Allah ile aldatma zulmünün aşılması için sâdece temel çare değil, tek
çare aklı işletmektir. Çünkü aklın devrede olması ve işletilmesi için
laiklik temel şarttır. Aksi halde, duygu egemen kılınmak, suretiyle din,
aklın önünü kesme aracı olarak kullanılır, yâni kitle Allah ile aldatılır.
Türk halkı, Allah ile aldatma tezgahlarının ustalıkla işlettikleri bu
‘sevap’ oyunuyla avunurken yaşadığı dinin Kur’an’la ilgisi büyük ölçüde yok
edilmiş, dinde Kur’an’ın yerini, Arap-Emevî saltanat ideolojisinin
kutsallaştırılmış sloganlarıyla İslam dışı örflerin uydurmaları almıştır. Bu
durumda Kur’an’ın söyledikleri Türk halkının hayatına din olarak nasıl
girsin?!
Türk halkı, tıpkı birçok Müslüman halk gibi, Ortadoğu despotizmlerinin
hesabına uygun olarak kutsallaştırılmış buyrukları din biliyor, onları
yaşıyor.
Türk halkının en büyük zaafı, dinini, uyanma ve sorgulama aracı olarak değil
de uyuma ve susma aracı olarak kullanmasıdır.
Bu kitap, Müslüman Türk halkına Allah ile nasıl aldatıldığını, Kur’an
verilerine dayanarak anlatmak isteyen Kur’an mümini bir Türk aydınının
mütevazı bir hizmeti olarak kabul edilmelidir.
NASIL BİR ZULÜM KARŞISINDAYIZ?
Kur’an, dindarlık belge ve ifadelerinin insanlar arasında bir değer ölçüsü
olmasını
yasaklamakta, dindarlığın (takvanın) sâdece Tanrı ile insan arasında bir
değer ölçüsü olması gerektiğini bildirmektedir. Takvanın kimde olduğunu da
sâdece ve sâdece Allah bilir. O halde, en masum niyetlerle de olsa,
dindarlığın bir ‘insanlar arası değer belirleyici’ olarak öne çıkarılması,
Kur’an’a göre bir insanlık suçudur; dine-imana hakarettir.
“In God we trust!” yâni “Allah’a güvenip dayanırız biz!”
ABD, parasının üstündeki bu ifadeyle demek istemektedir ki, ben insanları,
dünyayı, sömürdüklerimi iki şeyle aldatırım: Para, Tanrı.
Türkiye’de Allah ile aldatma zulmü o kerteye gelmiştir ki, Emin Çölaşan
gibilere yıllarca hakaret yağdırmış bir ‘İslamcı’ yazar (Mehmet Şevket Eygi)
bile artık isyan etmiş ve Emin Çölaşan’ın söylediklerinden daha ağırlarını
söylemek zorunda kalmıştır. Diyor ki M. Şevket Eygi:
“Sevgili din ve iman kardeşlerim! Biz, 1950’lerden bu yana 40 bin cami
binası, bu iş için trilyonlarca dolar harcama yaptık. Bunların mihraplarına
geçecek kaliteli imamlar, minberlerine çıkıp hutbe okuyacak kaliteli
hatipler, Müslümanları uyaracak kaliteli vaizler yetiştirmeyi düşünmedik. 70
bin camiye hela, imam ve müezzin lojmanı yaptırdık.
On binlerce camiye kalorifer yaptırdık, pahalı klima cihazları taktık.
Camileri hoparlörlerle, ışıldaklarla, vantilatörlerle doldurduk. Evet, son
elli yıl içinde bunlara trilyonlar harcadık.”
“Ramazanlarda birtakım din cemaatleri beş yıldızlı lüks otellerde bin
kişilik ihtişamlı, israflı, gösterişli, günahlı iftarlar veriyordu. O fücur
yuvalarında verilen iftarlar dinimize uygun muydu?”
“Zengin olan Müslümanların çoğu ipin ucunu kaçırdı, şaşırdı, dağıttı. Milyon
dolarlık lüks meskenler, yüz binlerce dolarlık yazlıklar, lüks limuzinler,
israf, sefahat, rezalet gırtlağa kadar çıktı.”
“Biz; bir sürü hizip, fırka, grup, cemaat ve tarikata ayrıldık ve
birbirimizle çekişip tepişmeye başladık. Yığın ve sürü haline gelen on
milyonlarca Müslüman şu anda vahim bir kırsal kesim ve varoş zihniyeti,
marjinallik, parçalanmışlık içindedir.”
