Gördüklerim Yaşadıklarım (Erzurum 1917-1918)
Yarbay Tverdohlebov
Rus devrimi başlangıcından 12 Mart 1918 tarihinde Erzurum’un Türk birlikleri
tarafından alınmasına kadar geçen sürede Ermenilerin Erzurum şehri ve
civarındaki yerleşim birimlerinde yaşayan Türklerle ilişkileri hakkındaki
notlar.
Bu notlar “2 nci Erzurum Kale Topçu Alayındaki durumun notlarına” ilavedir.
Ayrıca bireysel doküman olarak da hizmet verecek şekilde hazırlanmıştır.
Avrupa ve Rusya kamuoyunca da bilinen, şu anda devam eden savaşa kadarki
eski Türk-Ermeni düşmanlığı meselesi, muhtemelen şimdiki göründüğü yerden
çok farklı bir yerdedir.
Ermenilerin Türklere karşı nefretleri eskiden beri bilinmektedir. Ermeniler
daima kendilerinin mazlum ve ezilen bir millet olduklarını iddia
etmişlerdir. Her zaman kendilerini hiç suçları yokken sürgün edilmiş,
dinleri ve kültürlerinden dolayı ağır işkencelere maruz kalmış bir millet
olarak sunmayı başarmışlardır.
Ermenilerle aynı ortamlarda birlikte yaşamış ve ilişki kurmuş olan Ruslar,
onların medeniyet seviyeleri ve yetenekleri hakkında tamamen farklı
düşüncelere sahiptirler. Ermenileri oldukça yeteneksiz, asalak, açgözlü,
ancak başka bir milletin sırtından geçinebilen bir millet saymak mümkündür.
Sıradan Rus halkının yargısı daha basittir. Rus askerlerinden pek çok kez şu
cümleyi işitmişimdir. – “Ermeniler iyi insanlar, Türkler bunları biraz
kesmişler, ama iyi kesememişler; topunu kesmeleri lazımmış.”
Rus askeri birliklerindeki Ermeni askerler, en aşağılık, en adi sınıftan
sayılmışlardır. Bunlar, her zaman geri hizmetlerde görev yapmak için gayret
göstermişler, cepheden kaçınmışlardır. Ermeni askerler arasında, savaşın
başlarında yaygın şekildeki kitlesel firar ve savaştan kaçmak için çok fazla
miktarda kendi kendini yaralama olayları bu düşünceyi doğrulamaya
yeterlidir.
Türk birlikleri Erzurum’a girinceye kadar geçen son iki ayda gördüklerim ve
duydukların Ermenilerle ilgili her türlü tahmin ve tasavvur sınırlarını
fazlasıyla aşmıştır.
Erzurum’un 1916 yılında Rus birlikleri tarafından alınmasından sonra
Ermenilerin ve askeri bir birlikte bulunmayan Ermenilerin, şehre ve civarına
girmelerine müsaade edilmemiştir. Düşünülerek yapılan bu düzenleme,
Erzurum’un, 1 nci Kolordu Komutanı General Kalkin’in emir- komutasında
bulunduğu süre zarfında uygulanmıştır.
İhtilalden sonra tüm engeller kalkınca, Ermeniler, Erzurum ve çevresine
geniş dalgalar hâlinde saldırmışlardır.
Saldırılarla eş zamanlı olarak istilacıların şehirde ve köylerde ailelere
yönelik bireysel yağmalamaları da başlamıştır. Rus birliklerinin ve Rusların
varlığı, Ermenilere, cinayet işleme imkânı tanımıyordu. Katliam ve yağma,
gizlice ve ihtiyatlı bir şekilde yapılıyordu.
1917 yılı ilkbaharında çoğunluğu Ermeni askerlerinden oluşan Erzurum İhtilal
İcra Komitesi, halkın elindeki silahları bulup el koymak maksadıyla
Erzurum’da geniş kapsamlı bir arama faaliyeti düzenlemişti. Arama
faaliyetleri düzenli bir şekilde organize edilemeyince aramalar, gemi azıya
almış asker yığınının halkı yağmalamasına dönüşmüştü. Ermeni askerleri
muharebede zulmetmeye ve işkence yapmaya özellikle çaba sarf etmişlerdir.
Bir gün atla Erzurum’da dolaşırken, bir sokakta yaklaşık 70 yaşlarında hayli
yaşlı iki ihtiyarı bir yere götürmekte olan bir asker grubuna rastladım.
Askerlerin başında, elinde demir çubuk tutan Ermeni bir asker vardı. Yollar
derin çukurlar ve çamurla kaplıydı.
Ağırlıklı olarak Ermeni askerlerden oluşan kalabalık, bu zavallı ihtiyarları
yol boyunca sokağın bir tarafından diğer tarafına çamurların içerisinde yaka
paça sürüklüyordu. İhtiyarlar çamura batıyorlar, tekrar ayağa kalkıyorlar,
onları tekrar sürüklüyorlar ve eziyet ediyorlardı.
İhtiyarlara sahip çıkmak için, bu insanlara insanca muamele etmeleri
konusunda kalabalığı ikna etmeye çalıştım. Elinde demir sopa olan asker
öfkeyle üzerime yürüdü ve avaz avaz bağırmaya başladı; “Siz onlara arka
çıkıyorsunuz öyle mi? Onlar bizi kesiyor, sizse onlara arka çıkıyorsunuz.”
dedi. Kalabalık da üzerime yürümeye başladı. O sıralarda Rus askerlerinin
disiplini o derece bozulmuştu ki, kendi subaylarını döver hatta öldürür hâle
gelmişlerdi. Durum kötüleşmişti.
Bir subay komutasındaki devriye kolunun gözükmesiyle durum birden değişti.
Ermeni askerler, bir anda ortadan kayboldular. Rus askerleri de ihtiyarları
herhangi bir şey yapmadan beraberlerinde götürdüler.
Rus ordusunun cepheden çekilmeye başlamasıyla birlikte, cephe gerisinden
keyfi olarak ayrılan başka milletlere mensup askerlerden oluşan birlikler
gelmeden önce, cephede kalan Ermenilerin, Türklere yönelik katliam yapmaları
tehlikesi ortaya çıkmıştı.
Ermeni aydınları böyle bir şeye asla müsaade edilmeyeceğine dair teminat
veriyorlardı, Herkesi, Ermeniler ve Türkler arasında iyi komşuluk ilişkileri
tesis edilmesine yönelik tedbirler alındığına inandırmaya çalışıyorlardı.
Gerçekten de başlangıçta bunun böyle olacağı düşünülebilirdi. İhtilal
sonrasında Rus askerlerinin koğuş ve depo olarak kullandıkları camiler
temizlenmiş ve işgaline son verilmişti. Türklerden ve Ermenilerden karma bir
polis teşkilatı oluşturulmuştu. Ermeniler, katiller ve yağmacılar için
divan-ı harp kurulmasını ve ölüm cezasının yürürlüğe konulmasını yüksek
sesle talep ediyorlardı.
Tüm bunların sadece hile ve aldatmadan ibaret olduğu ortaya çıkmıştı. Polis
teşkilatına dahil olan Türkler, bu işten çok kısa sürede ayrıldılar. Zira
gece devriyelerine giden Türk polislerin akıbetlerinden bilgi alınmamaya
başlamıştı. Hatta çalıştırılmak için şehir dışına götürülen Türklerden de
haber alınamaz olmuştu. En sonunda teşkil edilmesi başarılan divan-ı harp,
kendilerini de idam ederler korkusuyla, kimseyi yargılamıyor ve idam
etmiyordu.
Tek tük olan yağma, katliam ve soygunlar çoğalmaya başladı. Eski takvime
göre Ocak ayının sonunda yani Şubat ayının başında, şehrin ileri gelen Türk
sakinlerinden Hacı Bekir Efendi, geceleyin yağmacı Ermeni askerleri
tarafından kendi evinde öldürüldü. Bunun üzerine Ordu Komutanı General
Odişelidze1, askeri birlik komutanlarına katilin üç gün içinde bulunmasını
emretti.
Ordu komutanı sert ifadelerle; Ermeni askeri birlik komutanlarını askerlerin
ve genel anlamda Ermenilerin rezaletlerinden dolayı kınadı. Ermeniler
tarafından sivil halka uygulanan yağma ve şiddet sebebiyle gücendiğini
söyledi. Yol temizleme bahanesiyle Türklerin çalıştırılmaya götürülmesine ve
bu insanların pek çoğunun geri getirilmemesine duyduğu öfkeyi belirtti.
Ermenilerin, eğer zapt edilen Ermenistan topraklarının gerçek
sahipleriyseler, o zaman Ermeni halkının onurunu düşünerek, bir millet
olarak kanun çerçevesinde davranmalarını ve
1 Rus Kafkas Ordusu Komutanı olup, Gürcü Asıllıdır.
ayak takımı tarafından yapılan barbarlık ve vahşete izin verilmemesini ifade
etti. Aydın kesimin bunu yapmakla yükümlü olduğuna işaret etti. Ermenilerin
bu toprakların sahibi olup olmayacağının, Birinci Dünya Savaşı’nın sona
ermesinin ardından uluslararası kongrenin bu toprakları verip vermeyeceğinin
bilinmediği bu dönemde, onların daha ziyade hukuk kuralları çerçevesinde
davranmalarını ve vahşete izin vermemelerini anlattı.
Ermeni birlik komutanları, askeri birlik temsilcileri, oldukça hassasiyet
göstererek bütün halkın onurunun Ermeni ayak takımından az sayıdaki
uğursuzun yaptıklarıyla ilişkilendirilemeyeceğini, bu ayak takımının
Türklerden eski zorbalıklarının intikamını almaya çalıştıklarını, fakat
aydın kesimin tüm gücüyle buna müsaade etmemeye gayret gösterdiğini içeren
itirazlarını dile getirdiler. En sonunda kendileri de, Ermeniler arasında,
başıboş Ermenilerin kanun dışı hareketleriyle kararlı ve kapsamlı mücadele
yöntemlerini uygulamaya geçirme kararlarını dile getirdiler.
Bundan bir süre sonra Ermenilerin Türklere yaptıkları Erzincan katliamına
dair haberler geldi. Bu vahşetin ayrıntılarını ordu komutanım General
Odişelidze’den öğrendim.
Bu olay şöyle gerçekleşmiş. Katliam bir doktor ve müteahhit tarafından
organize edilmiş. Yani her hâlükârda ayak takımından birisi tarafından
yönetilmemiş. Bu katliamı düzenleyenlerin soyadlarını tam olarak
hatırlayamadığımdan onların isimlerini yazamıyorum. 800’den fazla silahsız
sivil öldürülmüş. Öldürülenler kendilerini korumak için karşı koyarlarken
yalnızca bir Ermeni ölmüş. İnsanları koyun gibi kesmişler. Tutsak edip ölüme
mahkum ettikleri insanlara kendi elleriyle büyük çukurlar açtırmışlar. Bu
çukurların başına insanları gruplar hâlinde götürmüşler ve hayvan boğazlar
gibi kestikten sonra çukurlara doldurmuşlar. Çukur başındaki bir Ermeni
arsız arsız çukurdaki cesetleri sayarak “Burası 80 kişi mi oldu? Bir on kişi
daha alır! Bir on daha kes!” deyince, on kişi daha kesip çukura atmışlar ve
üstünü toprakla kapatmışlar.
Bu Ermeni müteahhit, sırf eğlence olsun diye bir binadan Türklerin teker
teker çıkmalarını emretmiş. Dışarı çıkanların kafalarını keserek, böylece
yaklaşık 80 kadar insanı katletmiş.
Erzincan katliamından sonra iyi silahlanmış kaçak Ermeniler ve Ermeni
birlikleri Erzurum’a doğru geri çekilmeye başlamışlar. Onlarla birlikte
lojistik destek hatlarında, hattı kürtlerin saldırılarından korumak için
görevlendirilen Rus topçu subaylarının da toplarıyla birlikte geri çekilmesi
gerekmiş.
Bu hatlardan birinde, muharebeye sokmak üzere birlik tutmak ihtiyacı doğmuş.
Bundan hoşnut olmayan ve orada durmak istemeyen Ermeni askerler, bir evi
geceleyin, içindeki subaylarla birlikte ateşe vermişler. Subaylar canlarını
zor kurtarmışlar. Pek çoğunun tüm sefer teçhizatı kül olmuş.
Erzincan’dan Erzurum’a ricat eden Ermeni sürüsü, yollarının üzerinde
önlerine çıkan tüm Müslüman nüfusu katletmişlerdi. Lojistik destek
hatlarından çekilen, muharebe teçhizatına dahil toplar üstü kapalı at
arabalarında naklediliyordu. At arabalarını, işlerini itina ile yapan
kiralık, sivil, silahsız kürtler idare ediyorlardı. Erzurum’a yaklaştıkça
Ermeni kaçaklar ve askerler mola yerlerinde bu kürtleri öldürmeye
başladılar. Bu işi her seferinde subayların avludan evlere girdikleri zamanı
kollayarak gerçekleştirdiler. Subaylar gürültüleri duyup koşarak dışarı
çıktıklarında, kürtleri korumak için müdahale edince, silahlı kalabalık
onların üzerine yürümüş ve onları da aynı şekilde tepelemekle tehdit
etmişti.
Katliamlar hayvanî bir vahşetle yapılıyordu. Örneğin Teğmen Mzivani Erzurum
Garnizonu topçu subayları toplantısında, şöyle bir olaya tanık olduğunu
anlatmıştı: Ağır yaralı ve yerde can çekişmekte olan bir kürde bir Ermeni
askeri koşarak yaklaşmış ve ağzına bir sopa sokmaya çalışmış. Dişleri sıkılı
vaziyette ölmek üzere olan adamın ağzına sopayı sokamayınca üstündeki
elbiseleri çıkarmış. Ermeni, ölmekte olan adamın çıplak karnına çizmesinin
demir ökçeli topuklarıyla vurmaya başlamış.
Ilıca’da2 kaçmayı başaramayanların tamamı katledilmişti. Ordu Komutanı
[Odişelidze], boyunları kör bıçaklarla lime lime kesilmiş çocuk cesetleri
bulunduğunu söylüyordu.
Katliamdan üç hafta kadar sonra Ilıca’ya giden Yarbay Gryaznov
26 Şubatta döndüğünde, bana, orada şöyle bir tabloyla karşılaştığını
anlatmıştı: “Köylere giden yollarda ve sokaklarda parçalanmış cesetler
öylece yatıyor. Önden giden her Ermeni, mutlaka gördüğü cesede
tükürüyor ve küfrediyordu. Yaklaşık olarak 12-15 sajen kare (yaklaşık
55-70 metre kare) alandaki bir cami avlusunda 1.5 m yüksekliğinde,
öldürülmüş Türk - ihtiyar, erkek, kadın ve çocuk- cesetleriyle dolup
taşmıştı. Kadın cesetleri tecavüz izleri taşıyordu. Bazılarının cinsel
organlarına tüfek fişeği sokulmuştu.”
Yarbay Gryaznov, müfrezede bulunan iki Ermeni kursiyer kızı
camiye çağırmış. Bu kızlar, müfrezede telefoncu olarak çalışıyorlarmış.
