Yakın geçmişte piyasa ekonomisinde (kapitalizmde) “kötü para iyi parayı
kovar” deyişi yer etmiş bir slogandı. Özetle, “kötü ekonomik
uygulamalar, senin paranı pul eder”...
- Ve aynı şekilde, “kötü mal iyi malı kaçırır”.
- Kötü politika iyi politikayı yavaş yavaş öldürür.
- Ve kötü insanlar, iyi insanları ortadan kaldırır,
“gergedanlaşma” yaygınlaşır, bozuk düzen olağan hale gelir.
Bunlar yığımlı olarak birbirlerini besleyen bir karmaşa,
bir kilitlenme ortamı doğurur. Bataklıkta larvalarla ve kanla beslenen
yaratıkların çoğalması ve egemen olması gibi: azgelişmişlik kısırdöngüsü
kendi kendini besler.
Sorunun özünde “birey-toplum uyuşması ya da
çatışması vardır”. Uygar ve demokratik toplumlarda “bireyin çıkarı
ile kamusal yarar uyum ve örtüşme içindedir”, ayraç budur.
-Piyasada rekabet koşulları mı işliyor? Yoksa haksız
rekabet ve kayırmalar mı var?
-Adalet sistemi bağımsız olarak işliyor mu?
-Kaynak dağılımı ve kullanımında, “bireyin çıkarı
ile kamunun yararı örtüşüyor mu?”
Yoksa birey ayakta kalmak için kamu zararına çalışmak
zorunda mı kalıyor?
Bütün bunlarda, “demokrasi ile azgelişmişlik
kısırdöngüsü çatışma halindedir”. Aynen kırmızı ışıkta geçip geçmemek
gibi. Demokratik toplumlarda bırakın insanları, köpekler bile kırmızı ışıkta
beklemeyi öğrenmeye başlarlar. Bunu Almanya’da gözlerimle gördüm.
- Ankara’nın (ve Erdoğan
yönetiminin) dış iliş kilerinde bugün Suriye, ABD, AB ve Rusya bağlamında
saplandığı sorunların temelinde Ankara’nın AKP döneminde derece derece artan
“ideolojik siyasal İslam” önceliği yatmaktadır.
Bu bağlamda iç dinamikler ile dış ilişkiler
“birbirleri üzerinde yığımlı olarak olumsuzluklar yaratan bir boyutta
yürümektedir”.
-Önce ABD ile “ılımlı İslam, Müslüman Kardeşler,
BOP, Kürt açılımı, Suriye’nin bölünmesi” konularındaki yakınlaşmalar ve
işbirliği ile AKP, ABDtarafından FETÖ tuzağına itilmiştir.
-Bütün bu yanlışlar paketi, 15 Temmuz2016’daki ABD-FETÖ
girişimini, “BOP ve Kürdistan konusunda bugünkü noktaya getirdi”.
-AKP’nin siyasal İslam öncelikli “bölgesel ve
küresel yaklaşımları bu ortamın hazırlanmasının yolunu açtı”.
-Ankara (ve Erdoğan) Şam ile (Esad’la)
karşı karşıya getirilerek ABD ve İsrail’in “Suriye Kürdistanı
konusundaki yolu açıldı” ve ABD hiçbir zaman çıkmayacak (ve
çıkamayacak) bir biçimde Suriye’nin sınırımızdaki bölgesine yerleşti.
Üstelik YPG ve PYD ile birlikte bu oluşumu ortaklaşa sağladı ve Kürdistan
projesinin temelini Suriye’de güçlendirdi.
-Rusya da ABD’nin FETÖ girişimi ertesinde, yalnız sağ
kolu Esad ile değil, onun düşmanı Erdoğan (ve Ankara) ile, adeta mecbur
ederek işbirliğini artırdı. S-400’lerden nükleer santrala ve enerji
bağımlılığına kadar kozları eline geçirdi.
-Ankara’nın “siyasal İslam önceliğini esas alan dış
politikası” Türkiye’nin Doğu Akdeniz ve KKTC çevresindeki çok önemli
kaynakları ve yolları, fiilen kaybetmemize yol açtı. Mısır, İsrail,
Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi, ABD ve İtalya bölgenin geleceğini, Rusya ile
birlikte belirleyecek bir noktaya geldiler.
Kendi kendini yalnızlaştıran Ankara (ve AKP) bölgede
ABD, AB büyükleri, Yunanistan, İsrail, Mısır ve Suriye ile tamamen karşı
karşıya geldi. Ankara (ve Türkiye) için bu çizginin devamı büyük felaketlere
yol açar.
Ekonomi ve yapılması gerekenler
AKP’nin sanayi ve tarım sektörlerinin içini boşaltması
ve ekonominin böyle bir ortamda astronomik bir dış borç yükü ile “kavga
ettiği dünyaya mecbur hale gelmesi” yarınımız için büyük tehlikedir.
Üstelik “içerdeki rejim değişikliği” bu olumsuz
gidişi daha da derinleştiriyor. Kaçınılmaz olarak yapılması gerekenler
şunlardır:
Siyasi ve ekonomik ilişkilerde siyasal İslam odaklı dış
ilişkilerden vazgeçilmelidir.
1) Şam’dan Kahire’ye, ABD’den AB’ye ortak iktisadi ve
siyasi çıkarları gözeten ve dengeleyen bir anlayış içine girilmelidir. Çin,
İran ve Rusya ilişkileri sürdürülmelidir.
2) Ankara ile Şam arasında ilişkileri düzeltmek için
“hiç vakit kaybetmeden girişimde bulunulmalıdır”.
Ülkenin artık şahıslar ve mezhepçi ideolojiler
arasındaki kavgayı kaldıracak lüksü kalmamıştır. Çünkü dış politikadaki
iflas, sonunda ekonomik iflası da doğuracak bir noktaya geldi. Bu çizginin
devamı, yalnız 40 milyonun değil, 80 milyonun da felaketine yol açar. Dış
siyasi ve ekonomik ilişkilerde gelişmiş ve uygar ülkeler “karşılıklı
çıkarları geliştiren ve dengeleyen bir uygulama izlerler”. En azından,
gelişmiş olanlar kendi aralarındaki ilişkilerde bu düzeyi tutturarak
“ortak çıkarlar geliştirirler”.
İç dinamiklerimizi de siyasal İslam öncelikli
yaklaşımlarla, “dış ilişkilerdeki olumsuzlukları destekleyecek duruma
getirdiğimiz için” bu hallere düştük.
İlk kurtuluş ateşini Ankara-Şam ortaklığı ile atalım ve
kendimize gelelim.
Türkiye çağdaş ve demokratik 1961 Anayasası’ndan bugünkü
tek kişilik antidemokratik rejime Amerikancı ve “sivil” darbeler
sonucu geldi.
Hâlâ aynı yanlışı sürdürecek miyiz, 80 milyona yazık
değil mi?