Budacı masallar, binbir gece masallarında olduğu gibi dinleyicilerin
yalnızca eğlenceli ve zevkli anlar geçirmesi için anlatılmış masallar
değildir. Budacı masalların en başta gelen amacı Budacı öğretiyi halka
aktarmak ve Budacılığın geniş alanlara yayılmasını sağlamaktır.(1) Bu
masallarda geçen olayların benzerleri Hint masallarında da geçer. Cataka ve
Avadana masallarında geçen olaylar ve konular Hint kültür tarihinin belirli
bir dönemini kapsamaktadır. Masalların geçtiği dönemlere ait Hint kültür
tarihi araştırıldığında masallarda geçen olayları açıklamak ve çözümlemek
mümkündür.
Masallar incelendiğinde ilk göze çarpan şey kahramanların hepsinin ortak bir
amaç için olağanüstü özverili ve kahramanca davranışlarda bulunmalarıdır.
Avadanalar’daki Hariçandra gibi tüyler ürpertici bedensel işkencelere
katlanan krallardan tutun da Catakalar’da halkı için seve seve canını veren
Ceylan-Buda'ya varıncaya kadar masal kahramanlarının hepsinin tek bir amacı
vardır: Budacı- lığın yayılması ve insanların bu din sayesinde
ıstıraplardan, acılardan, yanılgılardan kurtulması.
Masallarda görülen diğer bir ortak özellik ise masallardaki kahramanların
dürüst davranmaları ve verdikleri sözlerde durmalarıdır. Budacı masallarda,
Kalmashapada masalında olduğu gibi, bütün insanlığın veya toplumun
Budacılığı kabul etmesi gerektiği açıkça söylenmiyor. Ancak bütün masallarda
Budacı öğretinin toplum içinde yayılması için doğru davranışların ve doğru
sözlülüğün işlendiğini görüyoruz. Bu ise eski bir Hint inancının masallarda
yeniden yaşatılmasıdır. Bu inanca göre doğru- sözlülükle insanlığı
acılarından kurtarmak mümkündür.
Budacı Cataka ve Avadana masallarında sıkça işlenmiş olan 'Budacılık için
özveride bulunma' tutumuna masalların kaynağı olan Pali derlemelerindeki
masallarda çok az rastlanır. Yine Pali derlemelerindeki masallarda geçen
konuların çoğunun Bu- dacılıkta çokça işlenmiş olan 'kendini başkaları için
feda etme' veya 'özveride bulunma' davranışı yalnız Asya’daki Budacılar
değil, Avrupa’daki Hıristi- yanlar arasında da vardı. İ.S. ilk iki yüzyıl
içerisinde İngiltere'nin Galler bölgesinden Çin'e kadar olan bölgelerde bu
düşünce yayılmış durumdaydı. O dönemlerin resim sanatı, binici giysileri,
silah kuşanma gibi kültürel öğelerinin bize sağladığı bilgiler bu düşünce
biçiminin Avrasya'da ortak olduğunu göstermektedir.2 Ancak bununla bir amaç
uğruna kendini feda etme ve özveride bulunma düşüncesinin Hıristiyanlıktan
Budacılığa geçtiğini söylemek istemiyoruz. Çünkü Hindistan'da bulunmuş
birtakim metinler bize bu düşüncenin çok eskilerden beri bu kıtada
yaşadığını göstermektedir.
Bu kendini feda etme düşüncesinin en eskilerinden bir tanesi "insan kurban"
etme geleneğinde görülür. Hindistan'ın birçok bölgesine yayılmış olan insan
kurban etme adeti zamanla değişerek Hint dinleri ve öğretilerinde kişinin
özveride bulunarak bir inanç uğruna kendini feda etmesi düşüncesine
dönüşmüştür. Kendini bir inanç veya başkaları için feda etme düşüncesi
Hindistan'ın yerli halklarında da bulunmaktaydı. Bu yerli halklardan birisi
olan Uraon ve Mundaların inancına göre Tanrıları Bar- nada -İsa'nın
kendisini insanlık uğruna feda etmesi gibi- insanları kötü ruhlardan korumak
için kendisini ateşe attırıp kurban etmiştir.3
Hint kültür tarihi araştırıldığında yalnızca Budacıların değil diğer birçok
Hint dinlerinin izdeşlerinin de aynı davranışlarda bulunduğunu görüyoruz.
