Liberal Demokrasiden Ilımlı İslam
Demokrasisine
Erol Manisalı
80’li yılların ikinci yarısından itibaren Türkiye’de bir “liberal demokrasi”
söylevi başlatıldı. 90’lı yıllarda da hızlanarak sürdürüldü.
“Liberal ekonomi” çok açıktı, yeni küreselleşme pazarlanıyordu. Peki liberal
demokrasi neydi? Kimin liberalliği ya da özgürlüğüydü?
Bu ifade aslında, “Batı kapitalizminin yaratmak istediği insan ve toplum
tipinden” ne anladığının ifadesiydi.
- Liberal olan kimdi? Birey mi, şirket mi, yoksa toplum mu? İşin bu kısmı
biraz karışıktı.
- Birey, önünde raflara dizilen malları seçmekte özgür olacaktı. Ya da
“paketlenerek sandığa kilitlenen” adaylardan birine oy verecekti. Kıyıları
parsellenmiş bir ülkede, “kıyıda dolaşmak serbesttir” levhası asmak gibi bir
şey.
- Liberal demokrasi “toplumsal özgürlüklerin yok edildiği” bir düzene
verilen isimdi. Batı, Türkiye benzeri ülkelerde bunu hep pazarladı durdu,
ama başarılı olamadı.
- Özalcılık, Türkiye’deki liberal (ya da biçimsel) demokrasinin adıydı. Özal
giydiği şortuyla, hız sınırını aştığı BMW’siyle liberal demokrasiyi
yaşatmaya çalıştı.
- Amerika bu denemesinde başarılı olamamıştı. Göstermelik liberal demokrasi
kırsala ve varoşlara çok uzak kalmıştı. İşte bu nedenle ANAP da DYP de
silinip gittiler.
Emperyalizmin hapları
Rand Corporation laboratuvarında yeni bir ürün üretildi. Ürünün adı “Ilımlı
İslam demokrasisi”ydi. Ürünü bulanlar Morton Abromowitz, Graham Fuller,
Richard Holbrooke, Paul Wolfowitz gibi CIA’nın has Ortadoğu uzmanlarıydılar.
Hatta laboratuvarda üretilen ürünün denekleri bile seçildi(*). İslamcı
kesimden ABD’ye transfer edilip formalarını değiştirenlerden çok başarılı
sonuçlar alındı.
2000’li yılların başlarında ise “Ilımlı İslam demokrasisinin 70 milyon
insana uygulama operasyonu başlatılmıştır.”
Ama yine de bir kuşku vardı içlerinde. “Liberal demokrasi ürününde”; liberal
sözcüğünün arkasına saklanılarak yine de pek çok şey yutturulabiliyor,
pazarlanabiliyordu.
Ama gelgelelim dincilikle, yobazlıkla demokrasi nasıl yan yana konup
yutturulabilirdi! Dinci iktidar deyince ister istemez akla feci şeyler
geliyordu.
- S. Arabistan’da simit çalan çocuğun kolunu kesen rejimler vardı...
- Yüzü yanlışlıkla açıldı, saçı görüldü diye taşlanarak öldürülen kadınlar
görülmüştü...
- Kadın-erkek eşitliği hak getire; o rejimlerde kadın insandan bile
sayılmıyordu.
Şimdi sen kalk, dinci bir yapı getir, “bunun adı ılımlı İslam
demokrasisidir” de...
Bu düzmeceyi kendi yobazlarına bile yutturamazsın. Peki, ne olacak şimdi
bunun sonu? Adamlar Rand Corporation’da formülü üretmişler. Buldukları yeni
transferleri kandırarak ikna etmişler. Formalarını giydirip sahaya da
sürmüşler.
Türkiye muz cumhuriyeti olamaz
Burası şeriat düzeninin egemen olduğu Arap çölleri değil! Burası laik,
demokratik, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti.
Köylüsüyle, işçisiyle, esnafıyla, aklı başında patronuyla, barolarıyla,
üniversiteleriyle, yargı kurumlarıyla, kimi milletvekili ve kimi
gazetecisiyle, askeriyle, siviliyle, 70 milyonuyla Atatürk devrimlerinin,
Cumhuriyetin, Lozan’ın, hukuk devletinin, laikliğin, çağdaş değerlerin ve
katılımcı demokrasinin sahibiyiz, sahibi olmak zorundayız. Bu toplumda, üç
beş dinci işbirlikçi gerçekten azınlıktadır.
Rand Corporation’da üretilip seçilmiş deneklere uygulanan emperyalizmin
haplarını 70 milyon yurttaş kabul etmeyecektir.
Ilımlı İslam demokrasisi, emperyalizmin yutturmacasından başka bir şey
değildir. Son olaylar mı? Faşizm aynaya bakıp kendinden korkmaya başladı.
Yaşanan şiddet, korkunun belirtileri...
(*) 20 Ekim 1996 Aydınlık Dergisi; “AKP-Ordu-Amerika Üçgenindeki Türkiye”
içinde ayrıca yayımlandı.