Konfüçyüsçülük
Diane Collinson & Robert
Wilkinson
Büyük Çin bilgesi, filozof, siyasal yönetici ve Çin tarihinde resmi din
olarak kabul edilen öğretilerin kuramcısı Konfüçyüs, M.Ö 551 yılında, Lu
kentinde şimdiki Shantung eyaletinde doğdu. Chou hanedanlığı döneminde
(M.Ö. 1027256), Hristiyanlığın doğuşundan yaklaşık beş yüz yıl
önce yaşadı. Küçük yaşlardayken babası ölünce, annesi tarafından mütevazı
koşullarda büyütüldü.
Ambar bekçiliği ve kamu arazisi yöneticiliği yaptı ama asıl isteği, Chou
hanedanlığının ilk zamanlarına özgü ahlak değerlerini yaymak, bu
hanedanlığın kuruluş döneminde hüküm süren iki kralın, Wen ile Wu'nun
ülkülerini yeniden canlandırmaktı. Ama onun dönemi zorlu bir dönemdi.
Chou hanedanlığının ilk yıllarının ayırıcı özelliği olan siyasal birlik,
siyasal güç, hanedanlığı oluşturan kent devletleri arasındaki çatışmalarla,
hanedanlıktan olmayan devletlerin yayılmacı saldırılarıyla, dağlarla vahşi
bölgelerden gelen göçebe toplulukların akınlarıyla büyük ölçüde
örselenmişti.
Konfüçyüs'ün kenti Lu işgalcilerin denetimi altına girmişti. Konfüçyüs,
öğretisine yetke, nüfuz sağlayacak bir kamu görevine atanmayı
başaramamıştı. Bundan ötürü, benzer beklentiler taşıyıp benzer güçlüklerle
karşılaşan diğerleri gibi Konfüçyüs de, küçük bir öğrenci, izleyici
topluluğunun eşliğinde gittiği saraylara, yöneticilere hizmet sunarak
gezginci öğreticilik yapmaya başladı.
KONFÜÇYÜSÇÜLÜK
Giriş
"Denge Felsefesi"
Ahlâk ve Jen
Bilgi ve İnsan
Adların Düzeltilmesi
Konfüçyüs ve Eski Yunan
Tarihi Serüveni
Seçmeler
Konfüçyüs'ün yaşam öyküsüyle kişiliğinin de ona atfedilen öğretilerin
ayrıntılarının da doğruluğundan emin olmak olanaklı değil. Kaynaklarda, onun
ölümünden sonra geliştirilmiş, kuşkusuz pek çok yönüyle izleyicileri
tarafından elden geçirilmiş, zenginleştirilmiş, yeniden düzenlenmiş karma
açıklamalar vardır. Mevcut bilgilerdeki kimi iç tutarsızlığa, kimi vurgu
farklılığına karşın, bilgi ile ahlaksal erdem arayışına tutkuyla inanan, tüm
yaşamı boyunca dürüstlüğünü koruyan, kendini sadece öğretmeye adayan bir
adama ait bütünlüklü çizgileri seçmek olanaklı. Benzer şekilde,
Konfüçyüs'e atfedilen yazılı özdeyişlerin ona ait olup olmadığını saptamak
da olanaklı değil. Konfüçyüs'e atfedilen deyişlerle düşüncelerin çoğu
”Konuşmalar” diye bilinen bir seçkide toplanmıştır.
Konfüçyüs düşüncesi, 1583'te Pekin'e yerleşen Cizvit misyonerleri, Çin
bilgisi ile kültürünü özümseyip bu yeni bilgilerini Avrupa'ya aktarancıya
kadar Batı dünyasında bilinmiyordu. K'ung Futzu adını Latinceleştiren de bu
Cizvitler olmuştu ve böylece bu büyük bilge, dünyanın pek çok yerinde
Konfüçyüs adıyla tanındı.
