Birlik Üzerine

Emmanuel Levinas


1. Biçimsel düzen

insan bireyi, her şeyden önce bir cinse, insan cinsine ait olmanın biçimsel çerçevesi içinde düşünülmeye açıktır. O, türlere bölünen ve bölünemeyen birliğe, deneyimden gelen veriler ortasında yer alan ve yer ve zamanın belirlenmiş işaretleri aracılığıyla bilinebilir olan Birey'in mantıkça son özdeşliğine varan bir bütünün parçasıdır; Aristoteles'te, cinslerin ideal ya da soyut varoluşunun ötesinde "tek varolan" olarak değerlendirilen bu birlik, kendi özelliğinde bir olan olarak kendini yer ve zamanın içinde ortaya koyar.

Bir Birey, ötekinden başkadır. Biçimsel ötekilik: içeriği ne olursa olsun biri öteki değildir. Her bir kişi, bir diğerine ötekidir. Her bir kişi, bütün diğerlerini dışlar, onlardan ayrı varolur ve kendi payına varolur. Bu, cins topluluğundaki salt mantıkça ve karşılıklı olumsuzluktur.

Kendini ortaya koymuş olan varlığın bu olumluluğu1 ve dışlamanın bu olumsuzluğu, insan Bireyinin insanlığında biraraya gelip birbirlerini yüceltirmiş ya da suçlarmışa benzer. Tikel bireyin olumluluğu, diri olan varlıkta bir direşmedir; insan Bireyi yaşama istencinde yaşar, yani özgürlükte, kendini benin bencilliği olarak öne süren kendi özgürlüğünde yaşar, insan Bireyinin dışarda ayırt edilmez olan özdeşliği, kendi kendisiyle karşılaşmakla sanki içerden belirgince özdeşleşir. Ama insan Bireyi özgürlüğünde, kendininkini sınırlayan ötekilerin özgürlüğünü dışlamakla olumsuzluktur da. Benlerin, yine karşılıklı olan, ötekiliği: herkesin herkese karşı olası savaşı.

2. Akla sahip bireyin özerkliği

Ama Batı'ya özgü gelenek ve düşüncenin bilgeliği izlendiğinde Bireyler, conatus essendi'2lerinin ve ötekilere olan karşıtlıklarının tekelci şiddetini bilme yoluyla sağlanmış bir barış içinde aşarlar. Bu bilmedeki Akıl, hakikati güvence altına alır. İnsan Bireyleri bilinç3 sayesinde insan olacaktır. Başka başka "ben"ler, özgürlüklerinden vazgeçmeksizin, zorlama olmaksızın boyun eğdikleri akla uygun hakikatte uzlaşırlar. Bireyin özel iradesi, kişinin özerkliğine4 yükselir ki buradaki "nomos", evrensel yasa, bilinçli ve akla sahip ben'i zorlamaksızın zorlar. İstenç, pratik akıldır. Birbirlerine öteki ya da yabancı olan kişiler birbirleriyle kaynaşır. Bundan böyle tek tek kişilerin, ideal hakikatler etrafında, özellikle de Yasa'nın etrafında biraraya gelişi tamamlanır ya da en azından bu hedeflenir. Birey Devletten, kurumlardan, politikadan yola çıkarak kendini insan barışına açar. Aklın hakikati içinde yetke, dine özgü olanda bile teolojiler içinden kendini Ben'in özgürlüğüne benimsetir. Dış doğanın ötekiliğini bilim ve teknik yoluyla aşan Akıl, şeylerin eşit paylaşımına yön verir. Bundan böyle bilinç, bilme, hakikat ve bilinci zaten olanak ve sevgi olan bilgelik sözcüğün Yunanca’daki anlamıyla felsefe, bütün bilimin ve siyasetin anası, insan Bireyinin tinselliği, insanın insanlığı, Bireydeki kişi, insan hakkının kaynağı ve her doğrulamanın ilkesi olacaktır. Barış içinde yaşayan kişiler arasındaki eşitliği ifade eden tinsellik. Kendisi için varoluş olarak, refah ve özgürlük içinde sağlanan insan güvenliği olarak insan Bireyinin barışı. Olumluluğunda ve konumunda bir dinlenmenin huzuru: ben'e sağlanmış tözün tözlülüğü. Doğa tarafından öylesine farklı donatılmış insan bireyleri için, Aklın içinden geçerek bir cinsteki Bireylerin biçimsel eşitliğinin söz verildiği tarih boyunca, Devlet'in özlediği eşitlik. İnsan cinsindeki insan Bireyleri yargıya açıktırlar ve barışı yeniden kurabilecek adaletin işleyişi için gereken nesnelliğe katılırlar. Bu, biz diğer Avrupalılar için, her doğrulamanın ilkesi ve ölçütü olan ünlü insan hakkı ile insan koşulunun böylece kökende başvurduğu şemadır. İnsan hakkının Devlete ve Tümel ile Tikelin mantığına başvurusu olarak insan hakkı Bireyin insanlaşmasında, adaletinde ve barışında gözardı edilmez bir düzendir. Yine de Bireyin bu insanlaşmasının başlangıç anı burada mıdır? Tikelin barışında kendini ortaya koyan ve dinlenen siyasi yönelişine, başka bir hukuk karşılaştırmasını ve daha eski bir barış kipliğini hatırlamak düşmez mi? İşte, benim sorunum bu.