Bir tür kendini kutsallaştırmak olan bu davranış biçimi masallara ve
destanlara da konu olmuştur. Brahman masallarında Tanrıça Kali'ye kendisini
kurban eden kişilerin öyküleri bulunmaktadır.4 Yine eski bir Brahman
efsanesine göre büyük Tanrılardan biri olan Şiva'nın aşağılanması üzerine
karısı Sati kendisini ateşe atmıştır. Bir başka efsanede de Dadhyaç adındaki
bir bilgin silahsız olarak Ejder Şeytan Vritya'nın karşısına çıkmıştır.
Brahmanların büyük destanlarından olan Mahabharata destanının
kahramanlarından Bhimsa'nın savaş sırasında atılan oklarla çok ağır biçimde
yaralanmış olmasına rağmen acılara aldırmadan çevresindekilere görevlerini
tam olarak yapmaları için öğütlerde bulunduğu en ince ayrıntılarıyla
anlatılmaktadır. Bhimsa'nın savaş sırasında gösterdiği davranış Hint
Fakirlerinin (Hindistan'ın Çileci Yogilerinin) yaşam biçimlerinde devam
etmektedir. Hint Fakirlerinin (Çileci Yogilerin) sivri uçlu çiviler üzerinde
yatma veya içe dalınç uygulamaları (meditasyon) yapmaları bunun en uç
örneklerinden biridir. Hint Fakirlerinin bu tür bir yaşam biçimini
seçmelerinin iki önemli nedeni vardır. Birincisi: Bedensel acılara
katlanarak, dış uyarımlara, isteklere karşı kendisini kapatarak ilgisiz
kalmak ve böylelikle mutluluğa ulaşacağına inanmak. İkincisi: İnandığı
Tanrısına hoş görünmektir.5 Bu kendini din uğruna feda etme düşüncesinin en
ileri biçimi Cayna dininin iz- deşçilerinde görülür. Cayna dini
izdeşçilerine orucu ve nefis isteklerini kırmayı kutsal bir davranış olarak
göstermiştir. Caynaistler bu ilkeyi çok ileri götürmüşler ve sonunda intihan
da övmüşlerdir. Bazı Caynaistler ise bu ilkeyi çok ciddiye almışlar ve işi
uzun zaman oruç tutarak kendilerini öldürmeye kadar vardırmışlardır. Buna
karşılık diğer Hint dinlerinde ve öğretilerinde genellikle intihar etmek
yasaktır.
Budacı masallarda görülen özelliklerden bir tanesi de başkaları için
kendilerini feda eden veya büyük özverilerde bulunan kişilerin hemen hemen
hepsinin kral olmasıdır. Masallardaki kralların bu davranışı da yine eski
bir Hint geleneğinden kaynaklanmaktadır. Eski Hindistan'ın yerli halklarının
geleneklerine göre bir kral ülkesini 12 yıl yönettikten sonra öldürülürdü.
İlk Portekiz tüccarları Hindistan'ın güneyindeki Malabar sahillerine
çıktıklarında bu geleneğin o bölgelerde hâlâ yaşamakta olduğunu
görmüşlerdir.(6)
Bu kralların niçin kurban edildiğini bilemiyoruz. Büyük bir olasılıkla bu
krallar, kendi halkı uğruna bir tür kurban gibi öldürülüyordu. O dönemlerde
toprağın bereketlenmesi için insan kurban etme geleneği vardı.
İnsanları kurban etme adetinin bir başka boyutu da yine Eski Hindistan'da
oldukça geniş alanlara yayılmış olan bir başka Hint inancından
kaynaklanmaktadır. Bu inanca göre bir kişi öldürülürken çok uğraşılmışsa ya
da çok fazla işkence görerek ölmüşse o kişinin ruhu kutsal olarak kabul
edilmekte ve o kişiye bir Tanrıya tapınılır gibi tapınıl- maktadır. Bu inanç
biçimini Hinduizmde de görmekteyiz. Hindu Tanrıları arasında en çok
sevilenlerden birisi olan Krişna bunun örneklerindendir. Yine Hint
mitolojisinde dünyanın ortasındaki Mandara dağında yaşamakta olduğuna
inanılan Mad- hu'nun ruhuna da aynı inançla saygı gösterilmektedir.7
Eski Hindistan'da krallarla ilgili bir başka inanç da bir kralın, ülkesinin
hem refahından ve mutluluğundan hem de kötülüğünden ve felaketinden sorumlu
tutulmasıdır. Kralın bu sorumluluğunun onun kişisel ve olağanüstü konumundan
kaynaklandığına inanan yerli halklara göre bir kral memleketi adalete uygun
ve hakça yönetirse o hükümdarın memleketinde yağmurlar mevsiminde yağar,
rüzgarlar uygun biçimde eser, gökteki yıldızlar düzen içinde hareket eder.
