Rasyonel Bireycilik
Altruizm, bir ahlaki yamyamlık üzerine kurulmuştur; yani bir altruist ,
"mutlu olmak için, başka insanlara zarar vermek şarttır" zanneder. Bugün bir
çok insan, bu prensibe sorgulanmaz bir gerçek olarak inanır. Böyle olunca,
"insanın kendi hatırı için, kendi rasyonel şahsi çıkarı için varolma hakkı"
diye bir hakdan bahsedildiğini duyan çoğu insan; otomatikman, bu hakkın,
başkalarını kendi çıkarı için feda etmek anlamına geleceğini varsayar.
Bu varsayım, müthiş bir yanılgının ifadesidir; zannetmektedirler ki,
başkasına zarar vermek, onu köleleştirmek, soymak, katletmek bir insanın
çıkarınadır. Başkalarını tahrip etmek, bir insanın "ego"suna zararlı bir
şeydir. İnsanın başkalarıyla etkileşiminde, kendi çıkarına olan tek ilişki
türünün," kimsenin kimseyi feda etmediği" bir ilişkiden başkası olamayacağı
fikri, insanlığın kardeşliği için çalıştıklarını söyleyen bu
sözde-hümanistlerin aklına hiç gelmez. Esasen, "değerler," "arzular,"
"şahsi-çıkar" ve ahlak bağlamı, her zaman "rasyonel" kavramı ile birlikte
düşünülmezse, ne onların ne de başkalarının aklına böyle bir fikir
gelecektir.
Rasyonel bir insan, ahlakının, rasyonel-egoizm olduğunu gururla
söylemelidir.
Manevi alanda, yani insan bilincini ilgilendiren konularda, mübadele aracı
farklıdır, ama prensip aynıdır. Aşk, dostluk, saygı, hayranlık, bir insanın
başka bir insanın erdemlerine olan duygusal mukabelesidir; bir insanın başka
bir insanın karakterindeki erdemlerden aldığı kişisel, egoistçe zevke
karşılık yapılan manevi ödemedir. Ancak bir zorba veya bir altrüist, bir
başka insanın erdemlerini takdir etme eylemindeki derin egoizmi inkar
edebilir; ancak o, bir dahi veya bir budala karşısında olmak, bir kahramana
veya bir hayduta raslamak, bir ideal kadınla veya bir şırfıntıyla evlenmek
arasında, -bir insanın egoistçe çıkarı ve aldığı zevkin miktarı açısından-
fark olmadığını iddia edebilir. Manevi alanda; mübadeleci, sahip olduğu
zayıflık ve kusurları yüzünden değil, sadece erdemleri yüzünden sevilmek
ister; sevgisini, başkalarının zayıflık ve kusurlarına değil, sadece
erdemlerine yöneltir.
Sevmek, değerlendirmektir. Sadece bir rasyonel-egoist, kendine saygı ve
güven duyan bir insan, sevmeğe muktedirdir; çünkü, sadece o, değerlerine ve
değerlendirme işine; sağlam, tutarlı, tavizsiz bir sadakatle sahip çıkar.
"Ego"suna kayıtsız kalan insan, kendine değer vermeyen insan, hiçbir şeye,
hiçbir kimseye değer veremez; yani, hiçbir şeyi, hiçbir kimseyi sevemez.
İnsanların özgür, medeni, barışçı, müreffeh, rasyonel bir toplumda birarada
yaşayabilmeleri, sadece rasyonel-egoizm temeli üzerinde, yani adalet temeli
üzerinde mümkündür.
İnsanın, bir insan toplumunda yaşamasının ona sağlayacağı kişisel bir yarar
var mıdır? Evet, sözkonusu olan gerçekten insan bir toplumsa.
Toplumsallıktan elde edilebilecek iki büyük değer vardır: bilgi ve mübadele.
İnsan, bilgisini nesilden nesile genişleterek geçirebilen tek canlıdır;
potansiyel olarak herhangi bir insanın elde edebileceği bilgi miktarı, bütün
hayatını bu işe vakfetse dahi bilemeyeceği kadar fazladır; dolayısiyle,
başkalarının keşfettiği bilgilere erişmek, insana, ölçülemeyecek kadar büyük
yarar sağlar. İkinci büyük değer, toplumsal işbölümünün yararı olarak ortaya
çıkar; işbölümü, bir insanın gayretlerini özel bir çalışma alanına teksif
etmesini ve başka çalışma alanlarında uzmanlaşmış insanlarla mübadelede
bulunmasını sağlar. Böyle bir işbirliği içinde bulunan insanların elde
edebilecekleri bilginin, hünerin ve verimin büyüklüğü; ıssız bir adada veya
kendine-yeterli bir çiflikte yaşayarak, ihtiyaç duydukları herşeyi orada
üreten insanların hiç tahayyül edemeyecekleri bir ölçektedir.
