Budizm ilkelerinin Çin’de Taocu ve Konfüçyüsçü öğelerle karışıp
kaynaşmasından oluşmuş bir uyanma aydınlanma yolu olan Zen Budizm VI.
yüzyılda Çin’de doğmuş, XII. yüzyılda Japonya’ya geçmiş ve gelişmesini orada
günümüze kadar sürdürmüş bir akım. Bin beş yüz yıllık geçmişi boyunca Çin ve
Japonya dışında ilgi görmemiş olmasına karşın son elli yıldan beri bütün
dünyada, özellikle aydınlar abasında olağanüstü bir ilgiyle karşılanıyor.
Yurdumuzdaysa Zen Budizmin aydınların ilgisinin de, bilgisinin de dışında
kalmış olduğu bir gerçek.
Zen Budizm’in bütün dünyada uyandırdığı bu ilgi, yalnızca Batı’da Uzakdoğuya karşı duyulan egzotik bir merakla açıklanamayacak kadar köklü. Bunun böyle oluşu, kanımca, Zen Budizm’in bütün insanlar için geçerli evrensel bir bildirisi olmasından ileri geliyor.
Türk aydınının Doğu’dan gelen her şeye karşı geleneksel bir çekimserliği var. Hele bu dinsel bir öğreti ya da gizemcilik falan olarak damgalanabilecek bir şeyse, bu çekimserlik daha da artıp dirence dönüşüyor.
Zen Budizm sözünün Türk aydınında ön yargılı olarak yanlış çağrışımlara yol açtığım sanıyorum. Zen Budizm denince belki de o Doğunun kendine özgü, konunun dışında olanlara hiç bir şey söylemeyen terimler kalabalığı aklına geliyor; Buda’lar, Bodhisattva’lar, Deva’lardan oluşan bir sürü Tanrısallaştırılmış kişilikler, yüzlerinde gizemli bir gülümseme olan Buda heykelleri, pagodalar, mumlar, buhurdanlar, daha bir sürü Doğuya özgü ayrıntı aklına geliyor; Doğunun anlaşılması öylesine güç, öylesine karmaşık gizemciliği aklına geliyor; samurai’ler kamikaze’ler bile aklına gelebiliyor da Zen Budizm’in tam bir nesnellikle, yan tutmadan, saptırmadan gerçeği olduğu gibi bütün yalınlığı içinde kavramamızı sağlayacak biçimde zihnimizi eğitmeye, yanılgılardan, yanılsamalardan kurtarmaya çalışan bir yöntem olabileceği aklına gelmiyor.
Bunun böyle oluşu aydınlarımız için gerçek bir talihsizlik. Çünkü Zen Budizm’le tanışmak düşünce ve görüşlerinde belirli bir genişlik, bir boyut kazanmalarına yol açabilirdi.
Gene Zen Budizm’in genellikle bir tür gizemcilik olarak tanımlanıp değerlendirilmesinin neden olduğu bir takım olumsuz çağrışımlar var. Gizemcilikten, bir dizi doğmaya dayalı olarak, o doğmaları doğrulamak için aklı ve normal bilincimizi aşan bir aşkınlıkla, bir esrime (extasy), bir kendinden geçme durumu (trance) içinde algılar ötesi yüksek gerçeklere, Tanrıya ulaşılması anlaşılıyorsa Zen Budizm’in bu tanıma uymayan yanları uyanlardan daha çok. Öncelikle şunu söylemeliyim, Zen’de doğmanın hiç bir türlüsü olmadığı gibi, tektanrıcı dinlerdeki tasarıma uyacak biçimde bir Tanrı kavramı da yoktur. Bundan başka Zen, esrime gibi, kendinden geçme gibi zihnin saydamlığım bozan, insanı gerçek dışı düşlere, kuruntulara sürükleyen durumları benimsemez. Zihnin olanca keskinliğiyle gerçeği bütünlüğü içinde, olduğu gibi kavramasına olanak verecek bir uyanıklık durumunu gerçekleştir meyi amaç edinmiştir. Gerçeği yüksek gerçekler, olağan gerçekler, kutsalla kutsal olmayan diye ikiye bölmeye çalışan ikiciliğe de karşı çıkar. Zen gözüyle gerçek bölünmez bir bütündür. Bütünü oluşturan parçalardan ayırtılamaz.
Zen Budizm bizim koşullandırılmış kanıların, yargıların, kararların, mantık kurallarının, dilin bağımlılığı altında etkinliğini özgürlük içinde yürütemeyen bir aklımız olduğunu, böyle bir aklın kısıtlılığını aşmamız gerektiğini savunuyorsa, derinlik ruhbilimi, toplumbilim, anlambilim, iletişim, dilbilim gibi bilim kollarında da benzer yönlenişler olduğunu yadsıyamayız. Salt bu nedenle bu bilim kollarını gizemcilikle damgalayabilir miyiz?
