Tin bilimi bu yazıdaki anlamıyla kavramak, her insan için olasıdır. Buradaki
açıklamalar yüksek dünyaların düşünsel bir imgesini iletir ve görebilmek
için ilk adımın atılmasını sağlar. Çünkü insan, düşünen bir varlıktır.
Kavrayış yolunu da, ancak düşünerek bulabilir. Anlağıyla yüksek dünyaların
imgesini algıladığında, henüz anlatılan yüksek gerçeklikleri kendi görüşüyle
izlemese de bir şey yitirmez. Çünkü aldığı düşünceler birer güç olarak
düşünce dünyasında etkinliklerini sürdürürler. İçinde henüz uyuyan
yetenekleri uyandıran da, gene bu güç olacaktır. Böyle düşünsel imgelerin
bir işe yaramadığını sanan yanılır. Çünkü düşünceleri yalnız varlıksız ve
soyut olarak değerlendirir. Oysa düşünce, yaşayan bir güçten kaynaklanır.
Gören kişi için düşünce, tin de gözlediklerinin doğal bir sonucudur. Bu
sonuçların başkalarına aktarılmasıyla kavrayış meyvesini oluşturacak bir
tohum atılmış olur. Düşünce çalışmasını küçümseyip, yüksek kavrayışlara
insandaki diğer güçler ile ulaşmak isteyen, düşünmenin insanın duyusal
dünyadaki en yüksek yeteneği olduğunu unutmuş demektir. Tin bilimin yüksek
kavrayışlarına nasıl erişebilirim? Kendine bu soruyu sorana verilecek yanıt
şudur: Her şeyden önce başkalarının kavrayışları ile ilgili açıkladıklarını
öğren. Ben kendim görmek istiyorum, başkalarının gördüklerini bilmek
istemiyorum diyene ise şu karşılılık verilebilir: Kavrayabilmenin ilk
basamağı, başkalarının açıklamalarının sindirilmesidir. Bunun körü körüne
inanmaya zorlanmak olduğu ileri sürülebilir. Oysa bir açıklamanın inanç ya
da inançsızlıkla hiçbir ilgisi yoktur. ön yargısızca anlaşılması yeterlidir.
Tinin gerçek bir araştırmacısı, hiçbir zaman körü körüne inanılmayı
bekleyerek konuşmaz. Yalnızca şunu söylemeye çalışır: Varoluşun tinsel
bölgelerinde bunları yaşadım ve şimdi yaşadıklarımı anlatıyorum. Ama bilir
ki, yaşantılarının öğrenilmesi ve başkalarının düşünerek anlatılanlar
üstünde çalışmaları, bu kişilerin tinsel gelişmesi için canlı güçlere
dönüşecektir.
Burada söylenenlerin doğru anlaşılması için, ruhsal ve tinsel dünyalarla ilgili tüm gerçeklerin insan ruhunun derinliklerinde gizli olduğu bilinmelidir. «Kavrayış yolu» ile bu gizler açıklık kazanır. İnsan kendinin olduğu gibi bir başkasının ruhunun derinliklerinden ortaya çıkanı da doğru olarak kabul edebilir. Bu, henüz kavrayış yoluna girmek için hiçbir girişimde bulunmamış olsa da geçerlidir. Doğru bir tinsel görüş, önyargıların gölgelemediği bir gönülde anlak gücünü uyandırır. Bilinç altında yaşayan gerçekler, bir başkasının bulduğu tinsel gerçekliklerle karşılaşır. Bu karşılaşma kör inanç değil, sağlıklı insan anlağının etkinliğidir. Sağlıklı bir anlayış ise, tin dünyasının kavranması için bazı kuşku verici mistik dalışlardan çok daha geçerli bir çıkış noktasıdır.
