Atomcu Felsefe
Atomcu felsefe tarihte üç isimle anılır. Eski Yunan’da Leukippos ve
Demokritos, Roma’da ise Epiküros’tur. Bu seminerin konusu ilk atomcular
Leukippos ile Demokritos ve onların atomcu felsefelerdir.
Atomculuk aslında felsefede ve bilimde bir yöntemdir. Kavramları parçalara
ayırarak açıklama yani tümevarımın bir çeşididir. Atomculuk kavramı sözlükte
şöyle tanımlanır: “Genel olarak kompleks ya da karmaşık fenomenleri, onları
sabit ve değişmez parçacık ya da birimlerin toplamları olarak görmek
suretiyle açıklayan , fiziki dünyanın, maddi evrenin
gözle görülemeyecek kadar küçük parçacıklardan meydana geldiğini savunan
görüş” (A. Cevizci-Felsefe Sözlüğü)
Örneğin kan tahlillerinde kanın tamamı değil bütünden alınan bir parça örnek
incelenir. Buradan şu sonuca varabiliriz ki alınan kan parçası kanın
bütününe göre, atomik bir yapı arz eder. Sosyal bir kurum incelenirken de
seçilecek iyi(bütünün özelliklerini taşıyan) bir örnek bizim bütün ile
ilgili yargı vermemizi sağlar. Yine benzer bir şekilde elma yerken ilk
alınan tad bize elmanın geri kalanının tadı hakkında bilgi verir, yani bu
parça bütünün özelliklerini taşır. Kimyacılar da atom kavramının anlamına en
uygun düşen bir şekilde maddeleri atomlarının ve moleküllerinin
özelliklerine göre yanıcı, patlayıcı, metal, ametal,
asit, baz, ekşi, tatlı gibi sınıflandırırlar.
Atomcu felsefe nasıl doğdu?
Felsefe, Antik Yunan döneminden bu yana iki ana kanaldan ilerlemiştir.
Bunlardan birincisi Herakleitos’un başını çektiği, evrende değişimin esas
olduğunu söyleyen ve onun ünlü sözü olan ‘Herşey akıp geçer.’i
sloganlaştıran değişimci kanaldır. Diğeri ise Parmenides’in değişimi
yadsıyan, evrenin tüm görüntüsünün bir yanılsamadan ibaret olduğunu söyleyen
değişime karşı kanaldır. İşte bu kamplaşmada Herakleitos ve Parmenides’ten
sonraki düşünürler, onlar kadar katı olmasalar da bir tavır aldılar. Atomcu
felsefe ise bu iki kanalı da aşarak bir çeşit ‘Tez + Antitez = Sentez’
denklemi öne sürdü. Buna göre Parmenides’in aradığı yaratılmamış, yok
olmayan, değişmeyen ‘Bir varlık’ atomcularda parçalanarak gözle
görülemeyecek kadar küçültülmüştür, ancak atomlardan meydan gelen çoklukta
yani evrende sürekli bir değişim esastır. İşte atomcu düşüncenin ana ilkesi
budur.
Atomcu düşüncenin içinden çıktığı bir önemli çelişki de Parmenides’in
birciliği (monizm) ile Empedokles’in çokçuluğu arasındakidir. Empedokles’e
göre toprak, hava, su ve ateş 4 ana elementtir. Bunların farklı oranlarda
karışmasıyla çokluk meydana gelir. Oysaki atomcularda ana öğe sayısı 4 ile
sınırlı değil sonsuzdur.
Bir de atomculuk ile Anaksagoras’ın ilişkisi önemlidir. Bilindiği üzere
Anaksagoras’ın en büyük başarısı, ilk defa olarak o maddeden, ona hareket
veren ve hükmeden kımıldatıcı gücü, nus’u (ruh ve akıl) ayırmıştır.
