Voltaire

Oskar Ewald


KİŞİLİĞİ

Voltaire’i çok dar bir çerçevede felsefi olarak ortaya koymak, pek başarı vadeden bir iş değil. Bu, önemi ve etkisi unsurlardan çok bunların eşsiz bağlanışında ve stilize edilmesine borçlu olur. Ayrıca bu unsurlar insanlığın bilincine öylesine geçmiştir ki onları temel nedenlerine indirgemek zorumuza gidiyor. Voltaire’in şöhreti bununla tabii ki zarar görmekten ziyade yükseliyor. Yenilerde Prens Keyserling onun için “en büyük ölümlü” dedi.[1] Bu sözde dile gelen şey, devrinin sırrını açıklamış, ona gerekli biçimi vermiş olduğu, ama zamanının ilerisini düşünmediğidir; yani bir yaratıcıdan çok bir yorumlayıcı olduğudur.

Ayrıca Schiller’in “Wallenstein” üzerine şu sözü de onun için geçerlidir:

“Onun karakter imgesi, tarafların nefreti ve ihsanıyla karışıp sallanır durur tarihte."

Bu sallantı halinde şüphesiz onun her zaman açık seçik ve itirazsız olmayan kendi tutumunun da payı vardır. Ölçüsüz hırs, dış parıltı ihtiyacı, kibir, hassasiyet, kazanma tutkusu, en asil tanıtıcı özelliği hakikat, doğruluk, insanlık konusunda tam, ödün vermez bir coşku olan bir şahsiyet fizyonomisini lekelerler. Bu tür çelişkiler nasıl bağdaştırılabilir? Belki, Voltaire’in idealizmi, karakterden ve zihniyetten çok duygudadır, denerek. Öyle ki o, iyiye karşı doğrudan sevgiden çok kötüye karşı antipati ve nefrete yer vermiştir ve bu, onun alay, ironi, hiciv eğiliminde ortaya çıkarak aynı ölçüde ruhunun kapılarını olumsuzlamanın güçlerine açmıştır.

Onun olağanüstü etkisi hiç de evrenselliğinde değildir. Bilgi ve yaratıcılığın pek çok alanında söz sahibiydi: Sanatçıydı, araştırıcı ve düşünürdü; tiyatro yazarı, anlatıcı, hikayeci, özlü sözler yazarı, hicivci, denemeciydi; fizikçi, tarihçi, ilahiyatçı; tabiat filozofu, bilgi kuramcısı, psikolog, kültür ve toplum filozofu, metafizikçi. Ama mesela Leibniz gibi bu alanların her birinde ya da bir tekinde çığır açıcı ya da yol gösterici olarak etkide bulunmamıştır; rahatça iddia edilebilir ki o hiçbir alanda en derinlere inmemiştir. Sistemci değildir, belki tam bir ansiklopedici ya da ayaklı kütüphane bile değildir. Ama canlı bir insandı. Bunun kanıtı, kendisinden kaynaklanan bütün iyi ve kötü şeydir ve bu onun çağdaşlarının çoğundan, hatta daha derinlikli olanlardan da üstün olmasını sağladı.

Voltaire’in hayatı ve kaderi asla yalnızlıkta geçmemiştir, isterse bunları erken veya geç ama hep gönüllü olarak seçmiş olsun. Ama bu münzevi yine de Ferney’in hiçbir zaman efendisi olmadı ve dış şartların baskısı bile onu bu konuma getirmedi. Kamuyla binlerce bağı vardı; hem de yalnızca fikir ve gönül bağı değil. Akıl karşıtı ve yandaş sadakatiyle yeterince sınırlı tutulmayan o aşırı hırsı, büyük dünyayla bağlarını da küçümsetmiyordu. Çok geniş çaplı bir entrikalar ağının çok kereler merkezinde oldu. Bir Descartes’ın, bir Spinoza’nın, bir Malebranche’ın hayat tarzıyla karşılaştırılamaz onunki. Belki etkinlik alanım ve yönünü sık sık değiştiren o huzursuz Bruno ya da Leibniz’inkiyle karşılaştırılabilir: Ya dış parıltıların çekiciliklerine şüphesiz daha kayıtsız şartsız taviz veren lord kançıları Bacon ile. Böylece Voltaire’in kaderi de bizim doğal olarak en az yer ayırarak yansıtmak zorunda olduğumuz çeşitli değişim hallerinden oluşmaktadır.

