Zaman ve Felsefe
Antik Yunanlılar, zaman, uzay ve hareketin anlamını modern çağdaki
insanlardan çok daha derin bir şekilde kavramışlardı. Yalnızca Antik çağın
en büyük diyalektikçisi olan Herakleitos değil, aynı zamanda Elea okuluna
bağlı filozoflar da (Parmenides, Zenon) bu olgunun oldukça bilimsel bir
kavranılışına ulaşmışlardı. Yunan atomcular, herhangi bir Yaratana, bir
başlangıca ya da sona ihtiyaç duymayan bir evren tablosunu daha o zamandan
ortaya koymuşlardı.
Uzay ve madde, “dolu” ve “boş” düşüncesince ifade edildiği biçimiyle
genellikle karşıt şeyler olarak görülür. Ne var ki, pratikte, biri, diğeri
olmaksızın varolamaz. Birbirlerini ön varsayar, belirler, sınırlar ve
tanımlarlar. Uzay ve maddenin birliği, karşıtların en temel birliğidir. Bu
gerçek, Yunan atomcuları tarafından daha o zamanlar kavranmıştı, onlar
evreni yalnızca iki şeyden oluşmuş bir şey olarak canlandırıyorlardı;
“atomlar” ve “boşluk”. Esasında, bu evren görüşü doğrudur.
Görelilikçilik, felsefe tarihinde defalarca gözlenmiştir. Sofistler, “insan
her şeyin ölçüsüdür” diyorlardı. Onlar mükemmel görelilikçiydiler. Mutlak
gerçeğin olabilirliğini reddederek, uç bir öznelciliğe meylettiler.
Günümüzde sofistlerin kötü bir ünü var, ama gerçekte onlar felsefe tarihinde
ileri atılmış bir adımı temsil ediyorlardı. Kendi saflarında birçok
şarlatanın yanı sıra Protagoras gibi bir dizi hünerli diyalektikçiyi de
barındırıyorlardı. Sofizmin diyalektiği, gerçeğin çok yönlü olduğu doğru
fikrine dayanıyordu. Şeylerin, birçok özelliğinin olduğu gösterilebilir.
Verili bir olguya birçok yönden yaklaşma becerisine sahip olmak gereklidir.
Diyalektikçi olmayan bir düşünür için dünya, birbirinden ayrı duran
şeylerden oluşmuş çok basit bir mekandır. Her “şey”in uzay ve zamanda
cisimsel bir varlığı vardır. “Burada” ve “şimdi” önümde durmaktadırlar. Ne
var ki, daha yakından bakıldığında, bu basit ve tanıdık sözlerin gerçekte
tek yanlı soyutlamalar oldukları ortaya çıkar.
Aristoteles, diğer birçok alanla olduğu gibi, uzay, zaman ve hareketle de
büyük bir ihtimam ve derinlikle ilgilenmişti. Yalnızca iki şeyin yok
edilemez olduğunu yazmıştı: Zaman ve değişim, ki her ikisini de haklı olarak
özdeş görüyordu:
Ne var ki, hareketin yaratılabilmesi ya da yok edilebilmesi imkânsızdır; her
zaman varolmuş olması gerekir. Zaman da, zamanın olmadığı bir yerde “önce”
ya da “sonra” olamayacağına göre, ne var edilebilir ne de sona erdirebilir.
O halde, hareket de, zaman gibi süreklidir, çünkü zaman hem hareketle aynı
şeydir hem de onun bir niteliğidir; böylece hareket de zaman gibi sürekli
olmalıdır, ve eğer durum buysa yerel ve döngüsel olmalıdır.
Başka bir yerde de diyor ki, “Hareket ne var edilebilir ne de sona
erdirebilir: Aynı şekilde zaman da ne var edilebilir ne de sona
erdirebilir.”[2] Antik Dünyanın büyük düşünürleri, bugün büyük bir
ciddiyetle “zamanın başlangıcı” hakkında ileri geri yazanlardan ne kadar
daha bilgeymişler!
Alman idealist filozofu Immanuel Kant, vardığı çözümler nihayetinde yetersiz
de olsa, Aristoteles’ten sonra uzay ve zamanın tabiatı sorununu en kapsamlı
araştıran insandı. Her maddi şey birçok özelliğin bir araya gelişidir. Tüm
bu somut özellikleri bir tarafa bırakırsak, elimizde yalnızca iki soyutlama
kalır: Uzay ve zaman. Gerçekten varolan metafizik varlıklar olarak uzay ve
zaman düşüncesine felsefi bir temel kazandıran Kant, uzay ve zamanın
“olgusal olarak gerçek” olduğunu, ancak “kendinde” bilinemeyeceğini iddia
etmişti.
Uzay ve zaman, maddenin özellikleridir ve maddeden ayrı düşünülemezler. Saf
Aklın Eleştirisi adlı kitabında Kant, uzay ve zamanın, gerçek dünyanın
gözlenmesinden çıkarılan nesnel kavramlar olmayıp, bir şekilde doğuştan
gelen kavramlar olduğunu iddia etmişti. Aslında, geometrinin tüm kavramları
maddi nesnelerin gözleminden türetilir.
