Ben gideyim. Akşama herşey hazır olacak,» deyip ayrıldı.
Hava kararmadan döndü Hasan. Kocaman paketi sırtlamıştı. Oflaya puflaya
büroya girdi. Gerçekten yorulmuştu. Ter içindeydi. Şöyle bir soluklandıktan
sonra:
«Sorma şef,» dedi. «Peşime iki aynasız takıldı. Onları atlatmcaya dek akla
karayı seçtim.»
«Ee, nasıl atlattın sonra?»
«Bir süre arkamdan yürüdüler. Kendilerinden kuşkulandığımı çaktırmadan
yavaşladım. Yorulduğum için yavaşladığımı sandılar. Sırtımdaki paket de işe
yaradı bu arada. Sonra önüme geçip ağır ağır yürümeye başladılar. İşte o
sırada bir pundunu bulup taksi çevirdim. Ben oradan hızla uzaklaşırken,
onlar geriye dönmüş, beni arıyorlardı.»
Hasan, nedense kendini yaptığı işin heyecanına kaptırmıştı. Yaptığı işin
aynasızları ilgilendirecek bir yanı yoktu ama...
«Bunu başaramasaydin, kötü puan alırdın,» dedim. Büyük bir iş yapmış olmanın
rahatlığı içindeydi. Kötü puan almaktan da kurtulmuştu işte. Yakında üyeliği
de kesinleşecekti. Dalıp gitmişti Hasan...
«Hasan,» dedim. «Sen şimdi git ve bir güzel dinlen. Yarına çok işimiz
olacak. Makbuzlardan bir bölümünü yanına al. Yarın erkenden çalışmaya başla.
Ben örgütün öteki üyeleriyle görüşeceğim. Üç gün içinde makbuzlar bitmiş
olacak...»
«Başüstüne şef,» dedi yerinden kalkarken...
Bir gün içinde tüm aday üyelerle görüşüp makbuzları bölüştürdüm. Ellerini
çabuk tutmalarını, üç gün içinde gerekli paranın toplanmasının zorunlu
olduğunu anlattım. Ne zaman gelmeleri gerektiğini de not ettirip savdım
herbirini...
Böylesine disiplinli örgüt güç bulunur doğrusu. Tümü, not ettirdiğim saatte
geldi üç gün sonra. Dakika sektirmediler, dakika.. Kucak dolusu paralarla
geldiler hem de.
Hemen hepsine, üyeliklerinin kesinleşeceğini umduğumu söylemeyi de
unutmadım.
En son gelen aday üye, en gençleriydi. Cebindeki paraları masanın üzerine
boşalttıktan sonra:
«Şef,» dedi. «Büyük eylemlere ne zaman başlayacağız?»
Hiçbirisi böyle bir soru sorma cesaretini gösterememişti şimdiye dek.
Örgütün büyüklerine böyle soruların sorulmaması gerektiğini biliyorlardı.
Ama bu acemi.. Terslesem... Vazgeçtim, terslemekten.
«Bak CeÜI,» dedim babacan bir tavır takınarak. «Henüz çok gençsin.
Gençliğine veriyorum bunu. Gizli örgütlerde bu gibi sorular sorulmaz.»
Tepeden tırnağa kızardı, bozardı, sarardı. Bağışlanmasını istercesine yüzüme
baktı bir ara. Sesimin tonunu kalınlaştırarak:
«Madem böylesine isteklisin büyük eylemlere. Sana bir görev veriyorum,»
dedim.
Gözleri ışıl ışıl oldu birden. Az önceki durumundan kurtuluverdi.
«Vereceğiniz her görevi canla başla yerine getireceğim, şef .»
«Bundan en küçük bir kuşkum yok. Ancak, sana; vereceğim görev çok ağır.
Baştan konuşalım, eğer içinden çıkamayacaksan başkasına vereyim bu işi.»
Alınmış mıydı, alınmış gibi mi yapmıştı bilemiyorum...
«Verilecek görevi bekliyorum,» dedi çatallı bir sesle.
«Hemen değil,» dedim. «En geç on gün içinde bir görev vereceğim. Ne olduğu
konusunda bir açıklama yapmayacağım şimdiden. Kendini o zamana dek hazırla.
Gidebilirsin...»
Arkasına bakmadan çıkıp giderken, içinden bana okkalı küfürler salladığına
kalıbımı basarım..
