Atatürk'ün Kastamonu Nutku
(30 Ağustos 1925)
Efendiler!
Meşhudatımın en kıymetli kısmı bu güzel mıntıkanın samimi halkının çok
münevver ve çok geniş ve yüksek bir zihniyet sahibi olmalarıdır. İtiraf
etmeliyim ki bu seyahatimden evvelki malümatım, meşhudatımın hasıl ettiği
kanaatlerden çok başka idi. Muhterem mebuslarınız Ali Rıza Bey, Mehmet Fuat
Bey gibi zevat bulunmasaydılar, sizi mümkün olduğu kadar olduğunuzun aksine
tanımak için çalışanlar ezhanı teşvişte kim bilir ne kadar ileri gitmeğe
muvaffak olacaklardı. Asarı fi’liyesini memnuniyetle görmekte olduğum ali
telakkiyatınız bittabi bir anda, bir günde tekevvün edemezdi. Böyle bir
iddia serdetmek aynı cehalet olur. Şüphe yok, bu havalinin muhterem halkı
esasen medeni tekamülün silsilei tabiyesi üzerinde ilerlemekte idi. Ve
ilerlemektedir. Bu gün ben o tekamülün tabii tecelliyatının mesud bir şahidi
bulunuyorum. Bu hakikatın aksini ifade ve izah ederek teceddüt hatvelerimizi
felce uğratmaya yeltenen sebükmağza, hükümlerini verirken kendi yarım
yamalak ilimlerine, çürük mantıklarına, nakafi akıllarına istinat etmiş
olduklarına sanip oluyorum. Bu zavallı hodbinler böyle yapacaklarına halkın
hissi selimine müracaat etselerdi, ondan feyiz ilham alsalardı, kendilerine
bu gün şayanı hande hacil bir vaziyette bırakan bu kadar müstekreh hatalara
düşmezlerdi. Fakat hissi selimin; akıl, mantık ve marifetin fevkinden haizi
ehemmiyet olduğunu takdir etmek yalancı alimlerin işine gelmez.
Arkadaşlar,
Milletimizin sağlam bir şuura malik olduğuna, kahramanı olduğu büyük ve
fi’li asar ve hadisattan sonra kimsenin şüphe etmeğe hakkı kalmamıştır. Şuur
daima ileri ve yeniliğe götürür. Ricat kabul etmez bir haslet olduğuna göre,
Türkiye Cumhuriyeti halkı ileriye ve teceddüde uzun hatvelerle yürümeye
devam edcektir. Şuura illet tari olmadıkça geriye gitmek veya tevakkuf
varidi hatır dahi olamaz. Asırlarden beri masruf menfi cehdü gayretler zaman
zaman milleti uykuya daldırmış olmakla beraber milletin şuurunu felce
uğratmağa asla muvaffak olamamıştır. Bu hakikat milletin bugün gösterdiği
asarı şuur ile kendiliğinden sabittir. Eğer şuurda maluliyet olsaydı onu
bugünkü ciadetinde ihya etmek desti kudretten bile muntazam değildir.
Efendiler,
Milletin temayülü hakikisi hilafında zehaplarda bulunanlara iltifat etmedik.
Bununla bir hassa bugün çok müfterihim. Bundaki sırrı isabeti izah
için derhal arzetmeliyim ki : bizim ilham menbaımız doğrudan doğruya bütün
Türk Milletinin vicdanı olmuştur. Ve daima olacaktır. Bütün harareti, feyzi,
kuvveti, vicdanı milliden aldıkça bu teşebbüsatımızda milletin hissi
selimini rehber ittiaz ettikçe, şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonrada
milleti doğru hedeflere isal edeceğimize imanımız kavidir.
Hakiki inkilapçılar onlardır ki, terakki ve teceddüt inkilabına sevk etmek
istedikleri insanların ruh ve vicdanlarındaki temayülü hakikiye nüfuz
etmesini bilirler. Bu münasebetle şunu da beyan edeyimki, Türk Milletinin
son senelerde gösterdiği harikaların, yaptığı siyasi ve ictimai inkilapların
sahibi hakikisi bizzat kendisidir. Sizisiniz. Milletimizde bu istida-ı
tekamül mevcut olmasaydı, bunu yaratmağa hiçbir kuvvet ve kudret kifayet
edemezdi. Herhangi bir vaz’ı tekamülde bulunan bir kitlei beşeri, bulunduğu
vaziyetten kaldırıp damdan düşer gibi filan mertebei tekamüle isal etmek
ademi imkanı tabiisi muhtacı izah değildir.
… Efendiler ! yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkilapların gayesi, Türkiye
Cumhuriyeti Halkını tamamen asri ve bütün mana ve eşkali ile medeni bir
heyeti ictimaiye haline irsal etmektir. İnkilaplarımızın umdei asliyesi
budur… bu hakikatı kabul edemeyen zihniyetleri tarumar etmek zaruridir.
Şimdiye kadar bu milletin dimağını paslandıran, uyuşturan bu zihniyette
bulunanlar olmuştur. Herhalde zihinlerde mevcut hurafeler kamilen
tardolunacaktır. Onlar çıkarılmadıkça dimağa hakikat nurlarını infaz etmek
imkansızdır. Türbelerden, yalancı evliyalardan, ölülerden istimdat etmek
medeni bir heyeti ictimaiye için şindir.
… Mevcut tarikatların gayesi, kendilerine tabi olan kimseleri dünyevi ve
manevi hayatta mazharı saadet kılmaktan başka ne olabilir? Bugün ilmin,
fennin bütün şümuliyle medeniyetin muvahcehci şulebasında filen ve falan
şeyhin irşadiyle saadeti maddiye ve maneviye arayacak kadar iptidai
insanların Türkiye camiai medeniyesinde mevcudiyetini asla kabul etmiyorum.