Bütün bunlar ise insanlara iyilik ve gönenç getirir. Ancak bir hükümdar
halkını ezmeye kalkar, baskı uygular ve ülkesinin insanlarının mutluluğunu
göz önünde tutmazsa, o zaman doğanın ve evrenin de düzeni ve uyumu bozulur,
yağmurlar yağmaz, toprak ürün vermez ve salgın hastalıklar baş gösterir.
Bu ise insanların ömürlerinin kısalması, olumsuzlukların ortaya çıkması ve
yaşamda da uyumsuzluğun başgöstermesi demektir. Kralların kişiliğine
yüklenen büyüsel güç ve sorumluluk aslında çok geniş alanlara yayılmış bir
düşüncenin çok ileri götürülmüş biçimidir. Çin ve Avrupa’ya da yayılmış olan
bu düşünceye göre "bir kral nasılsa ulusu da öyledir." Hint halkı ise bunda
çok ileri gitmiş ve 'bir kral nasılsa dünyanın düzeni de öyledir' diye
inanmışlardır. Bu düşünce Budacı masallara da yansımış, kralların Budacı
öğretiyi yayabilmesi için her türlü özveriyi göstermesi ve gerekirse bu
inanç uğrunda kendi canını feda etmesi beklenmiştir. Brahmanlar da tıpkı
Budacılar gibi kralların gücüne ve sorumluluklarına önem vermişlerdir. Ancak
Brahmanlar kralların sorumluluklarını sayarken, Budacılar gibi bir öğretiyi
veya dini yaymak gibi bir sorumluluğu ve görevi olduğunu söylememişlerdir.
Bunun yerine Brahmanlar, kralın başlıca görevinin dışarda ülkeyi düşmanlara
karşı korumak ve içerde ise halkın haklarına, isteklerine karşı duyarlı
olmak olduğunu belirtmişlerdir. Budacılar, Brahmanların kraldan bekledikleri
bu iki önemli niteliği de kralın görevleri arasında saymışlardır. Ancak
Budacılara göre bir kral mümkün olduğu kadar savaştan kaçınmalı ve tıpkı
ünlü Budacı hükümdar Aşoka gibi ülkesini barış içinde yönetmelidir.(8)
Budacılara göre bir kralda bulunması gereken on erdem şunlardır: Budacı
yasalara uymak, sadaka dağıtmak, özverili olmak, barışı her zaman tercih
etmek, başkalarına zarar vermekten kaçınmak, elden geldiğince tahammüllü
olmak, dürüst olmak, yumuşak huylu olmak, dindar olmak, güleryüzlü ve içten
davranan bir insan olmak. Bütün bu nitelikler Buda'da olduğu için bunların
bir kralda da olması gerektiği düşüncesi hakimdi. Brahmanların kahramanlığı
en üstün nitelik olarak görmelerine karşılık Budacılar mümkün olduğu kadar
savaştan kaçınmayı ve barış içinde yaşamayı tercih etmişlerdir. Bu yüzden
Budacı masallarda barış içinde yaşama öğretisi önemli bir yer tutmaktadır.
Brahmanlarla Budacıların öğretilerinde farklı olan noktalar olduğu gibi
ortak olan noktalar da vardır. Bunların başında, gerek Brahmanların gerekse
Budacıların "bağışta bulunma ve armağan" vermeyi kralların en başta gelen
görevleri arasında saymalarıdır. Aslında bir kralın halkı ve ülkesi için
canını esirgememesi "bağışta bulunma ve verme" düşüncesinin en aşırı
biçiminden başka bir şey değildir. Hindistan'da kralların sorumlulukları
belirli birtakım ilkeler üzerine kurulmuştur. Sorumluluğu ve görevleri Hint
toplumunun yaşamını belirleyen ve kralın bağlı bulunduğu kastın yapısına
göreydi. Kast düzeninde toplum dört önemli kasta ve bunlar da alt kastlara
bölünmüştür. Kastlar üstünlük sırasına göre şöyledir: En üstte Brahman
kastı, onun altında yönetim ve askeri kesimin oluşturduğu Kşatriya kastı
bulunmaktadır. Bu iki kast toplumun en yüksek tabakasını oluşturur. Bu
ikisinin altında kalan kastlara bağlı olan tüccar, esnaf, köylü ve işçiler
vb., ülkenin yönetimini üstlendiği için krala vergi öder, kral da biriken bu
vergilerden bir kısmını Brahmanlara, tarikat sahibi Gurulara, Budacı ve
Cayna dininin oluşturduğu
topluluklara dağıtırdı. Kralın fakir halka biriken bu servetten para
dağıtması söz konusu değildi. Gerçi kral çilekeş ve dilenci Yogilere de
bağışta bulunurdu ama bunların dışında kalan kölelere ve fakir halka yardım
etmezdi.