“Bizi mahvedenler, militan din düşmanları değil, içimizdeki din sömürücüsü,
din rantı yiyen işbirlikçi, hain alçaklardır...”
Şuraya aktardığım satırlarının altına imza atmakta asla tereddüt göstermeyeceğim Mehmet Şevket Eygi, biz bu gerçekleri yıllar boyu dile getirirken, sırf nefsanî dürtülerle bize karşı çıkanlardan biridir. Keşke bunları on yıl, yirmi yıl önce yazmış olsaydı.
Tarihin en büyük savaşları ‘Tanrı için’ tabelası altında yapılan
savaşlardır. Bunun anlamlarının ilki şudur: Kanı en rahat ve en bol
akıtmanın yolu onun Tanrı için aktığını iddia etmek ve bu kanı akıtacakları
bu iddiaya inandırmaktır.
Allah ile aldatılan toplumlarda, mutlu bir dünya için yeryüzünde Allah’ın
iyileri kullanması engellenir, mutsuz bir dünya için kötülerin Allah’ı
kullanması yürürlük kazanır.
Bu gerçeği iyi bilenlerden biri ve Engizisyon kahrı çekmiş bir
coğrafyanın çocuğu olan İtalyan düşünür Giordano Bruno (ölm.1600) ne güzel
söylemiş: “Tanrı, iradesini hâkim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları
kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hâkim kılmak için
Allah’ı kullanırlar.”
Bu, şu demek: Din eksenli bir toplumda kitle, ana başlık olarak üç tip
insandan
oluşuyor:
1. Allah ve din adına hegemonya peşinde koşmadıkları halde sürekli iyilik ve
güzellik üretenler,
2. Tüm iddiaları Allah adına olduğu halde sürekli kötülük ve haksızlık
üretenler,
3. Hiçbir şey üretmeden yiyip içerek gün geçiren ot takımı.
Bruno bunları elbette biliyordu. Kiliseyi ve din adamlarını eleştirdiği gerekçesiyle Roma’da diri diri yakıldı. Onu yakan zihniyetin çocukları ileriki zamanlarda küllerini törenle gömerek adına anıt mezar yaptılar. Neye yarar!
Allah ile aldatılmayı önlemenin tek çaresi Allah ile aldatmaya giden
yolları tıkamaktır. Bu ana çareyi biraz ayrıntılarsak karşımıza şu üç alt
başlık çıkar:
1. Dinin gerçeğini öğrenmek, sahte dinî dinsizliklerin en kötüsü bilmek,
bildirmek.
2. Dinin saltanat ve siyaset aracı yapılmasını durdurmak, yâni laikliği esas
almak,
3. Allah-insan arası bir değer ölçüsü olması gereken dindarlığı insanlar
arası bir değer ölçüsü olmaktan çıkarmak.
KUR’AN’A GÖRE ALDATMA VE ALDANMA
Kur’an’da, aldatışlar ve aldanışlar arasında dikkat çekilenler küçükten
büyüğe doğru
şöyle sıralanabilir:
1. Yaldızlı-süslü laflarla aldatma-aldanma. (En’am, 112)
2. Beldelerde egemenlik kurmak, gezip dolaşmakla aldatma-aldanma. (Âli
İmran, 196;
Ğâfir, 4)
3. Dine sokulan uydurma ve iftiralarla aldatma-aldanma. (Âli İmran, 24.
Enfal, 49)
4. Hurafeler, uydurmalar, anlamını bilmeden okuyuşlarla aldatma-aldanma.
(Hadîd,14)
5. Sefil-rezil yaşayışla aldatma-aldanma. (Âli İmran, 185; En’am, 70, 130;
A’raf, 51; Lukman, 33; Fâtır, 5; Hadîd, 20)
6. Allah ile aldatma-aldanma. (Lukman, 33; Fâtır, 5; Hadîd, 14) En tehlikeli
aldatış şu ikisidir:
1. Dünya nimetlerinin araç yapıldığı aldatış,
2. Allah’ın araç yapıldığı aldatış.
Araç kullanılarak sergilenen aldatış ve aldanışın en yıkıcı ‘Allah ile aldatma’dır. Kur’an şöyle uyarıyor:“Sakın, aldatıcı sizi Allah ile aldatmasın!” (Lukman, 33; Fâtır, 5; Hadîd, 14)
ALLAH İLE ALDATMANIN TEMEL ARACI:
ŞEYTAN EVLİYASI
Şeytanın kullandığı insanlar Kur’an’da ‘şeytanın evliyası’ veya ‘şeytanın
orduları’
diye anılmaktadır.