Asıl adıyla François Marie Arouet Le leune, 20 Şubat I694’de hazine başkanlığı görevini yürüten küçük bir soylunun oğlu olarak Chatenay’da doğmuştur. İlköğrenimini Descartes gibi, kendilerine daha sonra kilise ve Hristiyanlığa karşı mücadelesinde bir süre dokunmadığı Cizvitlerin yanında görmüştür. O zengin, daha ilk gençlik yıllarında kanıtlanan yetenekleri öğretmenlerince takdir edilmiş, ama sonra baba ocağında destek görmemiştir. Yaşlı Arouet’nin en hoşlanmadığı şey, çalışkan bir memur olmasını istediği oğlunun edebiyat kariyerine yönelmesi ve şiir yazmasıydı. Ona evi yasakladı ve Voltaire bir süre huzursuz bir şekilde oradan oraya dolaşmak zorunda kaldı. Henriade ile dramlarının birkaçının meydana çıkması bu döneme rastlar ki bunlar hemen halkın ilgisini çekmiştir. Voltaire, parlak bir kariyerin başlangıcındadır; ama o ısırıcı olayları yüksek bir soylunun düşmanlığını çeker ve bu adam ona yol ortasında

uşaklarınca kötü muamele ettirir. Voltaire hakkını arar; aldığı cevap tutuklanma ve sürgündür ki bu, adalet ve kurtuluşunun öncü savaşçısı için Fransa’da o iki idealin ne durumda olduğunun en açık kanıtıdır. Ama kaderinin bu dönüşü ona yine de hayırlı olacaktır. İngiltere’ye gider ve oradaki düşünce hayatıyla temas edişi, gelişimi için son derece verimli olur ve bu gelişime hedef ve yön verir. Geleceği için bu yerde büyük kazanımlar elde eden Montesquieu gibi. Newton, Locke ve Shaftesbury ile eserlerinde tanışır ve ihtiyacı olan şeyi, yani yıkmayı ve yeniden yapmayı burada bulur; yani akıl katında kendini savunamayan her şeyi yıkmak, akıllılık unsurlarından yeni fiziksel, ahlaki, estetik, kültürel bir dünyanın kuruluşu, İngiltere’de gerçi hafifletilmiş ama karşı konmaz bir parlaklıkla ışıldayan Aydınlanma ışığını Fransa ile yaymak, artık içinde değişmez sağlamlıkta bir karardı. Bir işte başarıyı zaman zaman geciktirse ya da sınırlasa da sonu garanti olan bütün kurnazlık çarelerinden yararlanmak istiyordu. Bu çilekeş aziz figürü değildir Voltaire. Şüphesiz cesurdu; çok kereler huzurunu, dış konumunu, hatta güvenliğini tehlikeye sokmuştur. Ama son, mutlak girişim gücünü korumamıştır; şahsı ve kendi deyişiyle temsil ettiği şeyin yararı söz konusu ise, taktik gereği geri çekilmeyi bilmiştir, ki bu da şüphesiz yalnızca yeni bir hücumu hazırlayacak ve maskeleyecektir. Bu ölçüde bir peygamberden çok bir siyasetçidir ya da istenirse, Aydınlanma’nın bir stratejisidir.

KADERLER VE ANA ESERLER

Voltaire’in İngiliz edebiyatıyla yoğun uğraşmasının meyvesi “Lettres sur les Anglais” (İngilizler Üzerine Mektuplar) olmuştur. Bunların içeriği daha sonra çeşitli yazılarına yani “Dictionaire philosophique”e bölüştürülmüş ve olağanüstü başarı sağlamış, her iki ülke arasındaki düşünsel ve kültürel bağların güçlenmesine katkı sağlamıştır. Ne var ki yazarına kilise ve resmi bilim tarafından yalnızca geçici olan yeni şiddetli düşmanlaşmalar getirmiştir. Mesela geri dönüş izni aldıktan sonra Paris’te uzun süre kalamamıştır. Bilgin sevgilisi Marquise du Chatelet’nin şatosuna Cirey’ye gitmiş ve onunla devam eden çalışma ortaklığı içinde birkaç yıl, üretkenliğine çok iyi gelen kırsal inziva havasında yaşamıştır. Burada 1755 yılında önemli eseri Neıvton Felsefesinin Ana Unsurları (Elements de la philosophie de Newton)’nı yazmıştır ki eserde o zamana kadar sıkı Descartesçı olan vatandaşlarını bu büyük Britanyalı araştırıcı ve filozofun keşifleriyle ve fikirleriyle tanıştırmıştır. Voltaire’in hayatında önemli bir bölüm de onu tekrar tekrar çağıran dostu ve hayranı Friedriclı der Grosse’nin sarayına, Berlin’e seyahatidir. Ama bu iki adamın yakın teması çok geçmeden derin karşıtlıkları ortaya çıkarır.[2] Dış şartların da bunların keskinleşmesinde payı olur. Kralın özel doktoru La Mettıie ve özellikle de kral tarafından Berlin Akademisi Başkanlığına atanan Maupertuis, Vollaire’in yeni konumunu kıskanmış ve bunu gölgelemek için her çareye başvurmuşlardır. Şüphesiz o da hassas açıklar vermiştir. Kötü giden bir para meselesi onu lekelemiş, Friedrich hakkında sarf ettiği birkaç kötü söz, kendisine yetiştirilmiştir. Sonunda ipler kopar ve Voltaire yurduna dönmek üzere sarayı terk eder. Yolda Frankfurt’ta o zamana kadarki koruyucusunun bir ajanı tarafından çeşitli el yazmalarını yasaya aykırı olarak yanında götürdüğü gerekçesiyle tutuklanır ve ancak üç hafta süren bir tutukluluktan sonra özgürlüğüne kavuşmayı başarır. O yıl ve Elsas'ta geçirdiği ertesi iki yıl içinde daha çok tarih çalışmalarıyla uğraşır. Sonra Cenevre Gölü kıyılarında yaşamaya karar verir ve ömrünün sonuna kadar orada yeğeninin himayesinde yaşar. Burada huzur bulur ve çeşitli edebiyat alanlarında etkinliğini geliştirecek kaynaklara ulaşır. Gelenekler Üzerine Deneme (Essai sur Les Moeurs, 1756), geniş oylumlu bir kültür tarihidir. Candide (1758), Felsefe Sözlüğü (Dictionnaire Philosophique 17601764), Cahil Filozof, (Le Philosophe Ignorant, 1766), Ruh Üzerine, (De l’ame, 1744) bu dönemde oluşur. Büyük dünyanın baştan çıkarmalarına inatla direndiği bu yıllarda şöhreti bütün Avrupa’yı kaplar. Aydınlanma, insanlık ve hoşgörü meselesinin şaşmaz temsilcisiydi. Ansiklopedistler için uzaktan gayretli bir iş arkadaşı ve mücadele ortağı oldu. Bazı günahsız kurbanı, Kilise fanatizminden en iyi adamlarının aracılığıyla kopardı. Ve barbarca bir hukuk tarafından katledilen Protestan Calas meselesinde geç kalındığında en azından bu cinayeti ifşa ederek kurbanın ve torunlarının ününü yeniden sağladı. Paris’i bir daha görmek kısmet olacakmış. İleri yaşta oraya gitti ve eserinin ve ilan ettiği idealin ne kadar halka mal olduğunu ona kanıtlayan muazzam bir nümayişin objesi oldu. Ama gerilim ve heyecan, onu güçsüz bıraktı ve nihayet 30 Mayıs 1778’de 84’lük bir ihtiyar olarak kendini çevreleyen alkışların orta yerinde öldü.