Akşam olunca, bir çuval dolusu parayla Turgut' un evine gittim. Elimdeki
çuvalın parayla dolu olduğunu öğrenince dili tutuldu Turgut'un. Bir süre
aptal aptal yüzüme bakıp durdu. Ne söyleyeceğini bilemedi.
«Bunları hemen yerlerine ulaştırın Turgut,» dedim. «Yarınımızın ne olacağı
belli değil. Bakarsın,., birgün değirmenin suyu kuruyuverir.»
Kuşkulu kuşkulu sordu Turgut:
«Dilinin altındaki baklayı çıkarsana, bir terslik mi o!du?»
«Yok canım. Şimdilik böyle birşey yok. Ama, olacakları şimdiden kestirmek de
güç değil.»
Nedense karamsarlığım üzerimdeydi o akşam. Bu işe girişeli belki de ilk kez
böyle bir duyguyla karşı karşıyaydım. Daha fazla birşey konuşmadan
ayrıldım...
Bizim örgütün aday üyeleri, ağırdan ağırdan ho murdanmaya başladılar.
Ayakları suya mı ermişti?'
Örgütün öteki üyeleriyle tanışmak istiyorlardı. Belki de haklıydılar. Bunca
zamandır emek verdikleri örgütün benden başka hiçbir üyesini tanımamışlardı
daha. Ayrıca büyük eylemlere girişmek istediklerini söylüyorlardı. Kimbilir,
belki başka nedenler de vardı bu ivedi isteklerin arkasında...
İşin cılkı çıkmak üzereydi. Galiba tek çıkar yol da, örgütün ortaya
çıkmasını sağlamaktı..
Turgut'a durumu çıtlatarak bir süre ortalarda gö-rünmedim. Bu arada aday
üyelere, yapacağımız gizli toplantının yerini ve tarihini bildirdim. Mutsuz
sona hızla yaklaştığımı anlıyordum...
Toplandığımız sinemayı da Hasan kiralamıştı.
Kararlaştırılan Saatte tüm aday üyeler geldiler. Aday üye sayısı, yüz elliyi
geçmişti. Bayrama gelir gibi gelmişti tümü. Yepyeni giysiler içinde...
Hiçbirinin yüzünde en küçük korku belirtisi yoktu.
Ne zaman ne olacağı bilinmezdi. Ama kimi şeyleri daha başından göze almamış
mıydım? Ama yine de içimde bir ürperti duymadım dersem, yalan söylemiş
olurum...
Elimde üye fişlerinin bulunduğu dosyayla mikrofona çıktığım zaman tümü ayağa
kalkıp alkış tutmaya başladılar. Bir ağızdan da bağırıyorlardı:
«Büyük Şef!.. Büyük Şef!..»
«Büyük şef yakında şapa oturacak,» dedim içimden. Alkış sesleri kesilince
mikrofona yaklaştım:
«Arkadaşlar, bugüne dek canla başla çalıştınız. Merkez komitesi, bu
çalışmalarınızı büyük bir titizlikle değerlendirdi. Şu anda, tümünüzün
üyeliği kesinleşmiş durumda. Şimdi and içeceğiz. Bundan sonra büyük görevler
bekliyor tümümüzü.»
Ayağa kalktılar. Benim söylediklerimi birlikte yinelediler...
«Hiçbirşeyden korkmaksızın bu uğurda çalışacağıma, en güç durumlarda bile en
küçük bir sır vermeyeceğime, tüm güçlükleri yılmadan göğüsleyeceğime namusum
üzerine söz veririm..»
O anda, hem ağlamak hem de gülmek geliyordu içimden. Yalnızca salondakilere
acı acı bakmakla yetindim...
İşte tam bu sırada dananın kuyruğu koptu. Bir anda yüzlerce görevii doldu
salona. Birkaç dakika içinde kollarımıza kelepçeler takılıverdi. Sonra üçer
dörder kişilik gruplar halinde salondan çıkarılıp, dışarıda bekleyen
araçlara bindirildik.
»Anlaaat!»
«Neyi anlatayım?»
«Anlaaat!»
«Neyi?»
«Sen bilirsin neyi anlatacağını!..»
Kollarım kalın bir kalasa bağlanmıştı. İple bağlr ayaklarım da havaya
kaldırılmıştı. Gözlerimde bant olduğu için hiç birşey göremiyordum. Kalın
bir ses, durmadan yineliyordu aynı soruyu...
«Anlaaat!»
«Anlaaat!»
Sorularına karşılık vermedikçe coplar daha hızlr inip kalkıyordu. Birkaç
dakika sonra ayaklarımın altlan keçeleşti. Copların acısını duymaz oldum.
