Güncel

 

 

Türkiye'de Ensest Gerçeği

Büşra Sanay


Veda mektubu...

Yaşamla ölüm arasındaki yaşamı öldürmek istiyorum

Ayakuçlarım soğuk, gece ayaz, kış mevsimi kendini yavaş yavaş gösteriyor, kurumuş dallardan belli... Tam da böyle bir akşamdan, herkese merhaba...

Ne yazacağımı bilememenin yanı sıra, başlığa takılıyor gözüm her seferinde. Başlık, ağır anlam yüklü olsa da akşam karanlığı çökmeden beliren ay ile yaşadığımı, nefes alıp vermekten ibaret olsa da yaşadığımı bir kere daha hatırlatmaktan başka anlamı yok. Ne demem gerektiğini bilmiyorum. Bildiğim tek şey, yorulduğumun farkındayım. Çocuklar ölüyor üstat. İnsanlar ise her şeyi meşrulaştırıyor. Yoruldum... Bir serçenin cadde ortasında yağmura yakalandığı için uçup uçmamak arasındaki kararsız bekleyişi vardır ya, işte ölümü ya da yaşamı öyle beklediğimi hissediyorum. Çok zayıfladım. Diyeceksin ki yemek ye o zaman, elinden tutan mı var? Yok üstat, öyle değil. Elimden kimse tutmuyor. Midem artık yorgunluğu kaldıramayacak kadar yaşlandı...

Ahh işte, insanlar yoruyor, bıkıyor ve bitsin istiyor. Ama her bitmeyen bir nedenin ardına yenisi ekleniyor, daha da yoruyor. İnsanların açlıktan ölmesinden, anne baba sevgisi görmeden büyüyen insanların sevgiye aç olmalarından, yapayalnız kalmalarından, nefes alıp vermenin yaşamak anlamına gelmemesinden, tecavüze uğrayan minik yüreklerin çaresizliğinden, yaşamak isteyip de yaşamamayı seçenlerden. Biliyor musun, aslında her şeyden çok yoruldum. Bunu söylemekten de yoruldum. Kendine idam kararı verenlerden de...

Zor geliyor yaşamak, ince bir çizgi arasında gidip geliyorum. Çizgiyi çekecek zaman gelmiyor, gelmiyor... Sanırım gitmem gerek. Gitmesine giderim de, vedaları sevmem ki... Kimseyi yüzüstü bırakıp gitmek istemem. Gerçi kimi bırakacaksam...

Aslında "son"u merak ediyorum. Nereye gidiyor insanlar öldüklerinde? Deneme diyor bir yanım, bir yanımsa yorgunluğumu yüzüme vuruyor. Kavga ediyorum kendimle. Dur diyorum, zamanı gelsin, yaşamaya devam. Diğer taraftan, hadi artık bırakma zamanı, daha fazla yorulacaksın diyorum kendi kendime.

Aslında bir ara nasıl bir son olduğunu düşünüp ölümden korkuyordum. Aklıma geldikçe, tüylerim diken diken oluyordu. Biliyordum yanmanın ne olduğunu, biliyordum idamın ne olduğunu ama acısını kestiremiyordum, hala da kestiremiyorum. Çünkü yaşadığım onca şeyden sonra bir de rahat ölüm istiyorum ya, kendime gülüyorum. Sanki her şey yolundaymış gibi, bir de ölümde bile rahatlık istiyorum...

Kendimi anlatayım sana.

Mesela kendimle hiçbir zaman barışamadım, bu bana koyuyor mesela. Kendimi sevemedim, hep saf davrandım, kimseyi kırmak istemedim. Aslında yüreğim çok temiz be üstat. Herkes safsın diyor. Böyle olmayı istemezdim ama bunu kaybedersem üzülürüm. Bir sabah uyandığımda gözlerimi kaybetmiş gibi olurum saflığımı kaybedersem. Ama saf olduğum kadar temiz değilim, buna inandıramadım kendimi. Çünkü temiz bir bedene sahip değilim...

Benden gitmeyeceğine inandığım insanlar oldu. Çok yanıldım. Sen yanıldın mı böyle hiç? Sırtımı insanlara dayayamayacağımı öğretti insanlar bana. Aldatıldım, kimsesiz kaldım, yapayalnız. Yalnızlığı sevmem ki. Beni yalnız bırakmasın diye yalvardığım insanlar, bunu neden yaptığımı bilmiyorlar bile.