Toplumsal yaşamın bu faydaları, öte yandan, ne tür insanların başkalarıyla
değişebilecek değerler üretebileceği, ne tür bir toplumda bu tür insanların
yaşayabileceği hususunu da belirleyecektir: sadece rasyonel, üretken,
bağımsız insanlar, başkalarıyla değişebilecek değer üretebilir; bu tür
insanlar, sadece rasyonel, üretken ve özgür bir toplumda yaşayabilir.
Parazitler, soyguncular, yağmacılar, talancılar, zorbalar, haydutlar, insan
için değer üretmez; bu tür insan-altı canlıların yaşam tarzının doğurduğu
ihtiyaçların tatminine yönelik olan bir toplum, insana yarar sağlamaz.
İnsana-özgü bir hayat yaşamak isteyenleri, kurbanlık hayvan olarak gören;
onları sahip oldukları erdemler yüzünden cezalandıran; insana-özgü bir
hayatın gereklerini yerine getirmeyenleri, kötülükleri için mükafatlandıran
böyle bir toplum, ancak altrüist ahlak üzerine kurulabilir. Eğer içinde
olmanın fiyatı insana-özgü bir yaşam hakkını terk etmekse, o toplumun insana
hiçbir yararı yoktur.
Rasyonel Bireycilik ve Sahteleri
Bireycilik, hem ahlaki-politik, hem de ahlaki-psikolojik bir kavramdır.
Ahlaki-politik bir kavram olarak bireycilik, birey haklarının üstünlüğü
prensibinin kabulü demektir: insan, başlı başına bir amaçtır, başkalarının
amaçlarının bir aracı olamaz. Ahlaki-psikolojik bir kavram olarak
bireycilik, bireyin zihni bağımsızlık prensibinin kabulü demektir: insan,
bağımsız olarak düşünmeli, yargılamalı ve hiçbir şeye kendi aklının
hükümranlığından daha üstün bir yer vermemelidir.
İnsan hayatını değer standartı olarak kabul eden rasyonel bir ahlak
isbatlamıştır ki: insanın, insan olarak, rasyonel bir varlık olarak hayatta
var kalabilmesi için, -psikolojik ve politik anlamda- bireycilik, objektif
bir ihtiyaçtır.
Rasyonel anlamındaki bu gerçek bireycilik yerine, sık sık, "başkalarının
haklarına riayet etmemek; arzulanan herşeyi yapmak" anlamı atfedilen bir
sahte bireycilik anlayışı ortaya atılır. Bu anlayışın ifadesi olarak,
genellikle Nietzche ve Max Stirner'den alıntılar yapılır. Bireyciliğin bu
sahte türünün, bireycilik olduğu; kendini başkalarına feda etmeyi reddeden
bir insanın, hemen başkalarını kendine feda etmeye niyetleneceği inancı,
altrüistlerin, rasyonel bir bireyciliği karalamak için kullandığı bir
silahtır.
Rasyonel bir bireyciliği, sahtelerinden ayırt etmek için bazı hususları
hatırlatmak yararlı olacaktır:
a) Rasyonel bireycilik, insanın insan olarak hayatta kalabilmesinin zorunlu
kıldığı objektif bir ahlaktan kaynaklanır. Bu ahlak, insanların
vazgeçemeyeceği bir objektif ihtiyaç olarak bazı erdemler tanımlamıştır.
