Düşünce Yöntemi Üzerine
Descartes
Nasıl oturduğumuz evi yeniden yapmaya başlamadan önce onu
yıkmak, gereç sağlamak ve mimar bulmak ya da kendimiz mimarlık yapmak, bu
arada özenle plan çizmek yetmezse, aynı zamanda bu iş sürerken rahatça
oturulacak bir başka ev bulmak gerekirse, işte tam bunun gibi usum beni
yargılarımda kararsız olmaya zorlarken eylemlerimde kararsız kalmayayım (21)
ve elimden geldiğince mutlu yaşamayı bundan böyle elden bırakmayayım diye
kendime, sizinle paylaşmak istediğim üç ya da dört kuraldan oluşan, geçici
bir ahlak anlayışı geliştirdim.
Birincisi, Tanrı'nın çocukluğumdan beri yetişmem için bana bağışladığı dine
sıkı sıkıya bağlı kalarak ülkemin yasalarına ve alışkanlıklarına uymak ve
tüm öbür konularda birlikte yaşayacağım en sağduyulu kimselerin uygulamada
hep birlikte benimsediği en ılımlı ve aşırılıktan en uzak görüşleri
izleyerek kendimi yönetmektir. Çünkü kendi görüşlerimin tümünü yeniden
incelemeyi istediğimden onları yok saymaya başlar başlamaz en sağduyulu
kimselerin görüşlerini izlemekten daha iyi bir şey yapamayacağıma
güveniyordum. İranlılar ya da Çinliler arasında bizim aramızda olanlar kadar
sağduyulu kimseler olabilse de, bana birlikte yaşayacaklarımın görüşlerini
kendime örnek almak daha yararlı görünüyordu; görüşlerinin gerçekten ne
olduğunu bilmek için, yalnızca göreneklerimizin bozulmuşluğundan inandığı
her şeyi söyleyecek pek az insan bulunduğundan değil, ama birçoğunun
kendilerinin de bunu bilmemesinden ötürü söylediklerinden çok yaptıklarına
bakmam gerekiyordu; çünkü insanın bir şeye inanmasını sağlayan düşünce
eylemiyle insanın bir şeye inandığını bilmesini sağlayan düşünce eylemi
birbirinden ayrıdır, genellikle onlardan biri varsa öbürü yoktur. Aynı
yaygınlıkta benimsenen birçok görüş arasından ben en ılımlılarını
seçiyordum: çünkü bunlar uygulamaya her zaman en uygun olanlardı ve tüm
aşırılıklar kötü sayıldığından büyük bir olasılıkla en iyileriydi; öte
yandan aşırı noktalardan birini seçmişsem, yanıldığımda doğru yoldan iyice
ayrılmamam için, öbür aşırı noktaya tutunmam gerekecekti. Özellikle insanın
özgürlüğünü kısıtlayan tüm yükümlülükleri aşırılıklar arasına koyuyordum.
Benim bu söylediklerimden iyi bir amaçla zayıf ruhların kararsızlığını
gidermek için ya da hatta dindışı bir amaçla insanlar arasındaki ticari
ilişkilerin güvenliği için tutarlı olmayı gerektiren yeminlerin ya da
sözleşmelerin dayandığı yasaları doğru bulmadığım sonucu çıkarılmasın ama,
dünyada her zaman aynı durumda kalan herhangi bir şey görmediğim için ve
kendi payıma yargılarımı giderek yetkinleştirmeye ve onları daha kötü
kılmamaya karar verdiğim için, onayladığım bazı şeyler artık iyi
olmadıklarında ya da artık onları öyle değerlendirmediğimde bu şeyleri iyi
diye almaya kendimi zorlayacak olursam, sağduyuya karşı büyük bir yanlış
yapmış olacağımı düşünürdüm.
