Ne olacak bu ülkenin hali demeyin artık, başımıza gelecekler belli, uyanın.
Geldiğimiz nokta, Özal'la başlayıp Çiller'le devam eden siyasi sürecin bir
sonucudur, biri diğerinin devamıdır. Bu siyaset, Kürt sorununu çözmek
bahanesiyle bağımsız bir Kürt devletine doğru hızla yol almaktadır.
Kürt devleti siyaseti, bizim siyasetimiz değildir. Bu siyaset küresel bir
projedir, en yakın geçmişi 1920'nin Sevr'ine dayanmaktadır.
Amaç; Anadolu'daki Türk kimliği ve varlığını yok etmektir.
Bu, aynı zamanda Avrupa'nın özlemini çektiği Bizans'a giden yoldur. Erdoğan
siyaseti aldığı karar ve yaptığı uygulamalarla, her türlü milli(ulusal)
değerlerinden uzaklaşarak, küresel projenin bir parçası haline gelmiştir.
Bir bütün olan devletimiz ve milletimizin Türk-Kürt diye ayrışması,
çocuklarımızın ve ülkemizin geleceği için ne kadar tehlikeli ise, Irak'ta
bir Kürdistan'ın da hayata geçirilmesi de bir o kadar tehlikelidir, çünkü
bunlar tuzaktır.
Anadolu'nun deyimiyle bir kuş gibi ökseye geldik biz, Kürt adıyla kapana
çektiler bizi. Aslında bu bir Kurt Kapanı'dır; bir yanda demokrasi öte yanda
insan haklarıyla bize bizle kurulmuş bir tuzaktır.
Bu ökseden kurtulmak ya da Kurt Kapanı'na düşmemek bize bağlıdır.
Tuzağı görür isek, düşmeyiz. Peki, ya tuzağı göremez isek?
Peki, ya tuzağa düşer de, farkına varamaz isek?
O zaman olacakları anlatalım...
12 Eylül 2010 referandumuna halkımızın katılım oranı %73.71'dir.
Katılanların %57.88'i, Erdoğan siyasetinin anayasa değişiklik paketine
"evet" oyu vermiştir. Bu; bir anlamda halkımızın bu siyasete vermiş olduğu
güvenoyudur ya da Erdoğan siyasetinin çıkan oylardan anladığı budur. Bu
demektir ki bu siyaset, durmaksızın yola devam edecektir, yani ayrıştırma
siyaseti derinleştirilerek sürdürülecektir. Ama aynı zamanda, Başbakan
Erdoğan'ın söylemiş olduğu "taraf olmayan bertaraf olur" siyaseti de
yürürlüğe girecek, demektir. Nasıl mı?
Daha şimdiden yargının yapısını değiştirme çabaları başlamıştır. Yargının
siyaset yörüngesine alınmasıyla Erdoğan siyaseti, öncelikle kendine karşı
siyasi güç olmak isteyenleri etkisiz hale getirebilmek için gayret
gösterecektir, yani "karşıt olanları bertaraf etme" operasyonları
başlayacaktır. Bu operasyondan herkes payına düşeni alacaktır. Bunda da,
öncelikle parayı yönetenler, sermaye kullananlar yani ticaret yapanlar ilk
sırayı alacaktır.
Dolayısıyla bu para dünyası ilk sırada tehdit altındadır. Erdoğan siyaseti
karşıtı olan ya da görünen başta iş adamları, şirket sahipleri, ithalat
ihracat işleriyle uğraşanlar, hepsi ama hepsi artık tehdit altındadır. Bunun
örmeklerini çok gördük ve yaşadık biz. Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı
Rıfat Hisarcıklıoğlu "ülkede ticari işlerin iyiye gitmediğini" söylediği
anda, Erdoğan siyaseti onlarca maliye müfettişiyle Hisarcıkoğlu'nun
şirketlerine saldırmadı mı, teftişe almadı mı? Ne zaman ki Hisarcıklıoğlu bu
söylemlerinden vazgeçti, teftiş de kalkmadı mı?
Yarını daha nasıl göreceğiz ki biz, bugünden belli değil mi?
