İşte Cumhurbaşkanınız
Emin Çölaşan
Devletin başında bulunan, Cumhuriyet rejiminin ilkelerini korumakla yükümlü
olan Abdullah Gül isimli bu zat, yakın geçmişte acaba neler söylüyordu? Şu
anda Çankaya’da oturan zat, oraya MHP’nin AKP’ye stepne olmasıyla, yol
vermesiyle ve “Dindar Cumhurbaşkanı” kimliği ile çıkmıştı. Rüyasında görse
hayra yormayacağı devlet kuşunu da onun başına MHP kondurmuştu. Ancak
konumuz bu değil. Devletin başında bulunan; Cumhuriyet rejiminin ilkelerini
korumakla yükümlü olan Abdullah Gül isimli bu zat, yakın geçmişte acaba
neler söylüyordu? Cumhuriyet rejiminin ilkeleri, özellikle laiklik,
kendisine hangi ölçüde emanet edilebilir? Bu soruların yanıtlarını onun
ağzından dinleyelim. Elimde ‘’Türkiye’nin Milli Bütünlüğü ve Güvenliği’’
isimli bir kitap var. Yakın geçmişte düzenlenen bir seminerdeki konuşmalar
banttan çözülmüş ve kitap olarak basılmış. Konuşmacılardan biri de Abdullah
Gül. Yani bugünkü Cumhurbaşkanı. O günlerde Refah Partisi milletvekili.
Necmettin Erbakan hocasının emrinde ve hizmetinde.
NASIL BİR SİSTEM ?
Şimdi bu kitaptan, yani kendisinin sözlerinden alıntılar yapalım. Bakalım
Beyefendi ne inciler döktürmekle meşgulmüş: “Bugün Türkiye’de bir sistem
bunalımı var. Kendi bünyesine uygun düşmeyen, kendi değerlerine zıt ve
zoraki uygulanmaya çalışılan ve halka zorla diretilen bir sistem.” (Yani
laik Cumhuriyet rejimi.) “Halkına zıt, halkı ile barışık olmayan, ona düşman
bir sistem bu sistemdir ki...70 senedir böyle bir sistem içerisindeyiz
doğrusu...” “Türkiye’nin bu resmi ideolojisinin tabii karakterleri, bu
sistemi kuran tek partinin altı sloganı ile ortaya çıktı. Cumhuriyetçilik,
milliyetçilik, halkçılık, devrimcilik, devletçilik ve laiklik adı altında.
Ama bu milletin halkı bir araya gelip de biz devletçi olalım, laik olalım,
milliyetçi olalım diye böyle bir karar vermemişler. Bu ilkeler hep bu halka
bir zorlatma şeklinde dayatılmış...”
BU NASIL BENZETME?
Konuşmasının bir yerinde çok ilginç bir keşfini (!) daha anlatıyor:
“Türkiye’nin bir Irak’a, Libya’ya benzeyen çok yanları var. Neden? Aynı TEK
ADAM pozisyonu. Bugün gidin Irak’ta, Libya’da, Suriye’de de tek insanın
resimleri vardır her yerde. Tek insanların heykelleri vardır”. (Atatürk’ten
söz ediyor ve Atatürk’ü Saddam, Kaddafi, Esad gibi hırsız soytarılarla,
katillerle kıyaslamaya kalkışıyor.) “Milliyetçilik öyle olmuş ki, Türkçülük
şeklinde alınmış ve bu ister istemez aksini de bazı insanların aklına
getirmiştir. Mesela ‘NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE’ lafını tutup her yere yaza
yaza, Türkiye aslında İLKEL bir hale dönmüştür...Bu laflar aslında
Türkiye’nin bütün insanları İSLAM KARDEŞLİĞİ altında toplayan bütünlüğünü
tehdit eder anlama gelmiştir.” Atatürk’ün sözünü aşağılamaya yeltenen, bunu
ilkellik olarak gören, tarih bilgisinden yoksun şahıs şimdi Cumhurbaşkanı!
Beyefendi devam ediyor: “Şimdi ne gariptir ki, seyahat ederseniz Doğu ve
Orta Anadolu’ya geldikçe ‘ÖNCE VATAN’ yazdığını görürsünüz, batıya
gittiğinizde ise hiç rastlamazsınız bunlara. Yani bunlar tek parti devrinden
kalan ve zorla, halkın kendi inanç değerleriyle bütünleşmeyen bir dünya
sistemini halka zorla kabul ettirmektir.” (İnsaf yahu!)
