Tan Kızıllığı 21-40
Firedrich Nietzsche
“Kuralın Yerine Getirilmesi”. — Bir ahlaksal kurala uymanın, söz verilen ve
beklenilenden başka bir sonuç ortaya çıkarması, ahlaklıya vaat edilen
mutluluk değil de, beklenilenin tersine dert ve sefalet getirmesi durumunda,
vicdanlı ve korkak kimselere hep, “uygulamada bir şey gözden kaçırıldı”
demek kalır. En kötü durumda, derin acı çeken ve ezilen insanlık şu kararı
bile verecektir: “Kuralın iyi uygulanması mümkün değil, biz tümden zayıf ve
günahkarız ve temelde ahlaklılık kuralına uyma yeteneğimiz yok. Binaenaleyh,
mutluluk ve başarı hakkımız da yoktur. Ahlaksal kurallar ve vaatler bizden
çok daha iyi olanlar için konulmuş.”
22.
Eser ve İnanç. — Protestan öğretmenler tarafından hala sadece inancın önemli
olduğu ve inançtan, kaçınılmaz olarak eserlerin ortaya çıkmak zorunda
bulunduğu gibi temel bir yanılgı yayılmaya çalışılmaktadır. Bu hiç de doğru
değil, ama kulağa öyle büyüleyici gelir ki, Luthercilerden başka zihinleri
de (yani Sokrates’in ve Platon’unkileri) karıştırır: her ne kadar, bütün
deneyimler her gün bunun tersini gösteriyor olsalar bile. En güvenilir bilgi
ya da inanç, ne kuvveti, ne de beceriyi eyleme dönüştürebilir; herhangi bir
şeyin düşünceden eyleme dönüşmesi için, daha önceden olmuş olması gereken,
hassas, çok parçalı bir mekanizmanın alıştırmasının yerini alamaz. Her
şeyden önce ve en başta eserlerin! Bu, alıştırma, alıştırma, alıştırma
demektir! Bununla ilgili “inanç” kendisini mutlaka ortaya koyacaktır...
bundan emin olun!
23.
En Çok İnceliği Nerede Gösteririz. — İnsan, binlerce yıl boyunca şeylerin
(doğa, aletler, her türlü mülk) aynı şekilde canları ve ruhları olduğunu,
güç kullanarak zarar vereceğini ve insani amaçlardan uzaklaştıracağını
düşündüğü için, insanların acizlik duygusu, olması gerekenden çok daha büyük
ve çok daha sık ortaya çıktı: İnsanlar ve hayvanlar güvence altına alındığı
gibi, şiddet, baskı, yaltaklanma, anlaşma, kurban etme yoluyla şeylerin de
güvence altına alınması gereği duyuldu ve çok sayıda batıl inançtan
kaynaklanan geleneğin kökeni işte budur. Yani, şimdiye değin insanların
yaptıkları işlerin önemli, belki de ağır basan, buna rağmen saçıp savrulan
yararsız parçalarıdır! — Ama güçsüzlük ve korku duygusu çok güçlü ve çok
uzun, hemen hemen hep uyanık tutulduğu için, iktidar duygusu kendini öyle
bir naziklik içinde geliştirdi ki, şimdi insan en hassas kuyumcu terazisiyle
yarışabilir. Bu onun en güçlü yeteneği oldu. Bu duyguyu yaratmak için
keşfedilen araçlar nerede ise kültürün tarihidir.
24.
Bir Kuralın İspatı. — Genelde bir kuralın iyi ya da kötü olması, örneğin
ekmek pişirmenin, kuralın eksiksiz uygulanması koşuluyla vaat ettiği sonucun
alınıp alınmadığına bağlıdır. Ancak, ahlaksal kuralların uygulanmasında
durum farklıdır: Çünkü bunlarda sonuçlar gözden kaçırılamaz, ya da
yorumlanabilir ve belirsiz olamaz. Bu kurallar sonuçları bakımından
kanıtlanmaları ve çürütülmeleri esasen aynı şekilde mümkün olmayan, en küçük
bilimsel değerlerden yoksun varsayımlara dayanır: — Ama bir vakitler bütün
bilimlerin köksel hamlığı ve bir şeyin ispatlanmış kabul edilmesi
konusundaki talebin azlığı... vaktiyle bir ahlak kuralının iyiliği veya
kötülüğü, şimdiki diğer kurallar gibi, başarıya gönderme yapılarak
belirleniyordu. Eğer Rus-Amerikasının yerlileri için hayvan kemiklerinin
ateşe atılmaması, ya da köpeklere verilmemesi kuralı geçerliyse, o zaman
bunun ispatı şu şekilde olurdu: “Bunu yaparsan avda başarısız olursun.” Ama
insan herhangi bir anlamda hemen hemen her zaman" avda başarısız” olabilir.
