Zaman
Bir şehir düşünün çok büyük. Ve siz o şehirde yaşıyorsunuz. Bir gün bu
şehrin işlek bir kaldırımında yürümektesiniz. Her tarafta arabalar, koca binalar ve
şehir ortamında duyabileceğiniz her türlü gürültü var ve tabi bunların bir
numaralı sorumlusu insanlar…Hepsi bir şeyler yapıyor; koşturuyor, bağırıyor,
konuşuyor, ağlıyor, kızıyor…Çevrede oluşan gürültüyü tekrar hatırlatmaya
gerek yok, dayanılmaz. Aklınızdan işte hayat, diyorsunuz, koca bir
gürültüsün. Siz bu şekilde kaldırımda yürürken bir anda bir şey oluyor ve
kulaklarınızdaki gürültü gittikçe artıyor. Artık duyamaz hale geliyorsunuz
canınız acıyor beyniniz patlayacak gibi oluyor ellerinizle kulaklarınızı
kapatıyorsunuz, gözleriniz de kapalı. Dişleriniz ise sımsıkı bir durumda, tam
bu acıyla çığlık atmaya ve çevredeki birinden yardım istemeye hazırlanırken
kulağınızdaki inilti gidiveriyor ve yerini bir çınlamaya bırakıyor, derken bu
ses de yok oluyor. . . Gözleriniz hala kapalı. Ancak çevrede bir değişiklik
var. bunu hemen hissettiniz. İlk fark ettiğiniz şey ise sessizlik. Şehrin
deminki gürültüsünden eser yok. Tam bu düşünceler şimşek hızıyla zihninizden
geçerken gözlerinizi açtığınızda karşınıza gelen manzara sizi çok
şaşırtıyor. Koca bir çölün ortasındasınız şu an. Ve ilk fark ettiğiniz şey
şu:yaklaşık elli metre ilerinizde bir tek bina var. Tepesindeki tabelada
‘sinema’ yazıyor. Güneş ise bu tabelanın hemen yanında ışıldıyor, o yüzden pek
uzun bakamıyorsunuz buraya. Görünürde başka bir şey yok, ıssız bir çöl;sonu
yokmuş hissine kapılıyorsunuz. Siz kendinize ‘ben nerdeyim buraya nasıl
geldim’ i sorarken tam da ayaklarınızın dibinde, kumların arasındaki sinema
biletini fark ediyorsunuz. Büyük bir şaşkınlık içinde bileti yerden alıp
okumaya başlıyorsunuz:
Filmin adı: Zaman
Başlama saati: Sen sinemaya girip de salondaki yerini aldığın zaman!
Tam bir şok hali. Tüm bunlar da ne demek?Bilete yine bakıyorsunuz yazan başka
bir şey var mı diye ancak sadece bunlar yazıyor. Ne sinemanın adı ne adresi
ne bu bileti basan matbaanın adı ne de başka bir şey. . . Yapacak şey yok.
En iyisi sinemaya gitmek ; çünkü görünürde başka bir yapı yok uçsuz bucaksız
bir çölde olduğunuzu hatırlatmaya gerek yok sanırım.