Yüksek kavrayış yeteneklerini geliştirmek isteyen birisinin düşünsel çalışmaya vermesi gereken önem, ne kadar vurgulansa azdır. Bu vurgulama «gören kişi» olmak isteyenler ciddilik ve özveri gerektiren düşünme çalışmasını küçümsedikçe güçlenmelidir. Böyleleri «düşünmenin» bir yaran olmadığını, önemli olanın «duyum», «duygu» ya da benzerleri olduğunu ileri sürerler. Buna karşılık hiç kimsenin düşünsel yaşamda olgunlaşmadan gerçekten «gören kişi» olamayacağı belirtilmelidir. Bir çoklarında bir çeşit rahatına düşkünlük, yanıltıcı bir rol oynar. Bu rahat düşkünlüğü «soyut düşünme» ya da «zorla akıl yürütme»nin küçümsenmesi gibi gözüktüğünden genellikle bilincine varılmaz. Ama düşünme, soyut ve zoraki düşüncelerle karıştırılmamalıdır. «Soyut düşünmek» duyuüstü kavrayışı engeller, yaşam dolu düşünmeyse ona temel hazırlar. Elbette yüksek görme yeteneği düşünsel çalışma yapılmadan elde edilseydi daha kolay olurdu. Pek çoğu işte bunu istiyor. Gelgelelim bu yetenek için bir iç sağlamlık ve ruhsal güven gereklidir. Ve bunu ancak düşünmek verebilir. Bunun dışında' görünüp yiten imgelerden, karmaşık bir ruhsal oyundan öte bir şey yaşanamaz. Bazıları bunlardan hoşlansa da yüksek dünyalara gerçekten ulaşabilmekle ilgileri yoktur. Ayrıca, bu dünyaları gözleyebilen birisinin ne gibi salt tinsel yaşantıları olduğu düşünülürse, sorunun bir başka yüzü daha görülecektir. «Gören kişi» olabilmek için ruhsal yaşamın tümüyle sağlıklı olması gerekir. Ruh sağlığı içinse düşünmekten daha iyi bir ilaç yoktur. Yüksek gelişme için yapılan alıştırmaların temeli düşünmeye dayanmıyorsa ruhsal denge bozulabilir. Duyuüstü görme gücü, sağlıklı ve doğru düşünen bir insanı yaşamında eskisinden daha da sağlıklı çalışkan yapar. Buna karşılık düşünmeden ilerlemek isteği ve bu gibi konulara düşlemci bir yaklaşım yaşam tutumunun da yanlış olmasına yol açar. Burada söylenenleri göz önünde bulundurduğu sürece yüksek kavrayışını geliştirmek isteyenin kaygılanmasına gerek yoktur. Bu koşullar ruhu ve tiniyle ilgilidir ve uyulduğu sürece bedensel sağlığın bozulabileceğini düşünmek saçmadır.
Gerekçesiz bir inançsızlıksa zararlıdır. Çünkü alıcı da bir itici güç oluşturur. Doğurgan düşünceleri almasını engeller. Yüksek duyuların gelişmesi için körü körüne inanmak değil, tin bilimsel düşünce dünyasını kabul edebilmek gerekir. Tin araştırmacısı öğrencisine şu beklentiyle seslenir: Söylediklerime inanman değil, onları düşünmen, kendi düşünce dünyana maletmen gerekiyor. O zaman düşüncelerim, doğru olduklarını görmeni sağlayacaktır. Tin araştırmacısının anlayışı budur. Gerekli dürtüyü verir, bu düşünceyi doğru varsaymanın gücü ise öğrencinin içinde oluşur. Tin bilimsel gözlemlere bu biçimde yaklaşılmalıdır. Bu konularda derinlemesine düşünmeyi başaran, er ya da geç kendi gözlemlerini yapabileceğine, güvenebilir.
Şimdiye kadar söylenenlerle yüksek gerçeklikleri gözlemek isteyenin geliştirmesi gereken ilk özelliğe değinildi. Bu, kendini tüm benliğiyle ve önyargısızca insan yaşamına ve insan ötesi varoluşun dışavurumlarına adayabilmekt'ir. Dünyanın herhangi bir gerçekliğini önceden oluşturulmuş bir yargıyla karşılayan, gerçekliğin iletebileceği dingin ve çok yönlü etkiyi alamaz. Kavrayış yolcusunun kendini her an dış dünyanın içine alabileceği boş bir kaba çevirebilmesi gerekir. Gerçek kavrayış anlan, her türlü yargı ve eleştirimizin sustuğu anlardır. Örneğin bir insanla karşılaştığımızda önemli olan ondan daha bilge olmamız değildir. En bilinçsiz bir çocuğun bile yüce bir bilgeye öğretecekleri vardır. Eğer bilge kişi, çocuğu çok bilgece de olsa bir yargıyla karşılarsa, bilgeliği buzlu bir cam gibi çocuğun açığa vurmak istediklerini örter*. Kendini dış dünyanın açıkladıklarına adayabilmek için insanın bencilliğini tümüyle aşması gerekir. Bu kendini adayışı hangi ölçüde geliştirmiş olduğunu sınarsa, kendisiyle ilgili şaşırtıcı gerçeklerle karşılaşacaktır. Yüksek kavrayış yoluna girmek isteyen birisi, önyargılarını her an yok edebilmeyi öğrenmelidir. Bunu başardığı oranda «öbürü» içine akabilir. Ancak yüksek ölçüde bir kendini aşabilme ve adayabilme, insanı çevreleyen tinsel gerçeklikleri algılamasını sağlar. İnsan bilinçli olarak bu yeteneğini geliştirebilir. Örneğin çevresindeki insanlarla yargısızca karşılaşabilir. Bunun için çekici ya da itici, aptal ya da akıllı bulmak gibi ölçüleri bir yana bırakıp kişileri salt kendi dışavurumlarıyla anlamaya çalışmalıdır. En iyi alıştırma, birisine tiksinti duyulduğunda yapılabilir. Tiksinti tüm güçle bastırılmalı ve insan kendini bu kişiden gelen etkiye tarafsızca açmalıdır. Ya da, herhangi bir yargıya zorlayan bir ortamda bulunuyorsa, yargı bastırılıp gelen etkilere açık kalınabilir**. Şeyler ya da olaylar üstünde konuşmak yerine., onların konuşmasına fırsat verilmelidir. Bu, insanın kendi düşünce dünyasını da kapsayabilir. Bunun için içinde şu ya da bu düşünceyi oluşturma eğilimini bastırıp, kendi dışındakilerin düşüncelere yol açmasını sağlamalıdır. Yalnız kutsal bir ciddilik ve süreklilikle bu alıştırmalar yapılırsa, yüksek kavrayışlara ulaşılabilir. Bu alıştırmaları küçümseyen, değerlerini bilmiyor demektir. Böyle şeylerde deneyimdi olansa, kendini adayısın ve önyargısız olabilmenin gerçek güç üreticileri olduklarını bilir. Buhar kazanındaki ısının lokomotifi yürüten güce dönüşmesi gibi insanın da kendini özveriyle başkalarına adayabilmesi, tinsel dünyaları görebilme gücüne dönüşür.