Brahmanların devlet anlayışına göre, kralın en başta gelen görevi
Brahmanlara bağışta bulunmak, hediye vermektir. Bu inanca göre Brahman-
ların görevi de sadece bu bağışları, hediyeleri kabul etmektir.(10)
Brahmanlar çalışarak değil yapılan bağışlarla yaşamlarını sürdürüyorlardı.
Hindistan’da aydın tabaka olarak kabul edilen Brahman- lar'la Budacı
keşişlerin yaşayabilmesi ancak krallar tarafından yapılan hediye ve bağışlar
sayesinde olanaklıydı. Başlangıçta sadece kralların verdikleri ve hediye ve
bağışlara zamanla diğer alt kastlar da katılmış, özellikle zengin köylü ve
kentli kesim de hediye vermeyi kendilerine bir borç olarak görmüşlerdir.11
Brahman masallarının başlıca görevi ise Brahmanlara hediye vermenin ve
bağışta bulunmanın gerekliliğini halka öğretmekti. Brahmanların ünlü
destanlarında da Brahmanlara hediye vermenin öneminden ve erdeminden sık sık
bahsedilmiştir.
Brahmanların hediyeye olan düşkünlükleri ve bu konudaki düşünceleri
Budacılar tarafından hoş karşılanmıyor ve Brahman keşişlerini bilgilerini
para karşılığı satan bezirganlar olarak suçluyorlardı.
Budacıların eleştirdiği bu davranış bazı Brahman okullarında da
görülmekteydi. Brahman okullarında eğitim gören öğrenciler öğrenim dönemi
bitiminde hocalarına hediye vermek, bağışta bulunmak zorundaydı. Aynı
zamanda bir öğrenci öğrenim hayatı boyunca hocasının işlerini de yapmak
zorundaydı. Bu işler tarlada çalışmak, hayvanlara bakmak, yakacak odun
getirmek gibi işlerdi. Oldukça zor geçen eğitimin sonunda öğrenciyle hocası
eğitimin bittiğine dair dinsel bir tören yaparlardı. Brahman okullarındaki
öğrencilerin hocaya kesinkes itaat etmesini ve çektikleri zorluğu anlatan
aşağıdaki hikaye Brahmanlar tarafından anlatılmıştı.
"Brahman hocalarından birinin bir pirinç tadası varmış. Tarlayı sulamak için
yapılmış bentlerden birisinde bir delik açılmış. Brahman bir öğrencisini
çağırıp bu deliği kapatmasını istemiş. Öğrenci deliği kapatmak için uğraşmış
ancak başarılı olamamış. Sonunda hocasının öfkesini üzerine çekmemek ve
hocasının verdiği emri yerine getirmek için bedenini deliğe siper etmiş ve
sonunda dayanamayarak ölmüş."12
Hint kültüründe bağışlamak veya hediye vermekten yalnızca maddi şeyler vermek kastedilmez. İnsanın kendi bedenini hor görmesi, bedensel ve ruhsal acılara katlanması da bir tür bağışlama ve hediyedir. Hint yerli halklarından olan Got- ların inancına göre kendilerini sıkıntıya sokmaları, kendilerine çile çektirmeleri veya kendilerini bu yaşama layık görmemeleri Tanrıya yapılmış bir bağıştır. Gotların bu davranışlarının temelinde ölüm korkusu yatmaktadır. Gotlara göre ölüm diye bir gerçek olduğuna ve bundan kaçınılamaya- cağına göre insanın bedensel ve ruhsal ihtiyaçlarını karşılamasının bir anlamı yoktur. Aslında bu düşünce yalnızca Gotların inancında değil birçok Hint öğretisinin de temelinde bulunmaktaydı. Bu gibi karamsar Hint düşüncesine sahip olanlar için Budacı öğretiler bir tür kurtuluş, bir tür ölümsüzlüktü. Çünkü Budacılığın ortaya çıkmasında da, Gotların yaşamda kendilerini karamsarlığa sürüklemiş olan nedenler yatıyordu: Hastalık, yaşlılık ve ölüm.