Kapıya yaklaştığınızda kendiliğinden açılıveriyor. Biraz tedirgin de olsanız
elinizde bilet içeri giriyorsunuz; içeride kimse yok gibi. Etrafa
bakınıyorsunuz. Sadece koridorun sonunda bir kapı var ve kapalı. ’’Salon 1’’
yazıyor üstünde. Zaten görünürde başka salon da yok. Bu da kendiliğinden
açılıyor siz dibine geldiğinizde. Ve işte salon birdesiniz. Koltuklar bomboş, kimsecikler yok. Oldukça büyük bir sinema salonu. Ekranın perdesi
kapalı. Biraz çevreye göz atıyorsunuz; perdenin oraya, projektörün oraya, içeri
girdiğiniz kapıya ve bir daha projektörün oraya. . Ancak kimsecikler
yok. Bilete bir daha bakıyorsunuz koltuk numarası da yazmıyor. Siz de
ortalarda bir yere oturuyorsunuz. Ve sessizlik…Salonda duyduğunuz tek ses
kendi nefes alıp vermeleriniz. Birkaç saniye koltuğa düzgünce yerleşmekle
uğraşıyorsunuz. E başlasın bakalım film, diye düşünceler geçiyor aklınızdan
bir sürü soru işaretiyle birlikte. Tam da bu anda salonun ışıkları sönüp
perde açılmaya başlıyor hafif bir gürültü yaparak. Ve işte karşınızda dev
beyaz ekran var. Bir kaç saniye daha geçiyor ve ekranda dev rakamlar
beliriyor ondan geriye doğru saymaya başlayan. Siz bir heyecan belirtisi
koltuğunuzdan doğrulup arkaya, projektör odasının içine bakıyorsunuz, projektörü çalıştıran kişiyi görmek için ancak içerde kimsecikler
yok. Makine kendiliğinden açılmış gibi.
10, 9, 8, 7 . . . 1 ve 0
Ekranımızı ortadan ikiye ayıran siyah bir çizgi var. Çizginin sağ tarafında
oldukça yaşlı bir adam kamburu çıkmış bir şekilde yürüyor, elinde
bastonu. Küçük ve karanlık bir odanın içinde. Kamera yaşlı adamı takip
ediyor;o ise titreye titreye masasına doğru yaklaşmaya çalışıyor, temposu çok
düşük ve oldukça zorlandığı her halinden belli. Sanki ayakları onu artık
taşımak istemiyormuş gibi. Yaşlı adamın gözlerinde anlamsız ve donuk bir
bakış var ve rengi mavi gözlerinin tam dibinden tüm yüzüne yayılan
kırışıklar oturduğunuz yerden bile çok kolay seçilebiliyor. Daha sonra odada
ki kütüphane dikkatinizi çekiyor-bir sürü kitapla dolu;onun hemen yanındaki
masanın yanında da bir sandalye var. Öbür köşede bir soba yanmakta. İçerisini
aydınlatan titrek ışığın çoğu da bu sobadan geliyor zaten. Görünürde hiç
pencere yok. Yaşlı adam sandalyeye oturmak üzere. Masanın üstünde kalemler, kağıtlar var, oldukça dağınık…Ve birkaç tane çerçeve;ancak içindeki resimler
bu uzaklıktan seçilmiyor. Sonra kafanızı ekranın sol tarafına çeviriyorsunuz
–yaşlı adam tam bu sırada sandalyesine oturmak için sırtını sandalyeye
dönüyor, tabiki çok ağır bir şekilde ve bastonundan yardım alarak. Ekranın sol
tarafında küçük bir çocuk var yüzünde tatlı bir gülüş. Kamera onu takip
etmekte. Ortadaki çizginin doğrultusuna koşuyor ancak koşmayı yeni öğrendiği
her halinden belli, birkaç kez düşecek gibi oluyor ama her seferinde ekranın
sol üst tarafından iki tane el yetişip onu arkasından yakalıyor ve çocuğun
tekrar ayağa kalkmasına yardım ediyor;ancak bu kişinin sadece ellerini