Yalnız kalmayı sevmem. Çünkü yalnız kalınca ne olur biliyor musun? Ölümü düşünürüm ve ölüm çok yakınımda olur. Hep kötü yaşadım, hala da öyle. Çok yalnız kaldım ama bana o yalnızlığımı unutturacak kimse kalmadı. O sahneleri unutturacak kimsem olmadı. Yalnız kalmaktan korktum, çünkü o anları tekrar yaşamaktan korktum, çok hem de. İnsanlara sığındım ama onlar da yaramaz çıktı be! Sırtımı dayayamayacağımı anladım öyle ya da böyle. Ve çizginin çok yakın olduğunu da. Kötü şeylerle baş başa kalmak istemiyorum. O anları tekrar tekrar yaşamak istemiyorum. Ama sanırım yalnız yürüyeceğim bundan böyle.

Acılarımı hafifleten insanlar oldu zaman zaman ama onlar da yok artık. Yalvarma dediler her zaman, gitmeme engel olma dediler.

İnsanlar bir vasiyet bırakır, değil mi? Benimki şu: Ailemi istemiyorum, cenazeme gelmesin. Hayatımda en çok kötülüğü onlardan gördüm. Hiçbiri zor günümde yanımda olmadı.

Artık bu kötü gidişe son vermeliyim. Kızmayın bana. Bunu, yalnız kalmamak ve sonsuzluğa karışmak için yapacağım. En çok da yalnız kalmamak için. Çünkü daha fazla yalnız kalırsam, bu yalnızlık çok şey yaptıracak bana. Bu yüzden yalnızlığı öldüreceğim ve yaşadığım kötülüklerden hiçbiri katmayacak bende.

Umudun kanatları sizi seviyorum... Kanadınız hiç ama hiç kırılmasın. Beni iyi tanıyın, çünkü ben sizi hep sevgimle besleyeceğim.

Umudun kanatlan...

Elveda...

Mağdur çocuk, 2016

 

"Suçlu değilim ama artık çok geç. 20'li yaşlarımda anladım suçlu olmadığımı."

Türkiye Kadın Denekleri Federasyonu Başkanı[1]

Türkiye'de varlığı artık kabul ediliyor ama nedense hiç konuşulmuyor. Kızlar, kardeşlerini doğuruyor... Evet, yanlış okumadınız. Aslında dünyanın kanayan yarası bu. Şahit ola ola nasıl susup yutabiliyoruz? Bunu yaşayanlar anlatamıyorsa bizlerin onlara ses olması, sesleri olmak için mücadeleye girmesi gerekiyor.

Ensestle ilgili yığınla haber, röportaj ve film yapılmış ve hala yapılıyor olmasına rağmen nedense bunu hiç yüksek sesle konuşmuyoruz. Satır aralarında kaybolup gidiyor. Neden? Hayal ürünü mü sanıyoruz? Yok canım, deyip geçiyor muyuz yoksa? Bunca tanıklıktan sonra bu sorunun cevabı “Hayır' olmalı. Eğitimle, geçmişlikle ve dindarlıkla açıklanamayacak bir durumdan bahsediyoruz,çünkü her kesimde görülüyor. Peki bu toplumsal yara, bir ruh hastalığından mı, yoksa bir zihniyet biçiminden mi kaynaklanıyor, tartışılmalı.

Türkiye'de son yıllarda artan kadına ve çocuğa şiddet, kadın cinayetleri, tecavüz ve çocuk gelinler... Yürüyüşler yapıldı, yapılıyor; konuşmalar yapılıp konferanslar veriliyor ve önergeler sunuluyor Medis'e. Artık mağdurların sesi daha gür çıksın diye birbirini hiç görmemiş ama aynı acıda birleşen insanlar sosyal medyada tek soluk olup sokaklara akıyor.