(*) Bu örneğinde gösterdiği gibi «tümüyle kendini adamak», kendi yargısını yok etmek ya da körükörüne inanmak anlamına gelmez. Bir çocuğa böyle yaklaşmak da anlamsız olurdu.
(**) Buradaki tarafsız kendini adayısın «körükörüne inanmakla hiçbir ilgisi yoktur. Önemli olan bir şeye körükörüne inanmak değil, «kör yargı» ile canlı izlenimin oluşabilmesini engellememektir.
Bu tür alıştırmalar, insanı çevresindeki her şeyi algılamaya hazırlar. Buna bir de doğru değerlendirebilme yeteneği eklenmelidir. Kendine verdiği önemi onu çevreleyen dünyanın zararına abarttığı sürece yüksek kavrayışa ermesi gecikir. Karşılaştıkları şeyler ya da olayların verdiği zevke ve acıya kapılanlar, kendi önemlerini abartıyorlar demektir. Çünkü insanın kendi zevki ya da kendi acısı, başkalarıyla değil kendisi ile ilgili bir şeyi öğrenmesine yol açar. Bir insana sempati duyuyorsam, bu öncelikle benim o insanla ilişkimi belirler. Yargı ve davranışlarımı da yalnız bu zevke ya da sempatiye bağlarsam, kendi kişiliğimi öne çıkarmış olurum. Dünyada kendimi öne sürerim. Kendimi, olduğum gibi dünyaya kabul ettirmeye çalışırım, ama çevremi tarafsızca kabul etmeye, dünyayı içinde etkin güçlere uygun bir biçimde yaşamaya bırakmaya hazır değilim. Başka bir deyişle: Yalnız kendi kişiliğime uygun olana hoşgörüm var. Geride kalan her şeyi, geri tepen bir güçle uzaklaştırıyorum. İnsan duyusal dünyanın tutsağı olduğu sürece, duyusal olmayan etkileri özellikle geri teper. Kavrayış yolcusunun şeylere ve insanlara yapı ve kişiliklerine uygun bir biçimde davranmayı öğrenmesi, her bir şeyin değer ve anlamının ortaya çıkabilmesine olanak vermesi gerekir. Sempati ve antipati, isteklilik ve isteksizlik yeni roller almalıdır. İnsanın tüm bunları yok etmesi, sempati ve antipatisiz olmaya çalışması söz konusu olamaz. Tersine, her sempati ya da antipati hemen bir yargıya varmasına, eyleme geçmesine neden olmazsa, çok daha ince bir duyarlılık geliştirecektir. İçindeki sempati ve antipati denetim altına alınırsa, daha yüksek bir nitelik kazanır. En antipatik şeyin de gizli özellikleri vardır ve insan bencil duygularını bir yana bıraktığında ortaya çıkar. Kendini bu doğrultuda eğitmiş birisi, başkalarına oranla her yönde çok daha ince duyabilir, çünkü kendi duyarsızlığına olanak vermez. İnsanın körü körüne izlediği her tutkusu, çevresindeki şeyleri doğru bir ılıkta görmesine engel olur. Tutkularımızın peşine düştüğümüzde, girdiğimiz ortamlardan etkilerini almadan, değerlerini kavramadan gelip geçeriz.