Bu yoldan kuralın iyiliğini çürütmek kolay değil; özellikle eğer ceza kişiyi
değil de cemaati kapsıyorsa, ortaya daha çok, hep kuralın doğruluğunu
ispatlar görünen bir durum çıkar.
25.
Gelenek ve Güzellik — Gelenek lehine şunlar söylenebilir: Kendisini tamamen
ve bütün kalbiyle ve ta başlangıçtan beri onun emrine veren herkesin saldırı
ve savunma organları, fiziksel ve ruhsal olarak... körelir: Yani gittikçe
güzelleşir! Çünkü bu organların çalışması ve bu uygulamayla oluşan zihniyet,
çirkin kalmayı sağlar ve çirkinleştirir. Yaşlı şebek bu yüzden genç olandan
daha çirkindir ve insan en çok genç dişi şebeğe benzer. Yani en güzel şebek.
— Buna göre, kadının güzelliğinin kaynağı hakkında sonuç çıkarılabilir!
26.
Hayvanlar ve Ahlak — Uygarlaşmış toplumda talep edilen uygulamalar: Gülünç
olmaktan, gösterişten, kibirden özenle kaçınmak, erdemler gibi şiddetli
arzuları da geriye atmak, kendini uyarlamak, düzene uymak, küçülmek...
bunların hepsi toplumsal ahlak olarak, kaba şekliyle, hayvanlar dünyasının
derinliklerine kadar her yerde bulunur... ve ancak bu derinlikte bütün bu
sempatik önlemlerin arkasında saklı olan niyeti görürüz: Takipçilerden
kaçmak ve avı bulmada güvenli olmak istenir. Bundan dolayı hayvanlar
kendilerine hakim olmayı öğrenirler ve kendilerini, örneğin bazıları,
renklerini çevrenin rengine uyarlanacak şekilde değiştirirler (“kromatik
fonksiyon” diye adlandırılan şey), kendilerini ölü gibi gösterirler, başka
bir hayvanın ya da kumun, yaprakların, yosunların, süngerlerin şeklini ve
rengini alabilirler. (İngiliz araştırmacılar bunu mimicry diye
nitelendirirler). İşte kişi de bunun gibi kendini, genel olarak “insan”
kavramının ya da toplumun arkasına saklar, ya da hükümdarlara, sınıflara,
partilere, çağın düşüncelerine veya çevreye uyarlar: Ve bizi mutlu eden,
kadirşinas ve güçlü kılan, meftun eden bütün nazik davranışlarda hayvanlarla
benzenlik kolaylıkla bulabiliriz. Özünde güvenlik duygusu olan, gerçek
duygusu da insanla hayvanda ortaktır: İnsan yanılmak, kendini yanlışa
sürüklemek istemez, kendi tutkularının etkilemesini şüpheyle dinler,
kendisini zorlar ve kendisine karşı pusuda bekler; bütün bunları hayvan da
tıpkı insanda olduğu gibi anlar, onun kendine hakimiyeti de gerçeklik
duygusundan (akıllılıktan) kaynaklanır. Keza başka hayvanların düşünceleri
üzerine yaptığı etkileri gözlemler. Oradan hareketle tekrar kendine bakmayı,
kendini “tarafsız” ele almayı öğrenir; kendini tanıma konusunda onun da
kendine özgü ölçüsü var. Hayvan, düşmanlarının ve dostlarının davranışlarını
değerlendirir, onların özelliklerini tümüyle öğrenir, bu özelliklere göre
tavır alır: Belirli bir türün bireylerine karşı her zaman savaşır, keza bazı
hayvan cinslerinin yaklaşımındaki barış ve anlaşma niyetini sezer. Akıllı
olmada, ılımlı olmada, cesur olmada olduğu gibi, adil olmanın başlangıcında
da... kısaca Sokratçı erdemler adıyla nitelendirdiğimiz her şey,
dürtüseldir: Gıda aramayı ve düşmandan kaçmayı öğreten dürtülerin bir
sonucudur. En yüce insanın da kendisini sadece gıdasının cinsinde ve ona
düşman olan ne varsa onun kavramında yükseltip nazikleştirdiğini dikkate
alırsak, bütün ahlaksal fenomenleri hayvana özgü olarak nitelendirmemizde
bir sakınca olmasa gerek.