2 Erzurum ili, Ilıca ilçe merkezi
Onlara Ermenilerin neler yaptıklarına iyice bakmalarını söylemiş. Bu
kızların neşeyle kahkahalar atmaya başlamaları, Yarbay Gryaznov’un çok
garibine gitmiş.
Yarbay hiddetle öfkesini ve bununla birlikte duyduğu infiali onlara ifade
etmiş. Ermenilerin muhtemelen insan soyunun en aşağılık, en vahşi ırkı
olduğunu, hepsinin, hatta yüksek eğitim görmüş kadınlarının, kızlarının bile
yaşlı, muharip, ölüm dahil çok şey görmüş geçirmiş bir subayın kanını
donduracak bir görüntü karşısında, neşeyle nasıl gülebildiklerini söylemiş.
Ermeni kızlar, sinirlerinin gevşemesinden dolayı güldüklerini söylemişler.
Böyle bir izaha yarbay ikna olmamış.
Ermenilerin Alaca’da3 yaptıkları vahşeti, Alaca Lojistik Destek Komutanlığı
müteahhidi, 27 Şubatta gördüğü manzarayı bana şöyle anlattı. Ermeniler canlı
bir Türk kadınını duvarın önünde çarmıha germişler. Göğsünü yarıp kalbini
çıkarıp başının üstüne çivilemişler.
Erzurum’da ilk büyük çaplı katliam girişimi 7 Şubatta başladı. Şimdi
söylendiğine göre, topçu alayının askerleri 270 kadar Türk’ü sokaklardan
zorla toplamışlar. Bunları gasp etmişler ve niyetlerini açıkça belli ederek
kışla içerisindeki banyoya kilitlemişler. Ben kararlı tutumumla 100 kadarını
kurtardım. Şimdi öğrendiğime göre, bu zulmün bana bildirildiğini ve kışlaya
gelmekte olduğumu öğrenince, diğerlerini de ben gelmeden önce salmışlar.
Kurtulanların şahitliklerine göre, bu münasebetsizliğe piyade birliğinden
geçici görevle topçu alayında görevlendirilen Ermeni Yedeksubay Karagadayev
elebaşılık etmiş. Onun bu olaydaki rolünü bugüne kadar hâlâ çözebilmiş
değilim.
O gün şehrin farklı bölgelerindeki sokaklarda birkaç Türk öldürülmüştü.
12 Şubat günü istasyonda silahlı Ermeni grupları 10’dan fazla silahsız sivil
Müslümanı kurşuna dizmişti. Bu grup, Müslümanları kurtarmak isteyen
subayları da ölümle tehdit etmişti.
Bu sıralarda Tafta müstahkem mevkisinde sebepsiz yere bir Türk’ü öldüren bir
Ermeni, benim emrim üzerine tutuklanmış ve hapse atılmıştı. Bu sıralarda
Kafkasya Ordusu Başkomutanı tarafından Erzurum’da devrimden önceki duruma
uygun olarak, ölüm cezası uygulama yetkisi de bulunan bir Divan-ı Harp
kurulmasına müsaade edilmişti.
3 Erzurum ili, Ilıca ilçesine bağlı köy.
Ermeni subaylardan biri tutukluya onu asacaklarını söylediğinde Ermeni,
gücenmiş bir edayla itiraz etmiş, “Bir Türk için bir Ermeni’nin asıldığı
nerede görülmüş?” diye bağırmış.
Erzurum’da, Ermeniler, Türk çarşılarını yakmaya başladılar. 17
Şubatta Topçu Alayının muharip unsurlarından birinin konuşlandığı
Tepeköy’de4 tüm Müslümanların kimliği belirsiz kişiler tarafından cinsiyet
ve yaş ayrımı yapılmaksızın bütünüyle katledildiğini öğrendim.
Aynı gün Erzurum’a gelen Antranik’e5, bu olay hakkında bilgi verdim.
Suçluların bulunması emri verdi. Ne sonuç alındığını şu ana kadar
bilmiyorum. Antranik, Rus topçu subay grubuna, asayişi ve hukuk düzenini
tesis edeceğine dair söz vermişti. Fakat onun sözleri, gerek kendisinin,
gerekse Doktor Zavriyev’in, Güney Kafkasya Hükûmeti tarafından bu amaçla
gönderilmiş olmalarına rağmen, vaatten öteye gitmemişti.
Şehirdeki kargaşa dinmişti. Tüm sakinlerinin ortadan kaybolduğu civar
köylerde sakin bir hava vardı. Ilıca yakınlarında muharebelerin meydana
geldiği günlerde, şehir genelinde, hararetli bir şekilde Ermeniler Müslüman
halkı tutuklanmaya başladılar. Tutuklamalar, 25-26 Şubatta dikkat çekici
seviyedeydi.
4 Erzurum ili, Merkez ilçesine bağlı köy.
5 Antranik Ozanyan, 1865’te Şebinkarahisar’da doğdu. Burada 1885 yılında
kurulan ihtilâl hareketine ilk katılanlardandır. Daha sonra İstanbul’a
giderek Hınçaklarla temasa geçti ve bir Türk polis şefini öldürerek Batum’a
kaçtı. 16 Mayıs 1895’te 40 silahlı adamıyla birlikte Sasun’a geçerek, Ermeni
Serop’un çetesine katıldı ve 1899 yılında Serop ölünce yerine geçti. Sasun
çevresinde iki yıl içerisinde birçok Müslümanı katletti. Hatta Ermeni
köylerine girerek Ermenilere çeşitli işkenceler yaptı. Ruslar Antranik’e
silah ve mühimmat yardımında bulundular. 1906 yılında Bulgaristan’a gitti,
Balkan Harbi’nde, çetesiyle Edirne, Keşan, Malkara ve Tekirdağ’da
Müslümanları katletti. Birinci Dünya Savaşı esnasında Ermeniler,
Kafkasya’daki gönüllü alaylarıyla Rus ordusunun öncü kuvvetleri olarak
harekete geçtiklerinde Selmas ve çevresindeki Ermeniler, Antranik
komutasında Ruslarla birlikte savaştılar. Antranik, 2 Mart 1918’de Rus
generali üniformasıyla Erzurum’a gelerek Erzurum Merkez Komutanlığı görevini
Albay Morel’den devraldı. Burada büyük tahribat ve katliam yaptıktan sonra
Kafkasya’ya kaçtı. Karabağ, Zengezur ve çevresinde, Ermenileri Türklere
karşı teşkilâtlandırdı. Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra
çetesini dağıtarak 15
Mayıs 1919’da Paris’e gitti. Londra, Paris ve New York’ta dolaşarak Türk
topraklarında büyük Ermenistan’ın kurulması için destek aradı. Yaptığı
katliamları Türklerin üzerine atarak, Türklerin Ermenileri katlettiği
propagandası yaptı. Antranik 1927 yılında Amerika’da öldü. Bu tarihe kadar
çiftçilikle uğraştı. Sovyetler Birliği cenazesini Erivan’a kabul etmedi ve
Paris’e gömüldü. Haluk Selvi; “Anadolu’dan Kafkasya’ya Bir Ermeni Çete
Reisi: Antranik Ozanyan” Sekizinci Askerî Tarih Semineri Bildirileri, XIX.
ve XX. Yüzyıllarda Türkiye ve Kafkaslar, C.I, Gnkur. ATASE Bşk.lığı
Yayınları, Ankara
2003. s. 459-473.
26 Şubatı 27 Şubata bağlayan gece Ermeniler, Rus subaylarını aldatıp
Erzurum’da katliam ve insanlık kıyımı yaptılar. Türk birliklerinden
kaçtılar.
Erzurum’da o gece öldürülen Müslümanların sayısı 3.000’e yakındı. Daha açık
konuşmak gerekirse, katliam tesadüfen değil, önceden yapılan hazırlıklar ve
tutuklamalarla, organize bir şekilde gerçekleştirilmişti. Zaman zaten çok
azdı, o kadar az sayıda güçleri vardı ki, arazide sadece 2 topla üzerlerine
gelen 1.500 kişilik düşman kuvvetinin karşısında bile tutunamamışlar, çok
sayıda kayıp vermişlerdi.
Katliamı engelleme imkânı bütünüyle Ermeni aydınlarının elindeydi. Bu
katliam yaşandıysa, bundan sadece ayak takımı sorumlu değildi. Son
zamanlarda gözlemleme imkânı bulduğum kadarıyla, kitle hâlindeki sıradan
Ermeniler, kendi aydınlarının, özellikle de içlerinden bazılarının
emirlerine harfiyen riayet ediyorlardı.
Subay kadrosunun büyük çoğunluğunun Ruslardan, asker kadrosunun tamamına
yakınının Ermenilerden oluştuğu benim alayımda, onların açıkça haydutluk
faaliyetlerini önlemek maksadıyla, münasebetsizlikleriyle en başından
itibaren açık ve kararlı bir şekilde mücadele edecek hiçbir gerçek gücümüzün
olmadığını söylemem yeterli olur herhâlde.
Hatta katliam gecesi, alayın araçlarının tekerlerinin bulunduğu avluda
sadece bir subay nöbetçiyken bile kiralık seyis kürtlerden hiç birisi
öldürülmemiştir. Maiyetimdeki subaylar bana bu şekilde rapor vermişlerdi.
Kürtler orada silahsız olarak bulunuyorlardı. Onların birkaç adım ötesinde
ise silahlı Ermeni askerleri vardı ve yaklaşık 40 kişiydiler.
İstisnasız bütün Ermeni aydınlarının suçlu olduğunu söylemek istemiyorum ve
yapamam da. Hayır. Böyle bir politika uygulamanın yanlış olduğuna, bunların
alçaklık olduğuna inanan bilinçli insanlar da gördüm. Bu kişiler, kendi
halkının hayvanca içgüdülerine isyan etmiş hatta karşı koymuşlardı, fakat
Ermeniler arasında bu tür insanların sayısı nispeten azdı. Onlar da
neredeyse hain ilan ediliyorlar ve Ermeni davasına ihanet etmiş
sayılıyorlardı. Geriye kalanlar ise ya kendilerini insanların huzurunda
doğrunun ve iyiliğin savaşçısıymış gibi göstererip içlerindeki kurt
melezliğini ne pahasına olursa olsun gizleyerek riyakarlık maskesi
takıyorlar, kendilerini bu konuyla alakalı sayıyorlar, en nihayetinde
Rusların serzenişlerine karşılık, açıkça; “Siz Rus’sunuz ve hiçbir zaman
Ermeni halkının ruhunu anlayamazsınız.” diyorlardı. Bu kişiler, ruh
asaletinin tertemiz bir pırlanta gibi olduğunu, hangi çerçevede bulunursa
bulunsun pırlanta olarak kalacağını
anlamak istemiyorlar ve anlamayı da beceremiyorlardı.
Rusların, Türklerin katlinden dolayı yaptığı serzenişlere ve infiale
karşılık; “Bizzat Türklerin, Ermenileri karalamak için, bunları yapmadıkları
ne malum? Bu bir provokasyon olmasın?” cevabını veren bir başka grup daha
vardı.
Olaylar, bizzat Ermeni halkına ve onun aydın kesimine ne tür unsurların ve
ne tür içgüdülerin galip geldiğini göstermiştir. Hiç kimse olup biteni
olmamış gibi sayamaz. Ermeniler rüzgâr ektiler, fakat rüzgâr ekenin fırtına
biçeceğini unuttular.
Erzurum 2 nci Kale Topçu Alayının teşkil edildiği günden, Erzurum’un 12 Mart
1918 tarihinde Türk birlikleri tarafından alınmasına kadar geçen süredeki
durumu anlatan notlar.
1917 yılının Aralık ayının ortalarında Kafkasya Rus Ordusu, Ordu Komutanının
ve Başkomutanın izni olmaksızın kendiliğinden cepheden çekildi.
Orduyla beraber Erzurum Kale Topçu Alayı da gitti. Erzurum topçusundan bir
tek Erzurum ve Deveboynu6 Müstahkem Mevki topçu karargâh idare subayları ve
çekilen alaydan yaklaşık 40 kadar subay kalmıştı.
Bu subaylar, Rus askerleri tarafından terk edilen toplarının başında vazife
icabı kalmışlardı. Diğer subaylar gitmişlerdi. Müstahkem mevkideki topların
sayısı 400’den fazlaydı. Topları bölgeden çekecek kuvvet yoktu. Toplar,
öylece mevzide kalmışlardı. Subaylar, vazifelerine duydukları vicdani görev
bilinciyle toplarının başında kalmışlardı. Ordu Komutanının ne zaman
ayrılacaklarına veya yeni askerler gönderileceğine dair bir emrini beklemeye
başlamışlardı.
Birinci alayın gitmesiyle beraber, eş zamanlı olarak onun yerine, kalan
subaylardan 2 nci Erzurum Kale Topçu Alayı teşkil edildi. Ordunun cepheden
çekilmesiyle birlikte, Erzurum’da devrim yoluyla kendilerini “Ermeni Askeri
Birliği” diye adlandıran bir Ermeni birliği oluşturuldu. Bu birlikten, o
sıralarda, Ordu Komutanına yeni topçu
6 Erzurum ovası ile Pasinler ovası arasında bulunan mevkidir.
alayı emrine vermek üzere tamamı acemi, yaklaşık 400 Ermeni gönderildi.
Gönderilenlerin bir kısmı hemen kaçtı. Geriye kalanlar ise nöbet ve batarya
mevzilerinin korunmasına ancak yetiyorlardı.
Ordunun cepheden çekilmesinden bir süre önce, özellikle de
Kuzey Kafkasya’da7 iç savaş başladığında, kendini Güney Kafkasya’da8
Güney Kafkasya Komiserliği9 diye adlandıran geçici bir hükûmet kurulmuştu.
Güney Kafkasya Komiserliği, bağımsız bir hükûmet olmadıklarını, bilakis
sadece düzen tesis edilinceye kadar merkezi Rus iktidarını geçici olarak
değiştirdiklerini, Güney Kafkasya’nın Rusya’nın bir parçası olarak kalmaya
devam edeceğini ilan etti.
Komiserlik 18 Aralık 1917 tarihli kararname ile çekilen ordunun yerine yeni
bir ordunun tesis edileceğini; tesis temelinin milliyete dayandırılacağını;
Rus, Gürcü, Ermeni, Müslüman Kolorduları ve Rum, Asuri, Oset vb. gibi diğer
küçük milliyetlerden de küçük birlikler oluşturulması gerektiği ilan etti.
Erzurum ve Deveboynu Müstahkem Mevkileri topçusunun hangi milliyetlerden
oluşacağı meselesi açıklığa kavuşturuluncaya kadar topçular karma bir hâlde
kaldı. Komuta heyeti tamamen Ruslardan, askerler ise Ermenilerden
oluşuyordu. Topçu alay komutanı ve ana subay kadrosu Rus’tu ve bu sebeple
hiç kimse bu topçu birliklerini Ermeni birlikleri olarak kabul edemezdi. Bu
topçu birliklerinin Ermeni olduğuna dair hiç kimse emir vermemiştir. Bu
birlikler, eski Rus isimlerini taşımaya devam etmişlerdir. Biz hepimiz, Rus
topçu birliklerindeki bu birliklerde hizmet ettik. Rus hazinesinden
maaşımızı aldık, Rus Ordu Komutanının, Başkomutanının emrinde çalıştık. Alay
bünyesinde Ermeni kilisesi değil, Rus kilisesi ve Rus din adamı vardı.