İnsan her zevke, her acıya, her sempati ve antipatiye, bencil davranışlarıyla karşılık vermeyi bıraktığında, dış dünyanın değişken etkilerinden de bağımsızlık kazanır. Bir şeyin verdiği zevk, o şeye bağımlı olunmasına yol açar. İnsan kendini, şeyin içinde yitirir. Kendini değişken zevk ve acı izlenimleri içinde yitiren birisi, tinsel kavrayış yoluna giremez. Zevk ve acıyı, rahatlıkla karşılayabilmesi gerekir. O zaman, zevk ve acının içinde kendini yitirmemeye, onları anlamaya başlar. Kendimi verdiğim bir zevk, kendini veriş anında varlığımı yiyip bitirir. Ama benim zevki yalnız zevk aldığım şeyi anlamak için kullanmam gerekir. Önemli olan, o şeyin bana zevk vermesi değil, zevk almam ve zevk yoluyla o şeyin özvarlığını kavramamdır. Zevk. bana yalnızca o şeyin içinde zevk veren bir özellik olduğunu bildirmeye yaramalıdır. Bu zevk verici özelliği kavrayabilmem gerekir. Zevk duymakla kalırsam, kendimi tümüyle zevke verirsem, yalnızca kendi kendimi yaşarım. Buna karşılık zevki öbür şeyin özelliğini kavramamı sağlayan bir olanak olarak görürsem, yaşantım iç dünyamı zenginleştirir. Tinselin araştırmacısı için isteklilik ve isteksizdik, sevinç ve acı, şeyleri anlamasını sağlayan olanaklar olmalıdır. Bu onun zevke ya da acıya karşı duyarsız olmasına yol açmaz. Ama onları aşmasını, duyduğu zevk ya da acının yaşadığı şeylerin doğasına açıklık getirmelerini sağlar. Bu doğrultuda kendini geliştiren birisi, zevk ve acının öğretici ustalar olduğunu görür. Her varlığın duyduklarını duymayı, varlığın iç dünyasının dışa vurumlarını algılamayı öğrenir. Tinsel araştırmacı, hiçbir zaman yalnız: ah, nasıl acı çekiyorum, ah, nasıl seviniyorum demez. Ancak: acı ne söylüyor, sevinç ne söylüyor diyebilir. Zevk ve acı yoluyla kendini dış dünyanın etkilerine açar. Böylelikle insanda yepyeni bir davranış biçimi gelişir. Daha önce izlenimlerin onu sevindirmesine ya da üzmesine göre davranırdı. Şimdi ise isteklilik ya da isteksizliğini, şeylerin özvarlıklarına açıklık getiren organlar olarak kullanır. Zevk ve acı, yalnızca duygu olmayı bırakıp dış dünyayı algılayan duyu organlarına dönüşürler. Nasıl göz bir şey gördüğünde kendisi eylemde bulunmaz ve bunu ellere bırakırsa, tinsel araştırmacı da zevk ve acıyı bir kavrayış aracı olarak kullandığında onlardan etkilenmez. Davranışlarını ise zevk ve acı yoluyla edindiği izlenimlerinden öğrendikleri hazırlar. Zevk ve acı, bu anlamda organlar olarak kullanıldıklarında, ruha ruhsal dünyayı algılayabilen asıl organları kazandırırlar. Göz bedene, ancak duyusal izlenimleri alan bir organ olarak hizmet edebilir. Zevk ve acı ise, yalnız kendileri için bir anlam taşımayı aşıp ruha yabancı ruhları tanıtmaya başlayınca, ruhun gözlerine dönüşürler.
Yukarıdaki özellikleri geliştirmeye başlayan bir kavrayış yolcusu, kişiliğinin engelleyici etkileri olmadan kendini dış dünyada var olan şeylerin etkilerine açar. Ama kendisini de tinsel çevrede doğru yere oturtmalıdır. Düşünen bir varlık olarak tinler ülkesinin yurttaşıdır. Buna ancak düşünceleri gerçeğin öncesiz sonrasız yasalarına, tinler ülkesinin yasalarına uyduğu zaman gerçekten hak kazanır. Çünkü ancak o zaman bu ülke onu etkileyip kendini açığa vurabilir. İnsan kendini «ben»inden gelip geçen düşüncelere verdiği sürece gerçeği bulamaz. Çünkü düşünceleri, bedensel yapı içinde oluşmalarının belirlediği bir biçim alırlar. Kendini fiziksel beynin koşullarına göre değişen bir düşünmeye bırakan bir insanın