Silivri zulumhane sürecini bir hatırlayalım;
AK çetenin sözcüleri, görevli medya, ayarlı yargı, FBI eğitimli polis…
Kısacası: İnfaz ve intikam timleri…
Türkiye’nin maddi ve manevi değerlerini küresel çetelere “özelleştirme adı
altında” peşkeş çekebilmek için… Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluş
felsefesini yıkabilmek için… Güneydoğu’yu PKK’nın güç alanına terk edebilmek
için… Devletin temel direklerini yıkarken önünde duracak kim varsa bertaraf
ettiler. Görevli basın haysiyet cellatlığı yaptı. Televizyonlarda, gazete
köşelerinde mahkemeler kuruldu. Polis, yargı, basın arasında ortak bir
çalışma yürütüldüğü o kadar belliydi ki… Fehmi Korular kimin tutuklanacağını
önceden haber veriyordu. Devletin televizyonu olması gereken TRT, kin
sarhoşluğu içinde evi basılacak kişilerin haberini evler basılmadan önce
veriyordu. Erdoğan seçim meydanlarında bas bas “çeteleri bitirdik” diye
bağırıyordu. Kurulan kumpasın savcısıydı ne de olsa…
Tertip timi her operasyon sonunda insan kanıyla doymuş vampir gibi
kuduruyor, insanların onurları üzerinde tepiniyorlardı. İnsan eti yedikçe
büyüyen bir canavara dönüşmüşlerdi.
Kimler esir edilmişti, kısaca hatırlayalım:
Sırasıyla;
Güneydoğu Anadolu’da PKK ile mücadele eden askerlerin %80’i esir alındı.
Yolsuzluk ve kara paranın izini sürenler…
Küresel çeteler ile yapılan gizli anlaşmaları açığa çıkaranlar… Misyonerlik
faaliyetlerini, gizli kilise evleri millete açıklayanlar… Milli Gemi
MİLGEM’i yapan mühendisler, projelendirenler… Ege Kıta Sahanlığına sahip
çıkan ve caydırıcı güç olmayı sürdüren denizciler… ABD’yi Karadeniz’e
sokmayan denizciler… Ermeni diasporasının “sözde soykırımı dünyaya kabul
ettirme, Türk Milletine kabul ettirme çalışmalarına” karşı mücadele
edenlerin hepsi esir alınarak bertaraf edildi.
AKP ne zaman dara düşse, ne zaman millete bir kazık atma operasyonu başlasa,
hop bir operasyon. Bugün paralel dedikleri yapı; yargı sopasıyla imdada
koşuyordu. Silivri tertibi aynı zamanda gündemi karartmak için
kullanılıyordu.
Casus dediler, fuhuş dediler, darbe dediler. Nasıl tezgahlandığı yavaş yavaş
su yüzüne çıkan cinayetleri esirlere yamamak için kırk takla attılar.
Katilden, sapıktan, tecavüzcüden, pezevenkten gizli tanık yaptılar. Esir
alınan askerler ile husumeti olan teröristleri gizli tanık yaparak yargıyı
hançerlediler.
PKK ile mücadele eden askerleri PKK’lı teröristlerin gizli tanıklığıyla
mahkum ettiler.
Parmaksız Zeki kod adlı Şemdin Sakık gizli tanık yapıldı. İşte o gün Türk
Ordusu kimliğinde Türk Milletinin başına bir çuval daha geçirildi.
Otuz üç silahsız askerlerimizin katili Şemdin Sakık …
Silahsız askerleri önce arabadan indirtti… Sivil elbiseli Mehmetlerden
birisinin gömlek cebinden sigarayı alarak yaktırdıktan sonra, dumanı
üflerken 33 askerimizi yüzlerce kalaşnikof mermisiyle tarattı… İşte o katil
Türk Askerleri aleyhinde gizli tanık yapıldı.
