Bir Abd Projesi Olarak Akp'nin Açmazları
Merdan
Yanardağ
Son dönemde (özellikle 2006'nın ikinci yansından itibaren), gerek AKP
hükümetinde gerekse bu hükümete destek veren İslami kesimler ve iktidara
yakın iş çevrelerinde alttan alta gelişen bir tedirginlik gözleniyor.
Çünkü AKP, seçimlerden sonra geleneksel iktidar bloku ile oluşan "zoraki
uzlaşma" sınırlarını zorluyor, zorladıkça siyasal gerilim de artıyor.
Uzlaşma, aynı zamanda bir sınırlanma ve sınırlama da demek. Bu olguyu
göremeyen AKP, kendi iktidar alanını genişletme stratejisini sürdürmekte
ısrar ediyor.
Her aşamada rejimi zorlayan AKP, muhtaç olduğu gücü ise seçmen desteğinden
çok, dışarıda, Avrupa Birliği (AB) ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD)'nde
aradığı için, bu desteğin geri çekilmeye başladığını hissettiği günlerde,
giderek daha saldırgan bir tutum sergiliyor. Bu durum tam bir açmaz
yarattığı gibi, gerilimi daha da arttırarak bir çatışma ortamının
gelişmesine yol açıyor.
AKP, başlangıçta ileriye doğru yaptığı her hamlede, önce yayılma sınırlarını
görmek istiyor, tepkileri ölçüyor ve direnişin şiddetine göre ya geri
çekiliyor ya da elde ettiği mevziyi tahkim ediyordu. Bütün "değişim"
edebiyatına ve bu doğrultuda atılan kimi göstermelik adımlara karşın AKP'ye
duyulan güvensizliğin temelinde de bu politika yatıyor. Bir "gizli gündem"
bulunduğu kuşkusu, çekirdek devletten bütün topluma doğru yayılıyor.
Dolayısıyla AKP hükümetinin, bir politik taktik olarak benimsediği "iki adım
ileri bir adım geri" atmak şeklindeki mehter yürüyüşünü artık daha fazla
sürdüremeyeceği görülüyor.
Bu durumda AKP, köklü bir tutum değişikliğine yönelmezse egemen blok içi
ilişkilerin bir kırılma noktasına doğru ilerlemesi de kaçınılmaz olacak.
Çünkü AKP, diğer sorunlar bir kenara bırakılsa bile, ABD ve AB'nin desteğini
sürdürebilmek için en az iki sorunu Batı'yı tatmin edecek şekilde çözmek
zorunda. Bunlardan birincisi Kıbrıs, diğeri de başta Kuzey Irak'taki federe
devlet olmak üzere Kürt sorunudur. Bunlara bir üçüncüsü, ABD ile ilişkiler
bağlamında Iran konusu da eklenebilir.
Bu üç sorundan herhangi birinin genel olarak Batı'yı özel olarak da ABD'yi
tatmin edecek şekilde AKP tarafından çözülmesi ise imkânsız görünüyor.
AKP'nin bu sorunların çözümüne yönelik bir projesi ve siyaseti olmadığı
gibi, bu yönde yapacağı her politik hamlenin, Türkiye'nin tepesinde giderek
büyüyen çatlağın tam bir kırılma ve/veya yarılmaya dönüşmesine yol
açabileceğini de görmek gerekiyor.
2.1. TÜRKİYE'NİN 2007 DÖNEMECİ
Yasal prosedüre göre 2007'de hem cumhurbaşkanlığı seçimi yapılacak hem de
genel seçimlere gidilecek. Zamanında seçim isteyen AKP, böylece mevcut
Meclis aritmetiği değişmeden yeni cumhurbaşkanını kendisi belirlemek,
mümkünse bir partiliyi Çankaya'ya taşımak istiyor. AKP'nin, iktidarı
bütünüyle fethetme ve sistemi dönüştürme siyaseti bunu zorunlu kılıyor. İşte
bu ideolojik/siyasal zorunluluk, siyasal ve toplumsal realiteyle çeliştiği
gibi çatışıyor da.
Diğer taraftan 2007, aynı zamanda kısa vadeli dış borç ödemelerinin de
yapılacağı bir yıl olacak. Daha da önemlisi, cari açığın işaret ettiği
yıkıcı bir ekonomik krizin çıkma olasılığının yükseleceği bir döneme
girilecek. O nedenle AKP hükümeti olası bir ekonomik krizi bütün
olanaklarıyla 2008'e ertelemeye çalışıyor. Bu erteleme girişimi başarıyla
sonuçlandırılabilir mi? Eğer süreç başarıyla yönetilebilirse, evet!