Ensest her yaştan kız ve erkek çocukları ilgilendiriyor. Anneleri tarafından tacize uğrayan erkek çocuklar da var. Ama yaygın olan, babanın ve abinin tacizine, tecavüzüne uğrayan kız çocuk vakası, Türkiye Ensest Atlası'nı çıkaran Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu (TKDF) Başkanı Canan Güllü ve Uzman Dr. Psikiyatrist Aynil Yenel'le bir araya gelip "Ensest nedir? Neden konuşmuyoruz, utanıyor muyuz, korkuyor muyuz? Ne gibi çözüm önerileri var? Hükümetle ortak çalışmalar yapılacak mı?" sorularına cevap aradık. Bakın neler anlattılar...

* * *

Büşra Sanay: öncelikle bilinen ama konuşulmayan ya da fısıltıyla konuşulan ensest nedir?

Canan Güllü: Aile içinde yaşanan taciz-tecavüz olaylarının toplu tanımıdır ensest. Ama biz, TKDF olarak ensesti babanın kız çocuğuna, annenin erkek çocuğuna yaptığı, birinci derecedeki akrabalar üzerinden giden bir olgu olarak tanımlıyoruz. Ancak aile içi dendiği anda kayın babanın, dedenin, amcanın, erkek kardeşin abinin bir diğer cinse yaptığı, aile içinde yaşanan taciz ve tecavüzler olarak da görüyoruz.

Peki, aile içi cinsel istismar kavramı ensesti kapsamıyor mu?

Kesinlikle kapsamıyor. Hatta basitleştirilmiş haliyle geçiştirilmiş oluyor. Ensest, tanımı gereği, babanın kız çocuğuna ya da çocuklarına yaptığı bir eylem ama anne ve baba tarafından erkek çocuklarına yapılanlar da var.

Neden saklanıyor? Neden konuşulmuyor? Ya da mağdur söylemekten neden korkuyor?

Dr. Aynil Yenel: Çok rahatsız edici bir konu bir kere. Konuşulduğunda gerçekten de aile yapısına kadar inen ve bütün toplumu, aile yapısını, toplumsal katmanları sorgulamayı gerektiren bir kavram. Bir de her platformda yasaklanmış olduğu için konuşulmayan bir kavram ensest.

"Burası Müslüman ülkedir, ensest olmaz"

Ensest sadece Türkiye’nin değil dünyanın da sıkıntısı. Dünyada durum nedir? Ve neden yasaklanıyor konuşulması, çözüm yollan bulunması?

C. G.: Aslına bakarsanız dünya bu konuda kendiyle yüzleşmiş durumda. Bazı ülkelerde ceza anlamında serbestlikler var. Ceza verilmiyor. Bazı ülkelerde, örneğin İngiltere’nin geçmişine baktığınızda an kan elde edilmek üzere teşvik edilmiş ensest neredeyse. Ama bizde, yapanların utanmadığı, toplumunsa bunu örtbas ederek yapanlara destek sunduğu bir eylem modelidir. Oysa İslam dininin kaynaklarında ensest mubahtır diye bir cümle yok. Ensestin varlığının devlet tarafından görünür kılınmamasını da garip karşılıyorum. Dört yıldır bu konuyla ilgilenen bir federasyonun başkanlığım yapıyorum, alanda yakaladığım, gözlemlediğim vakalar için bakanlıktan destek istemeye gittiğimde “Bu ülke Müslüman ülkedir, ensest olmaz” cevabıyla karşılaştım. BM’den kaynak istemeye gittiğimizde Sağlık Bakanlığı onaylasın diyoruz, Sağlık Bakanlığı raporlarından çıkarıyoruz Türkiye’nin ensestle ilgili karanlık yüzünü.

Kapatarak, bir ayıbı örtemezsiniz

Cezai yaptırım konusunda hangi ülke daha katı?

C. G.: Cezai yaptırım hangisinde daha çok diye net bir cevap veremem ama İngiltere’de bir genişlik var bu konuda. İsveç’te tamamen serbest, Finlandiya’da kurallar var ve biz Finlandiya’yla çalışıyoruz. Destek aldık onlardan. Bizi dört yıl izlediler ve dördüncü yılımızda da onlarla yol arkadaşlığımız başladı. Umarım biz de bu süreç içinde önümüzdeki günlerde Sağlık Bakanlığı, Aile Bakanlığı, Milli Eğitim, Adalet Bakanlığı gibi kuramlardan destek alarak toplumun ana arterleri olarak belirlediğimiz aile hekimleri, rehber öğretmenler ve Adalet Bakanlığı çalışanlarıyla beraber bir rehabilitasyondan geçip, bunun bir cezai müeyyidesinin olması gerektiğini ortaya koyacağız.