KİLİSEYE KARŞI SAVAŞ

Söylenenlerin hepsini toparlarsak kolayca kavrarız ki, Voltaire çok kereler yanlış anlaşılmış, hatta belli bir kasıtla hala yanlış anlaşılmaktadır. Onun hakkında en yanıltıcı hükümler bile bugün ortalıkta dolaşmakta. Ona dinsiz ya da ateist derler, oysa Tanrı’nın varlığından emin olma onun öğretisinin en önemli, belki de can alıcı noktasını oluşturur; yani ona ne koyu bir materyalist ne de şüpheci, hele hele nihilist hiç denemez. Voltaire, kilisenin dogmatik vahiy Tanrı kavramına karşı çıkmıştır, çünkü bu kavram ona daha açık ahlaki dini görüşe ters görünüyordu ve o, bu savaşı en keskin silahlarla yürüttü. Bu nedenle de onun esas amacının yalnızca yıkmak, ama kurmamak olduğu şeklindeki yanıltıcı kanaat zemin buldu. Voltaire, dinin değerini dinden insanlara giden ahlaki etkilerle ölçmesiyle iyiden iyiye Aydınlanma temsilcisidir. Yalnızca egemen kiliseleri değil, hayır, neredeyse bütün inanç ve tarikatları, kendisinin o ünlü “Ecrasez l’infame” sözünü sarf ettiği “hoşgörüsüzlük sürüsü” olmakla suçlar. Otuz Yıl Savaşlarında nasıl kudurdukları, o zamanki Fransa’da henüz Cizvit ve Jansenistlerle nasıl tükenmez bir nefretle mücadele ettikleri bir yana, özgür düşüncenin her türlü ilanına ortak öfkeyle sarılmayı bunun engellemediği düşünülürse, o zaman Voltaire’in, devrinin öncü savaşçısı olarak egemen dindarlık sistemine saldırışındaki o özel dindarlık anlaşılır. O, en eski ve en güçlü ifadesini Tevrat'ta bulduğu her türlü fanatizmin resmen ölümcül düşmanıdır. Bütün Yahudiliğe, hatta dahası Hristiyanlığa da taşıdığı Yahudi dinine derin antipatisi bu yüzdendir. Çünkü Yahudileri Hıristiyanlığı inkar ettikleri için değil, tersine, Hıristiyanlığı ortaya çıkardıkları için suçlar. Bu manada içini döktüğü en ayrıntılı ve en çok okunan yazısı “Lord Bolingbıoke’un Önemli bir İncelemesi ya da Fanatizmin Mezarı, (Examen important de Milord Bolingbroke au le tombeau du fanatisme, 1736) o zamana kadar İncil’e ve İsa’ya karşı dile getirilen en abartılı küçümsemeleri ve hakaretleri içerir. Vurgulaması biraz daha ölçülü olsa da aynı eğilimdeki yazısı Tanrı ve İnsanlar (Dieu et les Hommes)’dır ve gizli adıyla Teolojik, ama akıllı bir eser (Par le docteur Obern, ceuvre theologique mais raisorınable)’dir. Voltaire’in “Essai sur les moeurs”ünde ve çok sayıdaki yazılarında paralel yerler buluruz. Vahiy inancının karşısına akıl inancını koyar. Kendimizi akla bırakabiliriz, bırakmalıyız da, çünkü akıl bize genel ahlak ilkelerine olduğu gibi Tanrının varlığına da güvenmemizi sağlar, aynı bizim ona öbür taraftan matematik ve fizik bilgilerimizi borçlu olduğumuz gibi[3]. Ama vahiy inancı bizi yanıltırken ve Tanrısallığın temiz anlayışını karartırken akıl bizi onunla doğru bir konuma getirir. Onun sayesinde kavrarız her şeyden önce bir Tanrı’nın var olması gerektiğini.

