Akıl yönünden olsun, fiilen olsun demokrasi ayrılmaz bir şekilde hürriyet
fikrine bağlıdır. Halk tarafından halk hükümeti tarzındaki en basit ve aynı
zamanda en muteber tarifi ancak kabul etmediği şeye, yani halktan gelmeyen
bir otoritenin iktidarına nispetle tam anlamını kazanmaktadır. Görülüyor ki,
demokrasi her şeyden önce hürriyeti siyasi münasebet içine, yani siyasi
bakımdan teşkilatlanmış her topluma has olan emir verme ile emre uyma
arasındaki bağlantılar içerisine sokmak isteyen hükümet sistemidir. Burada
otorite şüphesiz mevcuttur, lakin o suretle düzenlenmiştir ki, kendisine
tabi olanların katılmasına dayandığı için hürriyetleri ile bağdaşmakta devam
etmektedir.
Bu bakımdan hür insan haysiyetini siyasi düzene temel olarak ileri süren yalnız o olduğuna göre, taraftarlarına demokrasinin diğer hükümet çeşitlerine üstünlüğünü iddia etmek imkanını veren manevi değeri belirmektedir. Gerçi, pek çok kötü itiyatlarla yanlış tefsirlere uğramış olan bu mülahazaya bugün ihtiyatla bakılmaktadır. Lakin, unutmamalıdır ki, aynı mülahaza, yüzyıllar boyunca demokratik düşüncenin yayılmasında en tesirli amil olmuştur. Ortaçağ kilise hukukçularından XVIII inci yüzyıl filozoflarına kadar gerek siyasete ait ana eserlerde, gerek fırsat düştükçe yayınlanmış risalelerde bir tek leitmotiv yer almaktadır: Halk, hükümdarlar için değil, fakat hükümdarlar halk içindir. Bunun idare edilenlerin şahsının idare edenlerin menfaatinden üstün olmasından ve otoritenin, lüzumlu olmakla beraber, kendini hüccetsiz ve şartsız kabul ettiremeyeceğinden başka bir manası olabilir mi ? Sonra, 1789-1791 haklar demeci «insanlar hakça hür ve eşit doğarlar ve öyle kalırlar» hükmünü koyarken aynı zamanda hem hürriyetin yüce oluşunu, hem de siyasi müesseselerin, iktidarın kullanılmasında yaratacağı güçlükler ne olursa olsun, hürriyetin yüce oluşuna kendini uydurması mükellefiyetini anlatmış olmuyor mu ?
Bununla beraber, demokrasinin halihazır manasını anlatmak için demokratik prensibi insan hürriyeti fikrine bağlamak yetmez. Bir de hürriyetin muhtevasında ısrar etmek icap eder. Gerçekten, hürriyetin çeşitli ve aralarındaki rekabetin demokrasi kavramının sebep olduğu nazari tartışmaların olduğu kadar, bu kavram yüzünden toplumların halen içinde bulundukları tarihi dramın da, menşeini teşkil ettiği söylenebilecek, kah birbirine zıt, kah yekdiğerini tamamlayıcı yorumlanışları mevcuttur.
Hürriyetin ilk telakki şekli onu özerklikle bir tutandır. Bu özerklik hürriyet baskı yokluğu olarak, bedence ve ruhça bir bağımsızlık duygusu şeklinde belirir. Şüphesiz, niteliği ondan faydalanan ferdin verdiği manaya göre, kullanış tarzına ve bu niteliğe kattığı sorumluluk unsuruna göre değişmektedir. Lakin, bu hürriyet her zaman bir imkandır, zira insanın kendi kendisine hüküm edebilme yetkisidir. İmdi, bu özerklik sağlam olmadığı için insanlar, kendi hallerini düşündükleri günden beri, onu tehdit altında bulunduran tekmil tehlikelere karşı değilse bile, hiç olmazsa siyasi bir otoritenin bizatihi var oluşundan doğan tehlikelere karşı, teminat altına almağı düşünmüşlerdir. Böylece, iştirak hürriyet adı verilebilecek ve idare edilenleri iktidarın kendilerine keyfi tedbirler yüklemesini önlemek için onun kullanılmasına iştirak ettirmekten ibaret olan diğer bir hürriyet telakkisi doğmuştur.