GİRİŞ
Konfüçyüs'ün felsefesi, ahlak ile siyaset felsefesinin ağırlıkta olduğu bir
felsefeydi. Bu felsefe, hep devinimli olmalarına karşın gök ile yerin
birbirini
dengeleyen güçler olduğu, ortak varoluşlarının uyumlu olduğu inanışına
dayanıyordu. Konfüçyüs'e göre insan bu koşullara tabidir, evreni örnek alıp
ona benzemeye çalışması gerekir. Orta Öğretisi'nde şunlar söylenir: "Bu
denge, dünyadaki tüm insan edimlerinin çıktığı eşsiz köktür; bu uyum tüm
edimlerin izlemesi gereken evrensel yoldur."
DENGE FELSEFESİ VE CHOU HANEDANLIĞI
Konfüçyüs'ün uyumlu yaşam öğüdü, hoş, sessiz sakin akıp giden bir yaşam
sürmek adına tutkularla duygulan tümüyle bastırmak gerektiği
anlamına gelmiyordu. Konfüçyüs denge ile uyum arasında önemli bir fark
görür. Dengenin, "zevk kızgınlık, keder neşe, coşup taşma duygularına"
kapılmamak olduğunu, uyumunsa "bu duyguların hep tam zamanında ortaya
çıkması" olduğunu söyler. Konfüçyüs'ün dönemindeki çok eski bir inanışa
göre, yeryüzündeki yönetici, tanrı vekilidir; eğer barışı, uyumu sürdürmeyi
hedeflemezse bu vekalet elinden alınır. Konfüçyüs, hayranlık
duyduğu Chou hanedanlığının, İlahi onayı almış, dolayısıyla selefi zorba
Shang hanedanlığının yerini almaya hak kazanmış bir kişi tarafından
kurulduğuna inanır.
Konfüçyüs, Chou hanedanlığının ilk yıllarını beş yüzyıl önceyi bir altın
çağ olarak adlandırır. O dönemin ülkülerini canlandırmanın, bu çatışma,
hizipleşme çağında Çin'in birliğini yeniden sağlamanın yolu olduğunu;
kendisinin de o eski değerlerin aktarıcısı olduğunu, ortaya yeni değerler
koymadığını düşünüyordu.
Uyum, bütünlük, denge, Çin düşüncesinin içgüdüsel kabulleri olagelmiştir
hep. Bu olgu, Konfüçyüsçülük kadar Taoculuk ile Budacılığın da Çin
kültürünün bir parçası olmasına karşın, bu üç güçlü akım arasında rekabetin
pek az olmasını
açıklar. Bu üçünün karşılıklı ilişkileri, bir Çin özdeyişiyle "üç din tek
dindir" sözüyle apaçık betimlenmiştir. Her biri diğer ikisinin tamamlayıcısı
gibidir; her biri, mevcut duruma en uygunları olduğu düşünüldüğünde
kullanılır. Taoculuk ile Budacılık Konfüçyüsçülüğün büyük ölçüde göz ardı
ettiği gizemcilik, tinsellik boyutlarını sağlamıştı. Konfüçyüsçülük de kamu
yaşamı ile devlet yönetiminde esin kaynağı olmuştur.
AHLÂK VE JEN
Konfüçyüs'e göre tüm toplumsal, siyasal erdemler, temelde, genişletilmiş
kişi erdemleriydi. Eğitim ahlak bilgisi edinmekti. Ama bu bilgi, belirli
eylemlerle tutumların iyi olduğunu söyleyen bir bilgi olmakla kalmazdı; aynı
zamanda uygulamada, deneyim aracılığıyla iyi olmakla, iyiyi yapmakla
edinilen bir bilgiydi. Kişi hocasını örnek alarak öğrenir; başkalarına da,
onlara örnek olarak öğretir. Konfüçyüs, böylesi bir eğitimin erken yaşlarda
başlayıp, yaşam boyu sürmesi gerektiğini savunurdu.