görebiliyorsunuz. Kamera gerisini almamış. Bu kişinin çocuğun annesi olma
olasılığı yüksek ; çünkü çocuğun her zor durumunda ona yardım ediyor;tüm
annelerin çocuklarına yaptığı gibi. Annesinin bu yardımlarından sonra çocuk
silkeleniyor ve tekrar koşmaya devam ediyor; sanki hiç bitmeyen bir enerjiye
sahip. Çocuğun masmavi gözleri var ve rengarenk kıyafetler giymiş. Bir parkın
içinde şu an. Her taraf yeşillik. Arka planda da başka çocukların koşup
oyunlar oynadıklarını, topa vurduklarını görüyorsunuz. Parkta çok büyük bir
kalabalık var ancak bunları net bir şekilde göremiyorsunuz; çünkü siyah
çizginin sol tarafında kalan kısmın çoğunu çocuğun görüntüsü kaplamış
durumda, çekimin yakınlığından dolayı çocuğun yüzündeki her türlü mutluluk
ayrıntısı açıkça belli. Ortadaki çizginin sağ tarafına koyu ; sol tarafına
ise cıvıl cıvıl renkler hakim. Filmde şu ana kadar hiç sesin olmaması
dikkatinizi çekiyor. İzlemeye devam ediyorsunuz. Tekrar sağ tarafa
çeviriyorsunuz kafanızı. Bu arada küçük çocuk sonunda yorulmuş gibi
görünüyor. Nefes nefese bir şekilde yere uzanmış, dinlenmekte. Ancak yine de
boş durmuyor ve oturduğu yerden çevredeki insanları meraklı gözlerle
inceliyor. Ne de olsa o daha çok küçük bir insan ve çevresinde ona yabancı o
kadar çok obje var ki. Siz koltuğunuzdan bu küçük çocuğu izlerken onun
keşfetmek için bakan gözlerinin alevi ekranın sol tarafını yakmakta. Ancak bu
canlılık alevini söndüren bir ölüm durgunluğu var ekranın sağ tarafında ve
bu sizin kötü hissetmenize neden oluyor, içinizde hafif bir üzüntü
hissediyorsunuz hatta. Çünkü siz yürümeyi, koşmayı, gülmeyi ve keşfetmeyi yeni
öğrenen, yaşama sevinciyle dolu bu çocuğu izlerken;çizginin sağ tarafındaki
yaşlı adam tüm bunları unutmak üzereymiş gibi görünüyor. Bunu anlamak hiç de
zor değil:Titreyen ayaklar, anlamsız ve amaçsız bakan o gözler ve adamın
yüzündeki mutsuz ifade çocuğun canlılığına tam bir zıtlık oluşturuyor. Yaşlı
adam sonunda aradığını bulmuş gibi:Bu bir resim. İki elinin arasına almış
üzgün gözlerle ona bakıyor ama hala göremiyorsunuz neyin resmi olduğunu;
çünkü çekim hala uzak:Sonra kamera gittikçe yaklaşıyor yaşlı adama. Böylece
yüzündeki kırışıklar daha bir netleşiyor. Ve bu yaklaşma sonucu yaşlı adamla
ilgili bir şeyin daha farkına varıyorsunuz:Ağlıyor!Yorgun ve mutsuz
gözlerinden akan yaşlar, yüzündeki kırışıkların arasından bir yol bulup
aşağıya doğru yavaşça süzülmekte ve kamera daha da yaklaşıyor, eğer böyle
giderse az sonra yaşlı adamın resimde kime baktığını da
görebileceksiniz. İçinizde bir heyecan belirtisi beliriyor ve tüyleriniz
diken diken oluyor;oturduğunuz yerde biraz doğruluyorsunuz. Bu arada sol
taraftaki çocuk gözlerini kameraya dikmiş meraklı meraklı bakıyor. Size
baktığını hissediyorsunuz ve nedendir bilinmez içinizdeki o heyecan daha da
artıyor. Ve işte kamera sonunda yaşlı adamın arkasına geçti ve adamın
elindeki resim görünmekte. Kamera resme biraz daha yaklaştığında artık hiçbir
