Demokrasinin Son Çırpınışları
Ruhat Mengi
Türkiye “tüm geleceğini, tüm demokratik sistemini değiştirecek kadar önemli”
bir süreçten geçiyor.
Aslında “demokratik sisteme veda” sürecinin en kalıcı adımları; referanduma
sunularak muhalefet partilerinin devre dışı bırakıldığı bir kurnazlıkla
kotarılan “yüksek mahkemeleri tek başına iktidar partisine seçtirecek”
anayasa değişikliği ile yapılmıştı. (Hani nerede tüm itirazlara rağmen o
pakete sıkıştırılan aldatıcı demokratik haklar, 12 Eylül darbesi, 27 Nisan
muhtırası ile hesaplaşma, vs? Ne kazanıldı acaba?)
Şu anda referandumun verdiği imkanla yüksek yargıyı tümüyle bitirecek
adımlara karşı son çırpınışları duymaktayız.
Yargıtay Başkanı, Ana Muhalefet Partisi, bilim adamları, basının
‘tarafsızlığını zor şartlar altında korumaya çalışan’ kalemleri hala son bir
ümitle bu adımları önlemeye çalışıyor.
CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Anayasa Hukuku Profesörü Süheyl Batum
“Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay”a yapılmak istenenleri dün bir kez
daha açıklamış.
“Anayasa Mahkemesi’ne (Meclis çoğunluğunun yani iktidarın çıkaracağı
yasalardaki hatalarla ilgili) gelen iptal başvuruları TBMM’nin yanı sıra
Başbakanlığa da sorulacağını, Anayasa Mahkemesi’nin Yargıtay ve Danıştay
üzerinde bir denetim mekanizmasına dönüşeceğini, Anayasa Mahkemesi hakkında
getirilen bu tasarının açıkça Anayasa’ya aykırı olduğunu” söylemiş. Artık
referandumdan sonra Anayasa Mahkemesi ve HSYK’ya iktidar partisinin tek
başına seçtiği yeni üyelerle zaten bu mahkemelerin denetimi ortadan kalkmış
durumda..
HİTLER’DEN SONRA ÇIKTILAR
Kısacası yakında Yargıtay ve Danıştay’da iktidarın emrine girecek. CHP Grup
Başkanvekili Akif Hamzaçebi’nin de CHP’li Komisyon üyeleriyle yaptığı
açıklamada değindiği gibi; yüksek mahkeme denetimi olmadığı için Hitler’in
hatalarının durdurulamadığı, Anayasa mahkemelerinin bu nedenle ortaya
çıktığı hatırlanacak olursa Türkiye’de atılan adımların ciddiyeti daha iyi
anlaşılır.
Nitekim bundan sonra Anayasa’nın “üniter yapının korunması, dil, vatandaşlık
tanımı” gibi ilkelerin yer aldığı “değiştirilemez maddeleri” de
değiştirilmek istense hiçbir denetim mekanizmasına takılmadan her istenen
yapılabilecektir. Halk da bunu istiyor mu?
HALK SANDIKTA DİRENEBİLİR
Akif Hamzaçebi ayrıca “Yüksek mahkemelerle ilgili tasarının tehlikelerinden”
söz ederken halka “dikkatli olmalarını, yüksek yargıyı kaybetmemek için
direnmelerini” önermiş.
Aslında bu endişeler doğrudur ama halk ne yazık ki “direnmesi gereken tek
yer” olan sandıkta görevini yapacak kadar olayları anlayamıyor.
Aynen “ülkeyi tehlikelere sürükleyen” referandum sonucunda görüldüğü gibi,
seçim öncesinde verilecek vaadler, ekonomi ile göz boyamalar, din-inanç
konusunda yapılacak provokasyonlar ve ‘dini sahiplenme’lerle, seçim
rüşvetleriyle aldanabiliyor. Ona “bu seçimin ülkesinin bütünlüğünü,
özgürlüğünü ve diğer haklarını koruması için kalan son şansı olduğu” nasıl
anlatılacak? Gazete ve TV’lerin çoğu sadece iktidarın duymak istediklerini
söyleyecek hale getirilmişken, tüm devlet, belediye imkanları iktidara
çalışırken nasıl?