1.Şeytan evliyası
Şeytan evliyası daha çok korku salarak tökezletir. Bu korkuya karşılık
Allah’a sığınma ve Allah sevgisi öne çıkarılmıştır.
2.Şeytanın orduları
Ordular deyimi mutlak bırakıldığına göre, şeytancılığın her türden ordusu
olduğunu düşünmek zorundayız. Bunlar; kan, zulüm ve fesat orduları
olabileceği gibi bilim, teknoloji, strateji casusluğu yapan gizli ordular da
olabilir. Sömürgeci-emperyalist ülkelerin istihbarat örgütlerinin bir kısmı,
işte bu türden ordulardır. Ve bu ordular, düzenli askeri ordulardan daha
güçlü ve işlevseldir.
3.Hizbuşşeytan yâni şeytanın özel ekibi
Hizbuşşeytan, şeytanın, din içinde iş gören ekibi olup Kur’an’dan
uzaklaştırma, Kur’an’ı unutturma görevini yüklediği özel timdir.
MÜRŞİT LAKAPLI MÜŞRİKLER (İdris Suretinde İblisler)
Din dilinde şirk, Allah’a, yâni tek olan Yaratıcı Kudret’e zatında (sayı
olarak) veya
tasarrufunda (yapıp-etmelerinde) ortak tanımaktır. Başka bir deyimle, şirk,
Tanrı’nın ve Tanrılığın özelliklerinden birini bir başkasına tanımaktır. Bu,
açık ve şuurlu olursa açık şirk, örtülü ve şuursuzca olursa gizli şirk adını
almaktadır. Ragıb el-Isfahanî (ölm. 502/1108) bu noktada Büyük Şirk-Küçük
Şirk ayrımı yapar.
“Büyük şirk Allah’ın ortağı olduğunu iddia etmektir ki, inkarın ve küfrün en
büyüğüdür. Küçük şirk ise bâzı iş ve fiilleri icra ederken Allah dışında
kişilerin rızasını da hesaba katmaktır. Riyakarlık, ikiyüzlülük bu
cümledendir.”
Peygamber, ümmeti adına şirkin en çok bu sinsi türünden korktuğunu söylemiş
ve bu
şirk türünü tanıtırken şöyle buyurmuştur:
“Ümmetim adına en çok korktuğum şey Allah’a şirk koşmaktır. Ancak benim
söylediğim, onların Güneş’e, Ay’a, puta tapmaları değildir. Benim korktuğum
bu şirk, Allah dışındaki şeylerin hoşnutluğunu gözeterek ameller yapmak ve
bir de gizli şehvettir.” (İbn Mâce, zühd, 21)
Şunu asla unutmamalıyız: Din adı altında dinsizliğin en zehirlisini
sahneleyenler, dine karşı olanlar değil, dinin savunucusu olduğunu iddia
eden Allah ile aldatma sahtekarlarıdır. Birçok insanı dine-Allah’a düşman
hale getirenler de bunlardır.
Birlik ve kucaklaşmaya giden yol, bilgi ve bilinçten geçer. Bu yüzden,
mürşit kılıklı
müşriklerin belirgin özelliklerinden biri de bilgi, bilinç ve düşünce
düşmanlığıdır.
Mürşit patentli müşrikler yüzünden tam bir mahşer paniği yaşıyoruz. Mürşit
kisveli müşriklerin şaşmaz, değişmez bir tek birlikteliği vardır: Siyaset ve
saltanat çıkarları uğruna, adına Siyasal İslam denen dinciliğin öncülüğünde
ve şemsiyesi altında toplanıp nimet ve imkanları paylaşmak. Onlar
paylaşırken ülke ve kitle çürüyüş ve tükeniş sürecine girer.
ALLAH İLE ALDATMANIN TEMEL DAYANAĞI: DİNE YALAN SÖYLETMEK
İslam dünyası, o arada Türkiye, İslam’a yalan söyletmenin ağır ve kahırlı
faturasını
ödemektedir. Bulunduğumuz noktadaki zihin ve ruh halimize bakılırsa bu
fatura ödeme süreci daha uzun süre devam edeceğe benziyor.