Ahlaksal iyilik kavramının merkezinde “jen”, yani iyilikseverlik ya da insan
sevgisi düşüncesi vardır. Çince’deki bu sözcüğün tam karşılığını bulmak
güçtür. İnsanlar arasında kurulması gereken en iyi ilişki biçimini
karşılamak üzere, kimi zaman 'iyilikseverlik' kimi zaman da 'insancıllık'
diye
yorumlanır. Doğuştan gelme bir yeteneğin alıştırmalarla güçlendirilmesiyle
değil, kişinin kendini eğitme çabasıyla geliştirilen özel bir yetidir “jen”.
Konfüçyüs, Konuşmalar'da “jen” ya da iyilikseverlik hakkında şöyle der:
"Eğer gerçekten dilersek olur." Konfüçyüs'e göre “jen”, 'efendi' ya da 'üst
insan' dediği kimsenin en önemli, biricik sıfatıdır. Bu kişi öğrenmeye
öylesine düşkündür ki, içtenlikli öğrenme uğraşı ona "yemek yemeyi
unutturur", "yaşlandığının farkına varmaz."
İyilikseverlik, kişinin kendisine dönük ilgisinin, kendinden hoşnutluğunun
üstesinden gelmesini gerektirir; iyilikseverliğin yolu; her yönüyle insan
davranışlarını düzenleyen, örnek eylemlere ulaşmasında kişiye kılavuzluk
etmek üzere tasarlanmış olan bir kurallar ya da ilkeler bütününe uymaktır.
Bunların ayrıntıları hep aynıdır. Bunlar, işlem, eylem ve tüm törenlerin
yanı sıra, jestlere, tavırlara, giysilere, devinimlere, yüz ifadelerine
ilişkindir.
Konfüçyüs, gerçek iyilikseverlik ya da gerçek insancıllığın, gönül ile
zihnin dışsal davranışlarla tutarlık gösterdiği bir kişi bütünlüğünü
gerektirdiğini savunurdu.
Konfüçyüs, öngörülen ahlaksal bütünlüğün sonucu olan eylemi, yani hep
yararın, öğretmenin amaçlandığı bir kişi ahlakını geliştirmekle oluşan
bütünlüklü iyilikseverliğe ahlak bakımından uygunluk diye tanımlardı.
Öğrenme sevdası, burada gereken kavrayış biçiminin edinilmesindeki temel
öğedir. Konfüçyüs'e göre, "öğrenme sevdası olmaksızın iyilikseverlik
sevdasına düşmek insanı aptal eder"; iyi niyetli olmak yetmez. Örneğin,
cömert olduğunu göstermek için, varlığını ayırım yapmaksızın başkalarına
dağıtmak yetmez.
Bilgi ile öğrenme, ahlaksal kavrayışı geliştirmeye yardımcı olur; kişi,
böylece, cömertliğini nasıl gerçek bir iyiye göre yönlendireceğini
görebilir.
Bilgi, öğrenme, deneyim, kişinin yaşamda nelerin değiştirilemez olduğunu
görmesine, bunları çabayla değiştirilebilir olanlardan ayırmasına
yardım eder. Konuşmaların sonunda şunlar söylenir: Konfüçyüs dedi ki 'Yazgı
anlaşılmadıkça iyiliksever olmak da olanaklı değildir' Konfüçyüsçü
öğretide yazgı değişmezleri yönetir, yani yaşam süresi, ölümlülük gibi
şeylere ilişkindir. Değişmez zorunluluklar hakkında düşünmek, kişinin
bunları değiştirmeye çalışmanın boşuna olduğunu kabul etmesini, çabayı
geliştirilebilir olanla, yani ahlak yetileriyle, ahlak anlayışıyla uğraşmaya
yöneltmenin daha iyi olacağının ayrımına varmasını sağlar.
BİLGİ VE İNSAN
Konfüçyüs, en iyi insanın bilge insan olduğu kanısındadır, ama kendisini bir
bilge olarak görmez; pek az insanın bilge olmayı başardığını düşünür.