ATEİZME KARŞI SAVAŞ

Voltaire’in kullandığı deliller, kozmolojik ve psiko-teolojiktir. Tanrı kavramından onun var oluşunu tümdengelimle çıkarmaya ise duyumcu ve deneyci olarak uzak durur. Bir şeyler var; o halde mutlak, tanrısal bir varlık olmalıdır.[4] Çünkü tek tek şeyler kendiliklerinden var değildir; yani bir yaratıcı nedene işaret ederler. Ama bu yaratıcı neden, niçin tanrısaldır? Bu neden niçin daha sonraki o Doğanın Sistemi’nin kozmolojik kanıta karşı savunduğu gibi maddesel bir ilk öz olamaz? Çünkü dünyanın plana uygunluğu ve bizim kendi zekamız bunu reddeder.[5] Bunlar sayesinde zeki bir ilk sahip fikrine ulaşmak zorundayız, aynı, iyi kurgulanmış bir makineden becerikli bir mekanikçinin varlığı hakkında gerekli sonuca vardığımız gibi. Akıl bizi güven içinde böyle yönlendirir. Ama buraya kadar, ötesine değil. Çünkü Tanrısalın niteliği ve belirtileri üzerine daha kesin konuşmaktan kendimizi korumalıyız, eğer teolojinin o karmaşık çalılığında yolumuzu kaybetmek istemiyorsak. İki ya da birçok Tanrıyı kabul etmek, zorunlu olarak bağlı olduğu her şeyi kapsama ve mükemmellik kavramıyla çeliştiği için Tanrı’nın yalnızca birliği ve biricikliğini idrak ederiz. Dünyanın bütünlüğü, bütüncül bir ilk sahip ister.[6] bu sahip keza yaratıcı ilk güç olarak bir iradeye, hem de şüphesiz özgür bir iradeye sahip olmalıdır. Voltaire aynı şekilde onun ruhsal sıfatıyla olduğu kadar maddeselliğiyle de belirlenebildiğini iddia eder.[7] Burada Tanrı hakkında başkaca ifade edilenler kuramsal bilinçten ziyade ahlaki bilinçten alınmadır. Tanrı, sonsuz iyidir ve iyi hareketlerin olduğu gibi kötü hareketlerin de adil yargıcıdır. Doğal olarak bu, hiçbir yerde kanıtlanmaz. Voltaire’in hareket noktası burada, Kant’ın da çok daha derin manada aklın kayıtlarında öncelikle ele aldığı modern pragmatizme yaklaşır. Böyle bir Tanrıya inanmak bizim istememizin ve davranışımızın gerekli bir ilkesidir. Voltaire burada bütün dinlerin bu önemli noktada birbiriyle birleştiğine dayanmayı da ihmal etmez. Bu nokta ona göre dini hissin ve düşüncenin çekirdeğidir.[8] Voltaire’in, saf bir kaynaktan çıkıp çamurlu topraklarla bulanan kanallara benzettiği çeşitli mezhep içerikleri bu noktayla sınırlıdır.[9] Böylece iki cephede savaşır: Yanılgının iki kutbu olarak fanatizm ve ateizmle. Bunların ikisinin arasında bizim emin adımlarla yürüyeceğimiz dar bir hakikat ve erdem bölgesi vardır. Bu bölge, deizm bölgesidir ki en etkili temsilcisi olarak Voltaire sayılmalıdır.[10] Ateizme kuramsal ve etik kanıtlarla yaklaşmaya çalışır. Kozmolojik kanıtı şu görüşle destekler: Eğer madde dünyanın mutlak temeli olsa, maddenin bütün özellikleri ve şartlarıyla zorunlu olarak var olması gerekse, bu akıl görüşümüze ters düşer;[11] teolojik ispatı evrenin şu anki son derece yasalara uygun ve hedefi olan durumunun imkanların sonsuz bir toplamından rastlantısal bir ayıklama olabileceği, düşüncenin saçmalığı yoluyla destekler.’[12] Ateist görüşün ahlaki yanma da girer. Böyle demişti ki, bir ateistler devleti gayet iyi var olabilir. Voltaire, buna karşı çıkar. Gerçi ateizmin hala fanatizme tercih edilmesi gerektiği fikrindedir; ateizm kapalı bir zekaca yüksek insanlar topluluğunda iyi bir zihniyetle birleşebilir, ama kamuya açıldığında zorunlu olarak yıkıcı bir etki yapar.[13] [14]