Budacı masallar içerisinde canlıların ölüm karşısında duydukları korkuyu
anlatan çok güzel betimlemeler bulunmaktadır; yukardaki masallarda geçen
Ceylan Buda masalının giriş kısmında masalın anlatıcısı insanlarla
hayvanların ölüm karşısında duydukları korkuyu ve çektikleri acıyı şöyle
anlatıyor:13 "Ey oğul, öteki canlılarla insanları bir
kabul et ve onlara öyle davran. Niçin diye sorarsan: Avcıların büyük
gürültülerle avlanmaya çıktıklarında avlamak istedikleri ürkek ceylanların
ölüm karşısında duydukları korku, ve yaşamlarını kurtarmak için sağa sola
koşuşturmaları, ve artık kaçamayacaklarını hissettiklerinde ümitsizlikle
birbirlerine sokulmaları, bütün bunlar duyulan sonsuz korkuların
belirtisidir. Ey oğul kutsal yazılarda şöyle deniyor: Cehennemde ateşler
içinde duran insanlara: 'Gel seni öldüreyim bu ıstıraptan kurtul, Cennette
gene doğarsın!' dense bütün cehennemlikler hep birden kalkıp yüksek sesle
bağrışarak, 'Bizi öldürme! Canımızı alma!" derlerdi. Ey oğul gör can
sevgisini." Canlıların ölüm karşısında duydukları korku Budacı öğretinin
temelini oluşturan öğretilerden birisi olan cana kıymama
ilkesini de oluşturmuştur. Bu yüzden Budacı öğretiler masallar
aracılığıyla halka aktarılırken cana kıymamak gerektiği ve cana kıymanın çok
kötü bir şey olduğu anlatılmıştır. Yukarıda anlatılan masalın sonunda
ceylanı öldürmek isteyen Danti- la Bey'in kolu kopmuştur.
En eski zamanlardan beri insanlar ölüm karşısında duydukları korku yüzünden
ölümsüzlüğü aramışlar, masallarında ve efsanelerinde bu konuyu
işlemişlerdir. Bunların en ünlülerinden birisi dünyanın en eski manzum eseri
sayılan Sümerlerin Gılgamış destanıdır. Destanın kahramanı Gılgamış
ölümsüzlük otunu bulabilmek için olağanüstü bir savaşım vermiş, doğaüstü
varlıklarla savaşmış ancak ölümsüzlük otunu bulamamıştır. Sümerlerin bu
destanında olduğu gibi pek çok masalda insanların hiç ölmeyecekleri ya da
yılanlar gibi kabuk değiştirerek sonsuza kadar yaşayacakları
anlatılmıştır.14
Bu sonsuza kadar yaşam düşüncesi genellikle ilkel
toplulukların mitolojilerinde önemli bir yer tutar.
Masallarda ve efsanelerde anlatılan ölümsüzlük düşüncesini Hindistan'ın ilk
felsefi eserleri sayılan Upanişadlar'da da görürüz.(15) Upanişad bilgeleri
gece ile gündüzü insanları her an ölüme yaklaştıran bir döngü olarak
görmüşler ve insanların kendilerini bu bağımlılık döngüsünden kurtarıp
ölümsüzlüğe erişebileceklerini anlatmışlardır. Ölüm üzerine konuşmak,
düşünceler ileri sürmek yalnızca ilkel mitolojilerin ve felsefelerin değil
tektanrılı dinlerin de üzerinde en fazla durduğu konu olmuştur. Tektan- rılı
dinlerin insanların ölüm karşısında duydukları korkuyu azaltacakları yerde
sık sık ölümden söz etmeleri yüzünden bu korku çoğalmıştır.