O gün yazdık. Dedik ki;
Bu davaları kurgulayanların, yargılayanların, destekleyenlerin ve
seyredenlerin namusu;
Şemdin Sakık ve diğer sapkın gizli tanıkların namusu kadardır.
Şimdi cinayetlerini itiraf etmek için sıraya girdiler. Tıpkı PKK lı
itirafçılar gibi..
Balyoz davasında Müdahil de olan Yeni Akit yazarı “aynı zamanda Erdoğan’ın
akil adamı olan” Dilipak “01 Ocak 2014” tarihli “Şimdi Ne Yapmalı” başlıklı
yazısında;
“(…) Ergenekon ve Balyoz davası gibi davalar, gerçek anlamda bir derin
devlet davası değil, uluslararası sistemin, islamcıları sisteme entegre etme
planına karşı çıkan sistemin söz dinlemeyen çocuklarına karşı yapılan bir
caydırıcı baskı ve tertip operasyonuydu. (…)”
Diye yazarak itirafta bulundu. Oysa o davaları kutsayanlar arasında kendisi
de vardı. 9 Ekim 2013′te Yargıtay tarafından “Balyoz” kararlarının
açıklanmasının ardından 12 Ekim 2013′te “Balyoz!” başlıklı yazısında şöyle
yazıyordu:
“Balyoz davası, diğer davalar için de yön gösterici oldu. Aslında bu davanın
fahri avukatlığını üstlenenler için de dava açılması gerekmez mi? Suçu ve
suçluyu övmek, yargıyı etkilemeye çalışmak suçundan CHP ve MHP hakkında dava
açılabilir. Açıkça darbe suçunu ve darbecileri savundular.” yorumu yapan
Dilipak, “Ava giden avlanır!” başlıklı 26 Aralık 2013 tarihli yazısında ise
“Ergenekon ve Balyoz bir yalandı.. Gerçek bir operasyon değildi” tespitinde
bulunuyor.
Bu durumda Silivri tertibini bildiği halde yazıları ile tertibe bizzat
destek vermiş oluyor. Yani suç işliyor. Silivri davası mağdurları da
Dilipak’ı tertibin basın ayağı olarak dava etmelidir.
Silivri tertibi sonunda neler gerçekleşti:
1-Ege’de 16 adamız Yunanistan tarafından işgal edildi.
2-Kuzey Kıbrıs Türk Devleti karasuları yabancı petrol şirketlerinin güç
alanına terk edildi.
3-Güneydoğu Anadolu PKK’ya terk edildi.
4-Bebek katili hücresinde siyasallaştırıldı, “karar verici” kişi haline
getirildi.
5-Suriye sınırımız silindi. Güney sınırımıza PKK’nın Suriye yapılanması PYD
yerleşti. Güney sınırımız El Kaide, Hamas, Hizbullah, Nusra gibi azılı terör
örgütlerinin üssü haline geldi.
6-Askeri pilotlarımız istifaya zorlanarak nerede ise savaş uçağı uçuracak
pilotumuz kalmadı.
7-Bütün stratejik kurumlar satılmakla kalmadı, stratejik noktalardaki
araziler de yabancılara satıldı.
8-Türkiye Cumhuriyeti ibaresi resmi kurumların tabelalarından sessizce
silinmeye başladı.
9-Milli bayramları kutlamak yasaklandı.
10-Andımız yasaklandı.
11-Güneydoğu da terörist cenazeleri geçerken asker tarafından bir askeri
binadan Türk Bayrağı indirildi. Türk Ordusu’na ait tanka PKK tarafından PKK
paçavrası asıldı. Asker kışlalara hapsedildi. Silahlı tacizlere karşılık
vermesine izin verilmedi. Ordu’dan istifalar başladı. Ordu personelinin
morali çökertildi.
12-Habur rezaletinde devletin yargısı, valisi, bürokratı teröristleri
karşılamak için teröristin ayağına gitti. Kurdukları çadır mahkemesine
“teröristler incinmesin diye” Türk Bayrağı asmadılar. PKK’lı teröristler
hükümet desteği ile Türk Milletine meydan okudu.