Bu bilinç yerleşir de bir gün ensest biter mi?

A. Y.  Bitmez. Toplumun genelini eğittiğinizde, toplumsal düzelti değiştirdiğinizde, aile yapısını daha güçlendirdiğinizde belki yine bitmez ama eğitimli bir toplumda azalabilir. Tezimi cinsel istismara uğrayan çocuklar üzerine yaptım; bu süreçte birbirleriyle ilişkisi olmayan kırsal ortamlarda ve Türkiye'nin göç alan bölgelerinde toplunda entegre olamamış evlerde ensest vakasının daha çok olduğunu gördük, önlemlerin başında bu ailelerin eğitim seviyesini yükseltmek vardır.

Sağlık Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı’yla yapılacak bir çalışma bir ışık yakabilir mi bu anlamda?

C. G.: Kesinlikle. Aslına bakarsanız Türkiye’nin yaşadığı dönem itibariyle yeniden şekillenmesi gereken bir toplum yapısı var. Sem elli yıla baktığımız zaman siyasi yapıdaki yozlaşma toplum bilincinin gelişmesi yönünde olmadı. Bu da araştırmayan, okumayan, her şeye inanan ya da erkek tarafından baskılanan bir kadın modeline doğru gidişi yarattı. Bu toplumsal gidişat, ensestin yarattığı felaketlerle beraber son dönemde aile içi şiddette de yansımalarını gösterdi Türkiye’de 2014 yılında 294 kadın öldürüldü. Şiddetin 6 gün “çalıştığım”, sadece 1 gün “tatil yaptığını” ortaya koyuyor bu rakam. Yani şiddet 7 günün 6’sında eylemdeydi.

15 yaşında kızlar kardeşlerini doğuruyor!

Bu gidişata karşı devlet ne yapıyor?

C, G.: Devlet sessiz kalıyor ve sessiz kalarak bu suça ortak oluyor. Kızlar babalarından çocuk doğuruyor ensest sonucunda. 1415 yaşında enseste maruz kalmanın acı sonucudur bu. Türkiye’de eğer bir kız, babasından çocuk doğuruyorsa bu benim için kıyamettir, önlemini alması gereken bir devlet vardır, önlem almış mıdır, hayır. 16 yaşında kadın olmuş bir çocuğu babasıyla aynı eve koyamadığın için yetiştirme yurduna koyuyorsun. Ama bir tarafta anne olmuş, annelik özellikleri gösteren küçük bir beden, bir tarafta en güvendiği babası tarafından işgal edilmiş bir beden var. Bazı avukatlar kızın yaşını büyüterek davayı cezasızlık noktasına getiriyor. Özellikle İç Anadolu Bölgesi’nde bu çok yoğun bir şekilde yapılıyor. 90lı yılların başında İstanbul’da bir mahkemede yaşanan konuşma şudur: Baba diyor ki, “Hakim bey, bahçenize diktiğiniz ağacın ilk meyvesini başkasına verir misiniz?” İnanabiliyor musunuz?

A. Y.: İncelediğim bir dosyada öyle hikayeler vardı ki... Baba oğluna cinsel istismar uygularken anne, “Biraz daha dayan, ne olacak ki?” diyordu. Komşuların şahitliğinde verilmiş bir ifadeydi bu.

C. 6.: Aynı cümleyi anne kızları için kullanıyordu. “Babanın ihtiyacım gider,ne olur, bak bize zarar verecek.” Ya da “Abindir ne olur, evlenene kadar yapmak zorundasın” gibi ifadeler kendinizi insanlıktan çıkmış gibi hissettiriyor.

Bu süreci geri çevirecek eylemler nedir? Neler yapılmalı?

C. G.: Bu çocukların ruh sağlığını düzeltmek için psikologlar, çocuk tuh sağlığı uzmanları devreye girecek, bunlar için merkezler açılması gerekecek. Bir sonraki adımın da kültür ve sanatla desteklenen terapinin devam etmesi olmalı.

Bana ne’ci mi olmak taam?