Ama kötülük, dert ve yarım kalmışlık gerçeği, Tanrı inancıyla nasıl uyuşur? Bu soru, Voltaire’in o gerçeği inkar etmek ya da yalnızca zayıflatmak istemekten çok uzak oluşuyla daha da önemli olur. Tutumundaki açıklık ve doğruluk, burada her türlü saygıya değer. Pesimizmin kanıtlarına karşı kendini asla kapamaz, hatta Schopenhauer’ı hatırlatan insanlık acıları tasvirleri de yapmıştır. Birçok dindar ruha acı veren şüpheler uyandıran 1755 yılı korkunç Lizbon depremi onda da derin bir iz bırakmıştır. Asıl, döneminin ölçütleri onda uygulanırsa ona iyimser denemez. Leibniz’e antipatisinde onun Teodise’sinin payı vardır. Ünlü hicvi, içinde dünyayı olabilecek dünyaların en iyisi olarak ortaya koyma konusundaki her denemenin çürüklüğünü alaya aldığı Candide, Leibniz’e karşı kaleme alınmıştır. Böylece, tek tek yaratıkların dertlerinin, aynı tek tek disonansların bir uvertürün genel ahengini dengelemesi gibi dünya bütününün mükemmelliğinden olduğu düşüncesindeki derin ahlaksızlığı ortaya çıkartır; bu düşünceye tuhaf ve gülünç, der.59 En iyisi, o problemin çözümünden vazgeçip çözümsüzlüğünü itiraf edelim, yalana sözde çözümlere kaçmayalım. Tanrının varlığından eminiz, öte yandan kötülüğün, fiziksel ve ahlaki kötülüğün varlığını da çene yarıştırmayla silemeyiz.[15] Ahlaki kötülük, özgür irademizi kötü kullanmayla açıklanabilirken, olsa olsa fiziksel kötülüğün tabiat kökenli olduğunu anlayabiliriz.[16] Ne var ki Voltaire, bu kanıtın yetersizliğini kendinden de gizlemez. Çünkü şeylerin doğal niteliği ve aynı şekilde insanın özgürlüğünü kullanış tarzı, tanrısal özün sonuçlarıdır işte.[17] O halde bize düşen, yalnızca kabullenmek ve ona inanarak güvenmektir.

RUH SORUNU

Tanrı sorununun ardından zorunlu olarak ruh sorununa ulaşıyoruz. Voltaire, burada doğrudan doğruya Aydınlanma’nın, hem de Locke’un bakış açısını temsil eder. Ruh kavramını hiç tasavvur edemeyiz. Çok daha akıl almaz olanı şudur: Yalnızca maddesel öze tam bir karşıtlık içinde olduğu bize söylenen bilmecemsi manevi bir öz, o maddesel olanla birlikte etki eder, sanki Tanrı maddeye hissetme ve düşünme gücünü ekmiş gibi. Biz daima yalnızca ruhsal fenomenleri, özellikleri ve kabiliyetleri algılarız, ama asla bir özü algılayanlayız. Ruh ne zaman yaratılmış olmalı? Ezelden beri mi? Ya da döllenme anında mı? Ya da organizmanın embriyon safhasında mı? Ya da doğum anında mı? Bu görüşler, bütünüyle anlamsız ve birbirini yok ediyor. İçimizde böyle hareket eden ve bedensel süreçlerin oluşumuna bağlanmamış, tersine o oluşumun dışında bulunup onu ayarlayan bir ilkenin kabulü, dünya düzenini bozabilecek küçük bir Tanrıyı içimize sokmak demektir.[18] [19] Bize yakışan daha çok, yüce bir varlığa bağımlılığımızı anlamak ve şunu itiraf etmektir: Bizler, hayvanlar gibi onlardan daha kafalı, ama buna karşılık daha zayıf içgüdüsü olan canlı makineleriz. Özel bir ruh tözü kabul edilirse o zaman Tanrı, bir ortak nedene indirgenir.64 Ayrıca, maddesel tözle ruhsal töz arasında tözü en uç karşıtlar olarak kurguladıktan sonra doğal olarak hiçbir ilişki bulamayan ve bu güç durumda Tanrı’nın aracılığını isteyen bir ara-nedenciğin (okkasialismus) çözümsüz güçlüğüyle karşılaşılır. Ama eğer Tanrı, ruhta düpedüz hisleri, hayalleri, düşünceleri uyandırıyorsa o zaman onlarla hiçbir bağıntı için olmayacak maddi organlara ne ihtiyaç olur? O zaman onlar tamamıyla gereksiz ve bu anlamda da tabiatın hedefine ulaşmada daima en kısa yolu seçtiği temel ilkesine ters, akıl almaz bir eklentidirler.65