Ölüme değişik kültürlerde değişik anlamlar verilmiştir. Hint genedoğum
inancına göre ölüm, ruhun bir bedenden başka bir bedene girmesi demektir. Bu
yüzden ölümden korkmak anlamsızdır. Genedoğum inancına sahip dindar bir
insanın en sevdiği akrabası bile ölmüş olsa üzülmemelidir. Ruhlar sürekli
beden değiştirirler. Örneğin aile deyince değişik ruhların geçici bir süre
için bir araya gelmesinden oluşan bir topluluk akla gelmelidir.<16> Bu
yüzden aileden bir kişinin ölmüş olması, aile üyelerini ve yakınlarını
(diğer insanları) çok fazla üzmemelidir. Brahmanların bu düşüncesinin
benzeri Caynist ve Budacı öğretide de vardır. Ancak her üç din de genedoğum
inancını kendi bakış açıları doğrultusunda halka aktarır.07’
Her şeyin gelip geçici olduğu, biz istesek de istemesek de ölümün bir gün
geleceği düşüncesi yukarıda anlattığımız Hariçandra masalında da ana tema
olarak işlenmiştir. Aynı masalın değişik bir biçimi daha önce belirttiğimiz
gibi Brahmanlara ait masallarda da bulunmaktadır. Budacı geleneğe bağlı olan
masalda masalın kahramanı Hariçandra her şeyin gelip geçici olduğunu görmüş,
ve bu yüzden yaşadığı bu son yaşamında Budalık aşamasına erişip ölümsüzlüğe
kavuşmak, yeryüzünde bir daha doğmamak için varını yoğunu bağışlamış,
sonunda sıra sarayındaki on altı bin eşine (cariyesi- ne) gelmiştir.(l8>
Eşleri kendilerinin Brahmanlara hediye olarak verilmesine karşıydılar. Bu
yüzden Hariçandra'ya gidip onu kararından vazgeçirmek için yalvardılar. Kral
eşlerine bunu niçin yaptığını
anlatırken şöyle diyordu: "Her şeyin gelip geçici olduğu bu dünyada uzun
zaman geçmeden yaşlılık"9' adında bir şeytan gelecek ve sizden
güzelliğinizi, tazeliğinizi alıp gidecek. Yaşlılıkla birlikte hastalıklar da
çıkagelecek ve tıpkı yeni açmış çiçeklerin üzerine yağan dolu gibi sizi
dallarınızdan koparacak. Daha sonra ise kaçınılmaz son olan ölüm kapıyı
çalacak (gelecek). Bu ise sizin için bu yaşamınızın sonu, bitimi olacaktır."
Bu masalda ölüm
karşısında duyulan kaygı öteki masallara oranla daha çok vurgulanmıştır.
İnsanın yaşamında kaçınılmaz olan bu üç sondan kurtulmak için Hint
dinlerinde ve öğretilerinde değişik kurtuluş yolları önerilmiştir. Önerilen
bu yolların en yaygın olanı ve Hint dinlerinin de desteklediği yol
çilecilerin yaşam yoludur. Bu yolun iz- deşçileri kendi bedenlerini ve
ruhlarını türlü türlü işkencelerden geçirip nefislerini körelterek,
benliklerini öldürerek kurtuluşa erişeceklerine inanan kimselerdi. Bu
düşünceye sahip çilecilere göre: Bedenimiz ve bedenimiz aracılığıyla elde
ettiğimiz bütün zevkler ve sevinçler gelip geçicidir. O halde böyle bir
bedene özen göstermek ve onunla uğraşmak, onun aracılığıyla elde edeceğimiz
zevkler için çalışmak gereksiz ve anlamsızdır.
Budacı masallar incelendiğinde görülen bir başka özellik de hastalıkların
tedavisi konusundaki öğretilerdir. Masallarda geçen bazı olaylarda Budacı
keşişlerin hastalıkların tedavisi konusunda çeşitli ilaçlar önerdikleri
görülmektedir. Yukarıda verdiğimiz Mahendrasena masalının giriş bölümünü
oluşturan masalda'20’ Buda'nın bir hastayı büyük bir özenle tedavi ettiği ve
bu tedavi sırasında kendisine Tanrı İndra'nın da yardımcı olduğu
anlatılmaktadır. Masalın bir yerinde Buda, tedavi ettiği hasta keşişe,
kendisini bir hasta uğruna feda etmiş bir kralın öyküsünü anlatır. Masalın
bu biçiminde anlatılışı halk içindi. Aynı masal Budacı keşişlere başka
biçimde anlatılırdı. Masalın bu ikinci anlatılış biçiminde bir Budacı
keşişin sağlık ve hastalığı düşünmemesi gerektiği, asıl önemli olanın ruhsal
sağlık olduğu açık- lanırdı. İyi bir Budacı keşişin bedeninin sağlığına veya
hastalığına zihninin takılıp kalması kurtuluşa giden yolda bir engel olarak
gösterilmiştir.'21
Hastalık, ölüm, bedenin gelip geçiciliği ve temizlikten uzak oluşu, bütün
bunlar, Budacıları ve hatta öteki dinlerin izdeşçilerini dünyadan el etek
çekip kaçınık ve çileci bir yaşama iten başlıca nedenlerdir. Bütün bu
nedenler aynı zamanda Budacı masaların da temellerini oluşturur. Ancak bu
masallarda aktarılan öğretileri daha çok "premoral" (ahlak öncesi) diye
niteleyebiliriz. Çünkü bütün bu masallarda iyi ve kötü arasındaki ayrım
gösterilmiş değildir. İyi ve kötü ayrımı yapılmayarak, iyilerin cennete,
kötülerinse cehenneme gideceği düşüncesi işlenmemiştir. İyi ile kötü
arasındaki fark ancak kötülük yapan bir kimsenin "cehenneme gider"
düşüncesinin ortaya çıkışından sonra belirginleşmiştir.
