Sağın İflası
Adil Hacıömeroğlu
1946’da çok partili yaşama geçtikten sonra, 1950’den itibaren kısa dönemler
dışında ülkemiz, hep sağcı partilerce yönetildi. Darbecilerin kurdurdukları
hükümetlerin çoğu da kendilerinden önceki sağ politikaları sürdürdüler. Sol
partilerin (CHP, SHP, DSP) çok kısa sürelerle de olsa hükümet oldukları
görülmekte. Sol partilerin katıldıkları koalisyon hükümetlerinin bu kısa
sürelerde amaçlarına ulaştıkları söylenemez. Bundan hareketle diyebiliriz ki
altmış iki yıldır ülkemiz sağ politikalar doğrultusunda yönetilmektedir.
Çok partili yaşama geçişte kurulan partilerin kurucuları CHP’den ayrılmış
olsalar da siyasal düşüncelerinin kökenleri itibarı ile Hürriyet ve İtilaf
Fırkasının ardılı sayılabilirler. Hürriyet ve İtilafçıların İngilizlerle
olan dirsek teması, ardıllarının ABD ile sıkı ilişki içinde olması biçiminde
sürmüştür. Merkez sağ partiler, muhafazakâr değerlere ve milli iradeye
bağlılığı çokça dile getirmelerine karşın, küresel bir gücü dayanak edinmeyi
de önemsemişlerdir. “Milli iradeye saygı, toplumun ahlaki değerlerini ve
aileyi koruyoruz.”… gibi söylemlerin yüksek sesle söylenmesi, hep küresel
güçlere bağlılığı, uluslararası sermayenin buyruğuna girmeyi örtbas etmek
için seslendirilmekte. Emperyalizme boyun eğmek gibi milli olmayan bir
davranışı böylece halkın gözünden saklamakta bu söylemler. Sağı, ülkemizde
yıllardır ayakta tutan popülist siyasal anlayıştır. Dönem ve koşullara göre
milliyetçiliği, dini kullanmakta sakınca görmemiştir sağ siyasetçi. Halkın
temiz duygularını günlük politikaya alet etmek, bunların yıpranması pahasına
da olsa sağ siyasetçiye yanlış gelmemiştir. Ekonomi, sağlık, eğitim,
güvenlik, adalet, kültür, bayındırlık hizmetlerinde de popülist
politikaların ön planda olduğu görülmekte. Ülke kaynaklarını, çıkarlarını ve
geleceğini ön planda tutan kalkınma, gelişme modeli yerine dışa bağımlı,
günü kurtarmaya yönelik politikalar esas alınmıştır. Popülizm ve dışa
bağımlılık görece kalkınma sağlamış gibi gösterilip ülke kaynaklarının çoğu
emperyalist tekellere, birazı da ülke içindeki asalaklara peşkeş çekilmiş.
Gelir dağılımı adaletsizliğinde dünyada ilk sıralara yerleştik bu yolla.
Üretmeyen, marka yaratamayan varsıl sömürgen bir sınıf yaratılmıştır bunun
sonucunda.
Sağın iktidara gelmesiyle iki söylem belleklerde yer etti: “Büyük Türkiye!”
ve “Küçük Amerika olacağız.”. Buradaki algı ilgi çekici. Türkiye’nin
büyümesi için Amerika’ya gereksinim var. Yani bu iş ABD’siz olmaz algısı.
Zihinsel bağımlılığı böyle bir algı üzerinden oluşturmak dikkat çekici.
“Soğuk Savaş” döneminde komünizme karşı bir mücadele merkeze oturtuldu.
“Milli ve manevi değerleri” komünizme karşı korumak adına canlara kıyılıp,
ülkenin direksiyonu da ABD’ye kırıldı. Emperyalizme bağımlılık katmerlendi.
ABD bağımlılığı; Kore, Afganistan, Somali’de Türk askerinin kanını döktü.
Komşularımızla yapay sorunlar ortaya çıkartılıp düşmanlıklar yaratıldı.
Balkan ve Sadabat paktları gibi komşularla birlik olma ruhunu geliştirip
pekiştiren dış politika anlayışı, ABD hizmetine girme adına terk edildi.
Ülkemizdeki sağcılık milliyetçilik dedikçe halkımız kamplara ayrıldı,
bölündü. Kardeşkanı, uygarlık fışkıran ülke topraklarına aktı. Çünkü Türk
milliyetçiliği yerini, ABD’nin organize ettiği ve güdümüne aldığı kafatasçı
milliyetçiliğe bıraktırılmıştı. Şimdilerde sağcılığın siyasal sömürüsü din
üzerinden. Dinsel söylemler arttıkça ulusumuz alt kimliklere bölünmekte.
