«Toprağın üstünde yürüyoruz...» sağlam, değişmez, tükenmez toprağın. Ne
kadar kolay unutuyoruz varlığını! Zaman zaman belaların yüzlerimizi yere
sürtüp toprağı hatırlatması gerekiyor bize.
Kırk yıllık rahat bir hayatın insanları ne hale getirdiğini gördünüz, sonunda ne denli anlaşılmamış bir patlama, onun ardından da on yıllık bir sahte mutluluk. Önemli olanı çarçabuk bir kenara attılar ve yalnız ıvır zıvın tuttular akıllarında. Önemli olanı unutmakla da kalmadılar, hor gördüler onu. Hala sarsıntısı içinde olduğumuz büyük yıkıntıdan önceki yıllarda gördüklerimiz gerçekten garipti. Geçici mutluluk elden gidince (yani sırma kefenin sakladığı her şey ortaya çıkınca), herkes gördü ki aksayan bir şey vardı. Herkes bunun ne olduğunu aramaya koyuldu, yalnız bu sorunlara karışanlar, politikacılar, endüstri babalan, sendikalar değil, onlara uzaktan değinenler salonlarda, bürolarda, sanat edebiyat çevrelerinde herkes boyuna çarelerden reformlardan söz ediyordu. Hamlet’de söylendiği gibi büyük bir beyin kargaşası oldu. Ayaklan yerden kesilen bütün bu insanlar, ayaklarına baktılar mı? Hayır. Toprağı bütün bütün unutmuşlardı. Her kafadan bir ses: Gümrük vergisi, fiyat kontrolü, gündeliklerin artması, paranın değerlenmesi, devlet gücünün arttırılması, güdümlü ekonomi. Türlü türlü eşsiz buluşlar; hepsine göre de, önce, işsizlik gibi, ham madde dağıtımı gibi, küçük bazı engeller önlenmeliydi. Aklı başında insanlar, ortada büyük bir güçlük olduğunu görüyor ve sorunları cesaretle ortaya koyuyorlardı.
Kimi insanlar da vardı ki: «Bir şey unutmuyor musunuz acaba?» demek istiyorlardı ama, yürekleri varmıyordu söylemeye. insan kolay kolay gülünç olmayı kabul edemez. Evet, bazılarının dillerinin ucuna bazı kelimeler geliyordu, çok basit ama çok özlü kelimeler, her yurttaşın çocukluğundan beri duyduğu, dört bir yanında yazılı gördüğü özgürlük, eşitlik, kardeşlik gibi, zamanında laf olsun diye söylenmemiş kelimeler, anlamlan alışılmış, gözlerimize göründüğü kadar basit olmayan kelimeler. Daha başka bir çok kelimeyi, Değer’i, Hakkı, Şerefi, Beraberlik’i, Adalet’i, Haysiyet’i, İnsana saygı’yı gerektiren, ya da çağıran kelimeler. Birbirine zincirlenen ve yüce derinlikleri aydınlatan bütün bir kelimeler ordusu. Ne var ki, bu kelimeler, kör olası ekonomik sıkıntıları dakikasında gideremiyordu. Onun için, bunlar bir yerde söylendi mi, dinleyicilerde öyle değişik tepkiler oluyordu ki, onları tekrarlama hevesi kalmıyordu insanda. Örneğin, bu kelimeleri, Meclis kürsüsünde söylediniz mi bir hayli alkış topluyordunuz ama, yüzlerde kurnazca bir gülümseme beliriyordu: «Çok yerinde, çok ustaca, rakiplerini susturmak, sorudan yan çizmek için güzel bir çare!» der gibi. Ciddi konuştuğunuz bir an için olsun, kimsenin aklına gelmezdi. Boş, özü olmayan kelimelerdi bunlar. Kürsü dışındaki her yerdeyse kurnaz bile demiyorlardı artık size. Düpedüz bir alık, hiç bir şeyden anlamaz olmuş bir eski kafa sayıyorlardı sizi. Hele ahlak, töreler metafiziği gibi, daha dumanlı sözler ettiniz mi, bu laflarla kaybedecek vaktimiz yok deyip sırt çeviriyorlardı size.
Öte yandan düşünce alanında buna benzer bir serüven daha vardı: En seçkin kafalara göre bir edebiyat eseri ciddiye alınabilmek için her türlü gündelik kaygılardan uzaklaşmalıydı. Yalnız edebiyatta değil, resimde de öyle. Bu aydın kişiler, bir yandan ciddiliği politika ciddiliğinin tam tersi sayarlarken, öte yandan da politika gerçekçilerine hak veriyorlardı. «Herkese bir yer, herkes yerine!» «Bilmemiz gerekmeyen şeye karışmayalım» demek istiyorlardı ve diyorlardı. İnsanlar arasında bir uzmanlar duvarı yükseltiyorlardı: İnsanlara ekonomi uzmanları karışacak, İnsan’a da söz uzmanları. Ekonominin insanla uğraşması yasak, sözün de toplumlarla uğraşması. Bu Bölünme içinde özgürlük beraberlik, doğruluk nereye konabilirdi?
Oysa, İnsanı ve insanları aynı zamanda hesaba katmadan insanca değeri olan hiç bir şey yapılamaz. İnsansız İnsan nasıl hiç bir şey değilse insansız insanlar da hiç bir şey değildir. Yaptıklarımızda ve yazdıklarımızda bunları birbirinden ayırmak her zaman için yanılgıların en büyüğü olacaktır. Kavranması bu kadar kolay eski kavramları yeniden ele almamız gerekiyor bugün.
Gün ağardı ama, henüz geceden çıkmış değiliz. Yüreklerimize güneş vurdu ama, kafamız hala korkunç düşün yankılan içinde. El yordamıyla ürke ürke aranıyoruz çevremizde: Duyma, görme, dokunma duyularımızla, düşünceyle, şiirle, özgürlük, adalet.
Bu kelimeler bizim için yeniden anlaşılmaz oldular, yeniden bulmamız gerekiyor onları. Çünkü, bu kelimeler, insanlar, uluslar arasındaki ilişkilere göre durmadan değişiyorlar. Zaman zaman insan düşüncesi için en büyük tehlike belki de, düşünceleri ve kelimeleri fosilleşmeye bırakma, eski putlar gibi vitrinlere kaldırma eğilimidir. Bu büyük kavramların dirliğini ve dinamizmini sürdürmek çabalarımıza anlam ve değerini kazandıracaktır.