İyilerin ve kötülerin öteki dünyada cezalandırılacağı veya ödüllendirileceği
düşüncesini Buda'dan daha önceki dönemlerde yazılmaya başlanmış olan
Upanişad derlemelerinde görüyoruz, Upanişadların yazıldığı dönemlerden çok
daha önceleri de yerli halkların inançlarında buna benzer düşünceler
vardı.(22) Bu inançların başında ölülerin kendilerine ait devleti olduğu
inancı gelir. Bir insanın ölünce oraya gidip orada yaşadığına inanılırdı.
Ancak insanların öldükten sonra göğe yükseleceği ve yaşamı boyunca
yaptığı iyi ve kötü işlerin karşılığını cennete veya cehenneme gitmekle
alacağı düşüncesi İ.Ö. 9. - 6. yy.'a aittir. Bu dönemlerde insanlar arasında
geçerli olan düşünce iyilerin cennete, kötülerin ise cehenneme gideceği,
öteki dünyadaki mutluluğun bu dünyadakinden çok farklı olduğu düşüncesidir.
Daha sonraki dönemlerde ise cennet ve cehennemin varlığına duyulan bu inanç
hem Brahman hem de Budacı keşişlerin üzerinde en fazla durdukları konu
olmuştur. Budacı keşişler bu konuda çok daha ileri gitmişler, cennet ve
cehennemi anlatan özel bir bilim dalı geliştirmişlerdir. Bu bilim dalında
cehennem en ince ayrıntılarına varıncaya dek anlatılmış ve günahkâr insan
çeşitlerine göre cehennem türleri belirlenmiştir.
Hint dinlerinin temelini oluşturan genedoğum inancına göre günah işleyen bir
kimsenin cezalandırılması için cehenneme girmesi gerekmez. Günahkâr olan bir
insan öldükten sonra yeniden doğarak üç şekilde cezalandırılabilir. Yeniden
doğuşların birincisinde şeytan olarak, İkincisinde cehennem alevleri içinde
yanarak üçüncüsünde ise hayvanlar aleminde doğarak cezasını çeker. Aynı
inancın benzerine Hıristiyanlıkta da rastlıyoruz. Hıristiyan inancına göre
yırtıcı ve vahşi hayvanlar ve cinler kötü insanların ruhlarından doğarlar.
Hint inancındaki bu üç genedoğum motifi Budacılığa ait konuşmalarda sık sık
rastlanan motiflerdendir.
Budacı masallarda geçen olaylardan çıkan değer yargılarından biri de
kadınlarla ilgilidir. Bazı Budacı masallarda kadın, doğası gereği kötü bir
varlık olarak kabul edilmiş ve halka da öyle gösterilmiştir. Kadınlara karşı
duyulan en ufak bir isteğin, yakınlığın bile, insanları kaçınılmaz
felaketlere sürükleyebileceği anlatılmıştır. Bir masalda, bir kadına tek bir
kelime bile yazıp göndermenin, bir insanın kör veya ahmak olarak yeniden
doğmasına neden olacağı söylenmektedir.<23>
Budacı masallarda keşişlerin dışında ideal bir tip olarak gösterilen kişiler
cömert,<24) dini uğrunda kendisini feda etmesini bilen, yaşlılık, hastalık
ve ölümden kendisini kurtaramayacağını anlamış, kadın ve aşka karşı hiçbir
duyarlılığı olmayan ve kendisini bunlardan uzak tutmaya gücü yeten
kişilerdir.
Kadınlara karşı olumsuz tutumlarına karşın Budacı masallarda görülen en
önemli özelliklerden birisi de "insan sevgisi" ve "kin tutmama" erdemidir.
Budacı öğretilerin temellerini de oluşturan bu iki erdem altı dişli fil
masalıyla iki kardeş masalının sonunda da kin tutmamanın sonucunda mucizevi
olaylar olmuş, masal kahramanlan yeniden sağlıklarına kavuşmuşlardır. Budacı
masallarla aşılanmak istenen bu tür "koşulsuz sevgi" anlayışıyla
Hıristiyanlıktaki "insanlığa karşı sevgi" anlayışı arasında büyük benzerlik
vardır.(25> Bunu Buda'nın destansı yaşam öyküsünde de görürüz. Buda Bu-
dalık aşamasına geldiği zaman gökteki Tanrılar arasına çekilmemiş, bütün
insanlığın kurtuluşa erişmesi için yeryüzünde kalıp insanlara doğru yolu
göstermeyi yeğlemiştir. Mahayana Budacılığı da bu temel üzerine kurulmuştur.