Bu tür uygulamalarla, yani görev ve yetkinin kötüye kullanımıyla,
Türkiye'nin ticari işleri ve hayatı Erdoğan siyasetinin emrine girecektir.
Örneğin; taraf olmayan TÜSİAD ya bertaraf olacak ya da bu bu siyasetin
yanlışlarına göz yumacaktır. Bu şekilde Erdoğan siyaseti, bu mali gücü
hizmetine alacak ve bunu zamanla siyasi güce dönüştürecektir. Siyasi güç
demek; halkın oyları demektir. Dolayısıyla bu oylar 2011'de Erdoğan
siyasetine gidecektir.
Ancak tuzağın erken farkına varır da, sermaye gücü olanlar ellerindeki
imkanları örgütlü sivil toplum için kullanırsa eğer, meydan Erdoğan
siyasetine bırakılmamış olacak ve plan işlemeyecektir.
Ardından sivil toplum örgütleri tehdit altındadır.
Biraz daha seslerini "Erdoğan siyaseti karşıtı" olarak çıkartmaya
başladıklarında siyasi yargı, siyasi polis, siyasi maliye, kısaca Erdoğan
siyasetinin bütün güçleri bu sivil toplum örgütlerinin üzerine
saldıracaktır.
Bu durumda da ilk hedef Atatürkçü Düşünce Dernekleri olacaktır, çünkü
Anadolu'da halkın, yaygın olarak sivil bir çatıda toplandığı tek yer ADD
şubeleridir. Dolayısıyla bugünlerde İstanbul'daki soruşturmanın devamı
olarak, ADD için yeni soruşturma başlatılırsa hiç şaşırmayınız.
Amaç; demokrasiye inanmış örgütlü toplumu yok etmektir. Bu dernekler
susturulur ya da sindirilirse, Erdoğan siyaseti halkımı kolay etkilemek
imkanı bulacak, bu da, oy olarak bu siyaset hanesine yazılacaktır. ADD bu
tuzağın farkında olarak, toplumu bilinçlendirme faaliyetlerini daha da
yoğunlaştırarak sürdürmesi halinde, en azından halkımız gerçeklerin farkına
varacak ve bu siyasetin tuzağına düşmeyecektir.
Bir diğer husus da şudur; artık tüm siyasi soruşturmalar İstanbul'dan
yapılacaktır, hem de kendilerine Ergenekon savcısı denilmesine ses
çıkarmayan savcılar tarafından yapılacaktır. Kod adı Ergenekon olan
İstanbul'daki soruşturmalar daha da siyasallaşacak, daha da
kurumsallaşacaktır. Aslında yargı siyasallaşacaktır.
Bunun da anlamı şudur; siz ne savunma yaparsanız yapın, "gereği düşünüldü"
denilip, "tutukluluk halinin devamına" hükmü verilecektir. Siz isterseniz
dünyanın en namuslu insanı olun, sahte belgeler, sahte ses ve bilgisayar
kayıtlarıyla, herkes artık soruşturma konusu yapılabilecektir.
Hanefi Avcı, bu gereği bize anlatılmak için, daha geçenlerde nerdeyse beş
yüz sayfalık bir kitap yazmıştır. İleri sürdüğü iddialara Genelkurmay
Başkanlığı dahi tepkisiz kalamamış ve askeri savcılar konuyu incelemeye
almıştır. Bu ne demektir biliyor musunuz? Türkiye'de artık kimsenin
güvenliği yok, demektir. Güvenliği olmayan birey ve toplum
tepkisizleşecektir. Bu da Erdoğan siyasetine yarayacaktır. Eğer ki
Cumhuriyet savcıları, yasalardan aldıkları güçle siyasetin işlemiş olduğu
suçlar üzerine giderek soruşturma ve yargılama sürecini başlatmaları
halinde, bilinçli toplumun direncini sağlamlaştırmış olacak, bu da
halkımızın siyasetin akıntısında sürüklenmesini engelleyecektir.