Einstein’ın genel görelilik teorisinin başarılarından biri, tam da
geometriyi ampirik bir bilim olarak geliştirmiş olmasıydı. Onun geometrik
aksiyomları gerçek gözlemlerden çıkarılmıştı ve klasik Öklid geometrisinin
aksiyomlarından farklılaşıyordu. Öklid geometrisinin aksiyomlarının yalnızca
mantıktan türetilmiş, saf aklın ürünleri olduğu (yanlış bir biçimde)
varsayılıyordu.
Kant, Saf Aklın Eleştirisi adlı kitabının Çatışkılar olarak bilinen ünlü
bölümünde kendi iddialarını doğrulamaya girişti. Bu bölümde, doğal dünyanın
zaman ve uzay da dahil çelişik olguları ele alınır. Kant’ın ilk dört
(kozmolojik) çatışkısı bu sorunla ilgilidir. Kant bu tip çelişkilerin
varlığını ortaya koyma erdemine sahipti, ancak getirdiği açıklamalar en iyi
durumda yetersizdi. Çelişkiyi çözme işi, Mantık Bilimi adlı kitabıyla büyük
diyalektikçi Hegel’e kaldı.
18. yüzyıl boyunca, bilime klasik mekanik teorileri hakimdi ve tek bir adam
tüm döneme kendi damgasını vurmuştu. Şair Alexander Pope, çağdaşlarının
Newton’a duyduğu aşırı hayranlığı dizelerinde şöyle özetliyor:
“Doğa ve Doğanın yasaları yatıyordu karanlıkta:
Tanrı “Newton olsun!” dedi ve hepsi kavuştu aydınlığa.”
Newton, zamanı her yerde düz bir doğru boyunca akıyor olarak tasavvur
etmişti. Madde olmasaydı bile, belli bir sabit uzay dizgesi olacak ve zaman
onun “içinden” akıp gitmeye devam edecekti. Newton’un mutlak uzay
dizgesinin, ışık dalgalarının hareket etmesini sağlayan farazi bir “eter”
ile dolu olduğu varsayılıyordu. Newton, zamanın, içinde her şeyin varolduğu
ve değiştiği muazzam bir “kaba” benzediğini düşünmüştü. Bu düşüncede, zaman,
doğal evrenden ayrı ve onun dışında bir varlığa sahip bir şey olarak
değerlendirilir. Evren varolmasaydı bile zaman varolacaktı. Uzay, zaman,
madde ve hareketin mutlak biçimde ayrı şeyler olarak değerlendirildiği
mekanik (ve idealist) yöntemin karakteristiği budur. Gerçekte ise, bunları
birbirinden ayırmak imkânsızdır.
Newton fiziği, 18. yüzyılda bilimlerin en gelişmişi olan mekanik tarafından
koşullandırılmıştı. Bu görüş aynı zamanda yeni egemen sınıfa da uygun
düşüyordu, çünkü özü itibariyle statik (durgun), zamansız, değişmeyen bir
evren görüşünü temsil ediyordu. Bu evrende tüm çelişkiler düzlenmişti; ani
sıçramalar, devrimler yoktu, her şeyin eninde sonunda bir denge durumuna
döndüğü (tıpkı İngiliz parlamentosunun Orange’lı William’ın liderliğindeki
Monarşiyle makul bir dengeye ulaşması gibi) kusursuz bir uyum vardı. 20.
yüzyıl bu evren görüşünü acımasızca yerle bir etti. Birbiri ardına, eski
katı, statik mekanikçilik sökülüp atıldı. Yeni bilim, durmak bilmez bir
değişimle, fantastik hızlarla, her düzeyde çelişkiler ve paradokslarla
karakterize edilir olmuştu.
Newton mutlak zaman ile dünyevi saatlerle ölçülen “göreli, görünüşteki ve
genel zamanı” birbirinden ayırmıştı. Mekanik yasalarını basitleştiren ideal
bir zaman ölçeğini, mutlak zaman kavramını geliştirmişti. Bu uzay ve zaman
soyutlamaları, evren anlayışımızı büyük ölçüde geliştiren güçlü düşünceler
olduklarını kanıtladılar ve uzun bir süre boyunca bir mutlaklık olarak
savunuldular. Ne var ki, daha derin incelemeler sonucunda, klasik Newton
mekaniğinin “mutlak gerçekler”inin göreli oldukları kanıtlandı. Onun
“gerçekleri” ancak belli sınırlar içerisinde doğru idiler.
Kaynakça;
[1] İncil, 14: 1. [Kitabı Mukaddes, Eyüp, Bap 14, 1-2, Kitabı Mukaddes
Şirketi, İstanbul 1993, s.511]
[2] Aristoteles, Metaphysics, s.342 ve 1b. [Metafizik, s.497-498]
[3] Hegel, Phenomenology of Mind, s.151. [Tinin Görüngübilimi, İdea Y.,
1986, s.75-76]
[4] Prigogine ve Stengers, Order Out of Kaos, s.89. [Kaostan Düzene, s.126]
[5] Hegel, Phenomenology of Mind, s.104. [Tinin Görüngübilimi, s.45]
[6] Hegel, Science of Logic (Mantık Bilimi), cilt 1, s.229.
[7] Landau ve Rumer, What is Relativity?, s.36 ve 37. [İzafiyet Teorisi
Nedir?, Say Y., Mayıs 1996, s.81-83 ve 83-84]
[8] R. P. Feynman, Lectures on Physics, cilt 1, s.1-2.