Yalnızca derinden bir sızı yayılıyordu vücuduma.
Bir tahta kanepenin üzerinde gözlerimi açtığım zaman her yanım zonkluyordu.
Bin bir güçlükle doğruldum. Ayağa kalkmak istedim. Basamadım ayaklarımın
üzerine. Davul gibi şişmişlerdi..
Az sonra iri yarı birisi girdi hücreye. Kara bezden yapılmış bir bantla
bağladı gözlerimi. İte kaka çıkardı hücreden...
«Anlaaat!»
«Anlaaat!»
Günlerce sürdü 'bu eğlenceli durum. Hücreden işkence odasına. İşkence
odasından hücreye. Duyarlılığımı yitirmiştim artık. Vızgeliyordu coplar,
tekmeler, tokatlar, yumruklar... Ve de elektrik akımı...
Yakalanışımın kaçıncı günüydü anımsayamıyorum, yine sabah erkenden gözlerimi
bantlayıp işyerine götürdüler. İvedi ivedi çarmıha gerdiler.
Aynı kalın ses gürledi:
«Beni iyi dinle, büyük şef.. Sen gizli örgütün şe-fiysen, ben de bu örgütün
şefiyim. Btiraya gelip de konuşmayanın dirisi çıkmaz dışarıya. Şimdi sana
soracağım sorulara olumlu cevap ver de, daha fazla uğraştırma bizi.»
«Peki,» dedim. «Sorun...»
«Bu gizli örgütü kim kurdu?»
«Ben kurdum.»
«Örgütün büyük şefi kim?»
«Benim.»
«Merkez komitesinde kimler var?»
«Ben varım.»
«Elektrik!..» diye gürledi kalın sesli şef.
Giderek dozu artırılan elektrik akımı... Aç bir kurdun pütür pütür dili gibi
birer birer yaladı hücrelerimi. Az sonra ona da alıştım. Sanki, hızla dönen
bir atlıkarıncaya biniyordum. Ya da büyücek bir defterdim de, rüzgar hızla
yapraklarımı çeviriyordu..
Elektrik akımı kesildi, sorular başladı..
Nasıl olsa bildiklerince olacaktı herşey. Susmanın bir yararı olmayacaktı.
Onlar sordu, ben yanıtladım..
«Boğaz Köprüsüne tahrip kalıplarını kim koyacaktı?»
«Ben koyacaktım.»
«......... Bankasının......... şubesini kim soyacak-
tı?»
«Ben soyacaktım,»
«Örgütün silahlı eylemlere başlayabilmesi için silahları kim bulacaktı?»
«Ben bulacaktım.»
«......... limanındaki gemiyi kim batıracaktı?»
«Ben batıracaktım.»
«.........büyükelçisini kim kaçıracaktı?»
«Ben kaçıracaktım.»
Sorduklarına kendilerinin de inanmadıkları belliydi. Kahkahalarını
tutamadılar... Ama sorguydu bu. Şakaya gelir yanı yoktu. Sürdürdüler..
«Türkiye - Avusturya milli maçında golleri kim yedi?»
«Ben yedim.»
«İkinci Dünya Savaşında Hitler'in ordularını kim yendi?»
«Ben yendim.»
«Kleopatra'ya kobra yılanını kim getirdi?»
«Ben getirdim.»
Hemen aynı gün, gizli örgütle ilgili tutanakları düzenleyip mahkemeye
yollandım. Buraya dek iyiydi güzeldi ama, anlayamadığım bir yan vardı bu
işte. Yakalandığımız zaman yüz elli kişiden fazlaydık. Mahkemeye yollanansa
yalnız ben..
Ve yine aynı gün mahkeme tarafından özgürrrlük ve demokraaasi adına ve de
özgürrrlük ve demokraaasi kuralları gereği tutuklandım. Ver elini cezaevi..
Cezaevinde benden başka daha pek çok siyasal tutuklu vardı. Başımdan
geçenleri onlara anlattımsa da, kimseyi inandıramadım. Ta gerekçeli hüküm
verilinceye dek benimle alay ettiler..
Yargılama sırasında, gizli örgütün yüz elliden fazla üyesi tanık olarak
dinlendi. Mahkemeye getirilen kanıtların arasından, üyelerin fişlerini
tuttuğum dosya çıkmadı nedense. Üç beş sıradan bildiriyle üç beş afiş ve
cami yaptırma derneğinin yardım makbuzlarının dip koçanları vardı yalnızca.