Rasyonel bireycilik, bireylerin bu erdemlere sahip olmasını mümkün kılan bir
politik alet olan birey haklarının vazgeçilmezliğinin kabulü demektir. Başka
insanların haklarını ihlal eden bir insan, bu hakları kendisi için talep
edemez: bireyci olamaz.
b) Rasyonel bireycilik, sadece insanın kollektif için yaşamasını
reddetmekten ibaret değildir. Rasyonel bir bireyci, kendi hatırı için yaşar;
fakat, kendi zihninden ve çalışmasından kaynaklanan bir hayat sürdürür;
kendisini kimseye feda etmediği gibi, kimseyi kendine feda etmez: insanlarla
değer mübadele eder, onları yağmalamaz.
c) Rasyonel bireyci, kendi zihni hükümranlığı ile yaşar ve bağımsız düşünce
ile sübjektif bir duygu arasındaki farkı bilir. Sahte bireyci, "bağımsız
düşünce" ile "bağımsız duygu"yu aynı şey zanneder. "Bağımsız duygu" diye bir
şey yoktur; sadece, bağımsız zihin ve onun ürünü olan bağımsız düşünce
vardır. Duyguları belirleyen, ahlaki değerler, ahlaki değerleri belirleyen
bağımsız zihindir. Arzulanan her şeyi yapmak, bir bireycinin değil, bir
irrasyonelin işidir.
d) İsyankarlık ve gayrı-konvansiyonel oluş da, başlı başına, bireyciliğin
bir kanıtı değildir. Bireycilik, sadece konformizme karşı olmaktan ibaret
değildir. Konformist, "bu doğrudur; çünkü, başkaları öyle inanıyor" diyen
insandır. Fakat, bireyci "bu doğrudur; çünkü, ben öyle inanıyorum" diyen
insan da değildir. Bireyci, "buna inanıyorum; çünkü, bunun doğru olmasının
sebeplerini görüyorum" der. Akli gerekçelerini bulduğunda konvansiyonlara
karşı çıkmak, isyan etmek bireyciliktir; fakat, hiçbir gerekçesiz, sırf "Ben
istedim oldu!" yaklaşımıyla eksantriklik yapmak bireycilik değil,
sübjektivizmdir. Ne kafiyesi, ne ölçüsü, ne insicamı, ne de başkasına
vereceği bir anlamı olan bir şiir yazmak bir sübjektivizmdir; ama, bir
bireycilik değildir. Ne ritmi, ne de melodisi olan bir müzik yazmak bir
sübjektivizmdir; ama, bir bireycilik değildir. Hiçbir toplumsal sağlık
kuralına, kasden riayet etmemek bir psikopatlıktır; ama, bir bireycilik
değildir.
e) Kabileciliğe karşı oluş, bireyciliğin tabii bir sonucudur. Fakat,
kabileciliğe karşı olan her insan, bir bireyci demek değildir: o insan, bir
yalnız kurt da olabilir. Bu kurtların çoğunluğu, beklediğini bulamamış
kabilecilerdir; kabile (veya etraflarındaki insanlar) tarafından
reddedilmişlerdir: bunlar, ya konvansiyonel kurallara hiç uyamayan
insanlardır, ya da manipülatif karakterleri, kabilesel iktidar için rekabete
girişemeyecek kadar aşikar ve kaba olan insanlardır. Kavramsal bir zihniyete
sahip olamayan yalnız kurt, sadece algılarının rehberliğinde davranan bir
tür entellektüel berduştur. Oradan buradan edindiği rasgele düşünce
parçacıklarıyla zihnini dolduran, bu düşünceleri keyfen sürekli değiştiren,
seyyar bir fikirler bit pazarı halinde dolaşan yalnız kurtun davranışlarında
bir tek sabit tavır vardır: bir guruptan bir başka guruba sürüklenmek ve ne
cins olurlarsa olsunlar, bir takım insanlara tutunarak onları manipüle
etmek. Bu tür insanları teşhisindeki en açık semptom, onların bir amoralist
oluşlarıdır: kabilesel yalnız kurtlar, kendilerini ve eylemlerini herhangi
bir standartla yargılama yeteneğinden yoksundurlar. Kendini-değerlendirmenin
normal yörüngesi, soyut bir değere referansla yapılır: "Ben iyiyim, çünkü
rasyonelim" veya "Ben iyiyim, çünkü dürüstüm" veya hiç değilse elden-düşme
bir nosyonla, "Ben iyiyim, çünkü insanlar beni sever" gibi. Amoralistin
yörüngesi ise -kendisi nadiren ifade etse bile- "Ben iyiyim, çünkü ben,
benim"dir. Amoralizm, ahlaki sübjektivizmle karıştırılmamalıdır:
sübjektivist, değerlerini teşhis edemese de veya onların objektif
geçerliliğini isbat edemese de, -büyük bir psikolojik güçlükle de olsa-
pratikte onlara sadık kalabilir; amoralist, sübjektif değerlere de sahip
değildir; O, herhangi bir değerden yoksundur.