3. Avrupalı’nın Vicdan Rahatsızlığı

Ama Avrupalı’ya özgü olan modernlik saatinde ki, bu aynı zamanda bilançoların da saatidir, Avrupalı’nın vicdanı huzurlu değildir. Şanlı Akla, bilmenin yengici Aklına ait binyılların sonunda vicdan rahatsızlığı; aynı zamanda da, siyasi ama kanlı kardeş katilliğinin, evrensellik diye görülen emperyalizmin, insanın kendini beğenmişliğinin ve sömürünün ve iki dünya savaşının, baskının, soykırımların, kurban yakmanın, terörizmin, işsizliğin, Üçüncü Dünyanın sonu gelmez sefaletinin, faşizmin ve nasyonal sosyalizmin acımasız öğretilerinin bu yüzyılına kadar ve kişi savunmasının Stalinizme dönüştüğü en üst paradoksa varıncaya dek süregiden binyılların da sonundaki vicdan rahatsızlığı. Akıl, istençleri hep mi ikna etti? İstençler, bilimlerin zaferler kazanmış Aklının tarihe can verdiği bir kültürde ayak diremek ve burada hiçbir mantıkdışılığa düşmemek amacıyla hep pratik akıl mı oldular? Avrupa'nın vicdanı rahatsızdır ve merkeziliğini, mantığının parlaklığını soru konusu yapacak ölçüde, bir zamanlar yabanıl değilse ilkel diye geçen düşünceleri üniversitelerinin doruklarında yüceltecek ölçüde kendini yadsır. Barışını sağlaması gereken felsefi ayrıcalığının Avrupa'nın kendisi tarafından yadsınması! Avrupa kendi toplumsal yetersizliği tarafından ya da insan Birey'ini "varlık olarak varlığı"ndaki Yunanistan'da ortaya konulmuş olan bu sorun felsefesini ateşlemiş ve aydınlatmıştır tedirgin eden doruk noktasına ulaşmış bir bilim tarafından korkutulmamış mıdır?

Ama bu andan başlayarak, vicdan rahatsızlığının bu unsurlarının; insan Bireyi’ne, asıl açılımı, belli bir andan sonra öylesine gerekli olan bunu ilerde göreceğiz Hellenik bir anlam yüklemekle kalmayan Avrupa insanlığının zaten habercisi ve açınlayıcısı olup olmadıklarını sormak gerekir. Bütün evreni kendi bilincinde yeniden kurmak amacıyla, "Kendini tanı! "da erkenden doğan kuramsal aklın evrenselliğindeki kırık. Sevginin bütün yapabilirliklerini tüketmeyen, hatta belki kendi temel yapabilirliklerini de tüketmeyen bir bilgelik sevgisine sahip zihinden gelen çağrının tanıklığı.

4. Öldürmeyeceksin

Bu vicdan rahatsızlığı, rahat ve huzurlu belli bir kültür tasarısı karşısında, "elde edilen sonuçlar"ın yetersizliğinden kaynaklanan basit bir düş kırıklığını dile getirmez. Kuşkuculuk ya da Kynik diyalektik, her kültür bunalımında düşünme tembelliğine ve ölme korkusuna boşuna parmak basar; Avrupa insanlığının bulanıklığında, tembellik ve korkudan başka bir şey vardır: sanki bir öldürme korkunçluğu vardır. Şeylerin karşı durulmaz mantığı yoluyla kimilerine benimsetilen eziyetlerin meşruluğu konusunda, hatta kendi deneyimlerine bile felsefecinin onaması dayatıldığında, kaygı söz konusudur. Görünürde mantıksal olan her şeyin meşruluğu konusunda, Hegel'in "özdeşin özdeş olmayanla özdeşliği " diye adlandırdığı basit bakış açısı içinde benimsetilen eziyetlerin meşruluğu konusunda kaygı vardır. Kurbanların korkunç ölümlerinin ardından hayatta kalanlara düşen sorumluluğun sıkıntısı vardır. Başkalarını vuran tehlikeden sonra sağ kalmanın utancı gibi. Sanki her biri, temiz ellerle ve varsayılan ya da kesin masumiyeti içinde, açlıklara ve cinayetlere yanıt vermek durumundaymış gibi! Her birinin ölümlülüğünde, her bir kişinin kendisi için dertlenmesi, ötekinin eziyetine kayıtsız kalışın utanç verici durumunu silmemiştir.