İslam dünyasının durumu gerçekten çok kötüdür. Ve bu ‘çok kötü’nün en kötü
yanı da durumun kötü olduğunun henüz bilincinde olmamamızdır.
Dinde olmayan birçok haram, sevap, dokunulmaz alan, kural, ibadet icat
edilmiştir.
‘Dindarlık’ yapay kutsallara saygıyla eşitlenmiştir. Bu durumda, Allah ile
aldatanların anladığı anlamda ‘dindar’ olduğunuzda gerçek dinin dışına
çıkarsınız. Onların anladığı gibi
‘dindar’ olmadığınızda ise ‘dinsiz’ diye damgalanırsınız. Tezgah işte böyle
kurulmuştur.
Bugünkü İslam dünyasında ibadetler imanın belirişi olmaktan çıkmış, inadın
tatminine dönüşmüştür. Bunun içindir ki cami sayısı arttıkça dinden beklenen
rahmet ve bereketin paydası düşmektedir. Allah, İslam dünyasına, özellikle
Türkiye’ye, âdeta cami sayısıyla orantılı olarak tokat atmaktadır.
Allah’tan başkasına teslim olmama anlamına gelen İslam, Allah dışında her
şeye ve herkese teslimiyete dönüştü. Müslüman kitleler, özgürlük pankartları
taşıyan kölelere dönüştürülmüştür.
Sahte dinin sömürüsü pahasına ‘dindar’ olmaktansa, dinsiz kalmayı tercih
edin! Çünkü bu takdirde hiç değilse gerçek dinî bulma ümidiniz canlı kalır.
Kimseye zor veya garip gelmesin, Kur’an’ın yolu ve buyruğu budur.
Dinî sömürenlerin Kur’an’dan duydukları rahatsızlık, dinsizliği bömürenlerin
duydukları rahatsızlıktan birkaç kat daha fazladır.
ALLAH İLE ALDATMANIN SİVİL DESTEK KURULUŞLARI
“Beni bir kez aldatırsan sana yazıklar olsun; beni iki kez aldatırsan bana
yazıklar olsun.”(Çinli bilge Sun Tzu)
Türk insanına yönelik Allah ile aldatma faaliyetine alt yapı oluşturan ve
bunun için de sürekli dinci söylemler kullanan bâzı dinci gruplar ve etki
imkanları şöyledir:
Millî Görüş örgütü:
37 yayın, 330 dernek, 33 vakıf, 8 dershane, 48 şirket...
Fethullahçılar:
16 yayın, 23 dernek, 220 vakıf, 24 pansiyon, 570 dershane ve okul, 96
şirket...
Süleymancılar:
6 yayın, 2100 dernek, 14 vakıf, 1750 pansiyon ve kurs, 28 şirket...
Şiddetçi-radikal örgütler:
89 yayın, 95 dernek, 19 vakıf...
Muhtelif dinci gruplar:
100 küsur yayın, 100 küsur dernek, 50 küsur vakıf, muhtelif pansiyonlar ve
kurslar...
Toplam rakamlar:
170 yayın, 2570 dernek, 316 vakıf, 1780 pansiyon ve kurs, 580 dershane ve
okul ile yaklaşık yüz seksen şirket...
Ekleyelim ki, bu tablo, 2003 yılı itibariyledir. Allah ile aldatmayı en
ileri boyutta kullanan AKP’nin iktidar dönemi olan son birkaç yılı da
dikkate alarak yeni bir değerlendirme yaptığımızda burada verilen rakamların
iki üç katına çıktığını söylemek gerekir.
Bu sayılanlara siyasal, dinsel, ekonomik hesaplarla destek veren liberal
patentli şirket, holding, basın kurumu gibi odakları da eklemeliyiz.
Türkiye Diyanet Teşkilatı’nın, 700 yüz civarındaki imam hatip okulunun ve
otuz civarındaki ilahiyat fakültesinin de büyük ölçüde bu dinci anlayışın
güdümünde olduğunu unutmamak zorundayız. Dahası, yüz bin civarındaki cami de
Allah ile aldatma harekatında şöyle veya böyle, az veya çok
kullanılmaktadır.