Mimicry: Benzeme, bir şeyin renk ve biçimine girme.
27.
İnsanüstü Tutkular Bakımından İnançtaki Değer. — Evlilik kurumu, bir tutku
olmakla birlikte, yine de süreklilik yeteneği olduğu için aşkın, sürekli,
yaşam boyu aşkın, kural olarak konulabileceği inancını ısrarla ayakta tutar.
Her ne kadar, çok sıklıkla ve normal olarak hemen hemen hep çürütülse ve
böylelikle bir pia fraus ise de, bu soylu inancın direnişi sayesinde evlilik
aşka yüksek seviyede bir asalet verir. Bir tutkunun devamlılığına ve
sorumluluğuna inanç hakkı tanıyan bütün kurumlar, tutkunun doğasına aykırı
olarak, ona yeni bir mevki verdiler: Ve kim bundan böyle bir tutkuya
kapılırsa, eskiden olduğu gibi bu sayede aşağılandığına veya tehlike
karşısında olduğuna değil, kendisinin ve kendi gibilerin gözünde yüceldiğine
inanır. Bir anlık ateşli bağlılıktan sonsuz bağlılığı, geçici öfkeden sonsuz
intikamı, umutsuzluktan sonsuz kederi, ani ve bir defalık bir sözden sonsuz
bağlılığı çıkaran kurumları ve töreleri düşünün. Böyle bir değişimle her
seferinde dünyaya birçok yalan ve riya geldi. Her seferinde de ve bunun
karşılığı olarak yeni bir insanüstü kavram, insanı yücelten kavram geldi.
28.
Delil Olarak Ruhsal Durum. — Eylem yapmak için sevindirici kararlılığın
nedeni nedir? — Bu soru insanoğlunu çok meşgul etmiştir. En eski ve hala en
yaygın olan yanıt şudur: Sebep tanrıdır; bu sayede onun istemimizi kabul
ettiğini anlarız. Eskiden insan, bir girişim hakkında kahinlerin fikrini
sorduğunda, onlardan bu sevindirici kararlılığı cevap olarak almak isterdi.
Ve her biri, ruhunun önünde bir çok olası eylem bulunduğunda, bir şüpheyi şu
şekilde cevaplandırırdı: “Onu o duygu kaybolacak şekilde yapacağım.” Yani en
akıllıca olanda değil, verdiği imajla ruhu cesur ve umutlu yapan girişimde
karar kılınırdı. iyi ruh hali delil olarak kefeye konuluyor ve akıldan daha
ağır basıyordu. Çünkü ruh hali, başarıyı vadeden ve onun vasıtasıyla kendi
aklını en yüksek akılcılık olarak konuşturan bir tanrının etkisi olarak
batıl inançla yorumlandı da ondan. Eğer şimdi akıllı ve güce susamış
erkekler geçmişte bundan yararlanmış, şimdi de yararlanıyorlarsa, böyle bir
önyargının sonuçları üzerinde düşünmek gerek! “Bir ruh hali yaratmak!”
Bununla bütün nedenler değiştirilebilir ve bütün karşı nedenler ortadan
kaldırılabilir!
29.
Erdemin ve Günahın Oyuncuları. — Antik çağın erdemleriyle ünlenmiş insanları
içinde, göründüğü kadarıyla, kendisi için tiyatro oynayan sayısız insan
vardı. Özellikle inançlı tiyatro oyuncuları olarak Yunanlıların, bunu
tümüyle bilerek yaptıkları ve bunu yapmayı uygun gördükleri anlaşılıyor.
Bunun için, her biri bir başkasının erdemi ya da başka herkesin erdemiyle
yarışıyordu: Erdemini göstermek, her şeyden önce kendi kendine uygulama
uğruna göstermek için, bütün sanatları nasıl kullanmasındı ki!
Gösterilemeyen ya da kendini gösteremeyen erdem ne işe yarardı ki! — Bu
erdem oyuncularını Hıristiyanlık durdurdu. Onun yerine günahla iğrenç
gösterişi ve resmi geçit yapmayı buldu, uydurulmuş günahkarlığı getirdi
dünyaya (Günümüze kadar iyi Hıristiyanlar içinde “iyi davranış” olarak
geçerliliğini sürdürmektedir).