düşünceleri düzensiz ve karmaşık olur. Bir düşünce başlar, yarıda kalır, yerini bir başkası alır. Dikkatle iki insanın konuşmasını dinleyen ya da kendini tarafsızca gözleyen, bu karışık düşünce silsilesi ile karşılaşacaklar. İnsan kendini yalnızca duyusal yaşamın getirdiği ödevlere adarsa, karmaşık düşünce dizileri gerçekliklerle karşılaşarak düzene girmek zorunda kalırlar. Ne kadar karmaşık düşünürsem düşüneyim, gündelik yaşam eylemlerimin gerçekliğe uygun yasalara ayak uydurmalarını sağlar. Bir kentin içimdeki imgesi ne kadar düzensiz olursa olsun, bir yere gitmek istersem kentin yollarını izlemek zorunda kalırım. Karmakarışık tasarımlarla işyerine giren bir makine ustası, makinelerinin yasalarıyla doğru önlemlere yönlendirilecektir. Duyusal dünyada gerçeklikler, sürekli olarak düşünceleri düzeltirler. Fiziksel nesne ya da bir bitkinin biçimi ile ilgili yanlış bir görüşüm varsa, gerçek karşıma çıkar ve görüşümü düzeltir. Varoluşun daha yüksek düzeyleriyle olan ilişkimse, çok farklıdır. Onlara erişebilmek için düşüncelerime kesin düzen vermem gerekir. Bu dünyalarda doğru ve güvenilir yolları bulmak için düşüncemden doğru ve güvenilir dürtüler alabilmeliyim. Çünkü bu düzeylerde etkin tinsel yasalar, fiziksel-duyusal algılanır biçimde yoğunlaşmaz ve (yukarıda olduğu gibi) düşüncelerimi düzelmeye zorlayamazlar. Bu yasalara ancak düşünen bir varlık olarak kendi yasalarıma yakın oldukları zaman uyabilirim. Burada kendi kendimin güvenilir yol göstericisi olmalıyım. Bu nedenle kavrayış yolcusu düşüncelerini kesin bir biçimde düzenlemelidir. Düşünceleri giderek tümüyle gündelik akışlarından çıkmalı, tüm yönlenişleri, tinsel dünyanın iç yapısını kazanmalıdır. Kendini bu yönde gözleyebilmek ve denetim altında bulundurmak gerekir. Düşünceler kendiliklerinden birbirini izlememeli, yalnızca düşünce dünyasının kapsamına uygun olmalıdırlar. İnsan düşünür olarak bu düşünce yasalarının tam bir örneği olmalı, tasarımlar geliştirdiğinde bu yasalara uymayan herşeyi kendine yasaklamalıdır. Aklına çok sevdiği bir düşünce geldiğinde düzenli düşüncelerinin akışı bozuluyorsa, bu düşünceyi geri çevirmelidir. Kişisel bir duygu, düşüncelerini doğru olmayan bir yöne saptırıyorsa, bu duyguyu bastırmalıdır. Platon, okuluna girmek isteyenlere önce matematik öğrenimi yapmaları koşulunu koymuştu. Gerçekten matematik, gündelik duyusal izlenimlerden etkilenmeyen kesin kurallarıyla yüksek kavrayışı arayanlar için iyi bir hazırlıktır. Bu yolda ilerlemek isteyenlerin her türlü kişisel isteme bağlı davranışları, her türlü engelleyici özelliği ortadan kaldırması gerekir. Bunun için kendi istenciyle doğal olarak içinde egemen olan isteme bağlı düşünceyi yenmelidir. Giderek yalnızca düşüncenin istemlerine uymayı öğrenir. Bunu, tinsel kavrayışa hizmet eden her düşünce için başara bilmelidir. Düşünsel yaşamı, bozulmaz matematiksel yargı ve sonuçların tam bir örneği olmalıdır. Nereye giderse gitsin, ne yaparsa yapsın bu biçimde düşünebilmeye çalışmalıdır. Tinsel dünyanın yasaları, düşünceleri gündelik yaşamın karmaşık özellikliklerini taşıdıkça, önünden ve içinden iz bırakmadan gelip geçerler. Oysa şimdi, içine akmaya başlayabilirler. Düzenli düşünme onu güvenilir çıkış noktalarından alıp en gizemli gerçeklere taşır. Böyle açıklamalar tek yönlü değerlendirilmemelidir. Matematik her ne kadar düşünce için iyi bir disiplin olsa da, saf, sağlıklı ve yaşam dolu bir düşünme yeteneği matematiksiz de gerçekleşebilir.