Avrupa’daki insan olarak, gönülden eğilimimizde, istençlerimizi zorlamaksızın düzenleyen ve onları barışa yönelten asıl bilginin "muştu"sunun daha da yükseğinde On Emrin "öldürmeyeceksin" buyruğunu duymadık mı? Bir cinsi dolduran bireylerin karşılıklı ve biçimsel ötekiliğinin ardında, onların karşılıklı olumsuzluğunun arkasında, insan cinsicinsin birlikteliği adına birbirlerine benzer olan ve akılla donatılmış olan insanların her biri, Akıl yoluyla "kendi payına" barış sözü verir içinde bir başka ötekilik dile gelir. Sanki, insan çokluğu içinde, öteki insan, birdenbire ve çelişkili bir biçimde cinsin mantığına karşı olarak beni kusursuzca ilgilendiren biri olarak kendini bulur; sanki, ötekiler arasında biri olarak kendimi tam da kendimi ya da beni tek alıcısı olduğum buyruğu duymuş olarak, bu anlamda diğerlerinden ayırt edilmiş olarak bulurum, sanki bu.buyruk, her şeyden önce bana, yalnızca bana yönelmiş gibi; sanki ben, artık seçilmiş ve biricik olarak, başkalarının ölümüne ve bunun sonucunda da başkalarının yaşamına yanıt vermek durumundaymışım gibi. Cins ve bireyler mantığının silmiş göründüğü ayrıcalık: "öldürmeyeceksin" bireylerin ve cinsin olağanüstü çokanlamlılığı. Ben'in olağanüstü çokanlamlılığı: aynı anda hem varlığın ve varlık uğruna çabanın, bir kendi kendisinde, kendi üzerine çevrilen ve temelde olup kendi kendine yeten bir kendilikte kesiştiği nokta, hem de varolmanın bu aciliyetinin garipçe yürürlükten kaldırılıp askıya alınmasının ve başkalarının "işleri" için duyulan tasadaki özverinin olanaklı olduğu nokta olmak: sanki başkaları her şeyden önce bir yüzmüş gibi, onların işleri bana "bakar" ve bana belbağlar. İşte, cins içindeki bireyin ötekiliği biçimselliğinden ve mantıksal sıradanlığından kurtuldu, açık ve seçik ide bağlantısı bu yolla benden başkasına ve başkasından bana aynı anda ya da kayıtsızca gidiyordu. Sanki bilinç, burada, başkalarının bilincine olan uyumunu yitirdi.

5. Bireyselden önce biricik

Şu soruyu sormak gerek: insan Bireyinin anlam kazandığı ya da hukukla donandığı başlangıçtaki semantik durum, bir bireyden öbürüne ötekiliğin karşılıklı kaldığı ve insan Bireyi nosyonunun, cinsin herhangi bir bireyinin her biri ötekine öteki olduğundan nesnelleşmesiyle sabitlendiği cins/birey mantık şemasına eşdeğer midir? Ya da alternatifin ikinci terimi olarak insan Bireyi olarak bireye ilk açılış, diğerleri içinden bir bireyin basit nesnelleşmesi olmanın uzağında özellikli bir açılıştır; burada, açılışı yapan, nesnelleştirici bakış için gerekli mesafeyi alamadan, bağlantıdan sıyrılamadan karşılaşmanın somutluğuna kendiliğinden ait olur ve bu sıyrılamamanın, farklılığın ya da ötekinin ötekiliği karşısındaki bu kayıtsızlık yokluğunun bu geri döndürülemezliğin bir nesnelleşmedeki basit bir başarısızlık değil de başkasının farklılığı uyarınca ortaya konmuş olan hukuk olduğu açıktır; bu kayıtsızlık yokluğu içinde başkası, bir cinsteki bireyler çokluğunda biçimsel ve karşılıklı ve yetersiz bir ötekilik değil de, biricik olanın her cinsin dışında olan, her cinsi aşan ötekiliğidir. Bu haliyle aşkınlık, içkinliğin basit bir elden kaçmışı değil, yakınlık içindeki toplumsalın altedilmez üstünlüğü, barışın kendisidir. Söz konusu olan; her bir kişiye, varlıktaki konumunu sağlayan salt güvenliğin ve saldırı yokluğunun barışı değil de zaten şu kayıtsızlık yokluğunun kendisi olan barıştır. İçinde, kayıtsızlık yokluğundan, soğuk bir merakın yansızını değil de, sorumluluğun "öteki için"ini anlamamız gereken barış. Yanıt ilk dil; nefretin daha şimdiden dikkate aldığı başlıca iyilik, insan hakkının anlamını bulduğu kösnül olmayan sevgi, sevilenin hakkı, yani biricik olanın saygınlığı.