İkinci kuralım, eylemlerimde elimden geldiğince tutarlı ve kararlı olmak ve
en kuşku götürür görüşlerin bile bir kere çok güvenli olduklarına karar
verdiğim zaman onları dirençle izlemek olacaktı. Bu konuda, ormanda yolunu
şaşırmış yolcuları örnek alacaktım, ormanda yolunu şaşırmış yolcular bir o
yana bir bu yana fır dönerek dolaşmamalılar, bir yerde durup kalmamalılar
da, ama olabildiğince aynı yöne doğru hep dosdoğru yürümeliler ve
başlangıçta o yolu seçmeye belki yalnız raslantıyla karar vermiş olsalar da
sıradan nedenlerle yollarını değiştirmemeliler: çünkü bu yolla tam
istedikleri yere gidemeseler de hiç değilse sonunda büyük bir olasılıkla bir
ormanın ortasında olmaktan daha iyi bir yere varacaklardır. Böylece yaşamın
eylemleri insana süre tanımadığından, çok kesin bir doğru vardır, o da en
doğru görüşleri belirleyecek durumda olmadığımız zaman en olası görüşleri
izlemek zorunda olduğumuzdur; ayrıca görüşlerden hangisinin hangisinden daha
olası olduğunu belirleyemediğimiz zaman bunların bazıları üzerinde karar
kılmamız ve sonra bunların uygulamayla ilgili olduklarını göz önünde tutarak
bunları kuşku götürür görüşler olarak değil de doğru ve kesin görüşler
olarak değerlendirmemiz gerekir, çünkü bizi buna iten bir neden vardır. Bu,
rasgele iyi diye uyguladıkları şeyleri sonra kötü diye yargılayan zayıf ve
kararsız insanların vicdanlarını karıştıran tüm pişmanlıklardan ve
azaplardan hemen kurtulmamı sağladı.
Üçüncü kuralım (22), her zaman yazgıdan çok kendimi yenmeye, dünyanın
düzenini değiştirmekten çok arzularımı değiştirmeye çalışmak ve genellikle
düşüncemizin dışında herhangi bir şeye tümüyle egemen olamayacağımıza göre,
dışımızdaki şeylerle ilgili olarak elimizden geleni yaptıktan sonra bizi
başarmaktan alıkoyan her şeyin bizim açımızdan mutlak olarak olanaksız
olduğuna inanmaya alışmaktır. Bu beni elimde olmayan bir gelecekle ilgili
isteklere kapılmaktan ve böylece kendimi hoşnut etmekten engellemek
konusunda yeterli görünüyordu. Çünkü istemimiz doğal olarak yalnızca
anlığımızın ona herhangi bir biçimde olası gösterdiği şeyleri arzulamaya
yöneldiğinden, elbette bizim dışımızda olan tüm iyi şeyleri aynı zamanda
gücümüzü aşan şeyler diye belirlersek, doğuşumuza bağlı görünen yoksunluklar
kendi yanlışımızın sonucu olmadığı zaman Çin ya da Meksika krallıklarına
sahip olmadığımıza üzülmeyiz; hep denildiği gibi zorunlulukları erdem
sayarak, hastaysak sağlıklı olmayı ya da hapisteysek özgür olmayı,
elmaslardan daha dirençli maddelerden yapılmış bedenlere ya da kuşlar gibi
uçmak için kanatlara sahip olmayı istemeyeceğiz. Ama her şeye bu açıdan
bakmaya alışmak için uzun bir çabaya ve hep kendi üstüne düşen bir düşünceye
gereksinim olduğunu söylüyorum; ve eskiden yazgının egemenliğinden kendini
kurtaran, acılara ve yoksulluğa karşın mutlulukta tanrılarıyla yarışan bu
filozofların (Stoacılar) gizi özellikle buna dayanıyordu. Çünkü hep doğanın
kendileri için çizdiği sınırları belirlemeye çalışarak düşüncelerinden başka
hiçbir şeye egemen olamayacaklarına, bunun onları başka şeyler için herhangi
bir heyecan duymaktan alıkoyacağına iyice inanıyorlardı; düşüncelerini
öylesine mutlak bir biçimde kullanıyorlardı ki, doğanın ve yazgının çokça
desteklediği ama bu felsefeye bağlı olmadıkları için her istediklerini
kullanamayan insanlardan kendilerini daha zengin, daha güçlü, daha özgür,
daha mutlu saymakta bir bakıma haklıydılar.