Yakından bakıldığında Voltaire'in ruh kavramı eleştirisi bu kavramın dogmatik bir inkarı değildir. Ne var ki gerçekleri açıklamada bir katkısı yoktur. Buna uygun olarak ölümsüzlük problemi karşısında Voltaire mutlak bir karara varmış değildir; metafiziğin birçok sorusunda olduğu gibi bunu da sallantıda bırakır.[20] Kuram filozofu olarak şüphesiz o problem kendisine hiçbir zemin sunmaz, ama ahlakçı olarak birkaç haklılık konusu verir. Özgürlük probleminin ele alınışı da tamamıyla benzer bir yönde olur. Bizler özgürüz, çünkü özgür olmak için bilincimiz var. Keza öte yandan asıl özgür olmayış duygusu, bizim özgürlüğümüz için bir kanıttır. Yalnız bunu doğru anlamak ve bundan metafiziksek deneye ve tabiat bağıntısına ters düşen bir zenginlik anlamamak gerekir. Voltaire, Locke ile tam bir uyum içinde özgürlüğü insanın istediğini yapma becerisi olarak açıklar.[21] Bu nedenle bir irade özgürlüğünden söz etmek, yanıltıcıdır. Çünkü düşünce ve irade, soyutlamalardır ve gerçek özler (Wesenheit) değillerdir. Gerçek, yalnız ve yalnız düşünen ve isteyen insandır;[22] akılcı psikolojinin yerine psikolojik deneycilik (Empriomus) geçmektedir.

TABİAT FELSEFESİ VE AHLAK

Voltaire, tabiat Filozofu olarak tamamıyla Newton’un izinde hareket eder. Zaten onun kalıcı hizmeti, vatandaşlarına özellikle çok yaygın “Elementler” yoluyla ve “Newton metafiziği” yoluyla o büyük İngiliz’in fiziğini ve felsefesini aktarmış olmasıdır. Bunun için uygun zemin zaten bir dereceye kadar Fontenelle ve özellikle Maupertuis sayesinde hazırlanmıştı.

Genel yasaya uygunluk ilkesi ve esaslı görüş tarzı yoluyla teolojik görüş tarzının yedeklenmesi bu yolla girdi. Ama Voltaire olağanüstü bir anlatma yeteneği ve üslûbundaki saydam hitabetle öncüllerini geride bırakmayı ve Fransa’da Newton’a Fransa’nın ötesinde bir popülerlik sağlamayı başardı. Bununla mesela Locke’un bilgi kuramını Condillac’ın aynı çevreye sokmasındaki kuru ve soğuk üslubu karşılaştırılabilir! Voltaire için şüphesiz tabiat felsefesi görüş açısıyla ahlaki dini görüş açısı birleşir. Newton, Deizm’in Ateizme ve pozitif dine karşı hamlesinde onun müttefikidir. Metafiziği için gerekli donanımı burada bulur: Yani, Tanrı’nın maddeyle ve hareketle ilişkisi, tabiat güçlerinin birliği, bir ruh tözünü dogmatik olarak kabullenmeye karşı savaş, hipotez oluşturmayı bırakarak olguları araştırmada kendini sınırlama. Voltaire daha sonraki yıllarda doğal yeteneğine ve ünlü fizikçi Clairaut’nun öğüdüne uyarak matematiksel fizikten ayrılıp tamamıyla felsefe, edebiyat ve tarihe yöneldi.

Voltaire’in ahlak anlayışı, esas olarak onun Tanrı kavramında mevcuttur. Her ikisinde de şüphe, göreceliğin dışına çıkar: Onun Teizminin mutlaklığı, temel ahlak anlayışının mutlaklığına uyar. İyi ve kötü, haklı ve haksız, ne doğuştandır ne de yalnızca geleneksel; bunlar, matematiksel ve mantıksal önermeler gibi, Tanrı kavramı gibi aklın ve hüküm verme gücünün olgun gücü sayesinde fark edilebilir, her ne kadar geçici olarak bulansa da. Bizim haklının ve haksızın özünü tanıdığımız yaş hangi yaştır, diye soran Voltaire’in, kendi cevabı şöyledir: Bizim iki kere ikinin dört ettiğini bildiğimiz yaş.[23] O halde Voltaire de Locke’un Aydınlanma, özellikle Fransız Aydınlanması için tipik olan o duyumculuk ile akılcılık bağıntısını gösterir. Bütün bilgi, duyulardan kaynaklanır; bu onun için bir varsayım değil, tam bir analiz sonucudur,[24] her ne kadar öte yandan şöyle dese de: Biz bu oluşumu kendimiz, duyusal bir organın eksikliğinde kavrayabilemesek de.[25] Bunun dışında mutlak bilgiler de vardır; yani matematiksel ve ahlaki bilgiler. Bunlar hakkında, bunların hem Tanrı hem de insan için geçerli olduklarını söyler. Yalnızca b i r hakikat ve bir doğruluk olabilir. Fark, muhtemelen yalnızca, Tanrı’nın bir insan bilincinde bir dizi zihinsel süreçler içinde oluşan şeyi bir tek bölünmez edimde karşılamasıdır.[26] [27]