30.
Erdem Olarak Islah Edilmiş Vahşet. — Sadece kendini gösterme dürtüsüne
ilişkin bir ahlaklılıktır buradaki... hakkında fazla iyi düşünmeyin! Aslında
nasıl bir dürtü bu ve nedir bunun arkasındaki düşünce? İnsan bakışlarının
başkasına acı vermesini ve kıskançlığının onda acizlik ve çökme duygusu
yaratmasını istiyor. Diline bir damla bizim balımızdan damlatmak ve bu
sözümona iyilik sırasında uğradığı zararın sevinciyle gözlerine keskin
bakışlarla bakmak suretiyle ona alınyazısının acılığını tattırmak ister
insan. Bu kişi alçakgönüllü olmuş ve şimdi kusursuz bir alçakgönüllüdür.
Uzun zamandan beri bununla işkence yapmak isteyenleri arayın! Onları mutlaka
bulacaksınız! O kişi hayvanlara karşı merhamet gösterir ve bundan dolayı
hayranlık uyandırır... ama bazı insanlar var ki, vahşetini onlarla boşaltmak
ister. Orada büyük sanatçı duruyor: Kıskançlıkta önceden duyumsanan şehvete
yenilen rakip, gücünü büyüyene kadar uykuya yatırmamış... büyümesi uğruna
diğer ruhlara ne kadar çok acı anlar yaşatmıştır! Rahibenin iffeti: Nasıl da
cezalandırıcı gözlerle bakar başka türlü yaşayan kadınların yüzüne! O
gözlerde ne de çok intikam aşkı var! — Konu kısa, hakkındaki varyasyonlar
sonsuz olabilir, ama öyle can sıkıcı olamaz... çünkü hala tümüyle kendi
içinde çelişkili ve neredeyse acı veren bir yeniliktir ki, kendini gösterme
ahlaklılığı son neden olarak nazikleştirilmiş vahşetten zevk alma olur. Son
nedende... burada bu şu anlama gelir: her seferinde ilk kuşakta. Çünkü
kendini gösteren herhangi bir eylem alışkanlığı kalıtımsal olarak intikal
eder ama arkada yatan düşünce intikal etmez. (Sadece duyular; ama düşünceler
intikal etmezler): Ama eğitimle tekrar verilmemek koşuluyla; ikinci kuşakta
vahşet zevki artık belirmez: Tersine sadece alışkanlık olarak zevk söz
konusudur. Ama bu zevk “iyi şeyin” ilk basamağıdır.
31.
Tinden Gurur Duymak. — İnsanın hayvandan türediği öğretisine karşı mücadele
eden ve doğa ile insan arasına büyük bir uçurum koyan gururu... bu gururun
nedeni tinin ne olduğuna ilişkin önyargıdır: Bu önyargı nispeten yenidir.
İnsanlığın tarih öncesi büyük çağında tin her yerde var sayılıyor, ama ona
insanın ayrıcalığı olarak saygı göstermek kimsenin aklına gelmiyordu.
Tersine tinsel olan (diğer bütün dürtülerin, kötülüklerin ve eğilimlerin
yanında) ortak mal yapıldığı ve dolayısıyla kamulaştırıldığı için,
hayvanlardan ya da ağaçlardan türemiş olmaktan utanılmıyordu (kibar soydan
gelen kimseler bu türden masallarla onurlandırıldıklarına inanıyorlardı) ve
tinde, bizi doğadan koparan değil, doğaya bağlayan bir şey görüldü. Böylece
insan kendini alçakgönüllülük içinde eğitti... aynı şekilde bir önyargının
sonucu olarak.
32.
Ayak Bağı. — Ahlaksal açıdan çile çekmek ve bu tür çilenin temelinde bir
yanlışın bulunduğunu öğrenmek, insanı isyan ettirir. Diğer dünyaları kabul
etmektense acı çekmek suretiyle. “hakikatin derin dünyasını” kabul etmek
diye biricik teselli var. Ve insan acısız yaşamaktan ve üstünlük duygusuna
sahip olmaktansa, en iyisi acı çekmek ve bu sırada kendini gerçeklikten
üstün hissetmek (böylece o “hakikatin derin dünyasına” bilinçle yaklaşmak
için) ister. Böylece gurur ve onu memnun etmek için geleneksel adetler, yeni
ahlak anlayışına karşı direnirler. Bu ayak bağını ortadan kaldırmak için
hangi güç kullanılacaktır? Daha fazla gurur mu? Yeni bir gurur mu?