Özetleyelim: Türkiye’de bugün, Allah ile aldatma dinciliğinin ulaştığı
ekonomik güç, devletin gücünün çok üstünde kabul edilmek gerekir. Bu gücün
aşamayacağı tek ‘karşı güç’ Türk ordusudur. Sebep, ordunun silahlı bir
kuvvet oluşudur. Eğer silahı kenara koyarak veya dikkate almayarak
düşünürseniz, Allah ile aldatan güç yâni dinci siyaset ve saltanat, Türkiye
Cumhuriyeti’nin tartışmasız en büyük gücü olarak kabul edilebilir.
Türkiye’de rejim, kendisine açıkça kafa tutan bir karşı rejim oluşumuyla yüz
yüzedir. Resmî rejimin tek şansı ve avantajı TSK’dır. ABD, AB ve içteki
dinci gücün sürekli ve sistemli bir biçimde TSK’ya vuruşunun hikmeti ve
sebebi üzerinde şimdi bir kez daha düşününüz.
Allah ile aldatmanın ulaştığı bu korkunç güç, liberal, özgürlükçü, AB’ci,
ABD’ci adlarıyla anılan, esasında ise çıkarlarını vicdan ve insanlık
değerlerinin her zaman üstünde tutmuş olan ‘sözde Türk basını’ tarafından da
desteklenmektedir.
ALLAH İLE ALDATMANIN HÜKÜM ODAKLARI
Dinde teşriî yetki kullanma suçu, İslam dünyasında tarikatlar ve mezhepler
tarafından bilerek veya bilmeyerek asırlardır işleniyor. Son zamanlarda
buna, din üzerinden siyaset yapanların ‘dinî siyasal parti ile eşitleme’
zulümleri eklendi. Bu zulüm, dinî kendisi ve partisiyle eşitleme ve
kendisini Allah’ın vekili, sözcüsü gibi ortaya sürme zulmüdür. Dinci terörün
başlangıç noktası da budur.
Önce, dindarlık, birilerinin alâmeti fârikası ilan edildi. Ardından din
baronlukları, din dükalıkları, dokunulmaz-eleştirilmez ‘efendiler, üstadlar,
mücahitler’ (!) ve daha neler neler yaratıldı. Bunlara, sâdece ve sâdece
peygamberlerin kullanabileceği bir yetki, dinde sözcülük hakkı verildi.
Bunun ardından, bunların, halkı ‘iyi dindar, zayıf dindar, günahkar, dinsiz,
din düşmanı, mürted’ gibi sınıflara ayırma hakkı kullanmalarına seyirci
kalındı.
Bu zihniyetin Allah ile aldatan tezgahı şöyle işletiliyordu:
“İslam demek dinden bizim anladığımız demektir. O halde bizim ak dediğimize
kara, iyi dediğimize kötü diyenler otomatik olarak İslam dışıdır.
Müslümanlık belgesi, bizim defterimize kayıtlı olmanın ta kendisidir. Öteki
yollar, İslam’a ve cennete değil, patatese çıkar.”
Bu talihsiz mantık, bir şer formülü olarak şöyle der:
“Müslüman vardır ve o biziz; kâfir vardır ve o da bize karşı olanlardır. Ve
biz, bize karşı olanlara her şeyi yapma hakkına sahibiz.”
Türkiye’de, siyasal İslamcılığın devreye girdiği günden beri namaz artık bir
meydan malzemesine döndürülmüş, bütün ruhaniyeti, erdiriciliği, saffet ve
güzelliği yok edilmiştir.
Namaz, bugün hâlâ insanları aldatmanın temel araçlarından biri olarak
insafsız ve acımasız bir biçimde işletilmektedir.
Bu Kur’an dışı tahrip oyunu, 2000’li yılların Türkiyesinde hem de TBMM
çatısı
altında şu Kur’an ve akıl dışı talebin gündem yapılmasına yol açmıştır:
“Millet, dindar cumhurbaşkanı istiyor.”
Millet böyle bir şey istemişse bu vahimdir, eğer istememiş de birileri onun
adına avukatlıkla söz söylüyorsa bu daha vahimdir. Din adına dinsizlik
yapılıyor.
Kur’an’ın insanlık tarihinde yaptığı en büyük devrimlerden biri, belki de
birincisi, takvanın, insanlar arasında bir değer ve üstünlük ölçüsü olmaktan
çıkarılmasıdır.