Bir de Voltaire’in kültür ve tarih filozofluğundan söz edilebilir. O, kültürün inançlı bir öncü savaşçısıydı ve çağdaşlarının ekserisi gibi kültürü uygarlıkla bir tutuyordu; burada da iyimserlikle kötümserliğin orta yerindeydi. Bu nokta onu her şeyden önce Pascal ve Rousseau gibi kültür ilkesinin inkarcılarına karşı özel bir çelişki özel bir övgüye itti. Pascal’a karşı, bizim olumlu bir evrim geçirişimizden emin olmanın savaşını verdi. Aydınlanma’nın bütün Avrupa’daki ilerleyişini över ve istikbalden daha çok şey umar.75 Gerçi insan bencil bir yaratıktır, ama bencillik iyi kullanıldığında yalnızca kültürle birleştirilebilir değildir, kültür için gereklidir de. Bu, Aydınlanmacılarda sıkça karşılaşacağımız bir düşünce yoludur.[28] Şüphesiz haksızlık ettiği Rousseau’ya karşı da belli bir sertlikle davranır. Tabiattaki hale geri dönüş Voltaire’e göre tabiata aykırı bir şeydir. Çünkü insanın kültür ve uygarlığın inşasına götüren yeteneklerini ve güçlerini kullanması, tabiidir. Bu, uygar insanın ilkel insandan daha doğal yaşayışının temelidir.75 Bu, yine Aydınlanma’nın temsilcilerinde karşılaştığımız bir düşünce tarzıdır. Kesin bir karar berraklığına ulaşma ihtiyacı duymadığı bu sorulardaki sallantılı tutumu bununla açıklanabilir. Onun dayandığı temel, her şeyden önce hümanist temeldir; bu. toplumsal ve siyasal yandan bakıldığında gerçi sonraları dizginlenmiş liberalizm adı verilen temel görüştür. Voltaire, hiçbir zaman bir devrimci olmamıştır; ona çok daha haklı olarak aydın bir aristokrat denebilir. Bu nedenle yukarıda ve aşağıdan gelen düşüncenin gelişimi ve açıklanmasını tehdit eden her şeyden nefret etmiş ve hepsine karşı savaşmıştır. Düşünce özgürlüğü, bütün öbür özgürlüklerin şartı ve temelidir.[29] [30] Kilisenin mutlak egemenliği bu nedenle ona en zararlısı olarak görünür. Ancak kiliseden sonra dünyevi egemenliklerin zararları önemlidir, ki bunlara karşı şüphesiz eleştirinin aynı sertlik ve amansızlığını göstermez. Yığının despotluğundan da korunmayı önemle tavsiye eder. Voltaire’in temel görüşünün burada ölçülü ve aydınlanmış mutlakıyetten çok uzak olup olmadığı, genel olarak şüphelidir. Onun istediği şey, başta ve sonda, İncil’de zaten dile gelmiş olan, o zaman İngiltere'de genel olarak gerçekleşmiş, ama Fransa’da gerçekleşmesi için bir devrimin gerekli olduğu herkesin kanun önündeki eşitliğidir.

Temel ilkeler olarak şunları koyar: Tarımı (ve başka iş alanlarını da) egemenlerin ve efendilerin dalaverelerinden ve sömürülerinden kurtarmak; her vatandaşın yetkili mahkeme yoluyla yasal dinlenmesi ve hüküm giymesi olmaksızın keyfi hapsinden kişisel olarak korunması; kamu yararına bahanesiyle mülkiyete el konulmasından korumak; din adamlarını halk üzerinde egemenlik kurmalarını halk üzerinde egemenlik kurma ve onun zararına zenginleşmek yerine halkın ahlaki eğilimliyle görevlendirme; yasaların tek başına geçerliliği sayesinde her türlü keyfiliğin üstesinden gelmek.[31] Voltaire’in yeri geldikçe demokratik cumhuriyeti monarşiye yeğlemesi, bu ilkelerle uyum içinde görünmektedir.[32] Ama onun bu tür açıklamaları pek de bağlayıcı değildir ve şu gerçekle karşı karşıyadır: Voltaire, halka itiraflarını büyük ölçüde sınırlamıştır. Rousseau'nun tersine o, halkın eğitim yeteneğinden şüphe duyar, kültür ve aydınlanmayı, herkesin yararına sunulamayacak bir şey olarak görür.[33] Yani Voltaire aslında bir devrimci değildi, Rousseau’nun şartları tartışmaya sunduğu yerde o, doğrudan doğruya mevcut değerlerle iş görüyordu. Toplum, devlet, kültür, din problemlerinde farklı tutumlarının nedeni işte budur.