Medya tehlikededir. Medya patronları hedeftedir. Özgür ve bağımsız kalemler,
yazarlar, çizerler tehdit altındadır. Bakın işte, 12 Eylül referandumundan
hemen sonra, Haber Türk gazetesinin en önemli kalemlerinden Bekir Çoşkun da
işten çıkarıldı, daha önce Hürriyet'ten çıkarılan Emin Çölaşan gibi. Bakın
araştırmacı Bülent Tanla'nın referandum sonrası açıklamalarına;
"AKP bugünkünden daha yoğun bir kampanya yapacak. Medya desteği tarihimizde
görülmemiş bir seviyeye ulaşacak. Buna içerik ve sahiplik de dahil. Bugün
yaşadıklarımız yaşayacaklarımızın yanında meltem esintisi gibi kalabilir.
Sadece reklam ve medya değil, bankalar, finans kuruluşları da bu destek
konvoyuna katılacak. AKP merkez partisi olmak için bazı partileri
parçalayacak ya da yolu üzerindeki bazı küçük partileri yutmaya
çalışacak.[1]"
Medyanın bu durumu ağırlaşarak devam edecek, yakın gelecekte bizi
tehlikelerden haberdar edecek kalem de kalmayacaktır, ekran da. Zaten
sayıları azdı, daha da azalacak, belki de kalmayacaktır. Bu demektir ki,
bütün ekranlar ve bütün kalemler Erdoğan siyasetinin emrine girecektir.
Bunun da anlamı şudur; halkımız gerçeği göremez hale getirilecek ve 2011'de,
ekran ve kalem yoluyla oylar Erdoğan siyasetine yöneltilecektir. Ancak
medya, anayasal basın özgürlüğünden ve basın ahlakından alacağı güçle,
siyasetin gizli plan ve projelerini açığa çıkaracak habercilik anlayışını
sürdürürse, bilinçli toplum Erdoğan siyasetine fren olabilecektir.
Artık özel yaşamımız da tehdit altındadır. Daha da ötesi, Türkiye'de herkes
ama herkes fişlenecektir, AKP yanlısı AKP karşıtı gibi. Bütün iş adamları,
gazeteciler, akademisyenler, sendikalar, sivil toplum örgütleri, özel
sektör, bütün memurlar hatta asker ve yargı "AKP yanlısı", "AKP
sempatizanı", "AKP karşıtı" şeklinde fişlenecektir. Bunu zaten AKP
Milletvekili Avni Doğan bunu bize açık açık ekranlardan söylemedi mi[2];
"Kahramanmaraş Milletvekili Avni Doğan, Türkiye'nin 10 yıl daha partilerine
ihtiyacı olduğunu öne sürerek,´... Onun için biz desteğinizi
istiyoruz.Türkiye'nin 'ye 10 sene daha ihtiyacı var. Her yerde, Karacasu'da
ihtiyacı var.. Türkiye'de ihtiyacı var. Eğer biz birazcık tökezlersek, bu
Ergenekoncular falan bu defa çok kötü intikam alır, halktan. Bu memlekette
kimin kızının başı örtülü, hepsini fişlemişler. Kimin çocuğu İmam Hatip'e
gidiyor hepsini fişlemişler. Kim muhafazakar, kim ramazanda oruç tutuyor
hepsini fişlemişler. Eee şimdi biz onları fişliyoruz. 40 sene onlar bu halka
yaptı, inşallah sıra bizde. Yapmaya çalıştığımız bu arkadaşlar..."
Bu ne demektir biliyor musunuz; AKP'ye karşı gurupta olanların telefonları
dinlenecek, banka kayıtları, bilgisayar kayıtları, aile yaşamları, özel
yaşamları didik didik edilecektir, demektir. Aslında bunlar zaten yapılmaya
başlanmıştır; bakın Kod adı Ergenekon olan soruşturmaya, soruşturmanın
kalmayan gizliliğine, dinlenen telefonlara, araştırılan banka kayıtlarına,
hepsi hep kayıt altına alınıyor hem de yayınlanıyor. Şimdi ise bu durum daha
da organize hale gelecek ve Erdoğan siyasetinin bütün gayreti, karşıt
olanları tasfiye etmek olacaktır.