İnsanda aşkın olanın yakınlığı, cinse yayılmış bireylerin bilgisinin yer aldığı her yalnızlığın üstünde toplumsallığın artışını belirgince ifade eder. Toplumsallığın sevgi içinde artışı. Böylesine sık yıpratılmış bu sözcüğü gelişigüzel dile getirmiyoruz. Etik barış içinde ilişki, içte eritilemeyen, eşsiz ötekiye, indirgenemez olan ötekiye, biricik ötekiye gider. Yalnızca biricik olan mutlaklıkla ötekidir. Ama biriciğin biricikliği, sevilenin biricikliğidir. Biriciğin biricikliği, sevgide anlamını bulur. Ötekiliğin biricikliği, sevgililerin öznel yanılsamaları olarak düşünülsün diye değil. Tam aksine, varlığın tasasız özünde ve nesnelin çeşitli türeyişinde biriciği olanaklı kılan koşul, açıkça, böyle öznel olandır, işte, öznel yalnızca tanımak olmayıp kendini sevgi kılan öznel dolayımıyla mantıksal biçimlerin, bunların cinslerinin ve bireylerinin katılığının arasından geçerek ulaşılan biricik. Varlığın içindeki direşmenin sağır vahşetinin arasından geçerek varılan bir öte işte mutlak ötekiyle, tanınan bireyle gidilebileceğinden daha uzağa gidilen insanca barış ve yakınlık. Çeşitliliğin, kendisini bütünleyen sentez altındaki basit birliğinden farklı bir barış; ötekiyle, onun kendi mutlak ötekiliğinde kurulan bağlantı olarak barış, bireyde kişinin biricikliğinin tanınması. Mantıksal bir işlem olarak sevgi!5

6. Adalet ve biricik

Yakınlık içinde bireyin hakkının ilk baştaki anlamını ve öteki insanın biricikliğini göstermeye yönelen, kişilerarası ilişkinin bu çözümlemesi, hiçbir biçimde siyasetin tanınmaması değildir.

Bitirirken, bu ilk baştaki hukukun, insan cinsinin "kapsam"ına giren bireylerin çoğulluğu adına liberal Devlet'e, siyasal adalete nasıl götürdüğünü belirginleştirmek için; ama ötekilerin yüzüne başvurunun da, bu Devlet1 in ahlakını nasıl koruduğunu söylemek için birkaç sözümüz daha var.

İnsan çokluğu bana, beni ötekinin yakınlığından: her yargının öncesinde yer alan sorumluluktan, biricik ve kıyaslanmaz dolaysızlığı içinde bulunan yakma duyulan öncelikli sorumluluktan kurtaran bir üçüncü kişiyi unutma iznini vermez üçüncü kişiyi unutmama izin vermez diyelim. Yakın olandan başka olan üçüncü, benim yakınımdır da. O aynı zamanda, yakın olanın yakınıdır. Ne yapıyorlar biricikler, birbirlerine zaten neyi yaptılar? Yakınlığın, her yargıdan önce gelen bu sorumluluğu yüzünden birinin ötekine yaptığı haksızlıklardan habersiz olmak, benim için, kendime karşı duyduğum sorumluluğu yakınlarımın biri ve ötekiyle ilgili olarak duyduğum öncelikli sorumluluğu yerine getirmemek olur. Burada söz konusu olan, birinden ya da ötekinden göreceğim olabilecek zararları hesaba katmak ve kayıtsızlığımla bağdaşmamak değil, sorumluluğuma düşen ötekinin çektiği eziyetten habersiz olmamaktır.