Rus Ordusunun çekilmesinin üzerinden henüz iki ay geçmişti. İkmal askerleri
gelmiyordu. Diğer milliyetlere mensup birlikler de Erzurum’a gelmemişlerdi.
Alayda disiplin tesis edilemiyordu. Askerler firar etmeye devam ediyorlar,
sivil halkı yağmalıyorlar, artık subayları tehdit ediyor ve açıktan açığa
itaatsizlik gösteriyorlardı.
7 Kafkas Dağlarının kuzeyindeki bölge Kuzey Kafkasya olarak
adlandırılmaktadır.
8 Kafkas Dağlarının güneyindeki bölge Güney Kafkasya olarak
adlandırılmaktadır.
9 Rus ihtilalinden sonra 11 Ekim 1917’de Tiflis’te Kafkas ötesinde bulunan
bütün partiler, örgütler, asker komiteleri ve ordu komutanlarının da
katıldığı bir toplantı yapılarak geçici bir hükûmet kurulması kararından
sonra, Gürcü, Azeri ve Ermenilerin de katılımıyla federatif bir yapı olan
Güney Kafkasya Komiserliği oluşturulmuştur. İzzet ÖZTOPRAK. “Maverayı Kafkas
Hükûmeti”. Sekizinci Askeri Tarih Semineri Bildirileri I. Ankara:
Genelkurmay Basımevi, 2003, s. 127.
Erzurum Garnizon Komutanlığına Albay Torkom atanmıştı.
İşittiğim kadarıyla bir Bulgar Ermenisiydi.
Ocak ayının ortalarında, Ermeni piyade birliklerinden birkaç er geceleyin
Erzurum’un önde gelenlerinden ve herkes tarafından saygı gösterilen birinin
evini yağmalayarak bu kişiyi öldürdüler. Öldürülen Türk’ün soyadını
hatırlamıyorum.
Ordu Komutanı General Odişelidze makamında bütün müstakil birlik
komutanlarını topladı ve sert bir şekilde katillerin üç gün içerisinde
bulunmasını emretti. Bu arada Ermeni subaylara, Ermeni askerlerin bu tür
davranışlarının, tüm Ermeni halkını zan altında bıraktığını ve Ermeni
halkının onurunun suçluların bulunmasını istediğini söyledi. Bunun yanısıra
Ermeni askerlerin şehirde yarattıkları her türlü zulüm ve tecavüze kararlı
bir şekilde son verilmesini emretti. Aksi takdirde kendilerini savunmaları
için Müslüman halka silah dağıtmak zorunda kalacağını sözlerine ekledi.
Albay Torkom gücenmiş bir eda ile tüm Ermeni halkının hiç de böyle
olmadığını, birkaç uğursuz yağmacının hareketlerinin bütün millete mal
edilmemesi gerektiğini, bütün bir milletin onurunun zedelenmesine hizmet
edemeyeceğini söyledi.
Birlik komutanları, Ordu Komutanından disiplin kanununun, Divan-ı Harbin ve
ölüm cezalarının yürürlüğe konulmasını istediler. Ordu komutanı, ölüm
cezalarının yürürlüğe girmesinin kendi yetkisi dahilinde olmadığını, fakat
disiplin kanununun uygulanması konusunda yazılı teklifte bulunulduğunu
söyledi. Katillerin bulunup bulunmadığını bilmiyorum.
Ocak ayının sonunda, eğer yanılmıyorsam ayın 25 inde Albay Torkom garnizon
birliklerine dua töreni ve 21 pare top atışı da yapılan bir geçit resmi
düzenletti. O, bunu, garnizonun moralini artırmak ve şehir sakinlerine
garnizonun gücünü göstermek ihtiyacı olarak izah etmişti. Ordu Komutanı
General Odişelidze’nin de hazır bulunduğu geçit resminde, Albay Torkom
elindeki not kâğıtlarından, bizim bilmediğimiz için hiçbir şey
anlamadığımız, Ermenice bir konuşma yaptı.
Sonradan anlaşıldı ki, bu konuşmasında Albay Torkom, bana söylendiğine göre,
Ermeni Otonomisini açıkça ilan etmiş. Kendisini de bu otonominin yönetici
çarı olarak adlandırmış. Ordu Komutanı bunu öğrenince, Albay Torkom’u
Erzurum’dan uzaklaştırdı.
Bundan biz, iktidarın her ne olursa olsun, Ermeni istiklâli fikrine izin
vermediğini anlamıştık. Pek çok kez Ermeni idarecilerin, Ordu Komutanlığı
Karargâhındaki makamlardan, Erzurum ve civarındaki bütün depolardan ve
cephede Ermeniler tarafından Rus Ordusundan alınan malzemelerin tamamıyla
Ermenilerin mülkiyetine devredilmediğine, sadece geçici olarak verildiğine,
henüz diğer birliklerin bulunmaması sebebiyle korunması ve muhafazası için
onların idaresine verildiğine dair uyarılar aldığını işitmiştim.
Bu olaylarla eş zamanlı olarak, Erzincan’da, Ermenilerin sivil Türk halkı
her türlü vahşetle katlettiklerine ve daha sonra Erzincan’a taarruz eden
Türk birliklerinden kaçtıklarına dair söylentiler kulağımıza geldi. Ordu
Komutanlığının elde ettiği bilgilere ve Erzincan’dan gelen Rus subaylarının
anlattıklarına göre, 800 kadar Türk katledilmiş. Ermenilerden ise Türklerin
kendilerini korumak üzere karşı koymaları sırasında sadece bir kişi ölmüştü.
Erzurum yakınlarındaki Ilıca köyünde de silahsız sivil halkın katledildiği
anlaşılmıştı.
7 Şubat günü öğleden sonra sokaklarda polislerin ve askerlerin Türk
erkeklerini toplayarak gruplar halinde bir yerlere sevk ettikleri dikkatimi
çekti. Sorularıma, bu kişilerin demiryolunda biriken karları temizleme işi
için toplandığı cevabını verdiler.
Yaklaşık saat 15.00’te Rus topçu subaylarından biri-Teğmen Lipskiy-, telefon
açarak, Ermeni askerlerin, sokaktan altı Türk erkeğini yakaladıklarını,
onları Alay kışlasındaki avlunun bir köşesinde sorguladıklarını,
dövdüklerini ve bu olayın muhtemelen cinayetle sonuçlanacağını rapor etti.
Teğmen bu Tüklere yardım edememiş. Zira, Ermeni askerler, Türkleri
kurtarmaya yeltendiği için, Teğmeni silahla tehdit etmişler. Orada bulunan
bir Ermeni subayı da askerlere karşı koymayı reddetmiş.
Derhâl, dairemin yakınındaki üç Rus subayı yanıma aldım ve tutsak Türkleri
kurtarmak için yola koyuldum. Kışlanın yakınlarında, telefonla bana rapor
veren Teğmen ve sokakta Ermeniler tarafından yakalanan bir Türk tanıdığını
aramakta olan Erzurum Belediye Başkanı Stavrovskiy karşıladılar.
Askerlerin silahla kışlanın avlusuna girmelerine engel olduklarını
söylediler. Biraz daha ilerledik. Kışlaya yaklaştığımızda, 12 kadar Türk’ün
korku ve dehşete kapılmış bir hâlde avlu kapısından çıkarak kaçıştıklarını
gördük. İçlerinden birini tutmayı başardık, fakat tercüman olmadığı için
olanı biteni soruşturamadık. Bir engelle karşılaşmadan, kışla avlusuna
girdim. Askerlerden, sokaktan toplanan masum kişilerin nerede bulunduklarını
göstermelerini istedim. Kışlada halktan hiç kimsenin bulunmadığı cevabını
verdiler. Kışla binalarında arama yapmaya başladım. Kışla hamamına
kilitlenmiş, korku ve dehşet içindeki 70’ten fazla Türk’ü buldum. Vakit
geçirmeksizin kısa bir soruşturma yaptım. Hemen herkesin elebaşı olarak
işaret ettiği altı askeri tutukladım. Alıkonulan Türklerin tamamını ise
serbest bıraktım.
Burada, kışlanın yanı başında, evlerden birinin çatısında aynı gün kimliği
belirsiz Ermeni bir asker tarafından açılan tüfek atışıyla sebepsiz yere
zavallı, hasta, sivil bir kişinin öldürüldüğünü öğrendim.
Ne yazık ki, bu olanlarla ilgili olarak ve tarafımdan kurtarılan sivillerin
isimlerinin de bulunduğu tutanak, Erzurum’un 12 Mart’ta Türk Birlikleri
tarafından alınışı sırasında Topçu Komutanlığının diğer evraklarıyla
birlikte kayboldu. O gün, orada bulunan, zorla tutulan sivillerden sorularak
bu olay aydınlatılabilir. Zira, ben hâlâ, her gün, şehrin sokaklarında, her
karşılaşmamızda hayatlarını kurtardığım için minnet ve şükranlarını ifade
eden insanlara rastlıyorum. Onları Başkan Stavrovski’nin yanında kâtip
olarak çalışmış tercüman Ali Bey Pepenov da tanır. Zira o, o sırada tutanak
için onların listesini tanzim etmişti.
Soruşturma, Piyade Birliklerinden Topçu Alayının emrine verilmiş olan Ermeni
Yedek Subay Karagadayev’in bu mesele ile ilgisi olduğunu gösterdi.
Karagadayev, serbest bırakılan Türklerin ifadelerine göre, onların
üzerlerinin aranması işine elebaşılık yapmış ve askerler tarafından alınan
bazı eşyalara da el koymuştur. Karagadeyev o sırada tutuklandı ve mahkeme
gününe kadar hapse atıldı.
Akşamleyin bölge komiseri Bay Glotov ve yardımcısı Bay Stavrovski’nin de
hazır bulunduğu bir ortamda, her şey Ordu Komutanı’na rapor edilmişti. Aynı
gün şehirde Ermeniler tarafından birkaç tek tük cinayet işlenmiş ve
pazarlardan birinde yangın çıkarılmıştı.
Genel olarak bu dönemde şehrin farklı mahallelerinden ve çevreden, Ermeniler
tarafından silahsız, sivil Türk vatandaşlarının tek tek katledildiğine dair
haberler geliyordu. Tafta10 İstihkâmı yakınlarında, bir Türk’ü öldürmüş olan
Ermeni askeri, benim emrim üzerine tutuklanarak Merkez Komutanı’na teslim
edildi.
Türkler, çalışmaya gönderilen Türklerin pek çoğunun geri dönmediklerini,
ortadan kaybolduklarını söylüyorlardı. Şehir yönetimi, bunları Ordu
Komutanına rapor ediyordu.
Ermeniler tarafından zorla tutulan Türklerin tarafımdan kurtarılmasından bir
gün sonra biz, üst subaylar; Topçu Komutanı, ben, Topçu Komutanlığı
Seferberlik Şube Müdürü, Ordu Komutanına,
10 Erzurum merkeze bağlı Dumlu bucağının bir köyü. Bugünkü adı
Gökçeyamaç’tır.
Erzurum Müstahkem Mevki topçularının tamamının Erzurum’dan ayrılmasına
müsaade etmesi isteğimizi içeren bir rapor sunduk. Zira, muharip olarak
burada hiçbir fayda sağlayamıyorduk. Lüzumlu da değildik. Ermenilerin
vahşetlerini engellemeye gücümüz yoktu. Ermenilerin zulümlerinin, kendi
isimlerimizle gizlenmesini bir saniye olsun, hiç mi hiç istemiyorduk.
Ordu Komutanından, Türk Ordu Komutanı Vehip Paşa’nın11 şifreli telgrafla,
birliklerine Erzincan’ı almalarını, Ruslar tarafından savaş hukuku gereği
işgal edilen topraklarda Rus birlikleriyle temas sağlanıncaya kadar
ilerlemeleri emrini verdiğini, Ermenilerin bu bölgelerde sivil Türk halka
vahşet ve katliam uyguladığı konusunda kendisini bilgilendirdiğini öğrendik.
Bu ilerleyiş üzerine Güney Kafkasya Komiserliği, Türkiye’ye barış imzalama
teklifinde bulundu. Şifreli telgrafla Türk Ordu Komutanından, kendisinin ve
ordusunun büyük bir memnuniyetle barış teklifini kabul ettiklerini, fakat bu
meselenin çözümünün, Güney Kafkasya Komiserliğinin önerisini arz ettiği Türk
Hükûmetinin kararına bağlı olduğuna dair bir cevap alındı.
Bizim ricamız üzerine Ordu Komutanı, Komiserlik Başkanı Bay Gegeçkori ve
Başkomutan General Lebedinski ile bir telgraf görüşmesi yaptı. Onlar
tarafından verilen cevapta; Ermeniler arasında düzenin tesisi için Erzuruma
Doktor Zavriyev ve Antranik’in gönderildiği, Ermeni Ulusal Konseyine vakit
geçirmeksizin meydana gelen münasebetsizliklere son verilmesini ayrıca
Konseyin bu talebi yerine getirmek için gücünün olduğuna dair bir ültimatom
gönderildiğini; nihai emrin Türk Hükûmetinden barış konusunda cevap
alınmasını müteakip verileceği, o zamana kadar bizim Erzurum’da kalmamız
gerektiği bildirilmişti. Sonuç olarak onlar tarafından: “Size ve tüm
subaylarınıza göstermiş olduğunuz genel kahramanlıktan ötürü en
11 Vehip (Kaçi), 1877’de Yanya’da doğdu. 1897 yılında Harp Okulu’ndan, 1900
yılında da Harp Akademisi’nden mezun oldu. İlk görev yeri Yemen’di, daha
sonra Diyarbakır Tümenine verildi. 1907 yılında Erzincan’daki 4 ncü Ordu
Karargâhına tayin edildi. 1909 yılında önce Harbiye Nezaretine, ardından
Harp Okulu ve Kuleli Askerî Lisesi’ne Askerî Okullar Komutanı olarak atandı.
Balkan Savaşında, Yanya Müstahkem Mevki Komutanlığı; Hicaz Cephesinde, 22
nci Hicaz Tümen Komutanlığı yaptı. Hicaz Vali ve Komutanlığı görevine
atandı. Birinci Dünya Savaşında, Çanakkale Cephesinde, Güney Grubu
Komutanlığı yaptı. Şubat 1916 - Haziran 1918 yılları arasında Doğu
Cephesinde, 3 ncü Ordu Komutanlığı görevinde bulundu. 9
Haziran - 9 Eylül 1918 tarihleri arasında Doğu Ordular Grup Komutanlığı
yaptı. 18
Ekim 1923’te ordu ile ilişiği kesildi ve emekliye ayrıldı. 13 Haziran 1940
yılında vefat etti. Türk Harp Tarihi Derslerinde Adı Geçen Komutanlar, Harp
Akademileri Komutanlığı Yayınları, İstanbul 1983, s. 315-322.
derin şükranlarımı sunarım. Sizin ve personelinizin kahramanca bir gayret
göstereceğinize ve görevlerinizin başında kalacağınıza, ki bu Rusya’yı yeni
felaketlerin tehdit ettiği şu zamanda özel bir önem arz etmektedir, tam bir
inanç içerisinde bulunmaktayız.” denmişti.
