Allegro
Düşünmeyi, insan aklının kendiliğinden olan bir işlevi sananlar az değildir. Böyle sananlara göre düşünen insan Rodin'in ünlü yontusunda olduğu gibi, eli çenesinde, bir köşeye çekilmiş, olasılıkla toplum için zararlı kurgular içinde sakıncalı bir bireydir. Düşünen insanlar sakıncalıdırlar. Neden mi?... Tarih boyunca düşünen insanlar toplumsal düzene karşı çıkmışlardır da, ondan. Dünyanın öküzün boynuzları üstünde durduğuna inanılarak da erdemli insan olunabilir, huzurlu toplum kurulabilir. Düşünen insanlar sıklıkla otoriteye karşı gelerek de toplumların düzenini bozmuşlardır. Kargaşadan, kaostan suçlu olanlar düşünen insanlardır.
Ortaçağın tanınmış düşünürü İmam Gazali bu konuda şunları söylüyor: "Nasıl yüzme bilmeyen bir adamın ırmakta yıkanmasına, bir çocuğun yılanla oynamasına izin verilemezse, toplumların, giderek bireylerin de düşünmesine öylece izin verilmemelidir."
Günümüzde, bireysel rahat açısından tartışılması pek kolay olmayan bu görüşler, kuşkusuz, yazımızın başında belirttiğimiz "düşüncenin kendiliğinden oluşan bir olgu varsayımına" dayanmaktadır. Karıştırıcılık, rahat batma gibi özellikler de bazı kişilerin doğasında bulunduğuna göre, sakıncalı düşünürlerin zaman zaman ortaya çıkması olağan bir durumdur. Ama, durum olağandır diye, toplumun kargaşaya itilmesine acaba göz mü yummalı?
Andante
Düşüncenin kendiliğinden bir olgu olduğu acaba ne kadar doğrudur? Düşünme olgusunu inceleyen bilim adamları, bu olgunun duyu organlarının çevreyi algılaması ile başladığı görüşünde birleşiyorlar. Düşünmenin oluşumu şöyle özetlenebilir: Birey, önce beş duyusu aracılığı ile çevredeki olguları algılamaktadır. Bu algılama tekildir, bireyseldir. Bu algılar belli bir çokluğa ulaşınca, insan aklı benzer algıdan soyutlayarak bir nedensellik ilişkisi kurar. Bu ilişki "Belli nedenler belli sonuçları doğurur." biçimindedir. Örnekle anlatılırsa, dalından kopan elma düşer, bu bir gözlem, bir bireysel olgudur. Başka ağaçlardaki elmalar da, dallarından kopunca düşerler. İşte bu noktada, insan aklı olguları soyutlamaya başlamaktadır. Bu soyutlama sonucu "Dünya boşlukta kalan tüm maddeleri kendine doğru çeker." biçimindedir. Bu tümcenin ise, evrensel bir yasa olduğu anımsanacaktır.
Açıklamalardan çıkarılabilecek sonuç ne olmalı? Bu, insanın düşünüp düşünmemesine, bireysel huzurdan ya da gerçeklerden yana olmasına bağlıdır. Bireysel huzurdan yana olup bu saçmalıkları bir yana bırakmak, bazılarınca günümüzde en doğru yol gibi görünüyor. Ancak, insan içindeki bir dürtüye uyup şu sonucu da çıkarabilir; "Düşünen insanların yola çıkış noktaları çevredeki, toplumdaki olgulardır." Genel bir kanı olarak önerilmemekle birlikte, böyle bir sonuca varılmışsa, ok yaydan çıktığına göre, biraz daha düşünülebilir ve şunlar da söylenebilir: "Düşünenlerin ortak özelliği çevreyi, toplumu iyi izlemeleridir." Bu iyi izleme de, sıklıkla yeterli olmaz. Bu konudaki bilimsel yapıtlar, iyi bir gözlemci olabilmek için, gözlem yapılan konuyu iyi bilmek gerektiğini de belirtiyorlar. Görüldüğü gibi bir basamak daha yükselip "düşünen insanların kendi alanlarının uzmanı oldukları" sonucuna geliyoruz. Ancak bu sonuç kişileri şaşırtabilir. Hem belli bir konuyu iyi bilip iyi bir gözlemci olmak, hem de düşünmeyi bilmekle, toplumu kargaşaya itmek nasıl bağdaşmaktadır? Acaba düşünmeye ilişkin bilimsel yapıtlar mı yanılıyorlar, yoksa düşünürlerin sakıncalı bireyler olduklarını söyleyenler mi?
Vivace
İnsanoğlu evrende varolduğu zaman değil, düşünmeye başladığı zaman insan olmuştur. Bu noktada düşünme ile algılamayı ayırmak gerekir. Algı, tüm hayvanlarda ortaktır. Düşünme ise insana özgüdür, insanı insan yapan düşünme olduğu gibi, insanoğlunu doğaya egemen kılan da düşüncedir. Evrenin tek mucizesinin insan aklı olduğu söylenebilir. Toplumları, uygarlığı da yaratan insan aklıdır, ünlü bir düşünür "Düşünüyorum, öyleyse varım." demiştir. Bu görüş değişik biçimlerde eleştirilmekte ise de, onu "Düşünmeyen insan pek de var sayılmaz." biçiminde anlamak gereklidir. Ancak, unutulmamalıdır ki, düşünme bağımsız, kendiliğinden olan bir işlev değildir. Konusunu ve düşünmeyi bilen bir kişi, eğer toplumsal huzurla çatıştığı ileri sürülen bazı şeyler söylüyorsa, onun biz bozguncu olduğuna karar vermeden önce, toplumda bazı şeylerin bozuk olup olmadığını araştırmak gereklidir.
Başka bir önemli nokta da, düşünmenin doğal olarak eleştiriyi de içereceğidir. Eleştiri sözcüğünü, herkesin aynı görüşte olduğu gibi, kötüleme anlamında almak doğru değildir. Eleştiri doğrulama ve yanlışlamayı birlikte içermelidir. Ancak, bazı düşünce ve uygulamaların yalnız yanlışlanacak yanları varsa, eleştireni hoş görmek gerekir. Düşünceyi eleştirinin izlemesi zorunluğunun hukuk dilindeki adı "düşüncelerini yayma özgürlüğü "dür. Yeryüzündeki tüm yönetimler halklarına düşünme özgürlüğünü tanımış olmakla övünürler.