Sonunda, bu ahlak anlayışına sonuç olarak, bu yaşamda insanların en iyiyi
seçmeye çalışmak için yaptıkları çeşitli işleri gözden geçirmeyi düşündüm
(23); başkalarının işlerinden söz etmek istemeden, kendi işimde de
bulunduğum yerden, yani tüm yaşamımı usumu geliştirmeye ve kendimi yükümlü
kıldığım yöntemi izleyerek elimden geldiğince doğrunun bilgisinde ilerlemeye
adamayı sürdürmekten daha iyisini yapamayacağımı düşünüyordum. Bu yöntemi
kullanmaya başlayalı öylesine büyük sevinçler yaşamıştım ki, bu yaşamda
ondan daha tatlı, daha masum bir sevinç olabileceğini sanmıyordum; her gün
bu yöntemle bana oldukça önemli görünen ve genellikle başka insanların
bilmediği bazı doğrular ortaya koyarak ruhumu öylesine sevinçle
dolduruyordum ki bunun ötesinde hiçbir şey beni ilgilendirmiyordu. Ayrıca
önceki üç kural yalnızca kendimi yetiştirmeyi sürdürmem amacına yönelikti:
Tanrı doğruyla yanlışı ayırt etmemiz için her birimize bir ışık vermiş
olduğundan zamanı gelince onları incelemek için kendi yargı gücümü
kullanmayı düşünmeseydim bir an bile başkalarının görüşleriyle yetinmek
zorunda olduğuma inanmazdım ve başkalarının görüşlerini izleyerek, varsa
daha iyilerini bulmak için hiçbir fırsatı kaçırmadığıma inanabilseydim
tedirginlikten kurtulmazdım. Sonunda, gücümün yettiğince tüm bilgileri
edinmemi sağlayacağını düşünerek bir yol izlemeseydim ve aynı yolla elimde
olan tüm gerçek iyilikleri de edinmeyi düşünmeseydim, ne arzularımı
sınırlayabilir ne de mutlu olabilirdim, öyle ki istemimiz ancak anlığımızın
ona iyi ya da kötü gösterdiğine göre herhangi bir şeyi istemeye ya da
yadsımaya yöneldiğinden iyi yapmak için iyi yargılamak yeterlidir ve en
iyiyi yapabilmek için de yani tüm erdemleri elde edebilmek ve onunla
birlikte elde edilebilecek tüm iyilikleri elde edebilmek için olabildiğince
iyi yargılamak yeterlidir, bu kesin olduğu zaman mutlu olmamak olası
değildir.
Böylece bu kuralları koyduktan ve onları inancımda her zaman birinci yeri
alan inanç doğrularıyla birlikte bir yana ayırdıktan sonra geri kalan tüm
görüşlerimden özgürce kurtulmaya girişebileceğim yargısına vardım. Öyle ki,
bunu bu düşünceleri elde ettiğim soba başında daha uzun süre kapanıp
kalmaktan çok insanlarla konuşarak daha iyi başaracağımı umuyordum, kış daha
bitmeden yola koyuldum. Sonra, dokuz yıl boyunca dünyada orada burada
dolaşmaktan başka bir şey yapmadım; dünyada oynanan tüm komedilerde oyuncu
olmaktan çok izleyici olmaya çalışarak kuşku götürebilecek ve bizi
yanıltabilecek her konu üzerinde özellikle düşünerek, zihnimden, ona daha
önce sızmış olabilecek tüm yanlışları temizliyordum. Bunun için, kuşkulanmak
için kuşkulanan ve her zaman çözümsüz olmayı isteyen kuşkuları örnek alıyor
değildim: çünkü, tersine, tüm amacım kesin olarak güvenli olmaya ve kayayı
ya da kili bulmak için kaygan toprağı ve kumu atmaya yönelmekti. Sanırım bu
da benim oldukça başarılı olmamı sağlıyordu, öyle ki incelediğim önermelerin
yanlışlığını ya da kesinliksizliğini zayıf sanılarla değil, açık ve güvenli
usavurmalarla ortaya çıkarmaya çalışırken, onlarda çok kuşku götürür
şeylerle karşılaşmadım, kesin hiçbir şey içermedikleri zaman bile onlardan
her zaman oldukça kesin bazı sonuçlar çıkarıyordum. Eski bir evi yıkarken
onun yıkıntılarını doğal olarak yenisini yapmakta kullanmak için
sakladığımız gibi, kötü temellendirilmiş diye düşündüğüm görüşlerimin tümünü
yıkarken çeşitli gözlemler yapıyordum ve birçok deney kazanıyordum, bunlar o
zamandan beri daha kesin görüşleri oluşturmakta bana yardımcı oldular.