Bundan sonra Ordu Komutanı, hepimizin, bir nöbetçi gibi vazifemizin başında
kalmamızı isteyen, kendisinin oldukça fazla yetkilerden istifade ederek
hiçbirimizin boşu boşuna ölmemize izin vermeyeceğini ifade ettiği, yazılı
bir emir yayınladı.
Böylece biz Rus makamlarının emri üzerine ve Rusya’nın menfaati için
Erzurum’da kaldık. Bu sırada Türk Hükûmetinin Güney Kafkasya Komiserliği ile
barış görüşmeleri yapmaya olur verdiği, görüşme yeri olarak Trabzon’un
belirlendiği, görüşmelerin başlangıcının 17 Şubatta başlayacağı öğrenildi12.
Ordu Komutanı, bizlere şifahi olarak barış imzalanıncaya kadar Erzurum’da
kalmamız gerektiğini, daha sonra barışın şartlarına bağlı olarak ya
Erzurum’dan yedek aksamıyla birlikte toplarımızı tahliye edeceğimizi veya
yerinde Türk birliklerine teslim edeceğimizi, eğer barış şartlarına göre bu
gerekliyse gideceğimizi, barışın olmaması durumunda tüm topları imha
edeceğimizi, onları tahrip ettikten sonra Erzurum’dan ayrılacağımızı; zira
Erzurum önlerinde Ordu Komutanının hiçbir muharebeye girme niyetinde
olmadığını; düzenli Türk birliklerinin taarruzuna yönelik ilk emareler
alınır alınmaz, bunu yapma ihtimalinin doğması durumunda, bizim 7 gün içinde
bilgilendirileceğimizi izah etti.
Özetle, bizim Erzurum’da bulunmamız meselesi şu veya bu şekilde nihai olarak
çözümleninceye kadar, kürtler tarafından Erzurum’a yapılacak muhtemel
saldırıları püskürtmek zorunda kalacaktık. Zira, daha barış imzalanması
sırasında Türk Hükûmeti, kürtlerin kendisine itaat etmediğini ve onları
itaate mecbur edemediğini beyan etmişti.
Bu maksatla, Ocak ayının sonunda, Ordu Komutanının emriyle Erzurum-Erzincan
hattındaki lojistik destek birimlerine, depolardan kendilerine yiyecek temin
etmek için lojistik destek hatlarına saldırılar düzenlemeye başlamış
kürtleri püskürtmek için toplar sevk edilmişti.
Lojistik destek hatlarına subaylar nezaretinde birer ikişer birkaç top
gönderildi. Bu toplar, daha sonra büyük çoğunluğunu Ermenilerin oluşturduğu
Erzincan’dan çekilen birliklerle beraber geri getirildi.
12 Trabzon Konferansı 14 Mart 1918’de başlamıştır. Kemal ARI. Birinci Dünya
Savaşı
Kronolojisi. Ankara: Genkur. ATASE Başkanlığı Yay., 1997, s. 336.
10 Şubata doğru, kürt eşkiyaların saldırılarının püskürtülmesi maksadıyla
Ordu Komutanı tarafından, Trabzonkapı üzerindeki Büyük Kiremitli mevkisiyle,
Surp Nişan mevkisine ikişer top konuşlandırılması emredildi. Sonradan bu
topların sayısı, şehrin farklı yerlerine birkaç top daha konmasıyla
artmıştı. Palandöken tarafından kürtlerin görülmesi ihtimaline karşılık,
Karskapı ile Harputkapı mevkileri arasına toplar konulması da düşünülmüştü.
Bu toplar, yalnızca kürtlere karşı yerleştirilmişti. O kadar açıkça
yerleştirilmişlerdi ki topçuyla desteklenen düzenli birliklerle elbette
mücadele edemezlerdi. Zira doğal olarak düşman tarafından neredeyse iki üç
atışla imha edilebilirlerdi. Kürtlerin saldırılarını da sahip olduğumuz
böyle bir konuşlanma ve böyle bir mürettebatla başarıyla püskürtebilirlerdi.
Şubat ayı ortalarında, uzak mevzilerdeki bütün topların kamaları, rasat ve
nişangâh dürbünleri toplanmış ve kalenin içindeki depoya kaldırılmıştı.
Yakın mevzilerdeki topların da nişangâhları çıkarılmış, sıra kamaların
alınmasına gelmişti. Palandöken dağlarındaki toplar için de aynı şekilde
emir verilmişti, ancak bu çalışmalar tamamlanamamıştı. Nişangâhlı olarak
sadece kürtlerin saldırılarını püskürtmek için tahsis edilmiş olan sahra
topları kalmıştı.
Düzenli Türk birliklerinin yakın zamanda taarruz edebilecekleri
düşünülmüyordu. Türk birliklerinin moral bakımından bozuk oldukları, yazdan
önce büyük bir harekât ve taarruz yapma imkanlarının bulunmadığı
değerlendiriliyordu.
12 Şubatta, garda, tepeden tırnağa kadar silahlı Ermeni asker kalabalığı 10
veya 12 silahsız Türk’ü kurşuna dizmişti. Tesadüfen garda bulunan iki Rus
subayı bu vahşete engel olmak istemiş, fakat kudurmuş kalabalık, onların da
aynı akibete uğrayacakları tehdidini savurmuştur. Bu olayla ilgili olarak,
kimse göz altına alınamamıştır.
13 Şubatta, Ordu Komutanı, Erzurum’da, sıkıyönetim ve devrim öncesi kanun
hükümlerine göre, yani idam cezası uygulaması olan, Divan-ı Harbi yürürlüğe
soktu. Albay Morel, Erzurum Kale Komutanı ve Ermeni Mahkeme Başkanı olarak
atandı ve aynı gün hareket etti. Onunla birlikte Müstahkem Mevki Topçu
Komutanı Tuğgeneral Gerasimov da topların tahliyesi ihtimaline karşılık yeni
bir üs hazırlamak için yola çıktı. Ben, Müstahkem Mevki Topçu Komutan Vekili
olarak kaldım.
Albay Morel’in karargâhını çoğunlukla Rus subaylar oluşturuyordu. Kurmay
Başkanı, Kurmay Yüzbaşı Şneur’du.
Albay Morel, Ordu Komutanı gider gitmez bambaşka bir tavır takınmaya
başladı. Erzurum Garnizonunun elde tutulacağını, son ana kadar
savunulacağını, subaylardan ve eli silah tutabilen erkeklerden hiç kimseyi
salmayacağını açıkladı.
Ordu Komutanının ayrıldığı gün, Albay Morel’in makamında görüşürken,
kendisine, subaylar arasında buradan gitme arzusunda olanların bulunduğunu
söyledim. Erzurum levazım müfrezesi memuru Ermeni Sogomonyan, herkesin
huzurunda ve bağırarak; Divan-ı Harp üyesi olarak hiçbir Rus subayını
bırakmayacağını, gitmeye teşebbüs edecek herkesi bizzat kendisinin
vuracağını; Hasankale13 ve Köprüköy’de14, kendisi tarafından verilen belgesi
olmayanları, gitmek isteyen herkesi gözaltına alıp Divan-ı Harp huzuruna
getirecek takviyeli karakollar tesis edildiğini söyledi.
Kurtulması güç bir kapana kısıldığımızı anladım. Sıkıyönetim ve Divan-ı
Harbin, hunharca davranan Ermenilere karşı değil de, daha ziyade Rus
subaylarına yönelik olduğu görülüyordu.
Şehirde zorbalıklar son bulmuyordu. Rus subayları değişmez bir surette,
silahsız ve savunmasız sivil Türkleri savunuyorlardı. Maiyetimdeki
subayların, sokaklarda yakalanmış ve gasp edilmiş Türkleri güç kullanarak
kurtardığı oluyordu. Laboratuar müdürü memur Karayev, bir gün gündüz vakti
sokakta bir Türk’ü soyup kaçan Ermeni askere ateş açmıştı.
Silahsız sivilleri öldüren alçakların asılacağına dair verilen sözler yerine
getirilmedi. Teşkil edilen Divan-ı Harp, faaliyete geçmedi. Ermeni
askerlerin tehditlerinden korktu. Hiçbir suçlu Ermeni, Divan-ı Harp
yürürlüğe girmeden önce Ermeniler tarafından vaat edildiği gibi, asılmadı.
Yeri gelmişken belirteyim, Divan-ı Harbin yürürlüğe girmesi konusunda daima
esas itibariyle ve yüksek sesle bizzat Ermenilerin kendileri ısrarcı
olmuşlardı.
Türkler, açık açık Ermenilerin hiçbir zaman bir Ermeniyi idam
etmeyeceklerini söylüyorlardı. Biz de “Karga, karganın gözünü oymaz” Rus
atasözünün bu meselede ne derece isabetli olduğunu gördük.
Eli silah tutan Ermeniler kaçmakta olan aileleriyle birlikte gittiler.
Tutuklu Yedek Subay Karagadayev, haberim ve iznim olmadan, salıverilmişti.
Onun neden salıverildiği soruma, Albay Morel, sorgulamanın yapıldığını ve
sorgulama sonucunda bu kişinin masum olduğunun anlaşıldığı cevabını verdi.
Sorgulamada bizden hiç
13 Bugünkü adı Pasinler olan Erzurum merkeze bağlı ilçe
14 Erzurum ili Pasinler ilçesine bağlı, bugünkü adı Çobandede olan bucak
merkezi kimsenin bilgisine başvurulmamıştı. Bu davada başlıca şahitler
olmamıza rağmen, ne benim ne de diğer subayların bilgisine başvurulmuştu.
Ayrıca ben yine de Alayda kendi sorgulamamızın yapılmasını emrettim ve
davayı Albay Aleksandrov’a havale ettim. Yedek Subay Karagadayev’in buradaki
görevinden alınarak Piyade birliğine iade edilmesi için teklifte bulundum.
Tafta’da tarafımdan tutuklanan katil de mahkemeye çıkarılmadı. En azından
onun yargılandığına dair hiçbir bilgim olmadı. Albay Morel de Erzurum’daki
Müslüman halkın ayaklanmasından çekinmeye başlamıştı.
Antranik 17 Şubatta, Erzurum’a geldi. İşgal edilen bölgeler genel
komiserinin yardımcısı Doktor Zavriyev de onunla birlikteydi.
Hiçbir zaman Ermeni tarihiyle ve onların iç politik hayatlarıyla
ilgilenmediğimiz için, Antranik’in Türk uyruklu olduğundan, Türk Hükûmeti
tarafından eşkıya ilan edildiğinden ve idama mahkum edildiğinden,
hiçbirimizin haberi yoktu. Bütün bunları, 7 Martta Türk Ordu Komutanıyla
yaptığım konuşmada öğrenmiştim.
Antranik, üzerinde dördüncü dereceden Aziz Vlademir, ikinci dereceden
Stanislav muharip nişanları ve ikinci dereceden askeri Georgiyevski haçı
bulunan Rus tuğgeneral üniformalıydı. Onunla birlikte Kurmay Başkanı Rus
Kurmay Albay Zinkeviç de Erzurum’a gelmişti.
Antranik’in Erzurum’a gelmesinden bir gün önce, Albay Morel tarafından
kendisinden bir telgraf alındığı, telgrafta Antranik’in emri üzerine
Köprüköy’de Erzurum’dan kaçan tüm korkakları kurşuna dizecek makineli
tüfeklerin yerleştirildiğini yazdığı, herkese ilan edildi.
Antranik geldikten sonra Kale Komutanlığı vazifesine başladı. Albay Morel
onun emrine girdi. Biz de eskiden olduğu gibi Albay Morel’in emrinde kaldık.
Antranik’in geldiği gün, subaylarımdan birisi, bana bağlı topçuların
bulunduğu muharebe bölgelerden birinde, özellikle de Tepeköy’de Ermenilerin
cinsiyet ve yaş ayrımı gözetmeksizin tüm silahsız sivil halkı
katlettiklerini rapor etti. Daha tanıştığımız ilk anda, vakit geçirmeksizin
bu durumu Antranik’e söyledim. Benim yanımda Tepeköy’e yirmi süvari
gönderilmesini ve en azından bir suçlunun yakalanması için emir verdi. Bu
emir yerine getirildi mi, bundan bir sonuç alındı mı, şimdiye kadar
bilmiyorum.
Albay Torkom yeniden ortaya çıkmıştı. Antranik’in gelişinden bir iki gün
sonra Ermeni Topçu Albay Doluhanov Erzurum’a gelmişti.
Bana Topçu Müfettişi olarak görevlendirildiği ve benim amirim olacağı
söylemişti. Benim, Tümen Komutanı yetkileri taşıdığımı üzerimde bir emir
komutaya ihtiyaç duymadığımı, aksi taktirde vakit geçirmeksizin gideceğim
ifade etmem üzerine, Albay Doluhanov’un Erzurum Kalesi Topçu işlerini
yürütmek üzere görevlendirildiğine dair bir emir yayınlandı. Bana yolladığı
emir ve talimatları da artık kendi adına değil, Antranik adına göndermeye
başladı.
Alayımda Topçu Tabur Komutanı olarak görev yapan Ermenilerden Kıdemli
Üsteğmen Canpolatyan da topçu karargâh işlerime karışmaya çalışıyordu. Şöyle
ki, topların mümkün mertebe tahliye edilmesinin planlandığını, elektrik
motorlarının ve projektörlerin kısmen arızalı olduğunu öğrendiğinde, bir tek
topun bile tahliye edilmesine izin vermeyeceğini belirterek, “Rus subayları
kalır veya kalmaz, fakat her ne olursa olsun Ermeniler kalacaklar. Toplar,
onlara lazım olacak.” dedi.
Anlaşılıyordu ki, Ermeniler, Rusya’nın menfaatine hizmet etme örtüsüne
bürünüp, emir komutayı ellerine geçirmeyi, Rus subaylarına ise sadece icra
görevlerini bırakmayı istiyorlardı.
Meselenin açıkça Rusya’nın menfaatine değil, bilakis Rus subaylarının
yardımıyla Ermenistan’ın bağımsızlığının tesis edilmesine doğru bir yol
aldığı görülmeye ve hissedilmeye başlamıştı. Bu durumu bütün güçleriyle
açıktan açığa göstermemeye gayret ediyorlardı. Zira böyle bir durumda Rus
topçu subaylarının hepsi veya büyük çoğunluğu derhâl gidebilirlerdi.
Ermenilerin ise topçu subayları yoktu.
Ermeniler, topçu subaylarının gitmelerinden çok korkuyorlardı. 7 nci Kafkas
Dağ Topçu Taburu Komutan vekili Yüzbaşı Plat bana şöyle bir olay anlatmıştı:
7 Şubatta Dağ Topçusunun Erzurum’dan Sarıkamış’a sevk edilmesi planlanmış.