Bunun dışında Zen Budizm’i diğer gizemci yollardan ayıran önemli bir özellik, Zen Budizm’in var olanın dışında bir gerçek, bir giz aramamasıdır. Zen, kendimizi doğmalardan, önyargılardan, geleneğe bağımlılıktan gelen sınırlamalardan kurtarmadıkça inançların, kurguların desteğiyle yaratacağımız kavramların bizi gerçeğe eriştirmekte yetersiz, başarısız kalacağı görüşündedir.
Zen yaşantısına ulaşmış kimse için bir türlü gerçek vardır; günlük yaşantımız içinde bulup yaşayabileceğimiz, en anlamsız gibi görünen ayrıntılar içinde de aynı oranda var olduğunu gözleyebileceğimiz gerçek.
Çin’li bilge Chaochou’ya (Joshu, 778-897) «Zen gerçeği (Tao) nedir?» diye sordukları zaman, «Sizin her günkü yaşamınızdır, her günkü düşüncelerinizde.» demiş. Zen’in amacı yaşama ve gerçeğe karşı bir duyarlık kazandırmak, şu kanıksadığımız, yabancılaştığımız dünyayla bizi yeniden kaynaştırmak, onun olağanüstü güzelliğine uyandırmaktır. Zen yaşantısına erişen kimsenin elde ettiği duyarlık, yaşama ve gerçeğe duyarlıkla yaklaşmış, bir çok yanılgılardan, yanılsamalardan kendini kurtarmış, belirli bir uyanıklık kazanmış pek çok sanat ve edebiyat adamınınkinden bütün bütün değişik bir şey değil Aradaki fark yoğunluk ve yaygınlıktan gelen bir farklılık.
Zen Budizm kendine özgü anlatım yoluyla yani kısa öykülerle, karşılıklı söyleşilerle (mondo), şiirlerle gönlümüzün isteklerine uysa da uymasa da, katılığından, acımasızlığından ötürü kolay kolay gönlümüze yatıramasak da dünyayı olduğu gibi kabullenmekten başka bir seçeneğimiz olamayacağına, dünyadan verebileceğinden daha çok, daha değişik şeyler istemenin bize acıdan, düşkırıklığından, gereksiz tasa ve kaygılardan başka bir şey getiremeyeceğine gözlerimizi açmaya çalışıyor. Diyor ki: «Daha en baştan beri senden hiç bir şey gizlenmemişti. Şendin gözlerini gerçeklere kapayan! Şendin!.. Zen’de ne açıklanabilecek bir şeyler var, ne de öğretilip senin bilgini arttırmanı sağlayacak bir şev var. Senin içinde gelişip büyümedikçe hiç bir bilginin sana yararı olmaz, ödünç kuş tüyleriyle süslensen de takma tüyler büyümez »(l)
Zihnimizde, tıpkı bir gramofon plağında olduğu gibi, düşünceler, daha önceki düşüncelerin çizdiği izlerden gidiyor. Zihnimiz yeni düşüncelere, yeni görüşlere bütün bütün kapalı olmasa da dirençle karşı koyuyor. Büyük çoğunluk konu edilince çekinmeden bütün bütün kapalı olduğunu da söyleyebiliriz. Kültür, eğitim, din, propaganda düşüncelerimizi koşullayıp biçimliyor. Yiyip içtiklerimizin, tahıl ya da et yememizin bile davranışlarımız yoluyla düşüncelerimizin biçim almasında etkin olduğunu savunanlar var. Düşüncelerimiz davranışlarımıza yön verirken davranışlarımız da düşüncelerimize biçim veriyor. Bu durumda düşür çelerimizin doğruluğuna nasıl güven duyabiliriz? Hiç kimse kanılarının, yargılarının, kararlarının doğruluğundan kuşku duymuyor. Oysa herkesin kanıları, yargıları, kararları belirli kalıplara uygunluklarına göre bir kaç bölümde sınıflanabilse de gene de, ne kadar değişik, ne kadar çelişkili... Hiç kimse bu kanılara, kararlara, yargılara varmış olmasında çevresel koşulların, koşullanmaların, tutkuların, çıkarların, gizli açık isteklerin ne denli etkili olmuş olabileceğini düşünmeye gerek görmüyor. Spinoza’nın dediği gibi «İsteklerimizin ayırtındayız ama bu istekleri doğuran nedenlerin yeterince bilincinde değiliz.»