Devlet kurumlan, Ur şey yapılmamasına gerekçe olarak neyi gösteriyorlar?

“Müslüman ülkede ensest yok, ensesti yüksek sesle söyleyen siyasi partiyi toplum dışlar” deniyor. Ama devleti temsil eden siyasi parti olarak siz var olanın üstünü kapatıyorsanız, ben size güvenmem zaten. Biz artık bunu gazete haberlerinde ve televizyonlarda söyler olduk. Tehdit telefonları da aldık. Peki, tehdide pabuç bırakıp kenara mı çekilelim? Bana neci mi olmak lazım?

Hangi bölgelerde, hangi toplumsal kesimlerde daha sık gerçekleşiyor ensest?

C. G.: Ensest oranının belirli bir bölgeye ya da kesime mahsus olmadığım söyleyebilirim. Sadece ekonomik seviyeye ve eğitime de bağlı değil. Varlıklı ya da üniversite mezunu örnekler de var.

Mağdur neden bunu söylemekten korkuyor? Korkutuluyor mu?

C. G.: Toplum baskısı. Toplum tamamen dışlıyor ensest mağdurlarını. Bu toplum tecavüz eden adamın tecavüz ettiği kadınla evlenip mutlu olacağına inanan bir toplum. Mahkemelerde bile kadın kendisine tecavüz eden adamla evlensin, dava dosyalan azalsın deniyor.

Kadınlar öğrenilmiş çaresizlik içinde

Ensestin göç alan bölgelerde de olduğunu söylediniz. Göç eden kadın yeni bir sosyal ortama giriyor şehre geldiğinde. Bu durumda da istismar devam ediyor mu?

A. Y.: Kadınlar göçle şehre gelseler bile topluma girebilecek bir serbesti kazanamıyorlar. Kadınlar evin içindeler, toplumla bütünleşmiş değiller. Kadınlar öğrenilmiş çaresizlik içinde. Erkekler tarafından korkutulmuşlar, toplum tarafından sindirilmişler. Türkiye’de kaçıngan, bağımlı kişilik özelliklerindeki annelerin çocukları daha çok enseste uğruyor.

Nasıl korkutuluyor anneler?

C. G.: Annelerin sosyal güvenceleri yok, ya çalışmıyorlar, ya da kayıt dışı işlerde çalışıyorlar. Ölümden ziyade ekonomik kazançları üzerinden tehdit ediliyorlar.

A. Y.: Kadınların tehditlerle baş etme mekanizmaları gelişmemiş. Çoğu ensest uygulayıcısı baba kendi benliğini bulamamış, uyuşturucu kullanan ve bazen çeşitli suçlarla cezaevine girip çıkmış, bir şekilde dışlanmış kişiler.

Enseste uğrayanlar sizinle nasıl iletişime geçiyor?

C. G.: Önce bir güven mekanizması oluşması lazım. Mağdurlar televizyonda, web sitemizde, gazetelerde görsel olarak bizi fark ettiklerinde güven mekanizmasının ilk halkası oluşuyor ve çoğu benimle irtibat kurmaya çalışıyor. Oraya da ulaşıyorlar.

Son dönemin moda deyimi: "Rızası dahilinde"

C. G.: Son dönemde moda bir deyim var, rızası dahilinde diye. Hiçbir kız çocuğu ya da kadın rızası dahilinde enseste maruz kalmaz. Ensest cehaletin, yokluğun, hiçliğin dışavurumudur. Bunu yok etmek de toplumun boynunun borcudur. Sivil toplum olarak biz bu işe başladığımızdan beri birçok kez eleştiri ve tehditlere maruz kaldık ama hiçbir şey bizi yolumuzdan alıkoymadı.

Uzun süren çalışmalar sonucunda Türkiye Ensest Atlası’nı çıkardınız. Toplumda Doğu’da ve Güneydoğu’da daha fazla enseste rastlandığı, yaşandığı yönünde bir algı var. Ne dersiniz?