Ermeni yöneticiler bunu öğrenince 5 Şubatta panik içerisinde Dağ Topçu
Taburu İkmal Komutanını yakalayıp tutuklamışlar. Ordu Komutanının emri
üzerine bu subay serbest bırakılmış. Bundan sonra onu, eğer Dağ Topçusu
Erzurum’dan gitmeye kalkacak olursa, bütün Erzurum’u kana bulayacakları
tehdidinde bulunarak, üç kez daha yakalamışlar. Kana bulamaktan kastedilen
tabii ki Rus subaylarıydı. Hapsedilenler, her seferinde Rus karargâh
subaylarının emriyle serbest bırakılıyorlardı. Ordu Komutanı da Dağ
Topçusunun gönderilmesini iptal etti.
Bu olay daha sonra beni, 7 nci Kafkas Dağ Topçu Tabur
Komutan vekili ile bir anlaşma yapmaya zorlamıştı.
Ordu Komutanının emriyle Erzurum’dan ayrılmamız hâlinde bizim Rus Topçu
subaylarına fiziki kuvvet uygulanma ihtimalini düşünerek, Ermeniler bize
veya bizim subaylarımıza, Ermeni çıkarlarına hizmet etmeye zorlamak için
ellerini kaldırırlarsa, karşılıklı olarak birbirimize yardımcı olacağımız
hususunda anlaştık. Tabii ki bu anlaşma gizliydi. Maddi güç olarak elimizde
toplar, makineli tüfekler ve Rus subayları vardı.
O sıralarda, benim tavsiyem üzerine, Topçu Tabur Komutan vekili, kendi
subaylarını, kendisinin ve bizim dairelerimizin yakınında grup hâlinde
toplamıştı. Bizzat ben de Alayın teşkil edildiği ilk günden itibaren,
Alaydaki herkesi, Rus birliklerinin Erzurum’a girdiği günden itibaren şehrin
Müslüman mahallesinde bulunan Topçu Komutanlığı yakınlarında toplamıştım.
Antranik’in Erzurum’a gelmesiyle birlikte, Albay Morel’in karargâhında,
şehrin sakinlerinin ayaklanacağına dair korku hayli güçlenmişti. Bu korku,
her geçen gün daha da çok artıyordu.
Antranik’in gelişinden üç gün kadar sonra Albay Morel’den, varsayılan
isyanın liderlerinin tutuklanması sırasında gerçekten bir isyan patlak
verecek olursa, Mecidiye15 Tabyasından şehrin Müslüman mahallesine topçu
ateşi açmaları için tecrübeli subaylar görevlendirmemi isteyen bir emir
aldım. Hepimize de şehrin Müslüman mahallesinden Ermeni mahallesine
taşınmamız emredildi.
Yaklaşık iki yıldır Müslüman halkla yan yana yaşayan ve bu halkı çok iyi
tanıyan biz Rus subayları isyan ihtimaline inanmıyorduk. Ermeni korkaklığına
açıktan açığa gülüyorduk.
Topçu subayları tabii ki, açıkça; şehre topçu ateşi açmayı reddettiklerini
bildirdiler. Zira sivil halkın, kadınların ve çocukların üzerine ateş açmak
için değil, bilakis düşman ordusuyla şerefli bir savaş yapmak için
çalıştıklarını söylediler. Mevcut durumda, Ermenilerin korkudan veya başka
sebeplerden hiç olmayacak bir yerde silahlı isyan olacağı değerlendirmesinde
bulunduklarına ve ateş açılmasını talep ettiklerine şüphemiz kalmamıştı.
Şehrin Müslüman mahallesinden taşınmadık. Çünkü ilk olarak tahsis edilen bu
kısa sürede taşınmak fiziken mümkün değildi. İkinci olarak da bizim
taşınmamız Ermenilerin eline şehrin bu mahallesinde Erzincan örneğinde
olduğu gibi serbestçe katliam yapma imkânı verebilirdi. Üçüncü olarak şehrin
Ermeni mahallesine taşınmamızla
15 Mecidiye Tabyası; Erzurum’un hemen batısındaki 2042 rakımlı Topdağı’nda
olup kuzeydeki Gürcüboğazı girişini ve kuzeydoğudaki Vank Deresini kontrol
etmektedir.
birlikte, artık kendilerine güvenmediğimiz Ermenilerin ellerine
düşebilirdik.
Müstahkem mevki kadrosuna girmeyen, Dağ Topçu Taburu subayları da aynı
şekilde taşınma teklifini reddettiler. Sonunda bu mesele bizzat Ermenilere
havale edildi. Olacağı varsayılan isyanın liderlerinin tutuklanması
işleminin herhangi bir başkaldırı olmaksızın yapıldığını söylemeye gerek
yok.
Albay Morel’in şehrin üzerine muhtemelen toplarla ateş açılması emri,
subayları heyecanlandırdı ve beni, maiyetimdeki topçu subaylarını toplamaya
mecbur etti.
Bir gün ara ile iki toplantı yaptık. İlk toplantıda, Erzurum ve Deveboynu
Müstahkem Mevki topçu subayları, garnizonun diğer tüm birliklerinde bulunan
topçu subayları, o sıralarda birkaç gündür Erzurum’da bulunan iki İngiliz
subayı, sonra Albay Morel, Albay Zinkeviç, Albay Doluhanov, Albay Torkom,
Antranik ve Doktor Zavriyev de hazır bulundular.
İngiliz subaylar buradan ayrılıp birkaç gün sonra geri dönerlerken, cephe
gerisini, cephe karagâhını, yabancı askerî misyonları, Rus Topçu
subaylarının ruh hâllerini, Rus subaylarıyla Ermeni subaylar arasındaki
ilişkiyi, ve Ermenilerin kanlı eylemlerine karşı alınan tedbiler konusunda
bilgilendirilmişlerdi. Bu subaylar özellikle davet edildiler. Çünkü, emrimde
ne postane, ne de telgraf vardı. Çektiğim telgraflarımın yerlerine
ulaştığından asla emin olamıyordum. Daha da doğrusu telgraflarımın
iletilmediğinden kesinlikle emindim.
Toplantıda mevcut durumu ve Rus topçu subaylarını Erzurum’a getiren
sebepleri etraflıca izah ettim. Toplantı salonunda bulunanları şahsi
gözlemlerimden, raporlardan ve diğer kişilerin, Ordu Komutanı General
Odişelidze’nin anlattıklarından öğrendiğim tüm Ermeni münasebetsizlikleri ve
vahşeti hakkında detaylı olarak bilgilendirdim.
Konuşmamı özellikle üstüne basarak şu sözlerle bitirdim. “Biz Rus
subaylarıyız. Erzurum’da adımızla ve üniformamızla, zavallı halk üzerindeki,
yağmacı Ermeni vahşetini örtmek için kalmadık. Biz vazifemize sadık bir
şekilde ve amirlerimize itaat ederek Rusya’ya hizmet etmek için kaldık.
Ermeni katliamına ve vahşetine değil, Rus davasına hizmet için kaldık. Tüm
dünyanın nazarında asla adımızın kirlenmesi niyetinde değiliz. Biz burada
bulunduğumuz sürece Ermeni münasebetsizliklerinin son bulmasını istiyoruz.
Aksi takdirde bir an önce geriye dönmemiz konusunda ısrarcı olacağız.”
Benden sonra diğer subaylar tarafından dile getirilen düşüncelerle de
söylediklerim doğrulandı.
Antranik, Ermeni halkının Rusya’ya minnettarlığını büyük Rus milletinin bir
parçası olduğunu; şimdi ondan ayrılmayı düşünmeyerek, sadece Rusya’ya yardım
etmek istediğini; katliamın asırlardan beri Ermenilerle Türkler arasında var
olan düşmanlığın sonucu olduğunu; tüm münasebetsizliklerin ve şiddetin
kararlı bir şekilde sona erdirileceğini; yakın bir gelecekte sivil halka
şiddet uygulanması ihtimali düşüncesinin bile görülmeyeceğini; kötü işlere
son vermek için buraya geldiğini; eğer bunu başaramazsa, ilk önce kendisinin
buradan ayrılacağını söyleyerek cevap verdi. Konuşmaların hepsi tercüman
aracılığıyla yapılıyordu.
İsteyen subayların Erzurum’dan ayrılıp ayrılamayacağına dair dile getirilen
soruya; cesaretsizlerin ayrılmasının dava için daha iyi olacağını ifade
ederek, bunların ayrılmalarına engel olmamaya “gayret göstereceği” cevabını
verdi.
Albay Zinkeviç, orada hazır bulunan herkesi, hizmet etmek için kaldığımız
davanın, büsbütün Rus davası olduğuna ve kendisinin de büyük bir inançla bu
davaya sarıldığına dair inandırmaya çalıştı.
Toplantı sonunda subaylar tarafından; meselenin daha sonra nasıl
seyredeceğini, Antranik’in taahhütlerinin gerçek olup olmadığını; bu
taahhütlerin ne derece geçerli olduğunu görmek için, yedi hatta on gün
beklemek, bilahare de duruma göre hareket etmek konusundaki dilekler dile
getirildi.
Toplantı 20 veya 21 Şubatta yapılmıştı. Bu toplantıdan sonra Albay
Doluhanov, bana, Rus subaylarında Ermenilere karşı duyulan nefreti
gözlemlediğini ve hayretler içinde kaldığını, subayların neden Ermenilerden
bu derece nefret ettiğine şaşırdığını söyledi. Bunu diğer subaylara da
açıklamıştı.
Antranik, herkesin, milliyet ayrımı gözetmeksizin, işlenen her cinayet için,
katil ister Ermeni, ister Müslüman olsun, aynı şekilde cezaya çarptırılacağı
konusunda bir emir yayınladı. Şehrin her tarafına, halkı korkmamaya,
dükkânlarını açmaya, kendi işleriyle uğraşmaya çağıran Türkçe bildiriler
asıldı. Çalışmak üzere toplanıp götürülen, her Türk’ün katlinden konvoya
eşlik eden tüm personelin sorumlu tutulacağı vb. ilan ediliyordu.
Bu olaydan bir gün sonra, Belediye civarındaki bir sokaktan atla geçiyordum.
Benimle birlikte Tabur Komutanlarımdan Ermeni Kıdemli Üsteğmen Canbolatyan
da vardı. İlanı okuyan birkaç Türk’ü görünce durduk.
Kıdemli Üsteğmen Canbolatyan, orada toplananlara, Türkçe olarak; sivil Türk
halk üzerinde Ermeni askerleri tarafından şiddet uygulanmasına müsaade
etmemek için Komutanlığın tüm tedbirleri aldığını, eğer, şehir sakinleri bir
isyan çıkarmazlarsa onlara hiçbir kötülük yapılmayacağını açıkladı.
Orada bulunanlar geçen iki yıllık sürenin, hiçbir isyanda bulunmadıklarına
ve bulunmak istemediklerine, isyan etmeyeceklerine bizzat şahit olduğunu,
yalnızca savunmasız kişilerin tahkir edilmemesini istediklerini söylediler.
Kıdemli Üsteğmen Canbolatyan’dan, oradakilere benim Topçu Alayının Rus
Komutanı olarak ve bütün Rus subaylarının daima silahsız ve sivil Türklerin
koruyucusu olduğumuzu ve olacağımızı, elimizden geldiğince şiddete izin
vermemek için tüm tedbirleri aldığımızı, bu hususta yetkililere bir kez daha
müracaatta bulunacağımızı izah etmesini rica ettim.
Kalabalıktan pek çok kişi, bunu bildiklerini söyleyerek sözlerimi
doğruladılar. Aynı anda iki üç kişi orada bulunan kalabalığa, benim
kendilerini 7 Şubatta ölümden kurtardığıma dair şahitlik etti. Kıdemli
Üsteğmen Canpolatyan, Ermeni Komitesinin çalışmalarına iştirak ediyordu.
Subaylar genel toplantısının ikincisinde, yabancı olarak sadece Doktor
Zavriyev vardı. Burada; 2 nci Erzurum Kale Topçu Alayının, Ermenilerin onu
saymak istedikleri gibi, hiç de Ermeni Alayı olmadığını; sadece askerlerinin
Ermeni olduğunu; hiçbirimizin paralı asker olarak Ermenilerin hizmetine
girmediğimizi ve girmek de istemediğimizi; Ermeni birliklerinde hizmet etmek
için imza atmadığımızı; bu hususta bir sözleşme imzalamadığımızı; hükûmetin
bu Alayın Rus mu, Ermeni mi olduğunu kesin olarak belirlemesi gerektiğini;
Rus Alayı ise bize Rus askerlerinin gelmesini; eğer Ermeni Alayı ise arzu
eden subayların Rus Kolordusuna gitmelerini; Kafkasya cephesinde hizmet
etmek istemeyenlerin, sadece şeklî bir engel teşkil eden sıkıyönetim hâli
dikkate alınmadan ayrılmalarına müsaade edilmesi gerektiği dile getirildi.
Güney Kafkasya’nın Rusya’dan ayrılması durumunda, ki bu söylentiler bize
kadar ulaşmıştı ve bu bugünlerde beklenmekteydi; o zaman bizim bir an önce
ayrılmamız gerekirdi. Zira böyle bir durumda, bizler Güney Kafkasya’da
yabancı konumuna düşecektik.
Mevcut talimatlara ve emirlere uygun olarak, herkesin amirine yazılı başvuru
yaparak terhisini veya Rus Kolordusuna naklini isteme hakkına sahip olduğu
ortaya çıktı. Bu hususta bana verilen dilekçeleri geciktirmeyeceğimi,
gereğinin yapılması için üst yazıyla ilgili makamlara göndereceğimi
açıkladım.
Bu toplantıda 7 nci Kafkas Dağ Topçu Taburu subayı Kıdemli Üsteğmen
Yermolov, subaylara; kendisinin yeniden tesis edilen Ermeni Taburunda hizmet
etmek istemeyerek terhisini isteyen bir dilekçe yazdığını; başlangıçta
kalması için onu ikna etmeye çalıştıklarını, kararlı bir şekilde
kalmayacağını söylemesi üzerine, Albay Morel’in yazılı bir emir
yayınlayarak, Kıdemli Üsteğmen Yermolov’un “aykırılık” yani diğer bir
deyişle, subaylık vazifesi için hiç işe yaramaz ve zararlı biri olduğu
gerekçesiyle, Cephe Karargâhı emrine görevlendirilmek üzere ilişiğinin
kesildiğini belirttiğini, ayrıca 24 saat içerisinde Erzurum’dan ayrılması
konusunda talimat verildiğini söyledi.
Kendi işini mükemmel seviyede bilen ve birkaç muharip nişanı olan muharip
bir subaya böyle davranılmıştı. Sadece kendince geçerli sebeplere dayanarak
Ermeni askeri birliğinde çalışmak istememesi yüzünden, Albay Morel açıktan
açığa Ermenilere duyduğu haddinden fazla bağlılığını ortaya çıkaran birkaç
söz sarf etme ihtiyatsızlığına sebep olduğu için, onu karalamışlardı.