Kararlarımızın, yargılarımızın doğruluğuna güven duyabilmemiz için her şeyden önce bu kararlara, yargılara varmamızın örtük nedenlerini bulup ortaya çıkarmamız, zihnimizin derin çalışma düzeniyle tanışmamız gerekmez mi? Üyesi bulunduğumuz sınıfın, toplumun, bölgenin bireyleriyle başka sınıfların, toplumların, bölgelerin bireylerinden farklı düşünce ve kanılan paylaşmamız, bu gerekliliği tartışma götürmez bir açıklıkla ortaya koymuyor mu?
Zihnin en uygun koşullarda, en verimli, yaratıcı bir biçimde, nesnellikten, yansızlıktan ayrılmadan çalışmasını önleyen bütün engelleri aradan çıkarmadıkça zihnin bulanık, karmaşık, dağınık, çeşitli duygusallıkların etkisi altında bir takım gerçekdışı düşünceler üretmesini nasıl önleyebiliriz?
Zen bazı başka gizemci öğretiler gibi bir kaçış değil, yüreklilikle, gözüpeklikle yaşamın, gerçeğin göğüslenmesi, üstlenilmesi demektir; birtakım yalancı güvenceler vererek uyutmaya değil, bütün inançları güvenceleri elimizden alarak bizi uyandırmaya çalışır. Gözleme, yaşantıya dayanmayan her türlü inancın gerçekle aramıza giren bir engel oluşturduğunu fark etmiştir; gerçeği yorumlayan, çok defa saptıran, çarpıtan zihnimizle, derin benliğimizle, iç varlığımızla, iç yapımızla tanışmadıkça gerçeğe varılamayacağının bilincindedir.
Sokrat, kendi kendimizi tanımayı önerdiği zaman, bunun nasıl yapılabileceği, nasıl buraya varılabileceği konusunda sanıyorum ki yeterince ayrıntıya girmemiş. Zen gözüyle kendi kendini tanımak, zihnin derin çalışma düzeniyle, derindeki düşüncelerin akımıyla tanışmak, düşüncelerin bağımlılığını, düşüncelerin belirli düşünce yumaklarını izlediğini görüp anlamak demektir. Ancak bu yolla düşüncelerimizde özgürlüğü kısıtlayan, düşüncelerimizi koşullayan nedenlerle tanışabilir, böylelikle de zihnimize yeni baştan özgürlüğünü kazandırma yoluna girmiş olabiliriz.
Zen Budizm öldükten sonraki yaşamımızla ilgili bir avunma değil, bir uyanma, gerçeği olduğu gibi, gerçeği gerçekliği içinde kavrayabilmek için bir eğitim, aldatılmadan, kandırılmadan, başkalarını da aldatmadan, kandırmadan gerçeğe katlanma yürekliliğini gösterebilecek kimselerin izleyebileceği bir yoldur. Gerçeğe gözlerini açmak, teybi silmek, yeniden kayıt yapabilecek duruma getirmek, yalnız onaylayan bir zihin değil, özgürce yem çözümlere, yeni anlayışlara, duygulara, akıldışına da açık yaratıcı bir zihinle kendine ve dünyaya bakmaktır.
Toplumsal düzen kaygusu insanların özgürce düşünmelerine, iyi ya da kötü kendi özgür istençleriyle kararlara, yargılara varmalarına karşı çıkan bir eğitim sistemi geliştirmiştir. En başta insanlar için neyin iyi neyin kötü olduğuna karar veren bir Tanrı inancı olmak üzere insan, derece derece, yalnız onu yaşamında yöneten, güdümleyen yöneticilere değil, inançlarına, kanılarına yön veren eğitimcilere, önderlere kamuoyu oluşturuculara gereksinim duyacak biçimde koşullandırılmıştır. Kendisine kabul ettirilen inançlarla kendisinden neler saklanmak istendiğini görüp anlayacak, olmayacak inançların ardında kendisine yalancı ve ucuz bir güvence bulacak biçimde eğitilmiştir.
Aslında hepimiz zihnimizi bağlayan bağları çözmekten korkuyoruz. Böyle bir girişimin çekinceleri bizi ürkütüyor. Ama gene de bir kez denenmeye değer soylu bir hedef bu.
Neyin gerçek neyin yalan olduğunu anlamak için bir yol var. Zihnin derin çalışma düzeniyle, kendi iç varlığının derinliğiyle tanışıp gerçeği gerçekliği içinde görebilecek biçimde uyanıp aydınlanmak.
İşte Zen’in önerisi bu! Öyle bir anda elinizin tersiyle geri çevirilecek bir öneri de değil.