Siyasi hakları dolayısıyladır ki fert, devlet idaresi görevine iştirakini sağlamaktadır. Bu takdirde, demokrasinin siyasi hürriyet rejimi olduğu, çünkü bu rejimde otoritenin mükellefiyet altına sokmakta olduğu kimselerin iradelerine dayandığı söylenir. Ancak, bu siyasi hürriyetin manasını anlamak ve bu suretle demokratik fikrin gelişmesini anlaşılır hale sokmak için ilk telakki şekline göre hürriyetin bizatihi bir gaye olmadığını belirtmek fevkalade önemlidir. Siyasi hürriyet sadece idare edilenlerin özerkliğini teminat altında tutmak maksadıyla kurulmuştur. Temel hürriyet, beşer yaradılışının kendi kendine hükmetme, hareketleri seçme, sorumluluk özelliklerini taşıyan hürriyettir. Esası, beşer yaratığının özünde bulunan bu hürriyete nispetle insan hürriyeti bir siyasi düzen isterlerini bağdaştırmağa yarayan teknik bir alet, koruyucu bir cihazlar bütünü, bir hükümet formülüdür. Bundan siyasi hakların bizatihi bir gaye teşkil etmediği çıkar. Siyasi hakların faydası törelerin eksikliğini gidermelerindedir. Yaşadığı devirde liberal doktrinin en yetkili tercümanı olmuş olan bir müellif, «töreler ilerleme yönünde geliştiği zaman sözüm ona siyasi hakların önemi azalır; bu hakların kamu efkarı kaygıları arasında ilk plana geçmesi, ve medeni haklara üstün gelmeğe başlaması bir sapmanın ve geçmişe doğru bir gerilemenin kesin işaretidir» diye yazıyordu.
Demokratik fikrin ağır meydana geliş tarihinin tekmil safhaları, özerklik hürriyetin iştirak hürriyete zaman bakımından önceliği ile beraber akli bakımdan üstünlüğünü belirtmektedir. Hükümet sistemi olarak demokrasi öncesinde beşer kişisi ana hürriyetinin tanınmış olduğu uzun bir ruhi kurtuluş çabası görülür. Ortaçağ düşüncesinin gelişmesinden bu yana fikri ilerlemeyi meydana getirmiş olan büyük hareketlerin her biri insanın hür mahlûk oluşu niteliği şuurunu kuvvetlendirmek sonucunu doğurmuştur. Machiavelli, düşünceyi esir tutan ahlaki veya dini mütearifelerden kurtarmakla yolu açıyor. Gerçi, Floransak nazır bir istibdat methiyesine varıyor; fakat istibdadın dayanağı sadece fiili kudret olduğundan, artık insan, hürriyeti arayışında ruh için din mezheplerinin baskısından daha az kötürümleştiren bir kuvvet mukavemeti ile karşılaşmaktadır. Rönesans ve Reform bu kurtuluşun peşindedirler. Birincisi, tarihe condottiere’nin tatbikat ve başarı ile desteklenen hürriyetini yerleştirir; İkincisi, sadece bir kısım kimselerin imtiyazı olan şeyi herkese sunar. O zamana kadar fatihlerin tekelini kendilerinde gördükleri hürriyeti genel olarak insana teşmil eder. Kaba ve sorumsuz hareketler hürriyeti yerine, Hıristiyan’ın tanrı buyruğu ile aydınlanmış şuurunda bulduğu ruh hürriyetini getirir. Hıristiyan hümanizması Erasme ve Thomas Morus ile bu hürriyeti alçaltmaya asla razı olmayan bir zekaya bir ruha perçinleyerek ona zamanla aşınmayacak temellerini verirler. Ve, hemen hemen aynı sıralarda Luther bu iç hürriyetini dünya kudretlerinin teşebbüslerinden masun hale sokar, Calvin de onu toplumsal düzenin gerekli gördüğü disiplinlere bağlayarak iç hürriyetinin hiç bir suretle muarızlarının iddia ettikleri anarşi tohumunu teşkil etmediğini ispat eder.