Yargıç soruyordu tanıklara:
«Adın?»
«Hssan.» #
«Soyadın?»
«Gizliel.»
«Baba adı?»
«Bahri.»
«Ana adı?»
«Bahriye.»
«Mesleğin?»
Daha tanıklar yanıt vermeden ekliyordu yargıç:
«Serbest.»
Dinlenen yüz elliden fazla serbest meslek erbabinin sözleri, sanki önceden
ezberletilmiş gibi birbirine benziyordu. Eh raslantı işte..
«Sözü edilen gizli örgütle uzaktan yakından ilişkim yoktur. Gözlerim bağlı
olarak, Kontr-Gerilla olduğunu sonradan öğrendiğim bir yere götürüldüm.
Orada, ağır işkenceler altında ifadem alındı. Bu ifadelerimin gerçekle
hiçbir ilişkisi yoktur..» «Yaz,» diyordu yargıç zabıt kâtibine:
«Tutanaklardaki ifadem işkence altında alınmıştır. Sözü edilen örgütle
uzaktan yakından hiçbir ilişkim bulunmamaktadır...»
Yüz elliden fazla serbest meslek erbabının dinlenmesinden sonra yeniden bana
söz verildi.
«Tutanaklardaki ifadem işkence altında alındığından...»
Daha sözümü bitirmeden yargıç yazdırmaya başladı benim söyleyeceklerimi..
«Tutanaklardaki ifadem baskı altında alınmışsa da, bu sözler tarafımdan
söylenmiş olup...»
Dayanamayıp bağırdım:
«Baskıyla işkence aynı şey midir?»
«Evet,» dedi yargıç.
«Öyleyse demokrasiyle faşizm de aynı şeydir.»
«Çok konuşursan, yargılama sırasında uslu durmadığından cezanın altıda
biri...» diyerek okkalı bir gözdağı verilince sustum.
Gerekçeli hüküm, gerçekten bayramlık bir gerekçeli hükümdü. Yalnız benim
için özel olarak düzenlenmişti.
«Büyük bir gizli örgüt kurmuş olan sanığın, aynı zamanda örgütün şefliğini
ve merkez komitesi görevlerini de yaptığı, Boğaz Köprüsüne tahrip kalıbı
yerleştirmeyi düşündüğü....... Bankasının ...... şubesini soymayı
planladığı, kurmuş olduğu gizli örgütün ilerde yapmayı tasarladığı eylemler
için silah bulma konusunda girişimler yapmayı tasarladığı, ......
limanındaki gemiyi batırmayı düşündüğü....... büyükelçisini kaçırmayı
planlama düşüncesini taşıdığı, Türkiye - Avusturya milli maçındaki golleri
yediği, İkinci Dünya Savaşında Hitler'in ordularını yendiği, Kleo-patra'ya
kobra yılanını getirdiği; gerek kendi açık beyanlarından, gerekse yüz
elliden fazla serbest meslek erbabı tanığın beyanlarından anlaşılmakla;
T.C. Anayasasının tamamını ilgaya ve bu kanunla teşekkül etmiş olan Türkiye
Büyük Millet Meclisini ıskata teşebbüs ettiğinden;
Suça uyan Türk Ceza Kanununun 146/1. maddesi gereğince idam cezasına
çarptırılmasına;
Ancak, sözü geçen suçlarını eyleme dönüştürme-yip düşünce halinde kafasında
sakladığından ölüm cezasının, ömür boyu hapis cezasına dönüştürülmesine
oybirliğiyle karar verildi.»
Gerekçeli hüküm okunduktan sonra yargıç bana
döndü:
«Hüküm hakkında söyleyeceklerin var mı?» «Elinize sağlık,» dedim. «Gerçekten
güzel olmuş. Yalnız, cümleler biraz! uzun. Elimdeki metinde de noktalama
işaretleri yanlış kullanılmış. Başka söyleyeceğim birşey yok...»
Kelepçeyi takmaları için ellerimi görevlilere uzattim. Yargıç, zabıt
kâtibine benim söylediklerimi yazdırıyordu...
Son kez yargıçlar kuruluna baktım. Görevlerini yapmanın mutluluğu
içindeydiler. Arkalarındaki panoda kocaman harflerle:
ADALET MÜLKÜN TEMELİDİR yazılıydı. Gözlerimle panodaki yazıları silip daha
kocaman harflerle şunları yazdım:
ADİALET MÜLKÜN TEMELİDİR...