Seçmeler'de "bir bilgeye rast gelmekten umudu kestiği"ni söyler. Efendi
kusursuzlukta bilgeden sonra gelir, günlük yaşamda etkisi en çok
duyulan da efendidir. Konuşmalar'da örnek olma özelliği ayrıntılarıyla
anlatılan efendi, "dünya işlerinde... ahlaksal olanın tarafını" tutandır.
Efendi,
başkalarının mutluluğu için gösterdiği içten ilgide açığa çıkan ahlaksal
yetkinliğinden ötürü, buyruk verebilir, itaat görebilir.
Konfüçyüs, yöneticilere "eğer siz iyiyi isterseniz, insanlar da iyi olur"
der. Ayrıca, insanın insan olarak kalacağını, "efendinin doğasının yel,
sıradan
insanın doğasının da ot gibi olduğunu; yel estiğinde otların hep
eğildiğini"; bundan ötürü de yönetimin, daima, her üyesinin açıkça
belirlenmiş bir
role sahip olduğu bir toplumda yetkesini iyilikseverlikle kullanan bir
yönetici topluluğunun elinde olduğunu savunurdu.
Konfüçyüs insanların doğuştan eşit olduğuna inanırdı; eğitime ilişkin tüm
görüşlerinin altında yatan, sonraki yüzyıllarda Çin'in eğitim siyasetini
etkileyen onun bu inancıydı.
ADLARIN DÜZELTİLMESİ
Konuşmalar'da 'adların düzeltilmesi' diye anılan Konfüçyüs öğretisi ilginç
felsefi sonuçlara varır. Konfüçyüs, kendi döneminde 'efendi' denilen
kimseler eskiden öngörülmüş efendilik betimine göre davranmadığı için
kaygılanırdı. "İnsancıllığı terk etmiş efendi, bu adı nasıl taşıyabilir?"
diye
sorar; yönetmenin doğru davranan kişiler için kolay bir iş olduğunu, böylece
"prensin prens, bakanın bakan, babanın baba, oğulun da oğul"
olacağını söylerdi.Geçmişin, ataların yüceltilmesi, töremlere gösterilen büyük ilgi, evlatlık
görevi ile baba oğul ilişkisinin öneminin ısrarla vurgulanması,
Konfüçyüsçülüğün Batı geleneğine aykırı düşebilecek yönleridir. Gene de,
Batı tüm bu yönelimlere aile bağları ile büyüklere saygıya; adetlere,
uylaşımlara, törenlere değer vermeye; ılımlılığın, sakinimin ölçülü bir
alçakgönüllülüğün ahlaksal önemine bir ölçüde aşinadır. Konfüçyüs'ün bakış
açısını anlamamak, onun değerleri ile uygulamalarının birçoğunun evrensel
olduğunu görmemek olanaksızdır.
KONFÜÇYÜS VE ESKİ YUNAN
Konfüçyüsçü düşünce ile eski Yunan'da, M.Ö. 6.5. yüzyıllarda ortaya çıkan
Sokrates öncesi filozoflarının kimi düşüncesi' arasında büyük
benzerlikler vardır. Bu filozoflardan Anaximenes (M.Ö. 585528) insan ruhu
ile doğanın, bir bütün olarak, tek bir ortamı paylaştığını öğretmişti;
Pythagoras (M.Ö. 571496) tinsel saflığı korumak üzere töremleştirilmiş
davranış biçimleri geliştirmişti; matematikle kavranan göksel uyum ile
insan ruhu arasında bir ahenk olması gerektiğini düşünürdü; Herakleitos ise
(M.Ö. doğumu yaklaşık 504501) Logos düşüncesini, bir tür evrensel
adaleti ya da denkliği korumaya yarayan, dengeli geliş gidiş ilkesini
atmıştı ortaya.
Konfüçyüs'ün kişiliği, alçakgönüllü bilgeliği, kendini öğretmeye adayışı,
Sokrates'in benzer özellikleriyle karşılaştırıla gelmiştir; Sokrates'in
altın
kuralı, "kendine yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma" diyen kural,
ahlakçıların genel geçer kurallarından biridir.
