Ruh Sefilliği Konusunda Kendimle Konuşma

Afşar Timuçin


Ruh sefilliği diye bir şeyden sözedilir. Bir iki kere de senden duydum bu sözü. Ne zaman, hangi koşullarda duydum, anımsamıyorum. Birinde birine öfkelenmiş, onun için “sefil ruh" demiştin. Sövgü niyetine söylemediğini sanırım, bu bir saptamaydı yanılmıyorsam. Sen unutmuşsundur. Zaman zaman ben de ruh sefilliği üzerine düşündüm. Bugün seninle bunu konuşalım istersen, ne dersin?

Olur. Annem “İnsaniyet dadi Haktır herkese olmaz nasip ” derdi. Ben bunun böyle olduğuna inanmam. İnsanlar kendilerine özen göstermeden büyüdüklerinde yani su kabağı gibi büyüdüklerinde kargaşık (karmaşık değil) bir bilince sahip olurlar. Böylesi bir bilinç bilgi açısından ya da kendinin bilgisi açısından yetersiz olduğu gibi ahlak açısından da yetersizdir. Kötü oluşmuş bir bilinç ahlak açısından tutarlı olabilir mi? Yetersiz bilinç her anlamda yetersizdir. Ruh sefilliği yoğun ahlak sorunlarıyla sarılmış bir bilincin durumudur. Ruh sefilliği yüksek düzeyde insanlaşmak diye bir amacı olmayan, küçük şeylerle yetinen, özellikle küçük ilişkilerden beslenen, bundan hiç tedirginlik duymayan, yetersizliğine karşın çok iyi şeyler elde etmek isteyen insanın durumudur. Ruh sefilliği her şeyden önce kişilik

bozukluğuna tanıklık eder. Ruh sefilliği: küçük insanın insan olma durumu.

Yanlış anlaşılabilir, küçük insan derken sıradan insandan sözetmek istemiyorsun sanırım. Buna en genel anlamda yetersiz insan diyebilir miyiz?

Deriz, neden demeyelim. Küçük insan olmanın eğitimle öğretimle ilgisi vardır ama sınıfsallıkla pek ilgisi yoktur. Her şeye sınıf açısından bakmak isteyenler ne derse desin böyle bu. Çünkü her sınıfta yetersiz insan istemediğin kadar çoktur. Her sınıftan pekçok insan ruh sefilliği batağında çırpınıp duruyor. Halkımızın “ufakçılık” dediği şey. Kurnazlıkla ya da benzeri yollarla emeksiz bir şeyler elde etmeye çalışmak, bunu yaparken olabildiğince küçülmek, küçülüp küçülüp şu kadarcık kalmak.

Çok büyük küçükleri de bunlar arasında sayıyoruz, değil mi?

Küçüğün büyüğü küçüğü olmaz. Merdivenin tepesine tırmanmışı vardır, alt basamaklarda ya da ortada bir yerlerde kalmışı vardır. Küçük insan küçük insandır.

Küçük insan kendine güvenmeyen insan mı?

Pek öyle değil. Küçük insan kendini kurnaz bildiği ve bu yönüyle doğayı bile atlatacağını sandığı için kendine güvenir. Hem öyle bir güvenir ki başkalarını aptal yerine koyduğu çok olur. Özellikle ahlaklı insanlar onun gözünde birer aptaldan başka bir şey değillerdir. O küçük oynayan insandır, olmadık yöntemler kullanacak, tırmanabildiği kadar tırmanacaktır. Onun fare deliklerine gire çıka üst katlara hatta çatı katına ulaştığı olur. Bir de bakarsın sana yukarılardan el sallıyor. Bir de bakarsın seni tanımazdan geliyor: birilerinin kuyruğunda üç basamak daha yükselmiştir.

Yerine göre atılgan, yerine göre gözüpek...Ya da yürekli mi?

Hayır, tam tersine, yüreksiz. Yüreksiz ve tembel. Bir koyup beş alacak. Büyük tehlikelerin altına giremez o. En küçük bir tehlikeyi göze alamaz. Bağırıp çağırdığına bakma, tavşan gibi korkaktır. Bulanık suda balık avlıyor yani. Bilim alanında iş görüyorsa Einstein gibi dolaşır, kaşının birini kaldırarak, gerçekten düşünüyormuş gibi. Felsefe alanında iş görüyorsa, Nietzsche’nin dediği gibi, derin görünmek için sularını bulandırmaktadır. Gün olur, ahlaktan yana söylevler verir, şaşarsın. Cilasını kazıdığın, örtüsünü kaldırdığın, maskesini indirdiğin zaman kurnaz bir zavallıyla yüzyüze geliverirsin.

İnsan hem kurnaz hem zavallı olabilir mi?