Bu demektir ki "insanlar tepkisizleştirilecek" ve Erdoğan siyasetinin
akıntısına sürüklenip gidecektir. Bu da, bu siyasete destek anlamına gelecek
ve oy olarak sandığa atılacaktır. Bununla birlikte, Cumhuriyet'in ve
demokrasinin erdemine inanan bizler, bize ve başkalarına yapılması muhtemel
haksızlıklara direnir isek, bu durum topluma örnek teşkil edecek ve
halkımızın sağduyusu bu siyasete izin vermeyecektir.
ABD'nin küresel BOP projesine karşı çıkan ordumuz da tehdit altındadır.
Ordumuz ve yargımız üzerindeki baskılar sürdürülecek, ta ki
etkisizleştirilinceye kadar devam edilecektir. Olmazsa Ergenekon devreye
girecek ve yeni soruşturmalar başlatılacaktır. Etkisiz Ordu ne demektir?
Etkisiz Ordu, Erdoğan siyasetinin Kapıkulu Ordusu demektir. Yani bu siyaset
"çekil" diyecek Ordu'ya Kıbrıs'tan, çekilecek! "Tanı" diyecek Barzani'yi,
Ordumuz Barzani'nin Kürt devletini tanıyacak, tanımakla kalmayıp Barzani
Ordusuna, zamanı geldiğinde bize karşı savaşması için eğitim de verecek."
Aç" diyecekler Ermeni Kapısını, Ordumuz açacak. "Git savaş" diyecekler
Afganistan'da, ordumuz savaşacak Afganlı kardeşlerimizle. İşte Kapıkulu
olmak böyle bir şey.
Zaten bir ordu mensubu çıktı ekrana,
açık açık söyledi bunu. Üstelik bu açıklamayı yapan, bir amiraldi. Amiral
Ertürk açık açık söyledi, işte haykırışı;
"TSK, Atatürk ile birlikte Cumhuriyet'i kurucu unsur, Kurtuluş Savaşı ve
sonrasındaki Türk devrimlerinin arkasındaki güçtür. Bu nedenle kuruluş
felsefesine sımsıkı bağlıdır. Çeşitli yöntemler kullanılmasına, bazı
mevziler elde edilmesine rağmen antiemperyalist yapısı, Türkiye Cumhuriyeti
ve felsefesine bağlılığı, kırmızı çizgilere sahibiyet konusundaki
hassasiyeti, yer yer aşılmış olsa bile kırmızı çizgiler nedeniyle Türk
siyaseti üzerindeki kısmen etkinliği, liyakatı esas alan subay yapısı ve
mecburi askerlik sistemiyle sahip olduğu Türk ulusuyla arasındaki organik
bağ devam etmektedir. Bozulması için gayret gösterilen bu yapı, Türkiye
Cumhuriyeti'ni içine alan Büyük Ortadoğu Projesi için de bu coğrafyada
yapılması planlanan hedefler için de TSK bir engeldir, baş ağrısıdır."
Biz ordumuzun bu tehdit ve tehlikenin farkında olduğuna inanan insanlarız.
Türk Ordusu'nun bir yandan asimetrik psikolojik savaş yöntemlerini etkisiz
kılarken, bir yandan yasalarla belirlenmiş vazifesini yapacağına, bununla
birlikte Türk yurdunu, Türk Cumhuriyeti'ni, Türk devletini ve milletini
korumak için ön alıcı tedbirlerini geliştireceğine inancımız tamdır.
Ordumuzun güvenliğimizin teminatıdır.
Anayasamızın değişmez ve değiştirilmesi dahi teklif edilmez hükümleri ile
devletimizin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü tehdit altındadır.
Çünkü gelecek dönemde Erdoğan siyasetinin, Yahudi planına uygun olarak
yürüttüğü ayrıştırma çabaları hız kazanacak, Türk-Kürt ayrımı ile
Alevi-Sünni ayrımı derinleştirilerek sürdürülecektir. İnsanlar artık "ben
kimim" diyerek kendini sorgular hale getirilecektir. Bu durum, tek olan
milletimizi, tek olan devletimizi, tek olan dilimizi ve tek olan vatanımızı
ayrıştıracak ve yasa değişiklikleriyle bu ayrışmalar, üniter devletimizi bir
yok oluş sürecine taşıyacaktır. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, inanıyoruz
ki en az bizim kadar gidişatı izlemektedir, yeri ve zamanı geldiğinde
anayasamızı koruyucu tedbirleri alacaktır.