Efendiler ve ey millet iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler,
dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru ve en hakiki
tarikat, tarikatı medeniyedir. Medeniyetin emir ve talep ettiğini yapmak
insan olmak için kafidir. Rüesayı tarikat bu dediğim hakikatı bütün
vüzuhiyle idrak edecek ve kendiliklerinden derhal tekkelerini kapayacak,
müritlerinin artık vasılı rüşt olduklarını elbette kabul edeceklerdir.
Arkadaşlar; huzurunuzda muvacehei millete beyanı teşekkür ederken
hissettiğim ve gördüğüm hususatı olduğu gibi söylemeyi tarih ve vicdan
karşısında vazife bilirim.
Hükümeti Cumhuriyetimizin bir Diyanet İşleri Riyaseti Makamı vardır. Bu
makam merbut müftü, hatip, imam gibi muvazzaf bir çok memurlar
bulunmaktadır. Bu vazifedar zevatın ilimleri, faziletleri derecesi malumdur.
Ancak bu yolda vazifedar olmayan bir çok insanlar da görüyorum ki, aynı
kıyafet iktisasında berdevamdırlar. Bu gibiler içinde çok cahil hatta ümmi
olanlarına tesadüf ettim. Bilhassa bu gibi cühela, bazı yerlerde halkın
mümessilleriymiş gibi onların önüne düşüyorlar. Halkla doğrudan doğruya
temasa adeta bir mani teşkil etmek sevdasında bulunuyorlar. Bu gibilere
sormak istiyorum. Bu sıfat ve selahiyeti kimden, nereden almışlardır. Malum
olduğuna göre milletin mümessilleri intihap ettikleri mebuslar ve onlardan
teşekkül eden Türkiye Büyük Millet Meclisi, Meclisin itimadına mahzar
Hükümeti Cumhuriyettir. Bir de mahalli müntehap belediye reisler ve
heyetleri vardır. Millete hatırlatmak isterim ki, bu laubaliliğe müsaade
etmek asla caiz değildir. Her halde sahibi salahiyet olmayan bu gibi
kimselerin muvazzaf olan zevat ile aynı kisveyi taşımalarındaki mahzuru
hükümetin nazarı dikkatine vazedeceğim.
…İnebolu’da ve bazı yerlerde söyledim. Bugünün meselesi gibi mütalaa
edileceğinden burada da bahsetmek istiyorum. Her milletin olduğu gibi
bizimde bir milli kıyafetimiz varmış fakat gayri kabili inkardır ki
taşıdığımız kıyafet o değildir. Hatta milli kıyafetimizin ne olduğunu
bilenler içimizde azdır bile. Mesela karşımda kalabalığın içinde bir zat
görüyorum. Başında fes, fesin üstünde yeşil bir sarık, sırtında bir mintan,
onun üstünde benim sırtımdaki gibi bir caket, daha alt tarafını göremiyorum.
Şimdi bu kıyafet nedir? Medeni bir insan alelacaip kıyafete girip dünyayı
kendine güldürür mü?
…Devlet memurları da, bütün millet de kıyafetlerini tashih edecektir. Fen,
sıhhat noktainazarından ameli olmak itibariyle, her noktainazarından tecrübe
edilmiş medeni kıyafet iktisa edecektir. Bunda tereddüte mahal yoktur.
Asırlarca devam eden gafletin acı derslerini tekrarlamağa takat yoktur. Adam
olduğumuzu, medeni insan olduğumuzu isbat ve izhar için icap edeni yapmakta
taannüt adamlıkla kabili telif değildir.
Arkadaşlar, Türk milleti çok büyük vakalarla isbat etti ki, müceddit ve
inkilapçı bir milletdir. Son senelerden mukaddem de milletimiz teceddüt
yolları üzerinde yürümeğe, içtimai inkilaba teşebbüs etmemiş değildir. Fakat
hakiki semereler görülemedi. Bunun sebebini araştırdınız mı? Bence işe
esasından, temelinden başlanmamış olmasıdır. Bu hususda açık söyleyeyim. Bir
heyeti içtimaiye, bir millet, erkek ve kadın denilen iki cins insandan
mürekkeptir. Kabil midir ki, kitlenin bir parçasını terakki ettirelim.
Diğerini müsamaha edelim de kitlenin heyeti umumiyesi mahzarı terakki
olabilsin? Mümkün müdür ki, bir camianın yarısı topraklara zincirlerle bağlı
kaldıkça diğer kısmı semalara yükselebilsin? Şüphe yok; terakki adımları,
dediğim iki cins tarafından beraber arkadaşça atılmak ve iş terakki ve
teceddütte birlikte Kat’i merahil edilmek lazımdır. Böyle olursa inkilap
münteci muvaffakiyet olur. Memnuniyetle meşhudumuz olmaktadır ki, bugünkü
nişvarımız hakiki icaba takarrup etmektedir. Her halde daha cesur olmak
lüzumu aşikardır.
…Bazı yerlerde kadınlar görüyorum ki, başına bir yemeni, peştamal veya buna
mümasil bir şeyler atarak yüzünü gözünü gizler ve yanından geçen erkeklere
karşı ya arkasını çevirir veya bir yere oturarak yumulur. Bu tavrın mana ve
medlülü nedir? Efendiler, medeni bir millet anası, millet kızı bu garip
şekle bu vahşi vaziyete girer mi? Bu hal milleti çok gülünç gösteren bir
manzaradır. Derhal tashihi lazımdır.