Neden olmasın. Bütün kurnazlar zavallı değiller mi?

Nereden anlayacağız küçüklüklerini?

Onlar çok çabuk açık verirler. Onları tanımak için büyük çabalara gerek yoktur. Herhangi bir eylemleri onları açık ediverin Yıllar önce Hemingway’in ilginç bir öyküsünü okumuştum: Vatan sana ne der? Polis ceza kesiyor ama makbuza başka makbuzun koçanına başka rakam yazıyor. İşte ruh sefilliği içindeki adam budur, küçük adam budur. Vatan ona ne der? Ne önemi var onun için! Küçük insan dostluğuna bile güvenemeyeceğin insandır. Kendine güvenmeyene sen güvenebilir misin? Bunların bazıları ahlaklı gibi görünürler: ahlaksızlığı bile becerememişlerdir de ondan. Rüşvet almaya cesaret edememiş ya da bunun için olanak bulamamış, rüşvet alan arkadaşlarını hep kıskanmış sefil memurun durumunu düşün. Bu adam zorunlu olarak ahlaklıdır. Bazıları böylece ahlaklılığı seçtikleri için değil ahlaksızlık etmekten korktukları ya da ahlaksızlık etme olanağı bulamadıkları için ahlaklıdırlar ya da daha doğrusu ahlaklı gibi görünürler. Hatta onların zaman zaman herkes becerdi biz beceremedik gibi şeyler söyledikleri olur.

Senin bu söylediklerinden ben şu sonuca varır gibiyim: ahlaklılığın zorunlu koşulu iyi bir bilinç sahibi olabilmektir.

Bunu önce de söylemedik mi? İyi bir bilinç diyorsun. Bu önemli. Bilgi deseydin olmazdı. Bilgi bilinçte tüm bilgilerle bütünleştiği, onlarla organik bir bütün oluşturduğu zaman gerçek anlamda bilgidir. İstem bilinç koşullarında kendini ortaya koyar. Bu da bizi “vicdan” kavramına götürür. Bilinç istemlidir ya da yönelgendir. Bu istemlilik ya da yönelgenlik sağlıklı bilinç koşullarında tutarlıdır. Vicdan istemli yönelimi gerekli kılar. Vicdan sahibi insan yürekli insandır, onun yürekliliği sağlam bilinç koşullarından alır gücünü. Her vicdan “denkserlik” dediğimiz, eskilerin “hakkaniyet” dediği kılı kırk yararcasına adaletli olma koşulunu yerine getirmek eğilimindedir. Publilius Syrus pek haklı olarak ‘'Vicdanın yaraları kabuk bağlamaz” der. Vicdanın yaraları neden kabuk bağlamaz? Çünkü güçlü ben kendindeki bir eksiği ya da yanlışı uzak geçmişiyle ilgili olsa bile kendine yakıştıramaz. Vicdan ahlak açısından en yüksek yargı organıdır. Onda bir yara açıldıysa o yarayı kolay kolay kapatamazsınız. Vicdanını yaralamış ya da bir başka deyişle ben’ini kirletmiş insanlar bu durumu ortadan silebilmek için durmadan gerekçeler ararlar. Ama buna alıştılarsa artık onlar için yapılabilecek bir şey yoktur, onların da kendileri için yapabilecekleri bir şey yoktur. Sabunlu sularla da yıkasanız vicdanı temizleyemezsiniz.

Küçük insanın vicdanı yok mu?

Onun da derme çatma bir vicdanı vardır elbet. Gerektiğinde yok gibi olmaya ya da yokolmaya hazır bir vicdan. Bir fiskeyle dağılıp gitmeye hazır bir vicdan. Cellatların da işkencecilerin de kendilerine göre vicdanları vardır. Gebe kadını yerlerde sürükleyen kapkaççının vicdanı yok mu? Hamamböceği kadar bir vicdanı var onun da. Onlar cılız ve bulanık vicdanlardır ki kendilerinde hiçbir sağlam direnci,hiçbir sarsılmaz gücü taşımazlar.

Yüreksizin, güçsüzün, gelişmemişin vicdanı olmaz diyelim mi?

Olur da iğreti olur. Kendileri adına ya da bir takım formüller adına birilerinin canını alabilecek kadar iğreti vicdan taşıyanlar en küçük bir tehlike karşısında titremeye, yalanlar söylemeye, sevdiklerini gözden çıkarmaya yönelirler.

İnsanı küçüklüğünden kurtarmak için onu iyi eğitelim...

Evet, öyle yapalım, nasıl yapabiliyorsak. Nasıl yapabileceksek yapalım.

 

 

 

 


 


Ana Sayfaya Dönmek İçin Tıklayın 

  www.aymavisi.org  
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 
 + Büyüt | - Küçült  
Felsefe