Devleti yönetme mevkiinde olan sivillerin büyük çoğunluğu ne yazık ki,
hiçbir devlet
adamlığı eğitimi almamış kişilerdir. Lise mezunlarının, hâttâ gece
lisesinden terk kişilerin ve hâttâ ilkokul mezunlarının yer aldığı
kabinelerimiz az değildir. Bu insanların, devlet bürokrasisinden gelen
bazıları müstesna, devlet adamlığında, yönetsel yetkinlikte, dünyayı ve
bölgeyi tanıyıp değerlendirmede affedilemez eksikleri, açıkları, yanlışları
vardır. Günübirlik iş yaparlar ve genellikle, iyi yetişmiş rakiplerinin
güdümüne girerler.
Bu zatların; siyaset, hukuk gibi kısmen devlet adamlığı yetkinliği veren
disiplinlerden gelenleri de fazla değildir. Kurmaylık eğitimi alanları ise
hiç yoktur. MGK, işte bu noktada bir boşluğu dolduruyor. MGK, devlet
adamlığı, jeopolitik, jeostrateji eğitimi almış yüksek rütbeli kurmayların
katkılarıyla, ülkenin meselelerini ülkenin çıkarlarına uygun olarak rapora
bağlıyor ve bir tavsiye olarak ülke yönetiminin önüne koyuyor.
MGK’nın, Kopenhag Kriterleri bahane edilerek budanması AB yasaları açısından
gerekli değildi. Çünkü benzeri güvenlik birimleri AB ülkelerinde de vardır.
Üstelik AB ülkelerinde, Türkiye’nin boğuştuğu temel sıkıntıların hemen
hiçbiri de yoktur. Bütün bunlar bilindiği halde, Türk Ordusu’ndan
rahatsızlığı, ABD ve AB’den pek geri kalmayan içteki dinci ekipler, MGK’yı
budayıp kuşa çevirmiş, arkasından da, “Gün bu gündür” zihniyetiyle TSK’yı
yıpratmaya devam etmişlerdir.
Türkiye’nin AB serüveni, bir anlamda, Türk Ordusu’nun, AB’ye üyelik
nakaratıyla yıpratılma serüveni olarak anılabilir.
TSK’yı yıpratmada kullanılan bir numaralı araç da yine dindir, Allah ile
aldatmadır. Son yıllarda, bir dinci ve ABD’ci cemaatin TSK’ya sızma yolunda
ne oyunlar
çevirdiğini ve bu cemaatin Batılı güçler tarafından nasıl desteklendiğini
tam bu noktada bir kez daha anımsayalım.
Sözün özü şudur: Türk Ordusu, bin yılı aşkın bir zamandır Ehlisalip
(Hıristiyan emperyalist) güçlerin temel hücum hedefi ve en korkulu
rüyasıdır. Türk milletini Allah ile aldatan dış güçler, son yüzyıl boyunca
bir yandan Türk Ordusu’nun gücünden yararlanmak için çırpınırken öte yandan
bu büyük gücü çökertmek için her türlü oyunu sergilemişlerdir. Şöyle de
denebilir:
Hıristiyan emperyalizmi için Türk Silahlı Kuvvetleri, kendilerine yaradığı,
hizmet ettiği sürece ‘mucizevi bir güç’ olarak yüceltilen, kendilerine engel
olucu tavırları sezildiğinde ise çökertilmesi için ne gerekiyorsa yapılan
bir kurumdur. Hangi yönden bakarsanız bakın, Batı için Türk Ordusu
‘Türkiye’nin en değerli ihraç malı’ ve ‘temel kudreti’ olarak görülmüştür.
Bu temel güç ya onlarla birlikte olur ya da çökertilir.
AB’ye üyelik ve BOP sürecinde Türk Ordusu’nun, ‘en büyük engel’ olduğu
kanısına varıldığı için zayıflatılıp tasfiye edilmesi gerektiğine karar
verildi. Bu kararın uygulamaya konması için Türkiye içinde Ordu’dan rahatsız
olan ve onun etkisizleştirilmesini isteyen bir iktidar lazımdı. O da
bulundu: AKP. AKP’nin bugün başbakan sıfatını taşıyan 2002 yılındaki yasaklı
genel başkanı RT Erdoğan, ünlü mektubunda Paul Wolfowich’ten Türk Ordusu ile
kendisinin arasını uyuşturmasını istemekteydi.
4 Temmuz 2003 günü, Kuzey Irak’ta Süleymaniye kentinde askerlerimizin başına
çuval geçiren ABD güçlerinin savunmasını yapan Savunma Bakanı Donald
Rumsfeld, çuval olayının mazeretini bizzat RT Erdoğan’a (başkasına değil)
şöyle açıklamıştır: “Askerinizin başına çuval geçirme olayı hükümete karşı
değil, hükümetin emrini dinlemeyen bâzı unsurlara karşı yapılmıştır.”
Rumsfeld gibi kurt bir politikacı, bu sözleriyle, Türk Ordusu’na
düşmanlığını
açıkladığı kişiyi de memnun ettiğini düşünmeseydi böyle bir açıklamayı yapar
mıydı?
Soğuk savaştan sonra esas alınan ‘dünya haritasının tek süper güce ve onun
gerçek stratejik müttefiki İsrail’e göre ayarlanması ve uyarlanması’
siyasetleri, dünyada otuz-kırk yeni devletin daha kurulmasını gerektiriyor.
Bunlar, klâsik devlet teorilerinin anladığı manada devletler olmayacaktır.
Bunlar, adına ‘devlet’ dedikleri birer kabile veya şeflik halinde kurulacak
ve tek süper gücün veya onun destur verdiği diğer süper güçlerin güdümünde
olacaklardır.
BOP’un temel hedefi, Ortadoğu’da İsrail’den daha büyük devlet bırakmamaktır.
1940’lardan beri hedef budur. Bu hedef, 90’lı yılların başından itibaren
açıkça telaffuz edilmeye başlandı. 1991 yılı Haziran ayında Almanya’nın
Baden Baden bölgesinin Kara Ormanları’nda, dünyaya yön vermesi düşünülen
elitlerin toplandığı ‘Bilderberg’ toplantısında dünyanın yüzlerce değil,
binlerce devlete bölünmesi gerektiği açıkça gündem yapılmıştır. David
Rockefeller şöyle konuştu:
“Dünyada bin devlet oluşturduğumuzda dünya daha mükemmel ve daha istikrarlı
olacaktır. Halkların kendilerini yönetme hakları, artık dünya bankerleri ve
entellektüelleri olan elitlerin otoritesi altına girecektir. Yüzyılımızda
izleyeceğimiz strateji budur.”
‘Osmanlıcılık ve Halifecilik’ vaadi ve söylemi işte bunun için öne
çıkarılmıştır. Süper gücün planını hayata geçirecek olan iktidar ise yine
Allah ile aldatan bir iktidar olmalıydı. O da bulunmuştur: AKP. Necmeddin
Erbakan yoklanmış ama onun emperyalizme geçit vermek niyeti olmadığı
görülmüştür. Erbakan, ‘öz evlatları’ eliyle arkadan vurulup alaşağı edilerek
yerine Recep Tayyip AKP’si konmuştur.
Halifelik-Osmanlıcılık vaatlerinin ilk yararı, temel direnç kaynağı olan
Mustafa Kemal mirasının çökertilmesidir.