HANGİSİNE İNANALIM
Sonra laiklik ilkesinden dem vurmaya başlıyor! “Şu da bir gerçek ki, en
kalıcı ve birleştirici unsur DİN olmuştur. Ama Türkiye’deki resmi ideoloji
tarafından devamlı tehdit altına alınmış. Türkiye’nin bütünlüğünü tehdit
eden, en ziyade tahribatı vermiş olan, sistemin ilkelerinden birisi de
LAİKLİK ilkesidir. LAİKLİK olayıdır.” (Cumhurbaşkanı olurken laikliği
koruyacağına namusu üzerine yemin eden zat, geçmişte böyle buyuruyor.
Hangisine inanacağız, geçmişteki sözlerine mi, namus yeminine mi?) Devam
ediyor: “Din düşmanlığını esas alan ve hukuk tanımayan uygulama, İslam
inancı ve ahlakıyla yoğrulmuş olan halkımızı da tabii dışlamıştır.”
Sözlerinin bu bölümünü özellikle askerlerin okuması gerekiyor: “Dindar olan
bir subaya siz eğer kendi ordunuzda hayat hakkı vermiyorsanız, onu çeşitli
dolaylı yollarla bunu açıkça söylemeden onu eğer saf dışı ediyorsanız, sanki
safra atar gibi, sanki ajan yakalamış gibi onları eğer ayıklıyorsanız, siz o
zaman bu ülkenin bütünlüğünü, devamını nasıl temin edersiniz?” Bay Abdullah
Gül, konuşmasında üniversitedeki sıkmabaşlara da değinmeyi ihmal etmiyor:
“Üniversitelerde bugünkü durum. Şimdi siz bunu hangi demokrasiyle, hangi
hukuk nizamıyla, hangi insan haklarıyla bağdaştırabilirsiniz? Sadece kılık
kıyafetinden dolayı, sadece dini inançlarından dolayı üniversite
kapılarından geri çevrilen, diplomaları verilmeyen bir sürü Türkiye’nin genç
kızları...” Bu arkadaş, birkaç yıl önce karısı üniversiteye sıkmabaşla
alınmayınca, Türk devletini Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde dava edip
tazminat istemiş, ancak Mahkeme bu davaları reddetmeye başlayınca, karısı
adına açılan davayı geri çektirmek zorunda kalmıştı! Bakalım, şimdi sıkmabaş
konusunda yapılan Anayasa değişikliğine onay verecek mi, vermeyecek mi ?
CUMHURİYET REJİMİ Türkiye Cumhuriyeti’nin en tepesindeki kişi, Cumhuriyet
rejimine bağlı olmak ve ilkelerini korumakla yükümlüdür. Ancak yukarıda
sözün ettiğim konuşmasında, İkinci Cumhuriyet’ten ve daha da ötesi, tarihin
karanlığına gömülmüş olan Osmanlılıktan söz etmektedir. “Bu açıdan İkinci
Cumhuriyet, yeni Osmanlıcılık kavramlarının ve bu tartışmaların ortaya
gelmesini ben çok sağlıklı olarak görüyorum ve geleceğe çok ümitle
bakıyorum.” Osmanlıcılıktan söz edebilen, bu kavramların gündeme gelmesinden
mutlu olduğunu söyleyen bir Cumhurbaşkanı! Bu şahıs geçmişte söylediklerinin
bugün de arkasında ise o makamda oturamaz. Yok eğer o makama oturmadan önce
namus ve şerefi üzerine ettiği yemin geçerli ise, mutlaka bir açıklama
yapmalı ve “Hiç kimse endişe etmesin, ben artık değiştim. O sözlerim değil,
yeminim geçerlidir” demelidir. Der mi? Demez, diyemez. Derse inanır mıyız?
İnanmayız. Hiç kimse inanmaz! Gazeteciler kendisine bu soruları sorabilir
mi? Soramaz... Çünkü Abdullah Bey bocalar, sonra medya patronu bozulur, bunu
soran gazeteci fırça yer! İşin şakası yok. Çankaya’daki tablo çok vahim.
Beyninde laiklik karşıtlığı, İkinci Cumhuriyet, Osmanlılık gibi kavramları
taşıyan, siyasetini ve yaşamını bunlar üzerine oturtan, Atatürk’ün “Ne Mutlu
Türküm Diyene” sözünü ilkellik olarak gören biri o makamda –değiştiğini
kanıtlayana kadar- oturamaz. Başta CHP olmak üzere tüm ilgili kurum ve
kuruluşlar bu konuyu ve Çankaya’da kimin oturmakta olduğunu dibine kadar
irdelemeli, sürekli gündemde tutmalıdır.