Doktor Zavriyev bu toplantıda, Rus subayları, şu konularda ikna etmeye
çalıştı. Subaylar Erzurum’da kalarak Ermenilerin değil, tamamen Rusların
işini yapmakta ve sadece Rusya’nın çıkarlarına hizmet etmektedirler. Ermeni
halkı Rusya’ya sınırsız derecede mecburdur. İleride sadece Rusya’nın
himayesi altında varlık gösterebileceklerdir. Ermeniler hiçbir surette
Rusya’dan ayrılma niyetinde değillerdir. Ermeni halkı, Rus halkının bir
parçasıdır. Bizzat Rusya’nın ekonomik ve siyasi menfaatleri barış
imzalanıncaya kadar Erzurum’da bulunmamızı zorunlu kılmaktadır. Rus
vatandaşları olarak ahlaki açıdan: “Siz Ermeniler ve Türkler kendi
hesabınızı kendiniz görün! Birbirinizi mi kesiyorsunuz? Buyurun kesin.
Şeytan görsün yüzünüzü. Bu sizin iç meseleniz. Biz Rusların burada yapacak
işi yok.” diyemeyiz.
Son olarak da, “Madem ki o kadar insanî ve o kadar ısrarlı bir şekilde sivil
halkın katledilmesine son verilmesini istiyoruz, o zaman gerçek
insanlığımızla biz, kudurmuş Ermeni ayak takımının Müslümanları Erzurum’da
katletmesine izin vermemek için, Erzurum’da kalmaya mecburuz.” dedi.
Doktor Zavriyev’in konuşması etkili olmadı. Bizzat kendisi bu toplantıdan
sonra bana, meselenin ümitsiz olduğunu ve bütün subayların muhtemelen
ayrılacaklarını ifade etti.
Erzurum’un Türkler tarafından alınmasını müteakip 10 gün kadar sonra bazı
belgeleri okuma imkânım oldu. Bu belgelerde; Rus subaylarının yardımıyla
Ermeni özerkliğinin tesis edilmesi hakkındaki şüphelerimizin hiç de asılsız
olmadığını gördüm. Bu belgede Doktor Zavriyev, çok açık bir şekilde özerk
bir Ermenistan kurma niyetinden bahsediyor. Belge, Zavriyev’in Erzurum’a
gelmesinden önceki bir tarihi taşıyordu.
Rus subayların içinde bulundukları ruh hâllerine dair yaptığı
değerlendirmede, Doktor Zavriyev yanılmıyordu. Gerçekten de ayrılma
isteğimiz, yüzlerimizden okunabiliyordu. Ermenilerin ne istediği, Rus
subaylarının ne için onlara lazım olduğu açıkça görülüyordu.
Hepimiz sadece askerdik ve politikayla uğraşma niyetimiz yoktu. Ermenilerin
partizan savaşını da kendi meselemiz gibi sayamazdık.
Antranik’in sözleri vaatten öteye geçmedi. Halk, onlara inanmıyordu.
Pazarlar kapalıydı. Herkes korkuyordu. Şehrin Müslüman mahallesinde
sokaklarda kimsecikler yoktu. Sadece Belediye binasının yakınlarındaki bir
iki dükkân açıktı. Gündüz saatlerinde birkaç Türk bir araya gelebiliyordu.
Hiçbir Ermeni idam edilmemişti. Ermenilerin her zamanki planı şöyleydi:
“Suçlular yok. Suçluyu gösterin. Derhâl yargılansın. Kimin suçlu olduğunu
bilmeden nasıl cezalandırabiliriz ki?”
Buna karşılık Ermenilere, değişmez biçimde; Rus subaylarının şimdiye kadar
cezasız kalmış birçok suçluyu onlara gösterdikleri; Rus subaylarının polis
tarafından aranan Ermenileri bulmak zorunda olmadıkları; Ermenilerin
gerçekten iyi niyetle suçluları bulmak istiyorlarsa çoktan ve muhakkak pek
çoğunu bulabilecekleri cevabı veriliyordu.
Ermenilerin ikiyüzlülüğü, giderek daha da şiddetli bir şekilde itici
geliyordu. Sivil halka yönelik münferit şiddetin ardı arkası kesilmiyordu,
fakat bu gizli bir biçimde yapılıyordu. Ermeniler, faaliyetlerini şehirden,
bizim göremeyeceğimiz civardaki köylere taşımışlardı. Şehre yakın köylerdeki
Türkler kayboluyorlardı. Bu kayıpların nasıl ve nereye olduğunu bilmiyorum.
Uzak köylerde ise halk, silahla kendini savunmaya başlamıştı.
Şehirde olacağı varsayılan ayaklanmanın önüne geçme perdesi altında, halk
tutuklanıyordu. Albay Morel’e, tutuklananların hayatlarının ne ölçüde
emniyette olduğunu sordum. Bu tutuklamalarla, insanlar, Erzincan örneğinde
olduğu gibi, organize bir şekilde koyun gibi boğazlanacaklar mı, diye imada
bulundum. Çıkarılacağı düşünülen Türk isyanının tutuklanan elebaşlarının
emniyetli konvoyla toplu hâlde en uzak cephe gerisine, Tiflis’e, sevk
edileceklerini, bir kısmının ise ayaklanmaya karşı güvenli bir koz teşkil
etmeleri maksadıyla Erzurum’da rehine olarak tutulacakları cevabını verdi.
Ermeni levazım birimlerinin kanun dışı hareketlerine dair raporlar gelmeye
başlamıştı. Şöyle ki, alay personelinin iaşesi için yağ talebi ikmal
sırasında reddediliyordu. Eğer elektrik bölüğü için bir talepte
bulunulmuşsa, bu bölüğün bir zamanlar Antranik ile bir çeşit iyi ilişkiler
kurmuş Başçavuşu gittiğinde, muhakkak yağ ikmali yapıyordu. Erzak deposu
yöneticisi Ermeni görevli de güya, Antranik’in şekerleri kendi dairesinde
tuttuğunu ve dağıtımını da bizzat kendisinin düzenlediğini gerekçe
göstererek, Alayın istediği şekeri vermemişti. Bu Ermeni görevli yazılı
belge vermeyi de reddetmişti.
Cephe gerisinden lojistik destek hatlarını takip ederek gelen subaylar,
lojistik destek hatlarında bir Rus subay için ne karnını doyurma ne de
istirahat etme imkânı olmadığını, ancak bir Ermeni subayı için hem yiyecek
hem de sıcak bir yer bulunduğunu belirterek, yakınıyorlardı.
Şubatın ortasında topçu subaylarına Ordu Karargâhının emri üzerine iki vagon
verildi. Subaylar, eşyalarının bir kısmıyla ailelerinin bir bölümünü bu
vagonlarla cephe gerisine tahliye ettiler. Geriye kalan ailelerin ve
malzemelerin tahliyesi için üç vagon daha talep edilmişti. Bu isteğe Ordu
Karargâhı tarafından, Karargâh Erzurum’dan ayrılmadan bir süre önce izin
verilmişti.
Karargâh şehirden ayrıldıktan sonra, bu vagonların tahsisi işi uzadı.
Sonunda Albay Zinkeviç tarafından, vagonların teslim edilmesi için yazılı
müracaatta bulunuldu.
Bu belgeyi alan vagon tahsisatından sorumlu Ermeni memur veya subay, iki gün
içinde vagon tahsis edilemeyeceğini bildirmişti. Daha sonra ne zaman tahsis
edileceğini bildireceğine dair söz vermiş. Oysa Ermeni kaçaklar tahsisat
işinde bizim önümüzde, öncelikli yere sahiptiler.
Araba katarlarında bizzat kendimiz ve Ruslar olmadan ailelerimizi ve
eşyalarımızı arabalarla göndermekten sakınıyorduk. Zira, cephe gerisindeki
lojistik hatları bile iyi silahlanmış Ermeni kaçaklar ve firarilerle
doluydu. Buralar hiçbir surette emniyetli değillerdi. Çünkü, muharebe
sahasından ve gerçek askerlerden korkakça ve rezilce kaçan Ermeniler, tek
başına yakaladıkları silahsız ihtiyar, kadın ve çocuklara sürü hâlinde
saldırırken haddinden fazla cesur, fedakârlık derecesinde de gözü pektiler.
Bu sıralarda cephe gerisinden, birliklerin takviye edilmesi işi çok
yetersizdi. Piyade birliklerinin morali hayli bozuktu. Ne üst rütbeli ne alt
rütbeli hiç kimse komutanlarına itaat etmiyordu. Bölükler, Antranik gelmeden
önce mevzilere gitmeyi reddediyorlar ve gitmiyorlardı. Şimdi gidiyorlar,
fakat cepheden rezil bir biçimde firar ediyorlardı. Antranik’in bizzat
kendisi onları kılıçla ve yumruk darbeleriyle mevzilere geri kovaladı. Rus
subaylarının zorla tutulduğu birlikler de küçük ve kirli birer çete hâlini
almışlardı.
Bilmiyorum, Antranik, askeri meselelerde çok bilgili birisi olabilirdi,
fakat Albay Doluhanov tarafından bana iletilen Topçu birlikleriyle ilgili
emirleri, anlamsızlıkları ve saçmalıkları ile sık sık beni hayretler
içerisinde bırakıyordu.
Meselenin teknik tarafı, maiyetteki toplar için iyi eğitilmiş mürettebat,
alt komuta kademesi için iyi personel, her şeyden önce yeterli sayıda iyi
eğitimli ve kuvvetli piyade gerekli olduğu olguları hiç hesaba
katılmaksızın, Antranik’in önderlik ettiği Ermenilerin tüm ümidinin Rus
toplarında ve Rus topçu subaylarında olduğu görülüyordu.
Asıl amaçları çok açıktı: Kaçış sırasında toplarla örtü sağlamak. Gerçekte
de aynen böyle oldu.
Trabzon’da barış görüşmelerinin başlaması devamlı erteleniyordu. Başlangıçta
eski duruma göre 17 Şubatta yapılması kararlaştırılmış, sonra 20’sine, en
sonunda da 25 Şubata ertelenmişti. Bu haberleri Erzurum Müfreze veya Kale
Karargâhı vasıtasıyla alıyordum. Telgraf muhaberem yoktu. Her iki karargâhım
da şehrin birbirine zıt istikametinde bulunuyordu. Kale karargâhının telefon
muhaberesi neredeyse hiç çalışmıyordu. Bazen çalıştığında da hiçbir şey
anlaşılmıyordu. Bu yüzden günde iki kez bizzat Kale karargâhına gitmem
gerekiyordu.
Albay Morel’den ve karargâhından aldığım bilgilere göre; cephede düzenli
Türk birlikleriyle değil, bilakis kürt çeteleriyle ve aralarında Türk
Ordusunun 1916 yılında Erzurum’dan ayrılışı sırasında burada kalmış pek çok
eğitimli askerin de bulunduğu, civar köylerde isyan etmiş gruplarla karşı
karşıya olduğumuzu anlıyordum.
Bu kürt çetelerin, aralarında askerlerin de bulunduğu yerel halkın nefs-i
müdafaa maksadıyla teşkil edildiği, buraya gelen birkaç Türk subayı ile
asker eğitmen tarafından askeri bir eğitimden geçirildiği tahmin ediliyordu.
Saldıranların ellerinde sadece Ermeniler tarafından Erzincan’dan geri
çekilirken bırakılmış iki Rus Dağ Topu bulunduğu hesap ediliyordu. Keşif
sonuçlarına göre kürtlerin Famski, Erzincan ve Oltu istikametlerinden
saldırması gerekiyordu. Cephe gerisinden, Kars yolundan ve Palandöken’den de
gelmeleri muhtemeldi. Albay Morel, nedense başlıca tehlikenin Oltu
istikametinden geleceğini değerlendiriyordu.
Keşif faaliyetleri, bana göre, Ermeniler tarafından berbat bir şekilde
yapılıyordu. Atlı birlikler, keşif faaliyetleriyle değil, daha ziyade
köylerde soygun ve katliam, köylülerin hayvanlarını çalmakla meşguldü. Keşif
raporlarında sık sık yalan söylüyorlardı.
Eğer keşif müfrezesinden 2000 kişilik düşman kuvvetinin saldırdığı bilgisi
alınmışsa, gerçekte orada 200 kişiden daha az bir kuvvet olduğu ortaya
çıkıyordu.
300-400 kişilik keşif müfrezesinin üstün düşman kuvvetleri tarafından
çembere alındığına ve birliğin kuşatmayı yarmayı başardığına dair bir bilgi
alındığında ise müfrezenin bir ölü ve bir yaralı kaybı olduğu ortaya
çıkıyordu.
Bir gün gündüz vakti, Ermeni bir subay, telefonla topları korumakla görevli
askerlerle müfrez görevde bulunduğu topçu muharebe sahasından, 400 kişilik
silahlı bir müfrezenin üzerlerine doğru hareket hâlinde olduğunu telefonla
rapor etmişti. Gerçekte ise tam karşıdaki köyden silahsız iki kişinin
geldiği ve bir süre sonra da geri döndüğü anlaşılmıştı.
Ermenilerin Erzincan’dan kaçışlarından Erzurum’un Türk birliklerince
alınmasına kadar geçen süre zarfında, saldıran Türk güçlerinden, şu ana
kadar bildiğim kadarıyla keşif birlikleri sadece bir süvari ele
geçirmişlerdi. Ben bu kişiyi bizzat görmedim. Kuvvetle ihtimal bu talihsizin
ya ayakları donmuştur ya da bir başkasının yardımı olmaksızın yürüyemeyecek
durumdadır.
İkinci toplantıdan sonra bana, Alaydan terhis edilip Rus Kolordusuna, başka
komutanların emrine ve diğer milliyetlerden askerlerin bulunduğu birliklere
atandırılma isteklerinin yazılı olduğu birkaç dilekçe sunulmuştu.
Albay Morel’e; muhtemelen pek çok Rus subayının belki de hepsinin
Erzurum’dan gidebileceğini rapor ettim. Kıpkırmızı kesildi ve zorla da olsa,
Divan-ı Harp kararlarıyla da olsa buna müsaade etmeyeceğini söyledi. Ona,
topların hâlâ benim subaylarımın elinde bulunduğunu, şiddete karşı toplarla
cevap verilebileceğini, mevcut şartlarda hükûmet kararnamesine dayanarak
gitmenin, herkesin kanuni hakkı olduğunu ifade ettim.
Albay Morel’e hiçbir subayın kendiliğinden gitmek istemediğini, herkesin
hakkından istifade etmek için kanuni izin istediğini, aksi taktirde kanunî
görevlerinin başında kalan bizlerle, daha önceden kendiliğinden giden
kimseler arasında hiçbir fark olmayacağını izah ettim. Durum şimdi öyle
karmaşık bir hâl almıştı ki, vicdan ve görev şerefi, burada kalmaya müsaade
etmiyordu.
Albay Morel, gitmek için hiçbir kanuni hakkın olmadığını, gitmek
isteyenlere, bunu denemeye kalkışmaları hâlinde, Kıdemli Üsteğmen Yermolov’a
verdiği gibi sicil vereceğini söyledi.
Albay Doluhanov’un Tiflis’te ve Batum’da pek çok istekli subay olduğunu
belirtmesi üzerine, istemeyen kişileri kalmaya zorlamanın anlamsız olduğunu
söyledim. Albay Morel; gelen İngiliz subaylarından, Erzurum’da kendi emrine
görevlendirilmesi için 60 İngiliz topçu subayı gönderilmesini rica ettiğini
ve bu konuda kendisine söz verildiğini açıkladı.