Etnik ve mezhepsel ayrılıklar zirve noktasında. Üstelik çoğu Müslüman olan
komşularla da kanlı bıçaklı olduk. Neden mi? İslam, ılımlılaştı da ondan. Ne
yazık ki ülkemiz sağcıları ABD eliyle ülkemize milliyetçilik ve ılımlı
İslamcılık getirdiler. Zaten sağ iktidarların ekonomik sistemleri de
ithalata dayalı değil mi?
Popülizm, komünizm düşmanlığı, milli ve dini duyguları sömürme siyaseti sona
geldi. Sömürecek bir şey kalmadı. “Büyük Türkiye!” masalı da bitti. “Küçük
Amerika” yerine, ABD’nin jandarması olduk. Dolar milyonerlerini halkımızı
çöpten ekmek toplayıp yedirme pahasına palazlandırdık. Şimdi sıra
“demokrasi”yi kurmaya geldi.
Bunun için de askere saldırdık. Kendi askerimize. Neden mi? Halkımıza
yutturulmaya çalışılan demokrasi aşkı, darbe karşıtlığından değil.
Darbelerin sağı nasıl palazlandırdığı bilinmekte. Ülkemiz sağı, oldum olası
asker karşıtıdır. Niye mi? Osmanlının son döneminden beri tüm çağdaşlaşma,
modernleşme hareketleri genellikle askerden gelmiştir de ondan. Modernleşme,
işbirlikçi gericiliğin de tasfiyesi demektir. Gelişen ülkenin gözü açılan
halkı, hakkını arar. Bu da geleneksellikle halkı yönetip sömürenlerin işine
gelmez. Bugün askere vurulan darbeler; 1908’in, 1919’un, 1923’ün
intikamıdır.
Yaklaşık altmış yıldır ülkemizi yöneten sağ, hem adaletsizlikleri
yaratmıştır hem de bu adaletsizliklerden şikâyetçi olmuştur. Yani kendileri
bozmuş, yine kendileri düzeltmek için feveran etmişler. İktidarda oldukları
halde tüm sağ partiler muhalifmiş gibi davranmıştır. Bu, çelişki gibi
görünebilir. Bizce değil! Çünkü Türk sağının muhalif olduğu devletin çağdaş
kurumları ve yasalarıydı. Birtakım haksız uygulamalar bahane edilip çağdaş
kurumlara saldırmak için zemin yaratılmıştır. Bu oyun yıllarca başarıyla
sahneye konmuştur. Bu nedenle de ülkemizi yöneten merkez sağ partileri
birisi daha iyi diğeri daha kötü gibi göstermek yanlış. 1950’den bu yana her
sağ iktidar Cumhuriyet yapısının duvarından bir ya da birkaç tuğla koparmayı
ama gizli, ama açık becermiştir. AKP iktidarı da işin finalini oynamakta.
Sağcılık ekonomik politikalar bakımından da iflas etmiştir. Tarımı,
hayvancılığı çöken, sanayisi dışa bağımlı bulunan, cari açığı tavan yapan
bir ülkede yoksulluk da doğal olarak artmakta. Örgütlenme ve hak arama
özgürlüğü de sağ iktidarlarca ortadan kaldırıldı. “Demokrasi!” diye diye
insanlar konuşamaz oldu. Kara bir istibdat yaşanmakta ülkemizde.
Sağın çelişkili, halkı aldatıcı söylem ve uygulamalarını yurttaşlarımız fark
etmekte. Bu beladan hem kendini hem de ülkesini korumak içinde güveneceği
seçenekler aramakta. Eğer bu yaşadığımız olaylar doğru biçimde halka
anlatılır ve çözümlere de inandırılırsa yurttaşımız, sağcı iktidarlardan
kurtulur.
Yirminci yüzyılın başında kurtulduğumuz Hürriyet ve İtilafçı ruh, çok
geçmeden hortladı topraklarımızda. Yıllardır topraklarımız daha çorak,
insanımız kavgalı, komşu kapısı duvar. Hürriyet, İstiklal, Cumhuriyet mi?
Onlar da ne? Cadde, sokak tabelalarından bile kaldırılmaktalar. Çünkü
halkımız bu sözlere alışamıyormuş. Demokrasi, ülkemizde özgürlük,
bağımsızlık ve cumhuriyetten vazgeçmek midir? İşte sağcılığın geldiği nokta.
Bağımsız olmadan milliyetçi, dindar olabilir miyiz?