33.
Nedenlerin, Sonuçların ve Gerçeğin Aşağılanması. — Bir cemaatin başına gelen
ani fırtına, verimsizlik veya bulaşıcı hastalık gibi kötü rastlantılar,
cemaatin bütün üyelerini törenin çiğnendiği ya da yeni şeytani bir güç ve
ani kaprisleri bastırmak için yeni gelenekler bulmak gerektiği kuşkusuna
sürükler. Böylece bu tür kuşku ve düşünme, gerçek doğal nedenleri araştırıp
ortaya çıkarmanın önünü tıkayarak şeytani nedenleri önkoşul olarak kabul
eder. Burada insan aklının kalıtımsal yanlışlığının kaynağını buluyoruz: Ve
onun yanından diğer bir kaynak fışkırır, burada insan bir eylemin gerçek
doğal sonuçlarına gerçeküstü olanlardan (Tanrısallığın cezası ve merhameti
diye adlandırılan şeyler) çok daha az dikkat gösterirdi. Örneğin belli
zamanlar için belli banyolar öngörülmüştür: İnsan temizlenmek için değil,
farz olduğu için yıkanır. İnsan kirliliğin vereceği gerçek sonuçlardan
kaçınmayı değil, yıkanma işinin ihmal edilmesiyle sözde tanrıların gözünden
düşmemeyi öğrenir. Batıl inançlardan kaynaklanan korkunun baskısıyla, bu
kirlilikten arınmanın çok çok önemli olduğundan kuşkulanıp ona ikinci ve
üçüncü anlamlar yüklenir. Gerçekle ilgili anlam ve heves berbat edilir ve
nihayet bu, sembol olabildiği ölçüde bir değer kazanır. Kendini töresel
ahlaklılığının cazibesine kaptıran insan, önce nedeni, ikinci olarak sonucu,
üçüncü olarak gerçeği küçümser ve gizlice bütün yüksek hislerini (saygı,
yücelik, gurur, minnettarlık ve aşk gibi) kurmaca bir dünya ile
ilişkilendirir: sözde yüce dünya. Ve şimdi bile sonucunu görüyoruz: İnsanın
duygusu yükseldiği yerde işin içine öyle ya da böyle sözünü ettiğimiz
kurmaca dünya karışmıştır. Üzücü bir durum. Ama bilim adamları çılgınlık ve
anlamsızlıkla karışan bütün yüce duygulardan şimdilik şüphelenmek
zorundadırlar. Kendileri için, ya da hep öyle olmak zorunda oldukları için
değil: Ama insanlığın önünde duran bütün derece derece temizlenmelerin
içinde duyguların temizliği, en tedrici temizliklerden biri olacaktır.
34.
Ahlaksal Duygular ve Ahlaksal Kavramlar. — Ahlaksal duyguların şu yolla
aktarıldıkları açıkça görülmektedir: Çocuklar, yetişkinlerin belirli
eylemlere karşı güçlü bir şekil de sempati ve antipati duymalarını
gözlemleyip doğuştan maymun olarak bu sempati ve antipatileri taklit ederler
ileriki yaşamda kendilerinin bu öğrenilmiş ve tam olarak uygulanmış
etkilenmelerle dolu olduklarını görüp bir sorgulama biçiminde o sempatilerin
ve antipatilerin görgü konusunda geçerli olduklarını gerekçelere
dayandırmaya çalışırlar. Ama bu “gerekçelendirmeler” duygularının ne
kökeniyle, ne de derecesiyle bir ilgisi var: Sadece, insanın akıllı bir
yaratık olarak karşı çıkması ve desteklemesi için nedenleri olmak zorunda
olduğu, yani bunların gösterilebilir ve kabul edilebilir nedenler olması
gerektiği kuralı ile yetinilir. Bu bakımdan ahlaksal duyguların tarihi,
ahlaksal kavramların tarihinden tamamen farklıdır. Onun hakkında konuşma
gereksinimi açısından birincisi eylemden önce, ikincisi ise özellikle
eylemden sonra güçlüdür.
35.