Bu konuşma yapılırken, Erzurum istasyonunda paralı olarak istasyon şefliği
görevini yürüten bir Rus veya muhtemelen Polonyalıyı hiçbir para karşılığı
görevde kalmak istememesi üzerine tutukladıklarını ve zorla kalmaya mecbur
ettiklerini öğrendim.
Tabur komutanlarına, mümkün mertebe topçu karargâhı yakınlarına, bütün
subaylar dahil olmak üzere taşınmalarını, emirleri daha iyi iletebilmek ve
her ihtimale karşı, bir şey olması durumunda, dağınıklığa ve tuzaklara
düşülmemesi maksadıyla, subayları kendi yakınlarında gruplandırmaları emrini
verdim.
Kıdemli Üsteğmen Yermolov’dan, Erzurum’dan ayrılmadan önce, Sarıkamış’ta,
Ordu Kurmay Başkanı General Vışinski’ye uğrayarak, burada hangi şartlarda
bulunduğumuzu, Ordu Komutanından bir an önce bizleri Ermeniler arasındaki bu
düzmece hâlimizden kurtarması için girişimde bulunmasını istediğimizi
anlatmasını rica ettim. Aynı şekilde durumumuzu Topçu Başkanı General
Gerasimov’a da aktarmasını söyledim. Yermolov, 25 Şubatta gitti.
Galiba 24 Şubatta Erzurum üzerinde bir Türk tayyaresi görünmüş, keşif yapmış
ve geri dönmüştü. Bundan, düzenli Türk birliklerinin şu sıralar Erzincan’da
ve hatta Mamahatun’da16 bulunduklarına hükmettim.
Bu günlerde Albay Morel, Türklerin Erzurum’un temizlenmesini talep eden bir
“bildiri” gönderdiklerini söylemişti. Erzurum’un Türkler tarafından
alınmasından sonra Kolordu Komutanı Kazım Bey17 ile görüşmemde; bunun hiç de
bir bildiri olmadığını, bilakis kendisinin, yani Türk Kolordu Komutanının
gerçek bir mektubu olduğunu öğrendim.
Eğer, Türklerin isteği bizce kabul edilseydi ve bu mektuba anonim, illegal
bir yazı gibi bakmamız gerekseydi bile, her hâlükârda Albay Morel, beni
yanıltmak ve resmi bir mektubu, düzenli Türk Kuvvetlerinin komutanı
tarafından imzalandığını gizleyerek, “bildiri” diye adlandırma hakkına sahip
değildi.
24-25 Şubatta, Kale karargâhının bilgilerine göre, cephede durum endişe
verici değildi. Tekederesi18 yakınlarında, oraya gönderilen müfreze
tarafından tutulan bir kürt grubunun bulunduğu haberi geldi. Ilıca
yakınlarında Erzurum’dan yetişen kuvvetler, güya birkaç verst (1,06 km.)
geride düşmanı püskürtmüşler.
26 Şubatta, Erzurum’dan Tekederesi’ne giden Ermeni müfrezesinin kuşatıldığı,
darmadağın edildiği ve geriye kalanların rezilce kaçtıkları; Ilıca
müfrezesinin de neredeyse koşar adım geri çekildiği ortaya çıktı.
Albay Morel, taarruz eden Türk kuvvetlerine topçu ateşi açılması konusunda
bana sözlü emir vermişti fakat, hiçbir yerde taarruz eden kimse
görülmüyordu. Harput yolunda, panik hâlinde, dağınık vaziyette geri çekilen
Ermeni sürüsü koşuyordu. Trabzon yolunda ise Ermeniler,
16 Bugünkü adı Tercan olan Erzincan merkeze bağlı ilçe.
17 Kâzım (KARABEKİR), 1882 yılında İstanbul’da doğmuş, 1902 yılında Harp
Okulu’nu,
1905’te de Harp Akademisi’ni bitirmiştir. 1 nci ve 6 ncı Ordu Kurmay
Başkanlıkları, 18 nci Kolordu, 2 nci Kolordu, 1 nci Kafkas Kolordusu, 14 ncü
ve 15 nci Kolordu Komutanlıkları, 14 Haziran 1920’de Doğu Cephesi
Komutanlığı görevlerinde bulundu.
21 Ekim 1923’te 1 nci Ordu Müfettişliği’ne atanmakla beraber aynı zamanda
milletvekili olduğundan, Büyük Millet Meclisi kararıyla 19 Aralık 1923’te
izinli sayılmıştır. TBMM’nin I nci ve II nci devrelerinde Edirne
Milletvekili, V nci ve VIII nci devrelerinde de İstanbul milletvekili
olmuştur. 1946-1948’de TBMM Başkanlığı yapmıştır. 25 Ocak 1948’de vefat
etmiştir. AskerÎ, siyasî, tarihî mahiyette pek çok konferans ve eserleri
vardır. Bunlardan 44 kadarı basılmıştır. Türk İstiklal Harbine Katılan Tümen
ve Daha Üst Kademedeki Komutanların Biyografileri, s.177-179.
18 Erzurum merkeze bağlı köy.
sefer hâlindeki gibi konvoy hâlinde hiçbir yerde durmayarak ve açılmayarak
sakin bir şekilde geri çekiliyorlardı.
Öğleden sonra, düşmanın 6 verst uzaklıkta, Gez köyünün19 yakınlarında olduğu
anlaşıldı. Benim değerlendirmeme göre, mevcudu en az 1.500 civarında olan
birlikler görünmeye başladı.
Sayı önemsizdi fakat, bunlar hiç talim görmemiş kürt eşkıya izlenimi
vermiyorlardı. Eğitim gördükleri, disiplinli bir şekilde sevk ve idare
edildikleri görülüyordu. Sadece bir miktar yaya ve süvari döküntüsü,
bunların düzenli birlikler değil, organize olmuş kürtler olabileceğini
düşündürüyordu.
Ricat edenlerin hâli acıklı ve insanı çileden çıkaracak şekilde rezildi. Kâh
yolun yakınlarında kısa kaygan bir zincir gibi dağılıyorlar, kâh yeniden
toplanıyorlardı. Korku ve endişenin hâkim olduğu görülüyordu. Antranik,
giderek dağılan bu kaygan zincirin önüne geçti. O oradayken ricat edenler
biraz doğruldular, fakat yeniden sağa sola yattılar ve artık bir daha
kalkmadılar.
Topçu ateşimiz akşama kadar devam etti. Karanlığın basmasıyla birlikte ateş
sona erdi. Kürt saldırılarına karşı savunmanın başlamasıyla birlikte,
ayrılmayla ilgili her türlü konuşmanın bir kenara bırakılıp, her subayın
muharebenin durumunun kendisinden talep ettiği her şeyi şerefli bir şekilde
ifa etmesiyle bu meseleyi nasıl değerlendirdiğimiz kendiliğinden ortaya
çıkmıştır. Herkes, şimdi ayrılmanın, adımızın ebediyen korkaklık ve
hainlikle anılacağı anlamına geleceğini çok iyi biliyordu. İlkin
saldırıların üstesinden gelmek lazımdı.
Bugün, Ermeni birliklerinin topçu tahsisinden ve muharebede onun desteğinden
faydalanma hususunda ne anladıklarını öğrendim. Büyük Kiremitli müstahkem
mevkisindeki toplarım, tamamı Harputkapı istikametinde sıkışan ve toplara
örtü sağlamak için asla ileri hareket etmek istemeyen piyadenin bir verst
önündeydi.
Aynı gün, ayrıca, Tekederesi’nden korku ve panik hâlinde kaçmakta olan
askerlerin, yine beraberlerinde bir şeyler götürmeyi, önlerine çıkan
köylerdeki halkın hayvanlarını çalmayı, yollarının üzerinde karşılarına
çıkan silahsız, münferit sivil halkı öldürmeyi unutmadıkları da dikkatimi
çekmişti.
Düşmanın şehre yaklaşması, anlaşılan, karargâh için beklenmedik bir şekilde
gerçekleşmişti. Muharebe için tertiplenme konusunda hiçbir şey
yayınlanmamıştı. Belki yayınlanmış olabilirdi, ama sizi temin ederim ki,
benim elime geçmemişti. Daha önceden dışarıdan alarm verilmesi durumunda,
piyade tarafından şehrin ana hattının ele geçirilmesi çizelgesinin
hazırlandığını duymuştum, fakat bu çizelge de bana ulaşmamıştı.
Benim görevim kürtleri, top atışı mesafesinde şehrin müstahkem hattından
uzakta tutmaktı. Arazide ise, piyade ile birlikte benim emir komutama
girmeyen dağ topları vardı.
O gün ve öncesi gün, polis, şehir genelinde sadece iş görebilecek
durumdakileri değil, aynı zamanda ihtiyar ve sakat Türk erkeklerini de
topluyordu. Sorulan sorulara, karla kapanmış demiryolunu temizlemek için
işçi toplandığını belirterek cevap veriliyordu.
Akşamleyin, bir Ermeni öğrencinin komutasındaki bu devriyelerden birinin,
gündüz vakti, ben evde yokken, kapının üzerinde benim evimin olduğunu
gösteren yazıya rağmen, arama yapmak için dairemin kapısını zorladığını
öğrendim. Dediğine göre, öğrenci bu evde kimin oturduğunu bilmiyormuş. Ev
sahiplerim tarafından gösterilen kararlı protesto ve şiddetli karşı koyma
sonrasında bu öğrenci, bu kendini bilmez küstah, karıma kaba saba laflar
etmiş, ev sahibim yaşlı Türk’ü ve hizmetkâr kürtleri almaya cesaret edemeden
defolup gitmiş. Öğrencinin ifadelerine göre, bu münasebetsizlik, Antranik’in
emrini yerine getirirken meydana gelmiş.
Bunu öğrenince, ev sahibime eğer Ermeniler bir kez daha ev halkını götürmek
için gelecek olurlarsa, benim himayeme geçebilmesine imkân tanımak için,
kendi dairesinden benim daireme bir geçit yapması talimatı verdim. O da bunu
yaptı ve ayrıca bir de komşusundan benim daireme geçit yaptı.
Bugün akşamleyin, Antranik’in dairesine, askeri konseye çağırdılar. Oraya
Teknik ve Seferberlik Kısım Amiri Yüzbaşı Joltkeviç ile birlikte gittim.
Kendisini son zamanlarda, benim hareketlerimin ve Antranik’in karargâhıyla
yaptığım görüşmelerin bir şahidi olsun diye, daima yanımda götürüyordum.
Oraya gittiğimde, konsey toplantısının bensiz başlamış olduğunu öğrendim.
Anlaşılan benim fikirlerim ilgilenmeye değer görülmemişti. Odada; Antranik,
Dr.Zavriyev, Albay Zinkeviç, Albay Morel, Albay Doluhanov ve birkaç kişi
daha vardı. Albay Zinkeviç, bana Ordu Komutanının telgrafını okudu. General
Odişelidze bu telgrafıyla; Türk Ordusu Komutanı Vehib Paşa’nın kendisini
şifreli telgrafla, Türk birliklerine Erzurum’a taarruza başlama ve ele
geçirme emri verdiği hususunda bilgilendirdiğini anlatıyordu. Akabinde,
General Odişelidze müstahkem mevkinin tüm toplarının imha edilmesini ve geri
çekilinmesini emrediyordu.
Bana, Antranik imzasıyla topları imha etmem konusunda yazılı bir emir
verilmişti. General Odişelidze, topların imhasına dair emir vereceği sözünü
tutmuştu, fakat emir geç kalmıştı. Topların bir kısmı artık imha edilemezdi.
Zira Türk kuvvetleri tarafından bu topların bizimle irtibatları
koparılmıştı. Yine de elimizde daha imha edebileceğimiz toplarımızın,
yarıdan fazlası kalmıştı. Ayrıca toplardan sökülmüş tüm kama ve nişangâh
tertibatları öylece duruyordu. Bunların hepsini işe yaramaz bir hâle
getirebilirdik. Bunları yapmak için iki üç günlük zamana ihtiyaç vardı.
Antranik devamlı surette Ermenice bağırıp çağırıyor, küfrediyor ve
birilerine lanet okuyordu. Doktor Zavriyev onu sakinleştirmeye çalışıyor ve
bize; Antranik’in cephe gerisinde oturup duran, Erzurum’a onbinlerce asker
gönderme imkânları mevcutken şu ana kadar sadece üç-dört bin asker gönderen,
hiçbir surette cepheye gitmek istemeyen ve Ermeni halkını ve Ermenistan’ı
satan Ermeni yöneticiler ve devlet adamalarına lanet okuduğunu ve
küfrettiğini anlatıyordu.
Sonunda Antranik kararını açıkladı: Erzurum’da iki gün daha tutunmak; bu
süre zarfında mümkün olan her şeyi tahliye edip ondan sonra geri çekilmek.
Antranik, varlığımızdan hiç mi hiç sıkılmayarak bizim hazır bulunduğumuz bir
ortamda üstünü çıkardı, elini yüzünü yıkadı, pijamalarını giydi, sanki hiç
biz burada değilmişiz gibi yatağına yattı.
Doktor Zavriyev’i şehirde kundaklamaların ve yangınların başladığı konusunda
bilgilendirdim. Bizzat kendi gözlerimle biraz önce yolda kimsenin
söndürmediği, yanmakta olan bir dizi dükkân gördüğüme işaret ettim. O,
yangınların söndürülmesi emrinin verildiğini ve gereken tedbirlerin alındığı
cevabını verdi.
Doktor Zavriyev’e hangi maksatla polisin Müslüman halkı topladığını ve bir
yerlere götürdüğünü sordum. O, demiryolunun temizlenmesi için
toplandıklarını söyledi. Neden bu toplama işleminin şimdi, karanlıkta,
geceleyin yapıldığını ve çalıştırılmak için özellikle çalışamayacak durumda
olan ihtiyarların ve sakat insanların götürüldüğünü şaşkınlık içinde sormam
üzerine, bu hususta hiçbir şey bilmediğini, fakat araştıracağını ifade etti.
Daha önceden Dr. Zavriyev ile, sivil halka uygulanan şiddet meselesi
hakkındaki yaptığımız konuşmalardan sonra söylediklerimin onda şiddete,
katliama müsaade edilmemesi için yeterince kaygı ve endişe uyandırması
gerektiğini düşünüyorum. Zira o, daima bir hükûmet üyesi olarak, Ermenilerin
sivil Müslüman halkla, en kusursuz biçimde ve hukuk çerçevesinde ilişkiler
tesis etmesini istiyor ve buna gayret ediyordu.
Bu tür münasebetleri sadece onda değil, aynı zamanda Erzurum’da bulunan
Ermeni aydınlarından farklı kişilerde de gözlemliyordum. Elbette onların
akıllarında neler olduğunu, hareketlerinin neler olduğunu bilmiyorum, fakat
bu kişilerin sözleri, münasebetsizlikler ve katliamlara müsaade edilmemesine
daima içten bir istek duydukları izlenimi veriyordu. Diğer Ermenilerin
içgüdülerini Dr. Zavriyev, benden daha iyi bilse gerekti, ama bilemiyordu.
