Bir sanatçı arkadaşım, “Artık politik konularda hiç ağzımı açmıyorum,
tek bir tweet bile atmıyorum” diyor.
Bir diğeri Hayır oyu vereceği halde, şarkısının Hayır
kampanyası için kullanılmasına neden izin veremediğini utana sıkıla
anlatıyor.
“Tek bir iş bile alamam, tüm kapılar kapanır yüzüme”
diyor.
Bir yazar arkadaşım, artık yazarken kelimelerini
pirinçten taş ayıklar gibi ayıklamaya kendini mecbur hissettiğinden
yakınıyor.
İnanç mevzularından uzak durmaya karar vermiş;
Yazdığı metinlerde Allah kelimesini bile geçirmiyor.
Bir editör arkadaşım dergiye gönderilen işleri artık
edebi değil siyasi süzgeçten de geçirmek zorunda olmaktan esef duyuyor.
Sosyal medyada bir şiirin ve şairinin katli üzerine
tartışmalar dönüyor.
İçinde inançlıları rencide edecek ifadeler var diye
birileri o şiiri yayımlayan dergiyi tehdit yağmuruna tutmuşlar.
Dergi tehditkârlardan özür dilemekle kalmamış akabinde
hemen kapanmış.
Bu olayı artık ortalarda isim vererek tartışmak bile
riskli.
O yüzden insanlar susuyorlar; sineye çekiyorlar;
tehditlerden gerçekten korkuyorlar.
Sanat nedir, ne değildir, sınırları var mıdır, ahlakı
sorgulanabilir mi?..
Bunları tartışacak bir alan bile kalmadı ortada.
Sınırları saldırganlık çiziyor ve sanatçılar domino
taşları gibi birbirlerinin üzerine yığıla yığıla siniyor.
Dün Cumhuriyet’te dünyaca ünlü iki yazarın Paul
Auster ve Siri Hustvedt’in Türkiye ile ilgili
endişelerini kaleme aldıkları bir yazı yayımlandı.
İki yazar Avrupa’dan, kültürel olarak hızla ve kasten
uzaklaştırılan bu ülkeye uzaktan bakıyor ve bu ülke için korkuyorlardı.
Korkmakta haklılar.
Korkmak için sıraladıkları gerekçeler maalesef hiç
yersiz değil.
Endişelerinin hepsinin şu anda bu topraklarda fazlasıyla
karşılığı var.
Onları ta oralardan korkutan bu halin ülkeye verdiği ve
vereceği zararlardan biz de korkuyoruz.
Bu ülkede yaşayan...
Kendini sanatla ifade eden...
Gelecekle ilgili çağdaş hayaller kuran...
Laikliğe kıymet veren...
Demokrasiden yana olup diktatörlükten hazzetmeyen...
Bağımsızlığı ve özgürlüğü evrensel bir hak olarak
algılayan tüm insanlar... aydınlar, sanatçılar...
Çoğumuz nicedir bu ülke için korkuyoruz.
Ama bir şey daha var.
Biz bir de artık bu ülkeden korkuyoruz.
Çünkü hedef tahtasındayız.
Cehaletin körüklendiği ve bilginin, felsefenin, sanatın
ötelendiği bir devlet anlayışıyla ülkenin kalbine eğreti bir çadır kuran
iktidarın baskısıyla günden güne gölgelenmekteyiz.
Cahilleri eğitimlilere, kabalığı zarafete, inancı
vicdana karşı kışkırta kışkırta gelinen şu noktada bu ülkenin aydınları, hem
ülke için korkuyorlar hem de artık ülkeden korkuyorlar.
Vatandaşı oldukları bu devletten...
Dilini kullandıkları bu memleketten...
Yarınını çok yakında verecekleri ortak kararlarla
şekillendirecekleri bu Türkiye’den korkuyorlar.
Korkutuluyorlar.
Ürettikleri her şeyin aleyhlerine bir delil olarak
kullanılabileceğinin bilinciyle...
Bir ressamın sergisine vereceği isim...
Bir yazarın kuracağı cümlenin taşıyacağı anlam...
Bir oyuncunun sahneye koyacağı mesele...
Bir şarkının sözleri...
Bir şiirin dizeleri...
Bir ifadenin içeriği...
Herkesin ensesinde buz gibi... bıçak gibi... tehlikeli.
Sanatın direnirken ortaya çıkan o en güzel hali, bu
ülkede artık ölümüne riskli.