Konfüçyüs metafizik kurgulamalar geliştirmekle uğraşmamıştı; insan
bilgisinin doğasına ya da olanağına ilişkin bir kuram da geliştirmemişti.
Ama
yine de, insan zekasının bilme iddiasında olduğu şeylerin sınırları
konusunda duyarlıydı. Dolayısıyla deneysel bilgi sayılacak bilgilere dayanma
güvencesine sahip olmayan savları ortaya atmaktan kaçınırdı. Bir keresinde,
karşısında düşüncesizce konuşan birine "efendi olanın bilgisiz
olduğu konuda hiçbir kanı bildirmemesi beklenir" demişti. Tzulu'ya da
şunları söyler: "Sana bilmenin ne olduğunu söyleyeyim mi? Bildiğin zaman
bildiğini, bilmediğinde de bilmediğini söylemek, işte bilgi budur."
KONFÜÇYÜSÇÜLÜĞÜN TARİHİ SERÜVENİ
Konfüçyüs'ün M.Ö. 479’da Çiyufu'da ölümünden sonra öğrencileri onun
öğretisini sessiz sedasız sürdürdü. İki önemli izleyicisi Mensiyüs ile Hsun
Tzu, Konfüçyüsçü düşünceye kendi fikirlerini, kendi vurgularını da katarak,
seçkinlerin eğiticisi oldu. Onların çağı, yöneticilerin saraylarında ahlak
ile siyasete ilişkin pek çok düşünsel tartışmanın geliştiği bir dönemdi.
Tartışmalar düzenlenir, bilgili kişiler davet edilirdi. Bunlar, siyasal
karmaşanın, Çin devletleri arasında süre giden çatışmaların yaşandığı
bundan ötürü de Savaşan Devletler Dönemi diye anılan bir dönemde olup
bitiyordu. Çekişmeler Ch'in hanedanlığının (M.Ö. 221206) egemenliğiyle son
buldu. Hükümdar Çh'in Shih Huang Ti Çin'i birleştirdi.
İmparatorluğunu ilan etti ve Çin'i kuzeyden gelen İstilacılara karşı
savunmak üzere Çin Seddi'ni yaptırdı. Han hanedanlığı döneminde (M.Ö. 206
MS 9) Konfüçyüsçü düşünce yeniden canlandı. Eski yazılardan parçalar
derlenip elden geçirildi ve Hıristiyanlığın ilk yıllarında Budacılığın da
Çin'e
ulaşmasına karşın, Konfüçyüsçü düşünceler yeniden yaygın kabul gördü.
Bundan böyle Konfüçyüsçülük daha doğrusu Yeni Konfüçyüsçülüğün çeşitli
biçimleri Çin kültüründeki ana akışın bir parçası olarak varlığını
sürdürdü, eğitimin Konfüçyüsçü temel yapıtlara dayanmasından ötürü halka
yayıldı. Böylece Konfüçyüsçülük geniş, değişken bir ülkede yaşayan
milyonlarca insanı birleştirdi. Hem kişisel hem kamusal ülküler sunduğu,
kişi ile kamu arasında net bir halka oluşturduğu için ayakta kaldı.
Konfüçyüs ile izleyicilerine atfedilen özdeyişlerle öğretiler, M.Ö. 6.
yüzyıldan 1911'de Ch'ing hanedanlığının kaldırılışına kadar geçen 25 yüzyıl
boyunca, Çin'in ahlaksal, toplumsal, siyasal yapısını biçimlendirdi. Çin
İmparatorluğu'nun neredeyse tüm kurumları, gelenekleri, amaçları, özlemleri
Konfüçyüs'ün erdemli birey, erdemli toplum anlayışına dayanıyordu. 20.
yüzyılın ilk yıllarına kadar Çin'de eğitim, hemen hemen tümüyle,
Konfüçyüs'ün ilkelerine göre biçimlendirilmişti. 1313'ten 1905'e kadar
sürdürülen devlet görevliliği sınavları Konfüçyüs'ün “Dört Kitap” diye
bilinen
yapıtlarını okumayı gerektiriyordu.
