Veda Yazısı
Vural Savaş
Prof. Dr. Muammer Aksoy, 31 Ocak 1990 günü öldürülmeden birkaç saat önce
Emin Çölaşan'a şunları anlatıyordu:
"Türkiye'de laiklik ilkesi çok kolay kabul edilmiş gibi, bunu tehlikeye
atmayı göze alanlar var... Türkiye laikliği kabul ettiği için demokrasiye ve
hürriyetlere gitti sonunda... Demokrasinin kısıtlı olması ve hatta bir süre
için askıya alınması bile ileride demokrasinin yeniden gelmesine engel
olmaz... Ama laiklik bir defa elden gitti mi, bir daha gelmez..."
Ne diyordu Fethullah Gülen:
"Adliye'de, Mülkiye'de veya başka bir hayati müessesede bizim
arkadaşlarımızın mevcudiyeti, gelecek adına garantimizdir... Türkiye'deki
bütün anayasal müesseselerdeki kuvveti cephemize çekinceye kadar her adım
erken sayılır..."
Son yirmi yılda önemli mevkilere gelen tüm siyasiler, başta Hilmi Özkök
olmak üzere Genelkurmay Başkanlarımız; Anayasa Mahkememiz'den kürsü hakim ve
savcılarımıza kadar tüm hukukçularımız bilinçsizlikleri ve dik duruş
sergileyememeleri yüzünden Cumhuriyetimiz korunamaz hale gelmiştir.
Bu yüzden pervasızca son vuruşlar yapılıyor.
Kanser, tüm organlarımıza yayılmış... Artık ameliyat ve kemoterapiyle bile
Türkiye Cumhuriyeti'nin eski sağlıklı günlerine dönmesine olanak yok artık.
Düzmece belgelerle, Balyoz Davası'nın son duruşmasında 31'i general 163
askerimizin tutuklanması ve karardan sonra sanıkların Harbiye Marşı'nı
söylemeleri içimi kanattı... Olan bitenler karşısında ruh sağlığımın giderek
tehlikeye girdiğini görüyorum.
Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner'in bu durum karşısında derhal istifa etmesi
gerekirdi... İstifayı bile beceremeyen insanlar; Türk Ordusu'nun onurunu,
Atatürk'ün hepimize emanet ettiği Cumhuriyetimizi ve ülke bütünlüğümüzü
koruyamazlar.
Mustafa Kemal gibi, İsmet İnönü gibi, Kazım Karabekir gibi Osmanlı'nın
yetiştirdiği paşalara bakıyorum; bir de şimdikilere... Artık kesinlikle
anladım ki Harp Okullarımızda Mustafa Kemal'in ruhu dolaşmıyor.
Sözün bittiği yer olan Silivri Cezaevi'nde avukatlar cübbelerini
çıkartacaklarmış: ben de şu satırlan bitirdiğim an kalemimi kıracağım ve
Sözcü'deki yaslanma devam etmeyeceğim.
Çünkü yazarak hiçbir şeyin düzelmediğini ve düzelmeyeceğini anladım.
Halbuki Sözcü, Cumhuriyetimize en iyi sahip çıkan gazeteydi. Bu gazetede
çalışan herkes daima en sevdiğim ve saygı duyduğum insanlar olarak
kalacaklar.
Soranlara bundan sonra da. kişiliğime en uygun düşen sıfatımla ve iftiharla
"Ben Sözcü yazarıyım" diyeceğim...
İç düşmanlarımızın ve onları destekleyen emperyalist güçlerin "Allah
belasını versin"; 'Allah Türk Milletini Korusun!"
Son dileğim budur.