Antranik, yatağına iyice yerleştikten sonra diğer odaya geçtik. Kendi
aramızda Antranik tarafından verilen görevlerin ifasına ilişkin meseleleri
görüştük ve dağıldık.
İki gün daha tutunma vazifesi olağan dışı veya olağanüstü gözükmüyordu.
Zira, önümüzde tel engelli mükemmel siperlerle, ilerimizde şehir kale
duvarıyla ve nihayetinde üç değilse bile en az iki misli fazla sayıdaki
savunma gücüyle rahatlıkla ve kolayca iki değil, kırk iki gün ve sadece kürt
saldırılarına karşı değil, düzenli birliklere karşı da tutunulabilirdi.
Kürt saldırılarını püskürtme konusunda tamamen haklıydık, zira Türk
Hükûmeti, daha barış akdedilmesi sırasında, kürtlerin kendisine itaat
etmediğini ve onları savaşmamaya zorlayamadığını ifade etmişti. Dolayısıyla,
kürtlerden korunmamız ve savunmamız konusundaki kaygı, bizim omuzlarımıza
yüklenmişti.
Geri dönerken, yukarıda bahsettiğim yangınların gerçekten söndürüldüğünü ve
yayılmalarının engellendiğini gördüm. Şehire dışarıdan bakıldığında hâlâ
etraf sakindi. Bir katliam kıvılcımı ihtimali tehlikesinin olmadığı
görülüyordu.
Topçu karargâhına döndüğümde, hemen topların işe yaramaz hâle getirilmesi
konusundaki bütün emirleri verdim. İki gün içinde hepsi imha edilebilirdi.
Subaylarımdan, piyadenin karanlıktan istifade ederek araziden çekildiklerine
dair bilgiler alıyordum. Uzunca bir uğraş sonrasında nihayet telefonla Albay
Morel’e ulaşıp alınan raporları bildirmeyi başardım. Bana, buna karşı
tedbirlerin alındığını, yedek ve takviye birlikler gönderildiğini, endişeye
mahal verecek bir durum olmadığını anlattı.
Saat bir gibi eve döndüm ve yattım. Geceleyin iki üç sularında, şehirde
etrafta tek tük silah sesleri işitiliyordu. Bir yerlerde tomruklarla
vurularak kapıların kırıldığını duydum. Sokaktan geçen, gündüz vakti de
dolaşan ve insanları zorla götüren orta büyüklükteki Ermeni müfrezelerinkine
benzer, ayak sesleri ve insanların gürültüleri geliyordu. Hiçbir yerden
yardım sesi gelmiyordu. Ermenilerin hummalı bir şekilde sivil halkı
tutukladıkları, belki de katliama hazırlandıkları izlenimini edinmiştim.
Etraflıca durum değerlendirmesi yaptıktan sonra şu karara vardım: Birincisi,
biz Türklerle şerefli bir şekilde çarpışırken ve Erzurum’a göğsümüzle siper
olurken, bu kana susamış ve korkak “özgürlük savaşçıları” Ermeniler, bizim
sırtımızdan yaptıklarıyla, bizi alçakça aldatıyorlardı. Tüm dünyaya sadece
kendilerini değil, fakat aynı zamanda, Rus subaylarının adını da rezil etme
kaygısı gütmeden savunmasız ihtiyar, kadın ve çocukları kesmeye
başlamışlardı. Bu konuda bilgi sahibi olmayanlar, alçakça faaliyetlerini
gerçekleştirmelerine yardım etmeleri için Rus subaylarının Ermenilerle
anlaştıklarını düşünebilirlerdi. İkincisi ise, şimdi düzenli Türk birlikleri
saldırıyor olabilirdi. Eğer hâlen yoksalar bile, sabaha karşı veya gündüz
gelebilirlerdi. Düzenli Türk birlikleriyle savaş ise, ne Ordu Komutanının
planlarında, ne bizim vazifelerimiz arasında, ne tahminler arasında ne de
mevcut barış şartlarında asla yer almıyordu.
Buna uygun olarak şöyle bir karar aldım: Şafakla birlikte Albay Morel’e
gidip, Ermenilerden bir an önce katliamlarını durdurmalarını talep etmesini
teklif etmek; şayet bunu yapmaya gücü yetmeyecekse, o zaman topların bir
kısmının Ermenilere karşı çevrilmesini gerek tehditle, gerekirse de ateş
açarak onları bunu yapmaya mecbur etmek. Sonrasında ise muharebeye son verip
milletvekillerini göndermeyi, Türklerle Erzurum’un kan dökülmeden iki gün
içinde temizleneceğine dair anlaşmalarını sağlamayı önermek.
Ermeniler ricat ederken, Müslüman halkın tam mânâsıyla emniyet altına
alınabilmesi içinde bir plan geliştirilmeliydi. Örneğin, Rus subaylarından
ve burada kalan az sayıdaki Rus görevli ve askerlerinden müstakil bir
müfreze oluşturmak. Türklerden kurulu orta büyüklükteki bir müfrezeyi Rus
subaylarına yardım etmeleri için veya onların emrine vermek.
Şafakta, Yüzbaşı Joltkeviç ile birlikte Albay Morel’e gittik. Yolda, sahra
topçu silah deposunun yakınlarında depo sorumlusu Yedek Subay
Bagratunyanets’den, ricat emri alındığını ve kendisinin depoyu imha etmek
istediğini, fakat Albay Morel’in depoyla ilgili yapılacak işlerin benim
tarafımdan belirleneceğini söylediğini, öğrendim. Böyle bir ifadeye
şaşırmıştım. Zira bu depo kati surette bana bağlı değildi. Bilakis, Albay
Doluhanov’un sorumluluğundaydı.
Yedek Subay Bagratunyanets’e, silah deposunun imha edilmesinin
lüzumsuzluğunu, şehrin sivil halkına amaçsız bir sertlik gösterisi
olacağını; bize, Rus topçularına ihanet edildiğini, zira ricat emrinden
haberdar olmadığımızı; hepimizin şu anda deponun yakınlarında bulunduğumuzu
ve bir patlama yaşanması durumunda amaçsızca öleceğimizin kaçınılmazlığını
izah ettim. Anlattıklarım işe yaradı ve depo imha edilmedi.
Albay Morel’in karargâhına yaklaştığımızda herkesin kaçtığını gördük.
Karargâhın karşısında bulunan, içinde birtakım Ermeni kurumlarının yer
aldığı Amerikan Konsolosluk binası yanıyordu. Her şey alevler içinde
kalmıştı. Karargâhın ön tarafında son haddine kadar yüklenmiş bir kamyon ve
birkaç tane yüklü at arabası harekete hazır vaziyette bekliyordu. Albay
Morel ve Albay Torkom atlarına binmişlerdi. Gitmek için hazırdılar. Saat
sabahın 7’siydi.
Durumun ne merkezde olduğu ve şimdi ne yapılmasının planlandığını sormam
üzerine Albay Morel, sabahın 5’inde geri çekilme emri verildiğini söyledi ve
şu ana kadar emri almayışıma şaşırdığını ifade etti.
Korktuğum başıma gelmişti. Rus subaylarının ve toplarının himayesinde
kaçıyorlardı. Rus subayları muharebede elleriyle topları doldurup, tevcih
edip, saldıran düşmanı durdururken, Ermeni “savaşçılar” onların gerisinde
rahatça silahsız insanları katlediyor ve hiçbir tehlikeye maruz kalmadan
soyuyorlardı. Eğer gelmemiş olsaydım, hiçbirimiz geri çekilme emrinin çoktan
verilmiş olduğunu öğrenemeyecektik.
Daha önceden, çok ehemmiyetsiz olaylarda bile bir subay göndererek emirler
hakkında beni bilgilendirirlerdi, fakat şimdi bunu yapamamışlardı.
İlk iş olarak Mecidiye Müstahkem Mevkisine gitmeyi ve oradan, paltolarına ve
hücum yeleklerine sıkı sıkıya sarılmış vaziyette Kars yolu üzerinde kaçmakta
olan Ermeni kahramanlara(!) bizi aldatıp, bana ve subaylarıma verilen
topları imha etme emrini yerine getirmemize imkân tanımayıp, hemen arkamızda
iğrenç katliamlar düzenleyerek gerek şahsımı, yaşlı muharip bir subayı,
gerekse maiyetimdeki subayları aldattıkları ve rezil ettikleri için
şarapnelle iyice bir teşekkür etmeyi düşündüm.
Sadece, aralarında bu meseleyle hiç ilgisi olmayan insanların hiç suçları
yokken mağdur olabilecekleri düşüncesi beni durdurmuştu. Erzurum’da hâlen
namuslu Ruslar, diğer milliyetlere mensup insanlar, kadınlar ve çocuklar
bulunuyordu.
Vakit geçirmeksizin topçu karargâhına geri dönmek üzere yola koyulduk.
Şehirdeki sokaklar, akılları başlarından gitmiş, panik içinde kaçışan Ermeni
asker sürüleriyle doluydu. Ermeni subayları göremiyordum. Yol, baştan aşağı,
kaçarken bırakılmış eşyalarla – paltolar, askeri teçhizatlar, yiyecekler –
doluydu.
Kaçmakta olan insan ve araba selinin arasından geçmek imkânsızdı. Başka
yollardan geçmek istedik. O tarafa döndük, fakat burada bizi yoğun bir tüfek
atışı ve insan feryatları karşıladı.
Sokakta ne olup bittiğini göremiyordum. Sokağın dönemeci engel oluyordu.
Sadece dönemeçte bütün sokaktaki karların üzerinin kanla kaplı olduğu
görülüyordu. Burada bir çatışmanın devam ettiğini düşünerek geriye dönme
emri verdim. Tekrar kavşağa geldiğimizde arabamızı bıraktık ve yolun
yarısından itibaren yürüyerek gitmeye başladık.
Bu sırada, silah sesleri ve insan feryatlarının geldiği sokaktan atının
üzerinde, şehir polis müdürü olan Ermeni çıktı. Onun orada olduğunu anladım.
Sonunda tahminlerim doğrulanmıştı.
Topçu karargâhına dönünce, piyadeyle birlikte geri çekilme emrimin tüm
bataryalara iletilmesini emrettim. Ayrıca topçu subaylarının gitmesi için
nakliye araçları verilmesini de emrettim. Bir süre sonra topçu karargâhının
nakliye araçlarının tamamı, Hizmet Bölüğü Komutanının dikkatsizliği yüzünden
daha geceden kaçırıldığı anlaşıldı. Başlarında geceleyin bir subayın nöbet
tuttuğu alay nakliye araçları ise, şimdi kaçırılıyordu. Avlu kapısından
çıkan seyisler topçu karargâhına gelmeden, Kars kapı istikametine dönmüşler
ve dört nala kaçmaya başlamışlardı.
Üzerlerinde baştan aşağı fişekler takılı bir hâlde, delice bir korku
içerisinde kaçan Ermeni askerleri, bu üstü kapalı yük arabalarına tutunup
binmeye çalışıyorlardı. Bazıları koşulu atların koşumunu açıp, bunların
üzerine ikişer kişi biniyor ve panik içinde böğürerek şehirden
uzaklaşıyorlardı.
Yolda bıraktığım arabayı da zorla alıp götürmek istemişler ancak arabacı
karşı koyunca, ona ateş edip bir atı yaralamışlar, fakat yine de arabayı
alamamışlar.
Elliye yakın nakliye arabasından, ancak iki üç üstü kapalı atlı araba
tutulabilmişti. Bunlardan da birkaç subay istifade edebilmiş, araçlar
çabucak yüklenmiş ve ayrılmışlardı.
İki yük arabası ve iki fayton daha kalmıştı. Bunlardan da istifade edip
gidilebilirdi, fakat bu sırada kaçmakta olan son Ermeniler, terk ettikleri
boş sokaklarda panik hâlinde düşüncesizce, seri bir şekilde ve gelişigüzel
ateş açıyorlardı. İster istemez bu niyetimizden vazgeçmek ve evde saklanmak
zorunda kaldık. Türkler, bize ve ailelerimize, kürtlere karşı güvenlik
garantisi veriyorlardı.
Sonradan anlaşıldı ki, eğer Ermenilerin şehirdeki tüfek atışlarına aldırış
etmeyerek gitme girişiminde bulunsaydık bile, her hâlükârda bunu
başaramayacaktık. Zira, Karskapının bu sırada irtibatı kesilmişti. Kıdemli
Üsteğmen Mitrofonov bu işe kalkışmış, fakat buranın yakınlarında oturmasına
rağmen, yoldan geri dönmek zorunda kalmıştı.
Bir süre sonra Türk birliklerinin şehre girdiğini öğrendik. Sadece kürtlerle
değil, aynı zamanda düzenli birliklerle de muharebe ettiğimizi kesin kes
öğrenmiş olduk.
Cesur Ermeni piyadesinin(!) geceleyin, karanlıktan istifade ederek neredeyse
tamamının araziden kaçtığı ve can havliyle Kars yoluna düştüğü ortaya çıktı.
Kaçış, bir fırtına hâlindeydi. Fırtına bile, bu kadar kısa sürede Erzurum’u,
bizzat kendilerinin temizlediği gibi, Ermenilerden temizleyemezdi.
Savunma hatlarında ve şehirde, neredeyse hiç ölü ve yaralı Ermeninin
kalmamış olması gerçeği, her şeyden ziyade, onların nasıl dimdik savunma
yaptıklarını ve nasıl uzun süre direndiklerini çok iyi anlatmaktadır.
Erzurum’da neredeyse, sadece Rus topçu subaylarının esir alınmış olması
gerçeği ise, Ermenilerin yüksek cesaretine ve asaletine bundan daha kötü
şahitlik edemez.
Erzurum’a düzenli birliklerin girdiğini öğrenince, burada bulunduğumu
bildirmek üzere yaverimle birlikte yola koyuldum. Burada, Rusya’nın, Türkiye
ile barış imzaladığını öğrendik.
Karargâha gidip gelirken ve ayrıca takip eden günlerde pek çok Türk
sokaklarda üzerime atılıyor, ellerimi öpüyor ve her vasıtaya başvurarak
minnettarlıklarını ifade ediyorlardı.
Eğer Erzurum’da Rus subayları olmasaydı, o zaman Türk birlikleri belki de
şehirde, geldiklerinde sağ kalan bir tek Türk bulamayacaklardı hükmüne
vararak, Rus subaylarına da aynı şekilde davranıyorlardı.
Şimdi, Ermenilerin kaçmadan önce Erzurum’da neler yaptıklarını ve ne kadar
silahsız, yaşlı, kadın ve çocuk öldürdüklerini öğrenince, eski Romalı
tarihçi Petroni’nin haklarında: “Ermeniler de insandır, fakat evlerinde dört
ayakları üzerinde yürürler.” dediği; Rus şairi Lermontov’un da bir şiirinde
isabetli bir şekilde; “Sen kölesin, sen korkaksın, sen Ermenisin” diyerek
karakterize ettiği bu kişilerle gitmeme izin vermediği için Tanrı’ya
teşekkür ediyorum.
Erzurum ve Deveboynu Müstahkem Mevki Topçu Başkan Vekili ve Erzurum 2 nci
Ermeni-Rus Kale Topçu Alayı Komutanı, Harp Esiri