Tüm dinci zümreler, az veya çok tekfir (başkalarını kafir ilan etme)
tezgahını mutlaka işletirler. Bu tezgah, dine karşı olanların kâfir ilan
edilmesi değildir; bu tezgah, dinci (dindar değil) kesimin hesaplarına
uymayanların din dışı ilan edilip etkilerinin kırılması tezgâhıdır.
ALLAH İLE ALDATMANIN ÖNCÜLERİ: DİN SINIFI
Din temsilcilerinin tarihsel kötülüklerinin eleştirilmesinin bir insanlık
görevi olduğu
bugün artık herkesçe, hâttâ din temsilcilerinin en önde gelenlerince kabul
edilmektedir. Bunun en tipik örneği Katolik aleminin başı Papa’nın dünya
önünde insanlıktan özür dileyen bildirgesidir. Benzerlerini diğer din
temsilcilerinden de beklediğimizi ifâde ederek, bir basın organında
‘Papalığın Tarihsel Özrü’ başlığıyla yayınlanan deklarasyonu buraya
alıyoruz:
“Papa 2. Paul ve Vatikan’ın 7 kardinali kilisenin bir günahını dile getirip
insanlıktan özür diliyor.”
Bu günahları şöyle sıralıyorlar:
1. Dinler arası savaşlarla başka kök ve soydan gelen kitlelerin hakları
yaralanmış, onların kültür ve inançlarına saygısızlık edilmiştir. Bu
savaşların en büyüğü, kuşkusuz, Müslümanlara karşı sürdürülen Haçlı
Seferleri’dir. Kudüs’e doğru yürürken her yâni yağmalamış, yakıp
yıkmışlardır.
2. Engizisyon mahkemelerinde işkence ve katliamlar yapılmıştır.
3. Engizisyonun, kilisenin bölünmesinde ve Protestanlığın ortaya çıkmasında
tarihsel bir günahı vardır.
4. Yahudilere karşı sürekli düşmanca tavır sergilenerek de günah
işlenmiştir.
5. Amerika’nın keşfinden sonra yerli halk arasında zorla misyonerlik
yürütülmüştür.
6. Kadınlara ve öteki ırklara karşı eşit davranılmamıştır.
7. İnsan hakları çiğnenmiştir.
“Papa, ayrıca, Katolik kilisesinin ateistlere karşı tavrından dolayı da
özür dilemiştir. Papa, ateizmin de insanlar için bir dinsel inanç gibi hak
olduğunu kabul etmiştir.”
Bu günahlar ve itiraf listesine, sanıyoruz, son papa 16. Benediktus’un, Hz.
Muhammed’le ilgili yaptığı ve o Yüce Peygamberi ‘Ken, Şiddet ve şerrin
yayıcısı’ olarak gösteren talihsiz sözleri için de ayrı bir özür ve günah
çıkarma deklarasyonunun eklenmesi gerekir. İtiraf edelim ki, İslam
dünyasının da bu anlamda dileyeceği epey özür vardır.
DİNCİYİ DİNDAR YERİNE KOYMA ALDATMACASI
Toplumumuzun temel sıkıntılarından biri de dindar-dinci ayrımında
kilitlenmiş
bulunuyor.
Dincilik (veya siyaset dinciliği); dinî, çıkar, koltuk, baskı, egemenlik
aracı yapan bir sanayi koludur. İşin esası bakımından ne dinî vardır ne de
imanı. Onun dinî-imanı, Tanrısı, ibadeti hep çıkarı ve hesabıdır.
Dincilik, tarihin en verimli ama en zalim iş kollarından biridir. Dinci
ise bu sanayi kolunu meslek edinmiş olanların adı-unvanıdır.
Nedir dindar ve nedir dinci? Ana hatlarıyla görelim:
Dindar, her şeyden önce, dinî Allah’a varmanın, O’nun hoşnutluğunu
kazanmanın, daha iyi ve daha yetkin insan olmanın yolu ve kurumu bilen ve bu
anlayışla yaşamaya çalışan insandır. Bunun içindir ki, dindarın temel
meselesi daha iyiye ve daha güzele ulaşmaktır.
Dinci için en büyük sıkıntı, dindarın varlığıdır. Çünkü dindar, başkalarının mutlu olmasını, cennete gitmesini sevinçle karşılamanın da dinin gereği olduğunu söylemektedir. Bu söylem, dinciyi çok öfkelendirir.