Onun için, “farklı görüşlerin ve diğer partilerin fırsat eşitliğinin tümüyle
ortadan kalktığı” bu ortamda artık seçim veya referandum sonuçlarını “eşit
şartlar varmış gibi” sunmak budalalıktan başka bir şey değildir. Ve bu
durumda ülkenin aydın insanları ne kadar çırpınsa gidişi durdurmak çok
zorlaşmıştır.
Biz haftalarca uyardığımızda dinlemeyenler “Yetmez ama Evet”le nerelere
varılıyormuş şimdi anladılar mı acaba?
Milletin tartışmasından kaçmak!
Başbakan Erdoğan, CHP’de farklı görüşler açıklayan milletvekilleri için
“CHP’de kimin eli kimin cebinde belli değil” gibi garip bir söz söylemiş.
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu da “Onların eli hep birilerinin cebinde.
Vatandaşın cebinde. Bizde herkes düşüncesini özgürce söylüyor” cevabını
vermiş. Onlar çekişiyorlar ama AKP’de konuşabilen iki üç isim (Cumhurbaşkanı
da içinde) arasında da bu cep meselesi mevcut.
NESİ DOĞRU?
Bakın Erdoğan’ın istediği “başkanlık sistemi” için Cumhurbaşkanı ve Meclis
Başkanı “doğru bulmadıklarını” söylerken Başbakan Yardımcısı Arınç
“Başbakan’la aynı görüşte olduğunu” bildirmiş. Hukukçu Arınç’a “nesini doğru
buluyorsunuz” diye sormak lazım. Başbakan “ABD’deki ve diğer ülkelerdeki
uygulamaları” örnek gösteriyor.
Oysa ABD’de eyalet sistemi olduğu, valilerin de birer başkan gibi bağımsız
davranabildiği, bunun ortaya çıkabilecek diktatörce baskıları önlediği,
ayrıca “çok güçlü bir bağımsız yargı”sının olduğu defalarca yazıldı.ABD
dışında tüm ülkelerde diktatörlükle sonuçlandığı da.. Aynı şekilde yarı
başkanlık sistemi tüm yetkiyi cumhurbaşkanı ile başbakan arasında
paylaştıracağı için, “yargının da iktidarın elinde olduğu” bir ülke için son
derece sakıncalı.(Bakınız Anayasa Hukukçusu Ekrem Ali Akartürk’ün
kitapları.. En net açıklamalarla.)
DEMOKRATLIĞA TERS Mİ?
Ama bunu ancak ‘iyi hukukçular, iyi siyaset bilimciler ve konuyu özel olarak
araştıranlar’ anlayabilir. Bu durumda Başbakan Erdoğan’ın (aynen
referandumda “neye oy verdiğini bilmeyen milyonlara en teknik anayasa
konularını oylatma” yanlışı gibi)şimdi de “halkım başkanlık sistemini
bilmeli” demesinin anlamı var mı?
Ama sonunda bu da olur. Cumhurbaşkanı olmak isteyen Erdoğan, kendi
yetkilerini mutlaka başbakan yetkilerinin üstüne çıkarır.
Ben Başbakan’ın “Milletin tartışmasından kaçmak, çekinmek demokratlığa ters”
sözüne de takıldım. Mesele böyleyse, TRT başta olmak üzere iktidara yakın
medyaya sınırsız özgürlük varken, en taraflı sohbetler tam gaz sürerken
milletin medyasında sorgulayan, tartışan gazetecilerin yazıları veya
programları neden devam edemiyor? Eylemle söylem arasında ciddi sorun var
değil mi?