Bu adalet saatidir. Yakma duyulan sevgi ve onun, yanıtlamaya giriştiğim, biricik ve kıyaslanmaz olana dayalı ilk hukuku, kendilerini, kıyaslanmaz olanları kıyaslamaya elveren Akla, bir sevgi bilgeliğine bırakır. "Öteki için''in "çılgınca" gönül yüceliğine, sonsuzuna, bir ölçü eklenir. Burada, biriciğin hukuku, insanın ilk hukuku yargıyı ve bu andan sonra da nesnelliği, nesnelleşmeyi, sentezi ilke olarak öne sürer. Burada, yargıya bağlayacak kurumlar ve adalete dayanak olacak siyasal bir yetke gerekir. Adalet, Devleti gerektirir ve kurar. Hiç kuşkusuz, burada, insan biricikliğinin, insan cinsinin bir bireyinin tikelliğine, vatandaş koşuluna kaçınılmaz indirgenmesi söz konusudur. Türetme. Kendi buyurucu gerekçelenişi, biricik ve kıyaslanmaz olan öteki insanın hukukunda kayıtlı olduğu halde.

Ama adaletin kendisi, hukukun kökenini ve bundan böyle insanca olanın tikelliğinin ve tümelliğinin kapladığı başkasının biricikliğini unutturamaz. Bu biricikliği, iktidarların, Devlet nedenlerinin, totaliter kışkırtmaların ve kolaylıkların belirlenimciliğiyle bağlanmış olan siyasal tarihe bırakamaz. O, vatandaş kimliklerinin altında gizli kalmış insan yüzünü, yargıçların ve Devlet insanlarının yargılarına hatırlatacak sesleri bekliyor. Belki de bunlar " kehanet sesleri"dir.

Gülümseten tarih tersliği! Ama kehanet sesleri, olasılıkla, her cinsin öncesinde yer alan ya da her cinsten kurtulmuş biricikliği içinde Ben'in yapabileceği öngörülmez iyilikler olanağıdır. Onlar bazen, siyasetin aralıklarında yükselen ve "insan haklan "m resmi duruşmalardan bağımsız olarak savunan haykırmalarda; bazen, ozanların ezgilerinde; bazen de yalnızca, basında ve ifade özgürlüğünün özgürlük sıralamasında birincilikle yer aldığı ve adaletin daima, adaletin yeniden gözden geçirilmesi ve daha iyi bir adalet beklentisi olduğu liberal Devletlerin halk meydanlarında işitilir.

Çeviren: Medar Atıcı

1.       Sözcüğün Fransızcası: Positivite, kökenine bakıldığında 'konulmuşluk' anlamını da taşır. Metnin içinde aynı kökten türetilmiş olan sözcükler (Poser: koymak; Position: konum gibi) sıkça kullanıldığından Latince Ponere fiilinin karşılıklarına bakmak uygun olur. Ponere: Oturmak, yatmak, koymak, yerine koymak, yerine oturtmak, sabitleştirmek, iddia etmek, öne sürmek, bırakmak, terk etmek; Positus: Mevki, konum; Positura: Tez, insanın koyduğu düzenleme. Metinde iki kez geçen Sereposer sözcüğü, dinlenmek diye çevrilmiştir, ama içinde şu anlamları da taşır: uzanmak, yan gelip yatmak, kendini bırakmak, kendini yeniden koymak, ç.n.

2.       conatus essendi: varolma çabası

3.       Sözcüğün Fransızcası: Conscience, Türkçede hem bilinç hem de vicdan anlamına geliyor., ç.n.

4.       Sözcüğün Fransızcası Autonomie: kendi kuralını kendi koyanın, kendi yönünü kendi belirleyenin durumu. Nomos: düzen, kural, yasa anlamlarına geliyor, Türkçe'deki erk sözcüğü de kendi düzenini uygulayan güç anlamında düşünülebilir.ç.n.

5.       Sevginin bu öteki içinliğinde artık ya da henüz ne Fichteci düşünü yorumun beni ne de aşkın olan öznellik var. Ama bunlar, varlık öğretisi dışında kalmalarını ve kendi 'karşılıklı değişebilir olmayan' tarzlarına ya da bu tarza ‘seçilişlerine eşdeğer olan biricikliği, başkasına devredilmez ve söz götürmez olan sorumluluğa borçludur diye düşünülebilir. Ahlak; sanki Ben'in ’bireyleşmesi'ymiş, yabancılığını her varlığa adamasıymış gibi, bu statüden kaynaklanan tanımanın konulaştırmasından önce gelecektir.


 

 

 

 

 

 


 


Ana Sayfaya Dönmek İçin Tıklayın 

  www.aymavisi.org  
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 
 + Büyüt | - Küçült  
Felsefe