Ekonomi yönetimini bir borç yönetimi olarak algılayan mevcut hükümet,
kaçınılmaz olarak borçlanma yeteneğini sürdürmek için yeni kaynaklar
arayacak. Öyle anlaşılıyor ki, hükümet bu konuda yaşanacak bir tıkanmayı
önlemek için 11 Eylül 2001'den sonra Batı'dan kaçan Arap sermayesine
yaslanmayı deneyecek. Nitekim bu operasyonun belli bir başarıyla yürütüldüğü
gözleniyor.
Bu aşamada çok önemli başka bir olguya daha işaret etmek
2zo9runluluğu var; 2007'de içine girilen yeni dönemde (2008'i de kapsayacak
bir genişlikte ele alındığında), gelir dağılımındaki derin uçurumun yol
açtığı öfke birikimi, hükümetten beklentileri aşarak bir patlamaya dönüşme
potansiyelini içinde taşıyor. Bu patlamanın önlenmesi (daha doğru bir
ifadeyle geciktirilmesi) sıcak para ekonomisine dayalı "saadet zinciri"
düzeninin kırılmasını önlemekten geçiyor. Bunu gerçekleştirmek ise son
derece zor görünüyor.
Bütün bu gelişmeleri tam olarak kavramadığı düşünülse bile, sezdiği kesin
olan AKP yönetiminin, kendisini iktidara taşıyan rüzgâr henüz yön
değiştirmeden, beş yılllık yeni bir hükümet dönemini garantilemek isteyeceği
açıktır. Bu nedenle AKP'nin, yıkıcı etkilerinden kaçınmak amacıyla bir
ekonomik kriz olasılığını
ki bu bir "olasılık" olsa bile
2008 ve sonrasına ertelemeye çalıştığını görmek gerekiyor.
Hesap basit; bir kez daha iktidara gelindiği taktirde, beş yıllık
hükümet pratiğinin sağladığı tecrübe, başlangıçtaki tepkilerin yumuşaması ve
ikinci kez seçilmenin sağladığı inisiyatif ile muhalefet güçlerinin direniş
eğilimlerinin kırılacağı düşünülüyor. Dolayısıyla böyle bir politik iklimde,
hem çekirdek tabanın ertelenen ideolojik beklentileri karşılanabilir hem de
başta ABD olmak üzere Batı'nın desteği yeniden sağlanabilir diye bakılıyor.
Sonuç olarak, politik belirsizlik ortamı, iktidara karşı duyulan kuşku ve
tedirginliğin beslediği gerilim, sadece devlet içinde kuvvetler çatışmasına
yol açmıyor, toplumu da içine alarak genişliyor.
Tam bu dönemde; Batı karşısında duyulan eziklik, bölünme korkusu ve
Güneydoğu'da tırmanan çatışmaların etkisiyle yeniden yükselişe geçen
milliyetçi dalga da, bir yandan iktidarı ve toplumu kuşatırken, diğer yandan
bu olgunun bizatihi kendisi başlı başına bir gerilim kaynağı olma özelliği
taşıyor.
2.2. TÜRKİYE'NİN NEOCON'LARI; MUHAFAZAKÂR DEMOKRATLAR
Yukarıda giriş niteliğinde ve uzun sayılabilecek güncel de
ğerlendirmenin ardından, AKP'nin tarihsel, ideolojik ve felsefî
değerlendirmesine devam edebiliriz.
AKP, sadece gizli politik bağlantılar, pazarlıklar, çıkar hesapları ve
örtülü gelecek projesini yaşama geçirecek uluslararası bağlantılar kurma
hesaplarıyla değil, aynı zamanda ideolojik ve felsefi olarak da amerikancı
bir karaktere sahiptir.