Dindar için din, daha çok sorumlu olmanın, daha çok paylaşmanın, daha çok fedakarlığın yoludur. Dinci için ise din, başkalarından daha çok almanın, başkalarını daha rahat itham etmenin dokunulmaz ve eleştirilmez kurumudur. Bu yüzdendir ki, dincinin elinde din bir ıstırap ve kahır kurumuna dönüşür ve insan haklarını çiğnemenin kutsal aracı yapılır.
Gıybet etmek, Allah’ın kurallarına suç ve ayıp bulmak, en küçük bir
kızgınlık anında onları cehenneme göndermek dincinin âdeta alameti
farikasıdır.
Dindar, ‘yaratılanları Yaratan’dan ötürü’ sever; dinci ise yaratılanları
Yaratan’dan nefret ettirmek üzere rahatsız eder. İslam’ın vicdan
adamlarından biri olan Muhammed İkbal (ölm. 1938), dinciden söz ederken onun
sâdece dünyayı değil, cehennemi bile berbat edebilecek bir yaratık olduğuna
dikkat çeker.
Dinci, çıkarına ters düşen hiçbir şeye ve hiçbir kişiye vefa göstermez.
Dincinin yoksun olduğu şeylerin başında ahde vefa gelmektedir. Bu tespitin
bir uzantısı olarak, dindar, kıymet bilir, şükran bilir insandır. Dinci ise
nankördür.
Emin olmayanın imanı olamaz. Bu bizzat, Hz. Muhammed’in bir beyanıdır.
Yüzlerce günahınız olabilir, yine de Müslüman olursunuz ama emin insan
değilseniz, tüm zamanınız namazla-niyazla geçse de Müslüman olamazsınız.
Çünkü emin olmamak, riyakar olmanın diğer adıdır. Riya ise, Kur’an’ın ve Hz.
Peygamber’in açık beyanlarıyla şirktir.
Günahtan korkma, şirkten kork. Çünkü Allah, günahını itiraf edip boyun
bükenleri affedecektir. Ama şirke bulaşanları asla affetmeyeceğini açıkça
bildirmiştir. Evet, günahtan değil, şirkten kork, yâni olduğun gibi
görenmemek veya göründüğün gibi olmamaktan kork!
ALLAH İLE ALDATILMAMIZ NE ZAMAN VE NASIL BAŞLADI?
Müslüman kitlelerin Allah ile aldatılması, Emevi kralı Muaviye b.Ebî
Süfyan’ın, Hz. Ali’nin ordusunu aldatmak için Kur’an sayfalarını mızrak
uçlarına takıp “Aramızda bu kitap hakem olsun!” diyerek sergilediği
şeytanetle başladı.
Allah ile aldatma, Anadolu insanı özelinde İslam’ın Araplaştırılmasıyla
başladı, İslam’ın Türkmen yorumunda Allah ile aldatma asla yoktur. Anadolu
hümanizmine vücut veren İbn Arabî’de, Hacı Bektaş’ta, Mevlana’da, Yunus’ta
ve onların izinde giden alıp- erenlerde Allah ile aldatma yoktur.
ALLAH İLE ALDATANLARIN ‘TAHAKKÜM TEOLOJİSİ’
Allah ile aldatanlar dokunulmaz, eleştirilmez bir ‘tahakküm teolojisi’
oluşturmuşlardır. 21. yüzyıla egemen olacak din eksenli kutuplaşmayı
başlatmadan önce İslam’ı, dünya önünde hiçbir itibara sâhip olmayan bir
kabile dinine döndürmeyi planladılar ve bunda büyük ölçüde başarılı oldular.
Onun ardından, ‘Medeniyetler Çatışması’ adı altında bir Haçlı-İslam savaşı
başlattılar. Bu savaşta yenik düşecek olan baştan belliydi: İslam dünyası.
Bu işin başını birinci derecede İngilizler çekti. ‘Medeniyetler Çatışması’
tezinin babası sanılan Huntington, esasında bu fikrin öğrencisidir. Fikrin
babasının, İngiliz düşünür ve istihbaratçısı Toynbee (ölm.1975) olduğunu
unutmayalım. Huntington, Toynbee’nin resmen ve fiilen öğrencisidir.
İngilizler, İslam’ı İslam’la vurma siyasetinde en çok hilafeti kullandılar. Çünkü çöküşün oradan geleceğini ve tek elden kontrol için en emin aracın hilafet aldatmacası olduğunu biliyorlardı.