20. yüzyıl ortalarında Çin'de Konfüçyüsçülük neredeyse tümden yadsınmıştır.
Çin, Batı dünyası karşısında kendisini değerlendirmeye giriştiğinde,
Konfüçyüsçülüğün katılığına, geçmişten devşirme ülkülerine, sıradüzen ile
tören saplantısına yönelik eski eleştiriler yeniden gündeme geldi.
1960 Kültür Devrimi*'nin, Halk Cumhuriyeti'nin ilk yıllarında ortaya çıkan
Konfüçyüs karşıtı eleştirileri pekiştirmesine karşın, Konfüçyüsçülüğü
ortadan kaldırmayı hedefleyen yenilikler de Konfüçyüsçülük çizgisine,
biçemine uydu. Komünizmin, işçi sınıfına yaraşır tutumlara göre kişiliği
yeniden biçimlendirmeyi amaçlamasının, Konfüçyüsçü kendini yetiştirme
öğüdüne pek benzediği; önder Mao'nun sözlerine gösterilen büyük
saygının, eskiden Konfüçyüs'e gösterilen saygıyla türdeş olduğu sık sık dile
getirildi.
SEÇMELER
" İyi yaşamayı sonraya bırakan; yolunda ırmağa raslayıpda akıp geçmesini
bekleyen adama benzer. Irmak hiç durmadan akıp gidecektir."
"Halkı kanunlarla yönetip cezalarla düzeni sağlarsanız, onlarda cezalardan
kaçınacaklardır; ama bu arada ar duyguları da kaybolacaktır. Fakat
onları kendi güzel ahlakınızla yönetip düzeni de vazifelere bağlılığınızla
sağlarsanız, ar duyguları onları terk etmeyecek ve bu ölçüye göre
yaşayacaklardır."
"Onbeş yaşımda zihnimi vicdanıma bağladım. Otuzumda dimdik durdum. Kırkımda
şüphelerimden kurtuldum. Elli yaşımda ilahi kanunları anladım.
Altmışımda uysal bir kulağım oldu. Şimdi yetmişimde, doğruluğu elden
bırakmadan kalbimin tutkularının peşinden gidebilirim."
"Erdemsiz bir insan mahrumiyete fazla tahammül edemez; nasıl ki mutluluk
içindeyken bile rahat edemezse. Fakat erdemli insanın barındığı yer yine
erdemin içindedir, akıl sahipleri hep bunu arar."
"Doğa eğitimin önüne geçerse, bir dağ adamı yetiştirmiş olursunuz. Eğer
eğitim doğanın önüne geçerse, katip yetiştirmiş olursunuz. Doğa ve
eğitim doğru oranla harmanlanabilirse ancak o zaman üstün özellikleri olan
insanlar yetiştirebilirsiniz."
"Derin olan kuyu değil, kısa olan iptir."
" Düşünmeden öğrenmek faydasızdır. Öğrenmeden düşünmekse tehlikeli..."
"Karanlığa söveceğine kalk bir mum yak."
"Allah’ım, senden başka hiçbir şeyi olmayan ben senden başka her şeyi
olanlara acırım."
"Bildiğini bilenin arkasından gidiniz. Bildiğini bilmeyeni uyandırınız.
Bilmediğini bilene öğretiniz. Bilmediğini bilmeyenden kaçınız."
"Kamil insan; kişisel olarak ciddi, büyüklere hizmet ederken saygıyı elden
bırakmayan, halka karşı çok nazik olan ve onları yönetirken de adaletli
davranan kişidir."
"Erdemli kişi, ne kadar zor olursa olsun, hizmeti öne koyar, ondan ne fayda
temin edileceği ise daha sonra düşünülecek bir meseledir."