Şimdi bu tezi açmaya ve temellendirmeye çalışalım... Son yıllarda sık
sık karşımıza çıkan bir kavram var; muhafazakâr demokrasi... Bir kavram ve
politik yaklaşım olarak içi yeterince doldurulamamış olmasına karşın,
özellikle 3 Kasım 2002 seçimlerinden bu yana sağ ve İslami çevrelerde yaygın
şekilde tartışılan bir konu olduğu da açık. Bu kavramın ima ettiği ideolojik
politik pozisyon, esas olarak, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın siyasi
danışmanı Dr. Yalçın Akdoğan'a hazırlatılan 'Muhafazakâr Demokrasi' (AKP
Yayınları, Ankara, 2003) isimli kitapla ortaya konuldu ve ancak o zaman
akademik ve siyasal düzeyde tartışılabilecek bir muhteva kazandı. Kitabın
sunuşunda belirtildiğine göre, bu çalışmaya, Başbakan Erdoğan'ın siyasi
danışmanı ve AKP milletvekili Ömer Çelik ve gazeteci Taha Akyol gibi
isimlerin de katkı sağlaması ayrıca dikkat çekici.
Başbakan Erdoğan'ın da "önsöz" yazdığı bu kitabın yayınlanma amacını, AKP'yi
bir çizgi olarak Milli Görüş geleneğinden ayırmak diye özetleyebiliriz.
Dolayısıyla, AKP'nin bu kitap ile kendisine teorik bir temel ve ideolojik
bir arka plan hazırlamak gibi iddialı bir çaba içine girdiği de
söylenebilir. Çünkü AKP, sadece bu kitabı yayınlamakla kalmadı ve 2003
sonunda düzenlediği "Uluslararası Muhafazakârlık ve Demokrasi Sempozyumu"
ile Batılı bazı sağcı ve muhafazakâr akademisyenlerin de katkısını alarak bu
yöndeki çalışmalarını sürdürdü.
Bu kitap ile kendisini "muhafazakâr demokrat" bir parti olarak değerlendiren
AKP, bu kavramsallaştırmayı teorik ve tarihsel bir temele oturtmaya
çalışıyor. Gelgelelim, tarihsel referanslarıyla birlikte ele alındığında,
AKP'nin geleneksel muhafazakârlıktan önemli farklılıklar taşıdığı da ortaya
çıkıyor. Duyulan bu sıkıntı nedeniyle olsa gerek, AKP liderliği sadece
"muhafazakâr" değil, aynı zamanda "demokrat" bir hareket/parti olduklarını
özellikle vurgulama ihtiyacı duyuyor. Bu yanıyla, salt geleneksel İslamcı
çizgiden değil, aynı zamanda "milliyetçi muhafazakâr" söylemden de
kendilerini ayırmaya çalışıyorlar.
Batı'dan farklı olarak Türkiye'de Soğuk Savaş döneminin, 28 Şubat
1997 sonrasında bir ölçüde (Türk usulü) bitirildiği söylenebilir. Bu tarih
aynı zamanda, sola ve komünizme karşı mücadelede, sistem tarafından İslam'a
biçilen rolün de sonu demekti. İslamcı harekette doğan amaç boşluğu ve
yaşanan ayrışma nedeniyle, bu hareketin "ılımlısı" ve "radikaliyle"
kendisini yeniden tanımlaması kaçınılmazdı. Bu bakımdan, AKP Genel Başkanı
Erdoğan'ın, "İyi ki 28 Şubat'ı yaşamışız, iyi ki Fazilet Partisi'nden
ayrıldık" demesi önemlidir. Başlangıçtaki muğlak politikalar ve kendilerini
tanımlamakta çektikleri zorluklar, AKP liderliğindeki yeni kimlik arayışının
dı
şavurumundan başka bir şey değildi.
2.3. NEO
CON HAREKET VE AKP
Muhafazakâr demokratlık; gerek sözkonusu kitap gerekse AKP sözcüleri
tarafından, din
siyaset ilişkisinin yeniden tanımlanması zemininde ele alınıyor. Din
siyaset ilişkisi, din merkezli temel hak ve özgürlüklerin korunması
bağlamında değerlendiriliyor. Dini ifade ve örgütlenme özgürlüğünün
savunulması siyasal öncelikler arasında yer alıyor. Bu anlayış, esas olarak
aydınlanma ve modernitenin kazanımlarına, insan aklının özgürleşmesi ve
bilimin yol göstericiliğine karşı olmak gibi, esasa ilişkin konularda
geleneksel muhafazakâr tavrın tarihsel ve kategorik olarak daha "gerici"
temellerde yeniden üretilmesinden başka bir anlama gelmiyor.