şüpheniz kalmıyor: Yaşlı adamın elleri arasında tuttuğu resim sizin
resminiz!Ve tam bu sırada içinizi saran dehşet duygusu. Yaşlı adam da artık
kafasını kaldırmış kameraya bakmakta. Ve çocukla aynı anda ellerini kameraya
doğru uzatıyorlar. Sanki sizi selamlıyorlar ya da veda etmeye çalışıyorlar
gibi bir halleri var. Belki çocuğun yaptığı bir selamlama iken yaşlı adamın
ki bir vedadır. Belki biri yeni başladığı bir hayatı selamlıyordur ve diğeri
de bitirmek üzere olduğu bir hayata veda ediyordur. Bu sırada biri hala
gülmekte ve diğeri hala ağlamaklı. Ve sonra birbirlerine doğru yaklaşmaya
başlıyorlar ve tam ekranın ortasında buluşuyorlar. Yaşlı adam sizin resminizi
çocuğa doğru uzatıyor. Resminizi siyah çizginin tam üstüne gelecek şekilde
iki tarafından tutuyorlar. Bir taraftan küçük çocuk diğer taraftan da yaşlı
adam. . Çok garibinize geliyor bu sahne. Ve işte yine tüyleriniz diken diken
oldu. Artık kalkıp gitmek istiyorsunuz buradan. Kapıya doğru
yöneliyorsunuz. Tam çıkmak üzereyken dönüp bir daha bakıyorsunuz ekrana. Hala
aynı sahne:Adamla çocuk size bakıyor ve sizin resminiz siyah çizginin
üstünde. Küçük bir tebessüm beliriyor yüzünüzde. Bir rahatlamışlık duygusu
var. Salon 1’den çıkıyorsunuz ve asıl çıkışa doğru yaklaşıyorsunuz. Siz
adımlarınızı atarken dudaklarınızdan şu cümlenin döküldüğünü fark
ediyorsunuz:’’Hayat değerini bilmedin mi çok çabuk geçiyor. ’’Böyle bir
cümlenin dudaklarınızdan bir anda çıkması sizi biraz şaşırtıyor ama
şaşırttığı kadar da rahatlatıyor. Kapıya varana kadar birkaç kere daha tekrar
ediyorsunuz bu cümleyi:
’’Hayat, değerini bilmedin mi çok çabuk geçiyor. Hayat, değerini bilmedin mi
çok çabuk geçiyor. . Hayat…’’Ve kapıdasınız. Dışarıya, kumlara doğru bir adım
atıyorsunuz ve…
Sessizlik…Gözlerinizin kapalı olduğunu fark ediyorsunuz. Ve bir anda bir
gürültü yükseliyor kulaklarınızda. Bir kaç saniye geçtikten sonra
çözümlüyorsunuz bu gürültüye oluşturan sesleri. Bu, şehir ortamının
gürültüsü. Yavaşça gözlerinizi açıyorsunuz. Ve artık çölde olmadığınızı
anlıyorsunuz. Yine yaşadığınız şehre dönmüşsünüz. Çevrenize bakıyorsunuz her
şey bıraktığınız gibi. Arabalar, koca binalar ve kaldırımlardaki insan
kalabalığı. Ancak bu sefer bir gürültü gibi gelmiyor onların sesi. Aksine
sanki bir müziği dinlemek gibi;belli bir ritme sahip…Yüzünüzde hafif bir
tebessüm beliriyor. Elleriniz cebinizde, yürümeye başlıyorsunuz. Ve
cebinizdeki bileti fark ediyorsunuz. Ancak o da ne? Üstündeki yazılar
değişmiş! Aslında artık bir sinema bileti olduğu da söylenemez. Üstünde yazan
ise şu:
‘’Hayat, değerini bilmedin mi çok çabuk geçiyor. ’’
Kağıdı tekrar cebinize koyuyorsunuz ve bu cümleyi içinizden mırıldanarak
kalabalığın arasından yürümeye devam ediyorsunuz. Yüzünüzdeki tebessüm ise o
küçük çocuğunkini andırmakta…
_______
zaman´mı bence hiç kafanıza tekmayın onu
Eğer takarsınız bilinki, yanlış giden bir şeyler var ortada. . .