13-Nerede ise Muz Cumhuriyeti bile “sözde Ermeni soykırımı yalanını” tanıdı.
14-CİA ajanları ülkeye sokuldu. Çalıştığı yerler “devlet sırrı” denilerek
gizlendi.
15-Malatya-Kürecik’e NATO(Amerika) Füze Kalkanı kuruldu.
16-İzmir Müslüman ülkelere saldırmak için NATO’ya üs yapıldı.
17-Ülkenin her yerine yabancı askerler yerleştirildi.
18-BOP kapsamında Suriye ile örtülü savaş başlatıldı.
Bu tertip sürecinde saymakla bitiremeyeceğimiz ihanetlere maruz kaldık…
Elimizde sınırları silinmiş, teröristlere üs olmuş, bölünmeye hazır hale
getirilmiş, kurumları çökertilmiş bir ülke kaldı. Maddi ve manevi kaynakları
elinden alınmış, iflas etmiş, borç batağında bir ülke. Ayrıştırılmış,
paralele de paralel yapılardan oluşmuş, birbirine düşman kurumlar. Siz-biz
bağlamında radikalleşmiş yandaşlar…
Yani, Silivri tezgahı işlevini tamamlamıştır. Tertipçilerin kendileri de
itiraf etmişti. “Bu mahkemeler olmasa açılım yapamazdık” dediler. Türkçesi;
“Güneydoğu’yu PKK’ya teslim edemezdik” diyorlar.
Toplum vicdanının kabul etmediği bu aşağılık tertip, ayaklarına dolanmaya
başlamıştı.
Rüşvet ve yolsuzluk bağlamında kanalizasyon patlayınca, Silivri tertibine
sarılarak ellerini, ağızlarını, kalemlerini temizleme yarışına girdiler. Bu
sefil durum bana bir fıkrayı hatırlattı.
Hiç evlenmemiş, kendince dindar yaşadığını düşünen bir kızcağız ölür.
Cennetlik olduğunu düşünerek cennetin kapısını çalar. Cennet melaikesi
kapıyı açar ve;
- Ne var?
Diye sorar. Boynunu büken kız;
-Ben dünyada dindar yaşadım. Hiç gün görmedim. Şimdi cennete geldim. Der.
Melaike kıza sert sert bakar ve kapıyı yüzüne kapatır. Bu arada gürültüyle;
atlar-arabalar-askerler gelir. Cennetin kapısı açılır. Hepsi içeri girer.
Kız tam arkalarından içeri girecek, kapı yüzüne kapanır. Bu sahne birkaç
defa tekrarlanır. Umutsuzluğa düşen kız ağlamaya başlar. Gene gürültüler,
atlar-arabalar-askerler… Cennetin kapısı açılır. Hepsi içeri girecekken atın
üzerinde içeri giren bir süvari yüzbaşı kızı görür ve;
-Sen kimsin, niye ağlıyorsun? Diye sorar.
Kız durumunu anlatır. Dünyada gün görmediğini, burada da kapıda kaldığını
söyler. Yüzbaşı;
-Atın arkasına atla.
Der ve kızla birlikte cennetin kapısından tam girecekken cennet melaikesi
sorar;
-Bu kim?
Yüzbaşı;
-Bu da Dünyada iken ordunun orospusuydu(!)…
Diye cevaplar.
Günümüz “süvari yüzbaşının atının arkasına binmek isteyenlerin” sıraya
girdiği ibretlik günlerdir.
Dikkatlerden kaçan durum ise;
Yolsuzluk ve rüşvet operasyonu yapanların hepsinin yeri değiştirilirken;
Silivri Hakimlerinin hala yerinde duruyor olmasıdır(!).. Neden acaba?
Ata mı güvenmiyorlar, Yüzbaşıya mı(!)?