C. G.: Yanlış. Demek olarak yola çıkarken başlattık Türkiye Ensest Atlası çalışmasını. Türkiye’de ensesti hep Güneydoğu ya da Doğu bölgeleriyle ilişkilendiriyorlar. Hatta bir il ismi bile telaffuz ediyorlar. Neye dayanarak? Mesela İstanbul’un nüfusu 16 milyon. Bu 16 milyonda olan vaka sayısını biliyor muyuz? Hayır. Gaziantep şehrini ele alalım; nüfusu 4 milyon diyelim. Bu kadar nüfuslu bir yerle İstanbul gibi bir nüfusun karşılaştırmalı analizi var mı elimizde? Yok. Ensest rakamım tespit etmekle elimize geçecek hiçbir şey de yok.

Zaten sonucu da sürekli değişecek bir atlas olacak bu...

C. G.: Öyle. Önemli olan Türkiye genelinde en asgariye indirmek, toplum bilincini geliştirmek. Ensesti engelleyebilecek konuma geldiğimiz gün kadına karşı şiddet de engellenmiş olacak.

Peki, Türkiye, ensest atlasını görmeye hazır mı sizce?

C. G.: Aslında hazır ve kendisiyle yüzleşmeye doğru gidiyor. Dört yıl önce bunu konuşamıyorduk. Bence çok büyük adımlar attık Türkiye’de. Bundan sonra da atılacaktır. Artık web sitemiz de var: www.aileicicinselsiddet.com. Mağdurlar oradan bize ulaşabilecek, derdini anlatabilecek, çözüm önerileri sunabilecekler. Türkiye Ensest Atlası’na da bu internet sitesinden ulaşılabilir. Aile içi şiddet hattında da, dava sürecini takip edebilecek birçok hukukçuyla işbirliğimiz var.

Çoğu mağdur çaresizlik ve tükenmişlik duygusu içinde

Enseste uğramış kişinin ruh halinden biraz bahseder misiniz?

A. Y.: Çoğunda depresyon, tükenmişlik ve çaresizlik duygusu hakim.

Ensest suçluları pedofil mi acaba?

C. G.: Farklı şeyler. O daha çok küçük yaştaki çocuklara ve dışarıdaki bütün çocuklara açık olan bir eylem. Hastalıktır ve tedavisi farklıdır. Pedofili için de şu an yasa gereği kastrasyonla ilgili bir çalışma var.

Peki, babanın kızma, abinin kardeşine ya da annenin oğluna yaptığı ensestten sonraki adımda hangi akraba öne çıkıyor?

C. G.: Özellikle dedeler. Bazen taciz boyutunda kalıyor, kimilerinde de tecavüz boyutuna gidiyor. Gece çocuk dedenin koynuna verilir, sakınca görülmez. Zaten bakkal amca da çocuğun yanağından makas alır, poposuna vurur; yadırganmaz. Özellikle geniş ailenin aynı evde yaşadığı koşullarda, cinsel dürtüler, anne baba cinselliği, çocukları kardeşlerine  itebiliyor ya da dayıların, amcaların, babalanıl koynuna verilen çocukların hayatları karartılıyor. Ağızlan kapatılıyor, neye uğradıklarını da bilmiyorlar.

"Kayınpederin elinden geçmeyen kadın var mıdır?" dedi biri

Bir de kayınpederin tacizine, tecavüzüne uğrayan kadınlar var. Sayısı da düşündüğümüzden daha fazla. “Kayınpederin elinden geçmeyen kadın var mıdır?” demişti bir kadın. Bu çok tuhaf. Erken evliliklerde koca askere gidiyor, gelin evde kalıyor. 15 yaşında gelin, karşı çıkacak gücü yok, bir şey söylerse iftira atmış sayılır kayınpedere. Hatta sadece kayınpeder değil, kayınbiraderler de girer bu işin içine. Geçen yıl Van bölgesinde bir intihar olayı olmuştu, intihar dediler ama aslında bir hamilelik söz konusuydu. Kızın kocası askerdeydi, öyleyse hamilelik nereden gelmişti? Olayın ortaya çıkmaması için kızcağız bir şekilde zorunlu olarak intihara sürüklenmişti. Bunların üstünü kapatmamak, tersine afişe etmek lazım.