Yüksek kavrayışlara ulaşmak isteyen, düşünceleri ile başardıklarım eylemleriyle de başarmalıdır. Eylemleri, kişiliğinin engelleyici etkileri olmadan, soylu güzelliğin ve öncesiz-sonrasız gerçeğin yasalarına uymalıdır. Bu yasalar, ona doğru yolu gösterebilmelidirler. Doğru olduğuna inandığı bir yola girdiğinde, kişisel duygularının duyumsuzluğu yolu bırakmasına neden olmamalıdır. Öte yandan, öncesiz-sonrasız güzelliğin ve gerçeğin yasalarına uymadığını bildiği bir yola zevk aldığı gerekçesiyle girmemelidir. İnsanların gündelik yaşamlarındaki eylemlerini kişisel doyumları ve çıkarları belirler. Böylelikle dünyasal olayları kendi kişiliklerine göre yönlenmeye zorlarlar. Tinsel dünyanın yasalarının belirlediği doğruları değil, kişisel istemlerini gerçekleştirirler. İnsanın gerçekten tinsel dünyaya uygun davranabilmesi için onun yasalarına uyması gerekir. Yalnızca kişilikten kaynaklanan eylemler, tinsel kavrayış için gerekli güçleri oluşturmazlar. Yüksek kavrayışı arayan, çıkarıma ne daha uygun, bana ne başarı kazandırır diye değil, doğru olduğunu kavradığım nedir diye sorabilmelidir. Kendi çıkarından, kişisel isteminden vazgeçmek ciddi amaçları olmalıdır. O zaman tinsel dünyanın yollarında yürümeye başlar, bu dünyanın yasaları tüm varlığına işler. Duyusal dünyanın tüm zorlamalarından kurtulur, tin insanı da duyusal kılıfını aşar. Böylece tinsel anlamda ilerlemeye başlar, kendi kendini tinselleştirir. Gerçeğin yasalarına uyma gayretlerim ne işe yarar, ya bu gerçek bir yanılgıysa? Kaygısı yersizdir. Önemli olan gayret etmektir. Gerçeği arayanın yanılsa da onu sonunda yanlış yoldan çıkartacak bir gücü vardır. Bu güç onu doğru yola yönlendirir. Ben de yanılabilirim bahanesi, engelleyici bir inançsızlıktır. İnsanın gerçeğin gücüne güvenmediğini gösterir. Çünkü burada söz konusu olan kendine kişisel çıkarlarına uygun erekler bulması değil, kendini aşarak adayabilmesi, yönünü tinin belirlemesine fırsat vermesidir. Bencil insan istencinin gerçeğin kurallarını belirlemesi değil, bu gerçeğin kendisinin insanın içinde egemen olması, tüm varlığına işlemesi, onu tinler ülkesinin yasalarının tam bir örneğine dönüştürmesi gereklidir. Yaşamına akabilmeleri için içini bu yasalarla doldurmalıdır. Yüksek kavrayışı arayan, düşüncesini olduğu gibi istencini de denetim altına alabilmelidir. O zaman tüm alçak gönüllülüğüyle ve kişisel bir beklentisi olmadan gerçeğin ve güzelliğin bir ulağı olabilir. Bu onun tinsel dünyadan pay alabilmesini sağlar. Böylece adım adım yükselir. Çünkü tinsel yaşama yalnızca gözleyerek değil, yaşanarak erişilir.
Yüksek kavrayış yolunun öğrencisi yukarıdaki kurallara uyarsa, tin dünyasıyla ilgili ruhsal yaşantıları yepyeni bir biçim alır. Artık yalnızca bu yaşantıların içinde yaşamaz. Yaşantıların anlamlan da yalnız kendi kişisel yaşamıyla sınırlamazlar. Yüksek dünyaların ruhsal algılamalarına dönüşürler. Bedenindeki göz ve kulakların, yalnız kendi yaşamlarını sürdürmeyip özveriyle dış izlenimleri iletmeleri gibi isteklilik ve isteksizliği, mutluluk ve acısı ruhsal organlara dönüşür. Böylece tin dünyasını araştırmak için gereken ruhsal dinginliğe ve güvene kavuşmuş olur. Artık büyük bir zevk duyması taşkınlıklara değil, dünyanın o zamana kadar gözden kaçırdığı özelliklerini görmesine yol açar. Zevke rağmen dingin kalabilmesi, zevk veren varlıkların özelliklerini açığa vurabilmelerini sağlar. Bir acı onu tümüyle kedere boğmaz, acıya yol açan varlığın özellikleri hakkında bilgi verir. Gözün kendisi için hiçbir şey arzulamadan insana gideceği yönü göstermesi gibi, zevk ile acı da ruhun güvenilir yol göstericileri olurlar. İşte bu, kavrayış yolcusunun varması gereken ruhsal dengedir. Zevk ve acı, yalnızca ruhun da dalgalar oluşturmakla kalmadıkları oranda duyu üstü dünyayı gören gözler olurlar. İnsan zevk ve acı içinde yaşadığı sürece bu duygularıyla bir şey öğrenemez. Ama bu duygular yoluyla yaşamayı öğrendiğinde zevk ve acı, algı organlarına dönüşürler. Artık anlarla görülüp kavranabilir. Kavrayış yolcusunun kuru, duygusuz, zevk ve acı duymayan bir insan olacağı düşünülmemelidir. O da zevk ve acı duyar. Ama tinsel dünyayı araştırdığında bu duygular biçim değiştirir, göz ve kulaklara dönüşürler.