Duygular ve Bunların Yargılar Bakımından Kökeni. — “Duygularına güven!” —
Ama duygular hiç de en son, en kökensel şeyler değildir. Duyguların
arkasında bize duygular biçiminde (sempatiler, antipatiler) kalıtım yoluyla
gelmiş olan yargılar ve değerlendirmeler bulunur. Duygudan kaynaklanan ilham
bir yargının torunudur... ve çoğunlukla yanlış bir yargının! — Ve her
halükarda senin çocuğun değil! Duygularına güvenmek... bu, büyükbabasına ve
büyükannesine ve onların büyükanne ve babalarına içimizdeki tanrılardan daha
çok itaat etmemiz anlamına gelir: aklımıza ve deneyimimize.
36.
Art Düşünceli Dindarlığın Deliliği. — Ne! En eski kültürlerin mucitleri,
araç gereçlerin, ölçülerin, arabaların, gemilerin ve evlerin en eski
imalatçıları, ilahi yasallığın ve çarpım tablosu kuralının ilk
gözlemcileri.., onlar bizim zamanımızın mucit ve gözlemcilerinden sanki
karşılaştırılmaz derecede başka ve yüce miymişler? Keşifler kapsamındaki
bütün seyahatlerimiz ve dünya etrafında yelken açıp dolaşmamız, ilk atılan
adımlar değerinde değil miymiş? Önyargının kulaklardaki çınlaması bu,
şimdiki zekanın aşağılanmasına yönelik gerekçeler bunlar. Ve şurası açık ki,
rastlantı eskiden bütün kaşiflerin ve gözlemcilerin en büyüğü ve buluş
yeteneği olan antik devir insanlarının en iyi niyetli dedikoducusuydu; ve
şimdi yapılan en önemsiz buluşlar da, bütün eski dönemlerde harcanandan daha
fazla zeka, eğitim ve bilimsel fantezi harcanmaktadır.
37.
Yararlılıktan Çıkarılan Yanlış Sonuçlar. — Bir şeyin en yüksek yararlılığı
ispat edildiği zaman, kökeninin açıklanması için hamle yapılmış sayılmaz.
Yani, yararlı olmak için var olunmaz. Ama şimdiye dek bunun tam karşıtı olan
görüş hakim oldu... en katı bilim alanlarının içine girdi. Astronomide,
gezegenlerin düzeninin nihai amaç ve oluşumlarının açıklanması uğruna,
onların düzeninin (sözde) yararlılığından (Yıldız sakinleri ışıksız kalmasın
diye, güneşten büyük uzaklıklarda zayıflayan ışığın başka türlü ikame
edilmesi) vazgeçilmedi mi? Buna ilişkin olarak Columbus’un çıkardığı
sonuçlar anımsanacaktır: Dünya insanlar için yapıldı. O halde topraklar
varsa, bunlar iskan edilmelidir. “Güneşin hiçbir şeyi aydınlatmaması,
yıldızların tuttukları gece nöbetinin, üzerinde yol olmayan denizlerde ve
insansız topraklarda boş yere harcanması olası mı?”
38.
Ahlaksal Yargılarla Donatılmış Dürtüler. — Töreden gelen uyarının baskısı
altında olan dürtü, ya kendisini utanılacak korkaklık duygusuna dönüştürür
ya da Hıristiyanlık töresi gibi bir törenin onu insan kalbine yerleştirip
tasvip etmesi halinde, hoş alçakgönüllülük duygusuna dönüştürür. Yani o, ya
vicdan huzuruna ya da vicdan huzursuzluğuna bağlıdır! Kendisinde her dürtü
gibi, ne bu tür ahlaksal karakteri, ne herhangi bir ahlaksal karakteri ve
adı, ne de eşlik eden belirli bir istek ya da isteksizlik duygusu var.
Bunların hepsini, iyi ve kötü nitelikler biçiminde vaftiz edilmiş güdülerle
ilişkiye girdiği zaman, ikinci bir doğa olarak edinir ya da halk tarafından
ahlaksal bakımdan tespit edilmiş ve değerlendirilmiş insan özelliği olarak
belirtilir. - Örneğin eski Yunanlıların kıskançlık hakkındaki duyguları
bizimkinden farklıydı; Hesiod onu Eris’in* iyi, iyiliksever etkileri
arasında sayar. Ve tanrılara kıskançlık hakkı tanımak ayıp değildi: Bunu
ruhu yarışta olan şeylerin durumları için anlamak mümkün. Ama yarış iyi
olarak belirlenip, değerlendirilmişti. Keza Yunanlılar umudu da bizden
farklı biçimde değerlendiriyorlardı: Umut kör ve kötü olarak algılanıyordu.