Amerikalı yazar Dr. Gibbons diyor ki: “İngilizler, dünyada toplu halde ne
kadar
Müslüman varsa kendi hükümleri altında görmek isterler.”
Kendi başına kaldıklarında demokrasi sözünü bile dinsizlikle eşanlamlı
sayan dinci taife, Haçlı emperyalistlerin fesadıyla o hale geliyorlar ki,
yıkmak istedikleri rejim ve yönetimlere saldırırken, Haçlı öncülerinin
öğrettikleri sloganı Kur’an ayeti gibi tekrarlıyorlar: “Daha fazla demokrasi
isterük.”
“Demokrasi istiyordunuz da yıllardır elinizin altında bulunan Suutlara,
Katar’a, Umman’a, Bahreyn’e neden demokrasi getirmediniz de Irak’ı yerle bir
etme pahasına demokrasi istiyorsunuz?”
Haçlılar, önce Müslüman’ı çağdışı hale getiriyor, ardından da “Böyle olmaz;
ben bunu
düzelteceğim” diye muhtarlık yapmaya başlıyorlar. Kural ve kader hep aynı:
Muhtarlık
Haçlı’dan, finans ve hizmet Müslüman’dan.
ABD’nin Marshall Yardımı, Müslümanı kendi yurdunda vurdu. Marshall
Yardımı’nın
Köy Enstitüleri’ni kapatma şartına bağlanması bile bizi yönetenleri
uyandırmaya yetmedi.
Müslümanların kendi dinleriyle vurulmalarının ve kendi dinlerini yanlış
anlamalarının yarattığı ıstıraplar, İslam düşmanlarının vücut verdiği
kahırlardan çok daha büyük olmaktadır. Ve bu, asırlardır böyle olmaktadır.
Kur’an’ın son vahyedilen ayeti (Mâide, 3), dinin adının Allah tarafından
İslam konduğunu, mükemmel hale getirildiğini, tamamlandığını ve bunun ismi
üzerinde de oynanmaması gerektiğini söylüyor.
Şeriati bir devlet şekli gibi sunuyorlar. Oysaki, Kur’an, ima yoluyla bile
bir devlet şekline temas etmiyor. Onu insan aklına bırakmış. İslâm devleti
tabiri, siyasal İslamcı istismarın bir uydurmasıdır. Kur’an’da böyle bir
tabir yok. İslâm evrensel ve ölümsüz ilkeler bütününün adıdır. O halde
İslam’ın devleti olmaz, Müslümanların devletleri olur. Gerçek bu olunca da
onlarca, yüzlerce devlet şekli bulunacaktır.
Ağzını açan herkesi, Allah ile susturmaya kalkanlar, din elbisesini bütün
topluma tersine giydire giydire Müslümanları felaketlerin kucağına ittiler.
Elbise mükemmel elbise ama giyen tersine giydiği için sahibini vezir etme
yerine rezil ediyor. Ve bu rezilliği gören gayrimüslim kitleler İslam’dan da
Müslüman’dan da nefret ediyor.
İnsanımızın Allah ile aldatılıp saptırılmasında bir numaralı araç sahte
dindir. Bu aracın kullanımına son vermez isek dirilişimiz mahşere kalır.
ALLAH İLE ALDATMA ARACI OLARAK KORKU
Allah ile aldatma odaklarının olmazsa olmaz dayanaklarından biri de dine
egemen kıldıkları korkudur.
Korkuyu egemen kılmanın en kalıcı ve güvenli yolu ise Allah’ı korku objesi
haline getirmek ve bunu dinde ülkeleştirmektir. Ve bu yapılmıştır. Hem de
çok erken devirlerde.
Dil açısından “Takva, bir şeyi kendisine sıkıntı ve zarar verecek şeyden
korumaktır.”
‘Korkulacak şeyden sakınmak’ başkadır, ‘korkmak’ başkadır. Birinci anlamdan
yola çıktığınızda dine, Allah’a ve insana bakışınız başka olur, ikinci
anlamdan hareket ettiğinizde başka olur. Birinci anlama göre Allah bir korku
ve dehşet objesidir, ikinci anlama göre ise bir sakındıran, koruyan, acıyan
ve uyaran kudrettir.
Dinî ve Allah’ı korku aracı haline getiren geleneksel korkucu din anlayışı,
takva konusunda bilimsel açıdan da yanlışlar içindedir.