Teröre gelince, yine bu süreçte PKK, AKP'leştirilmeye devam edilecektir. Af
konusu daha sık gündeme taşınacak ve Erdoğan siyaseti, özellikle "Irak'taki
lider PKK kadrosu Türkiye'ye nasıl getirebilir" sorusuna cevap bulmak için
çaba harcayacaktır. Çünkü AKP'leşmeye direnen PKK'nın sözde lider
kadrosudur, Karayılan'dır, Fehman Hüseyin'dir. Eğer ki bir yol bulunup
bunlar Türkiye'ye getirilebilirse ve de Doğu'da devlet yönetimimizden
bunlara da pay verilirse, hele ki İmralı da çıkarılıp Başbakan yardımcısı
yapılabilirse, işte o zaman PKK da bitecektir.
Eğer ki Erdoğan siyaseti, PKK'yı AKP'leştiremezse ve Irak'taki kadro da
direnişini sürdürürse, işte o zaman ABD'nin ikinci planı devreye girecek,
Doğu'da ağır sonuçlara yol açacak toplumsal olaylar çıkarılıp, Irak'taki
kadronun sözde isyan liderleri gibi Türkiye'ye getirilmesi planına
geçilecektir. Bu tabloda, amaçları aynı ama gidiş yolları farklı olan AKP
ile PKK, ne acıdır ki Doğu'da güç savaşına girecek, AKP devlet gücüyle
ortaya çıkarken PKK da silahlı gücüyle halkı vuracaktır.
Bunu gören PKK, elindeki kozların tamamını kullanacaktır; halk ayaklanmasına
gitmek yani Serhildan. Ancak buna ABD izin vermeyecektir. Bu durumda da yer
yer çıkacak çatışmalar zaten yaratılmış olan Türk-Kürt ayrımını daha da
derinleştirecektir. Türkiye'ye, başlangıçtaki adı ister "özerk yapılar"
olsun, ister "federe yapılar" olsun, ister "bölgesel meclisler" olsun
bölünmeye doğru gelecek yüzyıla girecektir.
Bu durum, tüm anayasal kurumlarımızın ve artık hepimizin bu vatanı ve
Cumhuriyet'i nasıl koruyacağımızın hesabını şimdiden yapmamızı zorunlu
kılacaktır. Bu tehlikeyi gören Banu Avar köşesinden bize haykırıyor, bu
tuzağa düşmeyin, bu kapana girmeyin diyor[3];
"Dünyayı ele geçireceğiz!' diyen küresel sermayenin komuta merkezi CFR[4]
emriyle, Türkiye hızlı bir virajdan geçiyor. Sözümüz odur ki, bu virajın
sonunda bu araba devrilir. Enerji anlaşmaları, uyuşturucu işleri, krom ve
bakır peşkeşleri, Türkiye, İran,Suriye, Irak'ın parçalı haritaları yollara
serilir...Öncelikle, Güneydoğu'da yaşayan PKK ve uzantısı ağaların elinde
tarumar olmuş yöre halkı, bu baskı ve zülme 'yeter' diyecektir. Ortak
dertlerle kavrulan ülkenin her yanında mazlumlar da giderek seslerini
yükseltecektir. Bunu öngören yabancı istihbarat memurları, milli duruşu,
Kürt Türk çatışmasında eritmek isteyeceklerdir. Her unsuruyla Türk halkı,
tüm partilerin içindeki vatansever güçler, bir araya gelecek, başımıza
örülen çorabı delik deşik edecektir. Ve tüm bunlar 1 yıldan az bir zamanda
gerçekleşecektir."
Referandumun hemen ertesi günü, PKK'nın
yaptığı şu açıklama öngörülerimizi teyit açısından dikkat çekicidir;
"İspanyol El Mundo gazetesine konuşan Terör örgütü PKK'nın elebaşlarından
Murat Karayılan, özerk bir bölgesel yönetim talep ettiklerini belirtti.