Dünyada kişisel bir yaklaşımla yaşadığımız sürece, şeylerin ancak kişiliğimize bağlı bölümleri açıklık kazanır. Gelgeldim, bu bölümler gelip geçicidir. Kendimizi gelip geçici bölümlerimizden geri çekip benlik duygumuzla, kalıcı «ben»imizle yaşarsak, gelip geçici bölümlerimiz dünyaya açıklık kazandıran aracılara dönüşürler. Bu yolla öğrendiklerimizse, şeylerin kalıcı, öncesiz-sonrasız özellikleridir. Yüksek kavrayışa erişen kişi, kendi öncesiz-sonrasızlığı ile şeylerin öncesiz-sonrasızlıkları arasında ilişki kurabilme yeteneğini geliştirmelidir. Açıklanan alıştırmalara başlamadan ve başladıktan sonra hep bu «kalıcı olan» göz önünde bulundurulmalıdır. Bir taş, bitki, hayvan ya da insanı gözlediğimde, hepsinde öncesiz-sonrasızlığm dile geldiğini unutmamalıyım. Kendime gelip-geçici taş, ya da insanda neyin kalıcı olduğunu, duyusal görüntü yok olduğunda geride neyin kalacağını sorabilmeliyim. Düşünceleri öncesiz-sonrasızlığa yöneltmenin kendini gündelik yaşama vermeyi engelleyeceği, gündelik gerçeklikten koparacağı sanılmamalıdır. Tersine her yaprak, her böcekcik, yalnızca fiziksel gözümüz değil, tinsel gözümüzle görüldüklerinde sayısız gizemleri açığa vurmaya başlarlar. Her pırıltı, her renk tonu, her ses, duyular için canlı algılar olmayı sürdürür, hiçbir şey yitirilmez, buna karşılık yeni, sınırsız bir yaşam kazanılır. Gözüyle en küçük şeyleri gözlemeyi bilmeyen, silik, cansız düşünceler oluşturur, tinsel görüye erişemez. Burada önemli olan yaklaşımdır. İlerleme ölçümüz, yeteneklerimize bağlıdır. Yalnızca doğruyu yapmaya çalışıp gerisini gelişime bırakmalıyız. Her şeyden önce bakış açımızı kalıcı olana yöneltmekle yetinmeliyiz. Ancak o zaman kalıcı olanla ilgili gerçekler içimizde uyanabilir. Bize bu kavrayış verilinceye kadar beklemek zorundayız. Sabırla bekleyen ve çalışan herkes zamanı geldiğinde bu noktaya ulaşacaktır. Böyle alıştırmalar yapmaya başlayan bir insan, kısa süre sonra kendisinde büyük değişiklikler olmaya başladığının farkına varır. Her şeye, o şeyin kalıcı olanla, öncesiz-sonrasızlıkla ilişkisine göre önem vermeyi öğrenir. Dünyayı eskisine göre bambaşka bir biçimde değerlendirmeye başlar. Tüm çevresiyle ilgili duyguları başkalaşır. Gelip geçici dünya, onu eskiden olduğu gibi yalnız gelip geçici özellikleriyle çekmez. Öncesiz-sonrasızlığın bir örgeni, bir belirtisi olarak önem kazanır. Giderek bu herşeyde yaşayan öncesiz-sonrasızı sevmeye başlar. Kendini eskiden gelip-geçici şeylere olduğu gibi şimdi de kalıcı olana yakın duyar. Bu onu yaşama yabancılaştırmaz, tersine her bir şeyi gerçek anlamına göre değerlendirmeye başlar. Dışa dönük kibirli yaşamdan payını alır, ne var ki bu yaşamın içinde kendini yitirmez ve sınırlı değerini kavrar. Onu doğru bir ışıkta görür. Yalnızca bulutlarda gezip yaşamla bağını yitiren bir kavrayış yolcusu, kötü bir kavrayış yolcusu demektir. Gerçekten kavrayabilen birisinin, eriştiği yüksek noktadan her şeyi açık seçik görebilmesi, her şeyi doğru yerine yerleştirebilecek bir duyarlılık geliştirmesi gerekir.
Böylece kavrayış yolcusu için yalnızca duyusal değişken etkilerini izlememek, istenciyle bir oraya bir buraya çekilmemek olasılığı ortaya çıkar. Kavrayışı, her şeyin içindeki öncesiz-sonrasız varlığı görebilmesini sağlar. Bu öncesiz-sonrasız varlığı algılayabilmeyi, iç dünyasının geçirdiği değişim sayesinde başarır. Kavrayan için şu düşüncelerin özel önemi vardır: Kendinden kaynaklanan bir davranışta bulunduğunda, bu davranışın aynı zamanda her şeyin içindeki öncesiz-sonrasız varlıktan kaynaklandığının bilincindedir. Çünkü şeyler, içinde bu öncesiz-sonrasızlıklarıyla dile gelirler. Demek ki içindeki öncesiz-sonrasızlık eylemlerini yönlendirdiğinde, öncesiz-sonrasız dünya düzeninin ereklerine uygun davranmış olur. Artık şeylerin onu yönlendirmediğini, kendisinin şeyleri içlerindeki yasalara göre yönlendirdiğini bilir. Çünkü bu yasalar, artık kendi özvarlığının yasalarıdır. Bu içten kaynaklanan davranış biçimi, ancak ulaşılmak istenen bir ülkü olabilir. Gerçekleşebilmesi ise epey uzaktır. Ama kavrayan kişinin bu yolu açıkça görmeyi istemesi gerekir. Bu onun özgürlük istencidir. Çünkü özgürlük, kendi kendinden yola çıkarak davranabilmektedir. Ve ancak davranış gerekçelerini öncesiz-sonrasızlıktan alan birisi özgürdür. Bunu başaramazsa, şeylerin içinde yaşayandan değil, başka gerekçelerden yola çıkarak davranır. Bu, dünyanın düzenine ters düşer. Sonunda ağır basan da gene dünya düzeni olacaktır. Demek ki, sonunda kişisel istemlerini yerine getiremez. Özgür olamaz. Tek varlığın kişisel istemi, eylemlerinin etkisi sonucu kendi kendini yok eder.