Mahayana Budacılı- ğı öğretisinde her insanın bütün insanlığın kurtuluşu
için çalışması gerektiği Buda örnek gösterilerek açıklanır. Buda'nın
yeryüzünde kalıp insanlara doğru yolu göstermek istemesindeki neden, bütün
insanlığa karşı duyduğu sınırsız sevgiydi. Hıristiyanlıktaki insan
sevgisiyle Budacılıktaki insan sevgisi arasında "kendi türünden olanları
sevme" bakımından fark vardır, ünlü Budacı hükümdar Aşo- ka'nın
yapıtlarından anladığımıza göre eski Buda- cılıkta aşırı derecede, sınırsız
diyebileceğimiz bir insan sevgisi vardı. Ancak bu yüce duygu keşişlerin daha
çok sözlerinde ve masallarda kalmıştır.<26>
Buda'nın yaşadığı çağlarda ve daha sonraki dönemlerde Hint dinleri ve
öğretilerinde yer almış temel ilkelerden birisi de "ahimsa" denilen şiddet
göstermeme ilkesidir.'27’ Budacı masallarda da sık rastladığımız bu ilkenin
temelinde insan sevgisi yatar. Daha sonraları insana duyulan bu sevgi
genişletilerek diğer canlı varlıkları da içerisine almış ve tüm canlı
varlıkların öldürülmesi gerek Budacılıkta gerek Caynizm'de ve daha birçok
öğretide günah olarak kabul edilmiştir. Kral Çastahana'nın öyküsünde,
Çastahana'nın şeytanların yalvarışlarını dinleyip onları bağışlaması da bu
düşüncenin ürünüdür. Şiddete başvurmama ilkesinin özünde barışçı bir tutum
yatar. Ahimsa - şiddet göstermeme- ilkesi yanında Hint kültüründe şiddete
yönelik, savaş yanlısı bir tutum da vardır. Bu tutum özellikle Hint Kast
sisteminde kralların, savaşçıların ve soyluların oluşturduğu Kşatriya
kastında açığa çıkar. Destanlardaki kahramanlarda ve savaşçılarda da
gördüğümüz bu savaşçı tutumunun temelinde düşmanı öldürmenin gerekli olduğu
düşüncesi yatar.(28)
Budacılık, özünde sonsuz bir dinginlik arayışından başka bir şey değildir.
Masallarla aktarılmak istenen bütün öğretiler de bu düşünceye dayanır.
Budacılık her şeyde dengeli olmak, hiçbir zaman ölçüyü kaçırmamaktır.
Ölçülü davranış insanın bütün yaşamına yayılmalı ve insan kin ve intikam
duygularından kendisini uzak tutmalıdır. Yüreğinde öç alma duygusu olan
kişinin kötülüğe kayacağı, kinin kini doğuracağı belirtilmiştir. Ölçülü
olmayı ve insancılığı yalnız Buda'nın öğretileri arasında değil Buda
döneminde Hint toplumunu etkilemiş olan Caynizmde hatta Brahmanizmde de
görüyoruz. Acımak, insan sevgisi, öldürmemek, bu üç evrensel ahlak ilkesi
iki temel düşünceden doğmuştur: İyiyi yapmak ve kötü olandan kaçınmak. Fakat
Buda bununla da yetinmemiş, iyinin ve kötünün ötesindeki duyguya ulaşmaya
çalışmıştır. Budacılı- ğa göre istisnasız bütün duygular kötüdür. Bir
duygunun iyi veya kötü olmasının hiçbir önemi yoktur. Bütün bunlara bağlanıp
kalmak kurtuluşa giden yoldaki engellere takılıp kalmak demektir.
Varlığımıza mutluluk, özgürlük ve dinginlik verecek tek şey varsa o da bütün
insanlığın iç huzuru, mutluluğudur.
Budacılığa ait Pali metinlerinde halka aktarılmak istenen, "Hiç bir canlı
varlığı öldürmemek, başkasının malında gözü olmamak, başkasının karısıyla
ilişki kurmamak, doğru olmayan şeyi söylememek, sarhoş edici içkilerden
hiçbirini kullanmamak" öğütlerinin hepsi Budacı masallarda
da işlenmiştir. Budacı masallardaki öğütler, yalın metinlerle verilmiş olan
öğütlerden çok daha canlı, çok daha içten ve geniş kapsamlıdır.