Murat Karayılan, "Katalonya'nınkine benzer bir statü tanındığı takdirde
bağımsızlık için silahlı mücadeleden vazgeçer ve silahlarımızı Birleşmiş
Milletler'e teslim ederiz" dedi. Terör örgütünün elebaşı PKK'nın 20 Eylül'e
kadar eylemsizlik kararı aldığını hatırlatarak, güvenlik güçlerinin
operasyonlarını sürdürmesi halinde bu kararlarını iptal edecekleri
tehdidinde de bulundu. Murat Karayılan, o zaman çatışmada yeni bir evreye
girileceğini ve sivil itaatsizlik başlatacaklarını ileri sürdü.[5]"
Yine referandumun ertesi günü Erdoğan siyasetinin sözcüleri iş başı yapmış
ve içlerindeki kini satırlarına dökmüşlerdir. Her bir kelimesi yakın
gelecekteki tehlikeyi haykırıyor adeta. Yazan Ahmet Altan. Gazetenin adı
Taraf. Gün 14 Eylül.
Bakın şu kine, Atatürk'e ve Cumhuriyet'e duyulan;
"Gizli ve açık taraftarlarının büyük desteğine rağmen Kemalist rejim halkın
güçlü sillesiyle sallandı. Aslında bu kaçınılmazdı. Kemalizm, artık bu
ülkenin yaşamını sınırlandıracak güce sahip değil...,"
Referandumun daha haftası geçmeden, Diyarbakır'da Kürt Çalıştayı yapıldı ve
sonuç bildirgesinde yapılan açıklamaya, Ahmet Altan'ın gözlüğü ile bir
bakın;
"Kemalist resmi ideolojik dayatmaların neticesi olarak bugüne kadar binlerce
insanın ölümüne ve büyük acıların yaşanmasına yol açan Kürt sorununun
kaynağı doğru tespit edilmeli, inkarcı-asimilasyoncu söylem ve politikalarla
kapsamlı biçimde yüzleşilmeli ve militarist vesayet reddedilmelidir."
12 Eylül referandumdan hemen sonra ADD Genel Başkanı Tansel Çölaşan da,
Hatay'da yaptığı bir konuşmada, içine düştüğümüz tehlikeyi açık açık ifade
ediyor;
"Emperyalistler, Türkiye'deki yerli işbirlikçileriyle demokrasiyi getirme
ayağına Büyük Ortadoğu Projesi'ni genişlettirdiler. Emperyalistler,
ülkelerindeki insanların refahı için çalışırken, maalesef Türkiye'deki yerli
işbirlikçileri demokrasi gelecek adı altında Türkiye'nin bölünmesi için adam
atıyorlar."
Çözüm yolunu da gösteriyor Çölaşan;
"AKP hükümetinden kurtulmak bizim elimizde, bizim oylarımızla bunu sağlarız.
Eğer, oylarımıza sahip çıkarsak, önümüze gelecek sandıkta AKP'yi silip
süpürürsek, Türkiye aydınlık günlere kavuşacak."
Tehlike ağır ve yakındır...
Kurt kapanı, bir alıntı, 2010...
[1] Vatan Gazetesi, 24 Eylül 2010.
[2] En Son Haber, 20 Şubat 2010.
[3] Banu Avar, makale, Bir Yıldan Az Bir Zamanda, www.banuavar.com.tr.
[4] CFR; 'Dış İlişkiler Konseyi (Council on Foreign Relations.) Bu gizli
örgüt, ilk paylaşım savaşı sonrası örgütlendi. Dev şirketlerin sahipleri ve
dünyanın en büyük kan emicileri çekirdek bir yapılanmada birleşti. Başkanı,
Avrupa'nın en zengini Lord Rothshields'di. En büyük patlayıcı yapan
fabrikalar, tüm savaş oyuncakları bu ailenindi. Hedefleri tarih boyu diğer
istilacılarınki gibiydi: Dünyaya 'Yeni bir düzen' kurmak, bunun için ulus
devletleri 'bölüp parçalamak!' (Banu Avar, www.banuavar.com.tr)
[5] 13 Eylül 2010, Vatan Gazetesi.