Bu anlamda savcılara, kaymakamlara çok iş düşüyor olayları araştırmak, ortaya çıkarmak açısından. Yaşların büyütülmesinin ve erken evliliğin önlenmesi gerek. 14-15 yaşında evli kız çocukları var, hastanelere gidip doğum yapıyorlar, bunların bildirilmesi lazım ama doktorlar tehdit ediliyor. Şiddetin seslerine tepkisiz kalan komşular müzik sesine tepki gösterirler, çok gürültü var diye. Böyle bir duyarsızlığın olduğu toplumda her türlü olayın gerçekleşebileceğini düşünüyoruz. Enseste göz yumanlar birer katildir.

TKDF Başkanı Canan Güllü ve Psikiyatrist Aynil Yenel’ie yaptığım bu röportaj, Türkiye'nin gündemine bomba gibi düştü desem abartmış olmam. Röportaj yayına girdiği gün herkes her yerde bunu konuştu. Sonrasında sessiz sessiz ilerledi bu mülakatı okuyanların sayısı... Tüm sosyal medyada bu röportaj üzerine konuşuluyor, sözlüklerde sayfalarca yorum yapılıyordu fakat hiçbir televizyon kanalında bu röportaj üzerinden ensest meselesi gündeme getirilmiyordu. Oysa ensesti daha görünür, konuşulur kılmak caydırıcılık sağlayabilir. Yasaların caydırıcılığından bahsedebilmek pek mümkün görünmese de mahalle baskısı bazı durumlarda etkili olabilir. Dolayısıyla bütün bunların açıkça konuşuluyor olması gerekir. Çünkü sustukça artar, sustukça kanar, sustukça mikrop tüm vücudu kaplar...

Canan Güllü röportajı yayına girdikten sonra bana sayamadığım kadar çok eposta geldi, insanlar çocukken nasıl enseste maruz kaldıklarını anlatıyordu. Okuduklarımı sindirmekte zorlanıyordum. Fakat hepsi gerçekti ve bu insanların geçmişlerinde çok travmatik olaylar yaşanmıştı. Acıydı ama önemli olan halen yaşıyor olmalarıydı, hayata tutunmalarıydı, kendilerini yitirmemeleriydi... Tüm olanları idrak etme, toparlanma ve yaralarını sarma süreçleri elbette çok acıydı, hatırlamak bile istemiyorlardı belki ama bu, onların gerçeğiydi. Daha doğrusu mecbur bırakıldıkları yaşantılardı. Kim isterdi ki hayatının karartılmasını? Hem de en güvendiği kişi tarafından... Konuştuğum mağdurlardan duyduklarım tam da bunu teyit ediyordu: "Bunu yaşadım, tamam kabul edilemez bir şey. Ama keşke babam olmasaydı bunu yapan ya da abim olmasaydı." Çünkü en yakınları böyleyse gerisini düşünemiyor ve uzaklara dalıp gidiyorlardı. Haklıydılar. Düşünsenize, evinizin çatısı yok. Evinizin duvarı yok. Eviniz yok... Her gün üşüyorsunuz. Her gün üstünüze yağmur, kar yağıyor. Güneş yakıyor sizi. Sığınağınızı kaybetmişsiniz. Size sormadan çocukluğunuzu çalmışlar... Düşünsenize, evsiz kalmışsınız...

Söyleşi talebim için bana geri dönenler arasında 40 yaşında bir erkek de vardı, 25 yaşında bir kadın da... Kimi erkek ilkokul yıllarında yaz tatillerinde çalıştığı fırın sahibi tarafından gördüğü tacizi anlatıyordu. Kimi de amca oğlunun tacizini... Yaşadıkları travmadan sonra toparlanamadıklarını ve insanlara karşı güvenlerini yitirdiklerini...

Artık bu konuyla ilgili çalışmaların artırılması, yasaların düzenlenmesi ve en azından "ensest" kelimesinin yasaya girmesi gerekiyor. Ayrıca, verilen cezaların caydırıcı hale getirilmesi için yasaların da revize edilmesi gerektiği görüşündeyim.

Eğer yaşadıysan susma, korkma... Mağdursun, suçlu değil! İştirak ettirmedin, azmettirmedin,

konuşmazsan hayattan koparsın, iyileşemezsin...

Susma, korkma...

 

[1]        Bu röportaj Nisan 2015'de CNNTurk.com'da yayınlanmıştır.

 

 

 

 

 

 


Ana Sayfaya Dönmek İçin Tıklayın 

  www.aymavisi.org  
 

 

 

 

 
 + Büyüt | - Küçült