Voltaire’in tarih felsefeciliğinin önemi üzerine de söylenecek bir şey var. Burada Montesquieu’de ortaya koyduklarımızda işaret etmiştik. Voltaire de organik tarih ilkesini henüz kavramış değildir ve yaşama ilkesine iyice yabancı bir analizci olarak bunu zaten anlayamazdı. Ama en büyük hizmeti tarih felsefesi konulu esas eserlerinde, yani Gelenekler Üzerine Deneme’de ve “XIV. Louis Çağı”nda tarihi bakış çerçevesini o zamankine göre çok daha geniş tutmasıdır. Ona göre tarih, siyasal, diplomatik ve stratejik meselelerin düzenlenmiş sırasından fazla bir şeydir. Tarih, onun için bir o kadar bilimlerin, sanatların, geleneklerin, ekonomik, hukuksal, resmi, dini kurumların ve kavramların gelişimi demektir. Tarih, ona göre her şeyden önce, özgür ve eleştirel zekanın gelişimidir. Bu bütüncüllükten aynı zamanda genel kültür tarihi ilkesi de doğar ki, Voltaire bunu ilk kişi olarak programlı bir şekilde temsil etmiştir. Böylece o, tarih anlayışına aynı şekilde üçüncü boyutu, mekan boyutunu katmıştır. Hatta denebilir ki, tarihe henüz canlı ruhu ve canlı zihni eksik olan gerçeklik bedenini vermiştir.

 


 

[1]        Hermann Graf Keyserling, Philosophie als Kunst (Sanat Olarak Felsefe); “Zeitliche, Zeitlose, Ewige Geister” (Dönemsel, Zaman Üstü, Ebedî Zekâlar).

[2]        Bunun sebeplerini Condorcet, Voltaire’in Vajcnm'nda (9, VI) belki en iyi şekilde açıklamıştır. Her iki şahsiyetin birleştirici bağı olarak önyargı ve boş inanca karşı ortak düşmanlığını, aptallığın ve gülünçlüğün alaycı alınışından duydukları zevki, yani sevgi birliğinden çok nefret birliğini anarken.

[3]        Dieu et les Hommes (32. XXVIII) Ch. 3.

44 Traitğ Metaphysique (32, XXII), Ch. 2; De l'âme I (32, XXIX); Additions aux remarques sur les pensees de Pascal (52, XXXI). IV.

[5] Le Philosophe Ignorant (32, XXVI), XV; Dictionnaire (32, XVII-XX), Dieu et Art. Atheisme; Traite de metaphysique, Ch. 2. Burada Voltaire, aynı zamanda dünyanın bir yaratıcısına değil bir düzenleyicisine son noktayı koyan teolojik kanıtın sınırlarına işaret eder. Homelies (32, XXVI, XXVII) I.

” II faut prendre parti ou le principe d’action (52. XXVI 11)1; De l'âme, 1.

[7] Traile de metaphysique, Ch. 2.

55 Profcssion de foi des theistes (52, XXVII).

[9] a.y. “Que toute religion rend temoignage aıı theisme", Bkz.

Dialogues et entretiens philosophiques, XXI, 10.

’5 Histoire de fenni (32, XXI), Ch.9., Sur l’ateisme.

’6 Traite de metaphysique, II.

’7 Dictionnaire philosophiqııe. Art. Theisme.

’8 a.y. Art. Dieu.

5Q Histoire de Jerini, IX.

00 Traite de metaphysique.

[16]      Histoire de Jenni, IX

[17]      Dictionnaire philosophigue, Art. Le bien et le mal.

65II faut prendre parti.

M De l'âme.

[19] Tout en dieux (32, XXVIII).

[20]      Dictionnaire, Art. âme.

[21]      Le philosophe Ignorant, 13.

[22]      Traite de metaphysique: Si l'homme est libre.

M Le philosophe ignorant, 32.

[24]      a.y.29.

[25]      Traite de metaphysique, Ch.3.

[26]      Dictionnaire, Art. Dieu.

75 Avertissement au lecteur sur les dernieres remarques sur les pensees de Pascal (32, XXXI).

[28] Pensees diverses sur Pascal (32, XXII).

75 Dialogues, XXI, 7.

[30] a.y. XXI, 9. “Point de liberte chez les hommes sans celle d'expliques sa pensee." Bkz. 16, I, Partie, II. 180.

[31]      a.y. XXI, 13.

[32]      Dictionnaire. Art, Democratie. Buna karşı Essai sur les mceurs (32, X1-XI1I), Sonuç.

[33]      Voltaire ile d'Alembert Mektuplaşması. (1, XV, XVI).

 

 

 

 


 


Ana Sayfaya Dönmek İçin Tıklayın 

  www.aymavisi.org  
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 
 + Büyüt | - Küçült  
Felsefe