Dünya düzeni tarihöncesinden günümüze büyük balığın küçük balığı yutması ve güçlünün zayıftan beslenmesi üzerine kurulmuş; bu haksız düzene doğanın döngüsüne uygun ilerlediği için “denge” bile denilmiştir!
Jeopolitik aktörler ve faktörler de bu dengeye uyar; bazen en güçlüler de birbirine saldırır, bazıları kendilerini ilgilendirmeyecek kadar küçük balıkları ya da alıkları, parazitlerini temizlesin diye yanında yüzdürüp hayatta bırakır!
Cephelerin ideolojik farklılığı, bu işleyişi değiştirmiyor.
Emperyalizm, salt kapitalist güçlülerin yayılma ve hükmetme ihtirası değil. ABD ve İngiltere, elbette kapitalist emperyalizmin en arsız ve şımarık kodamanları. Daha bir yüzyıl öncesine kadar sömürgeci Avrupa ülkeleri ve emperyalist olayım derken emperyalistlerden dayak yiyen Almanya bile hâlâ emperyalist reflekslere sahip çakallar. Ama komünist SSCB de bir çeşit imparatorluk ve bal gibi emperyalist idi: Afganistan’da dişlerini kırana kadar, etki ve yetki sahasındaki Macaristan’da, Çekoslovakya’da ayrılık isyanlarını nasıl kanla bastırdığını, diğerlerine zorla hükmettiğini pekâlâ biliriz...
Kapitalizmi benimseyen Rusya’nın gölgesinden çıkmak isteyen Ukrayna’ya “güle güle kardeş” diye el sallamadığını yaşayarak görüyoruz.
Keza küreselleşmeden en kazançlı çıkan büyük güç, Çin Halk Cumhuriyeti de günümüzde emperyalist emellerini gerçekleştirmek yolunda emin adımlarla ilerliyor.
Gönlümüz o ya da bu güçten yana olabilir. Ama vicdan, inanç ya da duygularımız; güçlünün ideolojisi ne olursa olsun idealinin daima emperyalist olacağı gerçeğini değiştirmez.
***
Emperyalizmin ağababası ABD’yi yenen ve hâlâ
teslim olmayan Küba, elbette başımızın tacıdır.
ABD’nin dolaylı sömürgesi saydığı Güney Amerika’da hiçbir ülke Küba’nın
başarısını gösteremedi, boyunduruğundan kurtulamadı.
Şili’de Allende’nin nasıl devrildiğini ve öldürüldüğünü
bilen bizler, dünyanın en büyük petrol rezervine sahip Venezüella,
Amerikan petrol şirketlerini kapı dışarı edip rezervlerini
kamulaştırınca umutlandık, Hugo Chavez’i bağrımıza
bastık. Ama Chavez’i zaten Venezüella halkı da bağrına bastığı için kafa
tutabiliyordu ABD’ye.
Nicolas Maduro için aynı şeyi söylemek mümkün değil.
Liseyi bile bitirmemiş bir otobüs şoförü için gerçekten şaşırtıcı
kariyer yapan Maduro; ABD’nin ezmek için elinden geleni ardına
koymayacağı çok belli bir mücadele sürecini doğru yönetemediği gibi
Chavez’in ülkeye kazandırdığı tüm artıları ve hatta bağımsızlığı çarçur
etti. ABD’den kopardığı kayışını, Rusya’nın, Çin’in eline verdi.
Kamulaştırılan petrol kuyularının yüzde 60’ını Çinlilere sattı. Ama yeni
efendileri, Venezüella’yı besleyemediler.
Gelirinin yüzde 96’sını petrolden sağlayan Venezüella, Amerikan
manevralarının sonucu varil fiyatlarının düşüşüyle ezildi. Kişi başına
GSMH, beş yılda yüzde 45 eridi. Ülke ekonomisi yüzde 15 küçüldü ve
enflasyon yüzde 13 bin 800’e ulaştı.
Bugün Venezüella’da asgari ücret, bir kutu süt tozu almaya yetiyor.
Elektrik kesiliyor, ilaç yok, her şey eksik. 3 milyon kişi ülkeden göç
etti. Kalanlar aç, yiyecek bulamıyor ve üç üniversitenin ortak
araştırmasına göre, Venezüellalılar 2016’da 6 kg, 2018’de ise ortalama
11 kg zayıflamışlar...
***
Parlamenter çoğunluğu zaten 2015 yılında kaybeden
Maduro, 2017’de oy karşılığı para dağıttığı sabit, hileli seçimlerle
yeniden başkan oldu. Muhaliflere inanılmaz baskı ve şiddet uyguladı.
Maduro’nun yerine kendisini geçici başkan ilan eden Juan Guaido,
muhalefet lideri ve meclis başkanı. Venezüella’da parlamenter bir isyan
yaşanıyor. Meclis çoğunluğu başkaldırdı.
Emperyalist ABD ve müttefiklerinin Guaido’nun meşruiyetini hemen
tanıması, hatta ABD’nin olası bir askeri müdahalesini onaylamak elbette
mümkün değil. Aç ve perişan Venezüella halkı, sorumlu ya da kurban
Maduro’ya belki bir süre daha sahip çıkar, ama ne zamana kadar?
Kapitalist emperyalizm, son yirmi beş yılda Irak’a, Libya’ya, Suriye’ye
“diktatörlük” suçlaması ve “demokrasi” vaadiyle
saldırıp mahvetti. Venezüella’da “hileli seçimler” ilk kez bir
hükümeti gayri meşru ilan gerekçesi olarak kullanılıyor ve belki de
işgaline yol açacak.
Küresel ekonomi, enerji hammaddelerinde mülkiyet hakkını adeta ortadan
kaldırdı, kimseye “benim petrolüm, benim gazım, istediğimi
yaparım” dedirtmiyor.
Türkiye’nin çok dikkat etmesinde yarar var: Herkesin herkesten her şeyi
alıp sattığı yeni dünya düzeninde, herkes herkesin hükümetini de düşürüp
kaldırmaya cüret edebiliyor. Ekonomik anlamda dışa bağımlı bir ülke,
siyasal anlamda da bağımlı oluyor. Dış müdahaleler, küreselleşmenin yan
vuruşları.
Suriye’de Esad’ı devirmeye çalışıp, Venezüella’da
Maduro’ya arka çıkan AKP iktidarı; her alanda dışa bağımlı kıldığı
Türkiye’yi demokrasi yoksunluğuyla zayıflatarak, küreselleşmenin bu yan
vuruşlarına açık hale getiriyor.