Yaşamım bu anlamda etkileyebilen, tinsel kavrayış ta adım adım ilerler. Yaptığı alıştırmalar meyvelerini verir: Tinsel algılama gücüyle duyuüstü dünyalarda bazı yeni görüşler kazanmaya başlar. Bu dünya ile ilgili gerçeklerin ne anlama geldiğini öğrenir. Bunların kanıtlarını ise kendi deneyimiyle elde eder. Bu basamağa eriştiğinde ancak bu yolla gerçekleşebilecek bir şeyle karşılaşır: «İnsanoğlunun büyük önder güçleri», ona anlamını ancak şimdi kavrayabileceği bir biçimde bilgeliğin gizlerini açarlar. Böylece «Initiation» gerçekleşir, «bilgeliğin öğrencisi» olur. Bu konuda doğru bir görüş geliştirebilmek için dış dünyanın insan ilişkilerine hiç benzemediği bilinmelidir. Öğrencinin şimdi yaşadıklarına ancak değinilebilir: Yeni bir yurt kazanır. Duyu üstü dünyanın bilinçli bir üyesi olur. ' Tinsel görüşü artık daha yüksek bir düzeyden kaynaklanır. Kavrayış ışığı artık dışından aydınlatmaz, kendisi bu ışığın kaynak noktasında yer alır. Onda dünyanın bilmeceleri yeni bir ışık kazanırlar. Artık tinin biçim verdiği şeylerle değil, biçim veren tinin kendisiyle konuşmaya başlar. Tinsel kavrayış anlarında kişisel yaşamı, yalnız öncesiz-sonrasızlığın bilinçli bir imgesidir. Tin ile ilgili tüm kuşkuları yok olur. Çünkü ancak şeylerin içlerindeki tinle ilgili olarak yanıltabildikleri birisi kuşku duyabilir. Oysa «bilgelik öğrencisi» tinle karşılıklı konuşabildiği için daha önce tin olduğunu tasarladığı her yanlış biçim, boş inançtır. Bilgelik öğrencisi ise, tinin gerçek biçimini tanıdığı için her türlü boş inancı aşmıştır. Kişiliğin, kuşkunun ve boş inancın önyargılarından özgür olmak kavrayış yolundan öğrenciliğe yükselen birisinin özellikleridir. Burada açıklandığı gibi kişiliğin her şeyi kapsayan tinsel yaşamla bir olması «evrensel tin» de kişiliği yok eden bir biçimde erimekle karıştırılmamalıdır. Gerçek bir gelişmede bu anlamda «yok olunamaz. Kişilik tin dünyasıyla kurduğu ilişkisinde korunur, yok edilemez, çok daha yüksek bir düzeye erişir. Tek tinle evrensel tinin birleşmesi imgesel olarak canlandırılmak istenirse, bir dairenin içine düşüp yiten çeşitli daireler değil, her biri kendine özgü bir renk tonu taşıyan pek çok daire düşünülmelidir. Bu değişik renkli daireler üst üste düşerler, ama her bir ton, bütünlük içinde özvarlığını korur. Hiçbiri kendi güçlerini yitirmez.
Burada, «kavrayış yolu» ile ilgili daha öte açıklamalar yapılmayacak. Bundan sonra açıklanabilecekler bu kitabın devamını oluşturan «Gizli Bilim» adlı kitabımda yer alacak.
Tinsel kavrayış yolu üzerinde söylenenler, rahatça yanlış anlaşılmaya yol açabilir. Burada yaşamın neşe ve olaylarından uzak bir ruh hali önerildiği sanılabilir. Buna karşılık tinin gerçekliğini aracısız yaşayabilmek için gereken ruh halinin genel bir kural olarak tüm yaşamı kapsayamıyacağı belirtilmelidir. Tinsel varoluşun araştırmacısı, genelde dünya yabancısı bir insan olmadan kendini tinsel araştırmaları için duyusal gerçeklikten uzaklaştırmayı başarabilir. Öte yandan gerek kavrayış yoluna girerek, gerekse tin bilimsel gerçekleri ön yargısız, sağlıklı bir insan anlağı ile özümleyerek tinsel dünyanın kavranmasının, daha yüksek ahlaklı bir yaşam biçimine, duyusal varoluşun gerçeğe daha uygun olarak anlaşılmasına, yaşamda güvene ve iç ruhsal sağlığa götüreceği bilinmelidir.