Bu zamandan itibaren liberal düşünce kaynaklan artık kurumayacaktır. XVI. yüzyıl buhranı, olaylar alanında bir yenilgi şeklinde sonuçlandırılabilir. Lakin, fikirler sahasında hürriyeti savunmak için biri ötekinin yerini alacak iki büyük akıma vücut vermiştir : Püritanizm ve rasyonalizm. Püritanizm sayesinde hürriyet katı, bütün bütüne ahlaki ve ağır bir sosyal gelenekçilikle çevrilmiş bir hürriyet Amerika’daki İngiliz sömürgelerinde sığınak bulacaktır. Rasyonalizm sayesinde ise, aydınlıklar asrının havasım teşkil etmiş olan kurtuluş havasında fikirleri ve töreleri fethedecektir.
Hürriyetin bu yayılışı reddedilemez gibi görünmekte ise de, onu harekete getiren ve yönelten enerjinin münhasıran beşer mahlûkunun özerkliğinden geldiğine dikkat etmelidir. Kendilerini tedricen tanıtan haklar, ferdin yaradılışına medyun olduğu yetkilerdir. Hükümet rejiminin ferdin ondan istifadeyi muhafaza etmesi şeklinde düzenlenmesi fikri, ancak sonradan, daha önce mevcut bir hürriyetin siyasi müeyyidesi olarak ortaya çıkıyor. Siyasi hak fert hürriyetine sırtını dayamıştır, ancak onunla izahını bulur ve ancak onun gelişmesini sağlamaktan başka gayesi yoktur. Fransız İhtilalinin siyasi felsefesi baştan başa siyasi hürriyetin ferdin medeni veya şahsi hürriyetine bu tabi oluşu fikrine dayanır.
Yalnız, iktidarın kullanılmasına katılmak hakkı siyasi hürriyetin, gayesi ne kadar asil ve cömert olursa olsun, belirli bir gayeye tabi olması ile kolayca bağdaşmayan bir dinamizmi gerektirir. Ve, hakikaten, idare edilenlerin hükümet cihazına hakim oldukları andan itibaren artık iktidarı önceden mevcut bir hürriyete tabi kılmak değil, lakin bir gerçek hürriyet yaratılması aleti haline getirmek ister.
Çünkü, artık demokratik müesseselerin genelleşmesi, idare edilenleri bu müeseselerin başlangıçta dayanmakta oldukları hürriyet telakkisini gözden geçirmeğe sevketmiştir. O vakit, eskiden beri kabul edilmiş olan hürriyet yorumlanışı ile taban tabana aykırılık içinde yeni bir hürriyet yorumlanışı belirmiştir. İnsan yaratıkları muazzam kütlesi için yaradılışlarına bağlı bir nitelik gibi telakki olunan hürriyetin, ondan fiilen faydalanma durumunda olamadıktan sonra, kuru bir ayrıcalıktan başka bir şey olmadığının farkına varılmıştır. Fikrini ifade etmesi insanı sosyal bir afaroza maruz bırakmakta ise, düşünmekte serbest olmasından; ekonomik durumu çalıştıranın kanunu önünde eğilmeğe mecbur kalmasını gerektiriyorsa, iş şartlarım tartışmakta serbest olmasından; günlük ekmek tasası tekmil vaktini almakta ise, eğlencelerini düzenlemekte serbest olmasından; maddeten en az geçim imkanından yoksun ise, herkese açık bir evren kültürü ve temaşası ile kişiliğini geliştirmekte serbest olmasından ne çıkar... ? Klasik felsefenin insan mayasında varlığını tanıdığı hürriyet ile yaşayışının kendisini içinde tuttuğu her günkü esirlik arasındaki zıddiyet, beşer tabiatına kazılmış olduğu iddia edilen bu hürriyeti bir yalan diye ilana varıyordu. Gerçek olan, hürriyetin, korunması gereken önceden mevcut bir veri olmadığı; fethedilmesi gereken bir yetki olduğudur. Hürriyet kavramı yerine bir kurtuluşu bekleyiş geçmiştir.
Bu yeni görünüşte tekmil sosyal düzen ve onunla birlikte demokrasinin manası yargılanmaktadır. Sahip oldukları hürriyetlerden faydalanmayı fertlere sağlamağa mahsus siyasi rejim iken .demokrasi, onlara henüz sahip olmadıkları hürriyetlerin kullanılmasını sağlamak amacı ile hükümet kudretinin organizasyonu haline gelmektedir. Demokrasi, hür bir evrenin yöneltilmesi tarzı idi. Şimdi, insanın kurtuluşuna şahit olarak bir dünyanın yaratılması aleti olmuştur.