Çünkü, muhafazakâr demokratların (AKP'nin) demokrasi
ve hukuk devleti anlayışları, şer
i hükümlerin ağır bastığı bir anayasal düzenden başka bir şey değil. Bu
model, ABD'nin "Büyük Ortadoğu'yu düzenlemek ve Washington'un küresel
egemenliği dünyanın kalbi olan bu bölgeden (Ortadoğu
Mer kezi Avrasya) rıza/onay üretmek amacıyla geliştirdiği "Ilımlı İslam"
projesiyle hemen hemen aynı şeydir. İşte bu zemin, bi zim "muhafazakâr
demokratlar" ile Amerikan yeni muhafaza
kârlığının (neo
conservative hareket) buluşma zeminidir.
AKP yöneticileri; bireysel referanslarının İslam olduğunu, ancak siyasi
referanslarının demokrasi olduğunu vurguluyorlar. Dini, "Kemalist gelenek
gibi mabetlere ve vicdanlara hapsetmeyi" değil, güya siyasal alandan çekerek
bireysel ve toplumsal alanda yeniden kurmayı hedefliyorlar. Bu anlayışa göre
din, siyasal bir olgu değil, toplumsal bir olgudur.
Ancak, yine onlara göre din toplumu yönetmeye yetmez. Çünkü, ekonomik bir
programı ve öngörüsü yoktur. Dolayısıyla Müslüman toplumlar liberal ekonomi
esaslarına göre de yönetilebilir. Böylece, muhafazakâr demokrat AKP yeni
liberalizmin de kapısından içeri girmiş olur. Bu kapı, Amerikan neo
con hareketin geçtiği kapıyla büyük ölçüde aynıdır. Fark sadece kapının
boyutlarındadır; birisi daha küçük, diğeri ise daha büyüktür.
Kitapla devam edelim... Muhafazakâr ve İslami düşünceye göre, insan doğası
itibariyle gerek bedensel gerekse zihinsel ve duygusal anlamda kusurlu bir
varlıktır. İnsan zihni, içinde bulunduğu dünyayı, özellikle de onun "beşeri
yönünü" hakkıyla kavramaktan acizdir. Beşeri bilgiye laboratuar ortamında
ulaşılamaz. Bu anlayış, klasik muhafazakârlardan yeni muhafazakârlara kadar
uzanan bir "felsefi" alanın ortak eksenini oluşturur. Amerikan yeni
muhafazakârlığının fikir babalarından siyaset felsefecisi Leo Strauss (ölümü
1975), bu anlayışı kuramının temeline oturtur.
Bu çizgiye göre, toplumu yönetme elit tabakanın görevidir. Siyaseti ancak
iyi yetişmiş bu elit grup yapmalıdır. Sıradan insanları bu işin, yani
siyasetin içine sokmanın bir anlamı yoktur, zarar verir ve işleri
zorlaştırırlar. Tarihsel ve felsefi referansı Platon'a kadar uzanan bu
modern faşizan yaklaşım tipik bir Leo Straussçuluktur.
Benzer gerekçelerle sınırlı siyasetten yana olan Dr. Akdoğan, AKP'nin toplum
siyaset ilişkilerine bakışını anlatırken bunun nedenlerini de sıralıyor.
Ancak, çelişkilerle dolu Muhafazakâr Demokrasi kitabında, bir yandan AKP'nin
"sınırlı siyasetten" yana olduğu belirtilirken diğer yandan da "toplum
mühendisliğine" karşı olduğu vurgulanıyor. Oysa, "toplum mühendisliği"
kısaca siyasetin kendisi olarak tanımlanabilir. Buna karşı olmak gerçekte
siyasete karşı olmaktır. Programı olan bir siyasal partinin, derneğin,
sendikanın bulunduğu her yerde 'toplum mühendisliği' de var demektir.
AKP'nin "muhafazakâr demokrasi" kavramıyla ifade ettiği ideolojik
politik çizgisi, Avrupalı muhafazakâr partilerden çok, ABD'deki yeni
muhafazakâr hareketle paralellik taşımaktadır. Bu değerlendirmeyi biraz daha
derinleştirirsek şunları söylebiliriz; AKP çizgisi, ağırlık merkezini neo
con anlayışın oluşturduğu, Avrupa muhafazakârlığı ile ABD yeni
muhafazakârlığının eklektik bir ifadesidir. AKP'nin kurduğu ilişkiler,
izlediği iktisadi ve toplumsal siyaset ve küresel çatışmalarda
ki konumlanışı (dış politikası) bize bu konuda yeterince kanıt sunmaktadır.
Hatta bu kanıtlardan bazıları, yukarıda da belirtildiği
gibi, AKP'nin doğrudan bir Amerikan projesi olduğuna da işaret etmektedir.