Hesiod onunla ilgili en güçlü ifadesini bir fabelde dile getirdi; bu
öylesine şaşırtıcıydı ki, hiçbir çağdaş yorumcu onu anlamadı. Çünkü, mesele
yine Hıristiyanlıkla birlikte umuda bir erdem olarak inanmayı öğrenmiş
modern tine karşı olmayla ilgilidir. Buna karşın geleceğin bilinmesinin yolu
tamamıyla kapanmamış gözüken ve sayısız durumlarda geleceğe ilişkin sorular
yöneltmenin dini görev haline getirildiği Yunanlılarda insan, bu durumlarda
biz umuttan yine de bir şeyler bekleriz, kahinler ve falcılar sayesinde
umudun değeri biraz düşürülerek ortaya iyi bir şey koymayıp, kötü ve
tehlikeli şeyler koyduğu Öğrenmek zorunda kalıyordu. - Yahudiler öfkeyi
bizden daha farklı algılayıp kutsal saydılar. Böylece kendini insanın bezgin
haşmeti ile bağıntılı gösteren öfkeyi, bir Avrupalının hayal edemeyeceği
yükseklikte gördüler. Öfkeli kutsal Yehovalarını öfkeli kutsal
peygamberlerine göre oluşturdular. Onlara nispetle Avrupalılar arasındaki en
büyük öfkeliler, sanki ikinci elden yaratıklardır.
Eris: Yunan nifak tanrıçası.
39.
“Saf Tin” Önyargısı. — Saf tinsellik öğretisi, egemen olduğu her yerde
aşırılıklarıyla sinir gücünü tahrip etti: Vücudu aşağılamayı, ihmal etmeyi,
ya da ona acı vermeyi ve bütün dürtüleri uğruna insanın kendisine acı
vermesini ve aşağılamasını öğretti; kararmış, gerilmiş, bastırılmış ruhlar
yarattı, - bunlar ayrıca kendilerini sefil hissettiren duyguların nedenini
bildiklerine ve belki bu nedeni ortadan kaldırabileceklerine inanıyorlardı!
Gerçekte vücut, süregelen komik duruma düşürülmesine karşı acıları
vasıtasıyla itiraz üstüne itiraz ederken, “Öğreti vücudun içinde olmalı!
Vücut gelişmeye hala çok iyi bir şekilde devam ediyor!..” biçiminde anlam
çıkardılar. Sonunda genel, kronikleşmiş aşırı sinirlilik, erdemli saf
tinselliğin yazgısı oldu. Zevki sadece esrimenin ve çılgınlığın diğer
öncülleri biçiminde öğrendiler. Ve esrime, yaşamın en yüksek amacı ve bütün
dünyevi şeyleri mahkum eden ölçüt olduğu zaman, sistemleri doruğa ulaşmıştı.
40.
Gelenekler Hakkında Yapılan Spekülasyon. — Tek ve bir defalık garip bir
olaya dayanarak alelacele hazırlanan çok sayıda yönetmelik, kısa zaman
içinde anlaşılmaz hale geldi. Bu durum törenin amacını kesinkes hesaplamaya
elvermediği gibi çiğnenmesi halinde cezanın da ne olacağını kesinkes
belirleyemiyordu. Hatta törenlerin sonuçları dahi kuşkuluydu... ama bunun
üzerinde ileri geri düşünürken spekülasyona konu olan nesnenin değeri arttı
ve sonuçta geleneğin en saçması kutsallığın en kutsalı oldu. İnsanoğlunun
binlerce yılda harcadığı enerji ve gelenekler üzerine yaptığı spekülasyonun
etkisi hafife alınamaz! Bu noktada aklın müthiş bir şekilde alıştırma
yaptığı alana varmış olduk... burada sadece dinler tasarlanıp düşünülmez:
Burası dehşet verici olsa da saygıdeğer bilimin tarihöncesi dünyasıdır;
burada şairler, düşünürler, hekimler, yasa koyucular yetişir! Bizden iki
anlamlı bir tarzda tören isteyen anlaşılamazdan duyduğumuz korku, yavaş
yavaş zor anlaşılan şeyin cazibesine dönüştü ve insan bir şeyi araştırıp
ortaya çıkarmayı bilmediği yerde, yaratmayı öğrendi.