Ayrıca, kendim için ortaya koyduğum yöntemi kullanmayı sürdürüyordum; çünkü
genel olarak tüm düşüncelerimi onun kurallarına göre yönlendirmenin
ötesinde, zaman zaman kendime birkaç saat ayırıp onu özel olarak matematiğin
güçlüklerine ya da bu kitapta açıklanmış olan birçoğunda göreceğiniz gibi,
öbür bilimlerin yeterince sağlam bulmadığım tüm ilkelerinden ayrı tutarak
matematiklerdeki güçlüklerle az çok benzer kıldığım başka güçlüklere
uyguluyordum. Böylece, görünüşte tatlı ve masum bir yaşam geçirmekten başka
bir işi olmadığından hazları kötülüklerden ayırmakla uğraşan ve boş
vakitlerinde sıkılmamak için yaraşır olan tüm eğlencelerden yararlanan biri
gibi, belki kitap okumaktan ya da bilim adamlarıyla görüşmekten daha çok
amacımı sürdürmeyi ve doğrunun bilgisinden yararlanmayı elden bırakmıyordum.
Bununla birlikte, bilginler arasında tartışılagelen güçlüklerle ilgili
seçimimi yapmadan, geçerli felsefeden daha kesin hiçbir felsefenin
temellerini araştırmaya başlamadan, bu dokuz yıl gelip geçti. Daha önce aynı
amaçları olsa da başaramadığını sandığım birçok üstün insan örneği bana o
kadar çok güçlük düşündürdü ki bazılarının başardığım söylentisini yaydığını
görmeseydim, belki de o an bu işe girişmeye cesaret edemezdim. Bu görüşü
neye dayandırdıklarını söyleyemiyorum; konuşmalarımın buna bazı katkıları
olduysa, bu biraz okumuş olanların yapma alışkanlığında olmadığı gibi,
bilmediğim şeyi en içtenlikle dosdoğru söyleyerek ve belki de hiçbir
öğretiyle övünmeden daha çok başkalarının kesin saydığı pek çok şeyden
kuşkulanıyor oluşumun nedenlerin göstermem olmuş olmalıdır. Ama kendini
olduğundan başka biri gibi almak istemeyecek kadar onurlu olduğum için, bana
verilen üne yaraşır olmaya tüm araçları kullanarak çalışmam gerektiğini
düşünüyordum; tam sekiz yıl önce bu arzuyla tanıdıklarımın bulunabileceği
her yerden uzaklaşmaya ve buraya (24) çekilmeye karar verdim, bu ülkede uzun
süren savaş (25) öyle bir düzen kurmuştur ki orada bulunan ordular ancak
barışın meyvalarından olabildiğince güvenli bir biçimde yararlanmayı
sağlasın diye oluşturulmuş gibidir; böylece çok etkin ve başkalarının
işlerine meraklı olmaktan çok, kendi işlerinde çok özenli olan büyük bir
insan kalabalığının arasında, en kalabalık kentlerde, hiçbir kolaylıktan
yoksun kalmadan en uzak çöllerdeki kadar yalnız ve kopmuş yaşayabildim.