Anaksagoras’la felsefede dualizm başlar. Bu düşünce
daha sonra Platon ve Aristoteles’e geçerek felsefe tarihinde bugüne kadar
gelmiştir. İşte Demokritos bu akıma kapılmayarak ruhun da maddi atomlardan
meydana geldiğini söyleyerek felsefe tarihinin en güçlü materyalist
düşüncesini ortaya koymuştur.
Atomculuğun Yunan düşüncesindeki temel yanlışlara düşmemiş olması onun en
önemli artısıdır. Şöyleki o dönemin çok bilinen paradoksları doğayı
matematiksel açıklama çabasına karşın ortaya atılmıştı. Oysaki Demokritos ve
Leukippos’un atomları geometrik
olarak değil fiziksel olarak bölünemeyendir. Bu sayede bu teori kendine
sağlam bir yer edinmiştir.
LEUKIPPOS
Yaşamı:
Leukippos’un yaşamı hakkında çok az şey biliniyor. Doğum ve ölüm tarihleri
bilinmiyor. Leukippos, Miletos’ta doğdu daha sonra batıya seyahatler yaptı.
Bu seyahatlerinde Güney İtalya’ya uğradı ve orada Zenon’dan dersler aldı.
Daha sonra MÖ 450 yılı civarında olduğu tahmin edilen bir tarihte Abdera’ya
gitti ve orada bir okul kurdu.
Leukippos hakkındaki bu sınırlı bilgiler bazı düşünürlerin onun yaşamış
olduğundan bile şüpheye düşürmüştür. Örneğin atomcu felsefenin Roma’daki
temsilcisi Epiküros onun yaşamadığını söyler. Oysaki Abdera okulu ile
ilişkiye geçmiş olan Aristoteles’in onun eserleri hakkında tam bilgisi
olduğu anlaşılır. Aristoteles eserlerinde birçok kez Leukippos’u atomcu
felsefenin kurucusu olarak söyler. Yine birçok kez Demokritos’un
Leukippos’un öğrencisi olduğunu söyleyerek bu iki düşünürü birlikte anar.
Leukippos’tan günümüze ulaşan hiçbir metin yoktur. Ancak Demokritos’a
atfedilen bazı eserlerin Leukippos’a ait olduğu söylenir. Burada esas ilginç
olan Demokritos’un verdiği sayısız eserde, o zamanın gelenekleri uyarınca,
hocası Leukippos’tan hiç söz etmemiş olmasıdır. Oysaki hocasının görüşlerine
yaşamı boyunca sadık kaldığı bilinir.
Felsefesi:
Leukippos’un felsefesi yukarıda sözü edilen belirsizliklerden dolayı
Demokritos felsefesiyle birlikte anlatılacaktır. Demokritos ve Leukippos
arasında Sokrates ve Platon’unki gibi öğrenci öğretmen ilişkisi olmakla
birlikte; onlarınki gibi felsefi ayrımlar bulunmaz. Dolayısıyla ortada tek
bir atomcu felsefe fakat iki filozof vardır.
DEMOKRİTOS (M.Ö. 460-371)
Yaşamı:
Abdera’da doğmuş ya da buraya sonradan gelmiştir. Doğum tarihi üzerine türlü
söylentiler vardır. Bunların içinde en çok kabul görenleri onun M.Ö. 456 ya
da 460 yılında doğduğu yönündedir. Çok uzun süre yaşadığı bilinir. Ölüm
tarihi ise 371 yılı olarak kabul görür.
Demokritos’un babası çok zengin bir adamdır. Oğlunu iyi yetiştirdi. Onun
Persli kahinlerden ders aldığı söylenir. Bu tarz söylentilerin doğruluk
derecesi bilinemez ancak Demokritos’un doğu bilimlerini çok iyi öğrendiği
bir gerçektir. Uzun seyahatlere çıkmıştır. Gördüğü yerler arasında
Hindistan, Habeşistan ve İran da bulunmaktadır. Buralarda rahip, büyücü ve
din adamlarıyla görüştüğü düşünülür. Bu gezileri sırasında bütün servetini
harcar ve Abdera’ya döndüğünde oranın harabeye döndüğünü görür. O zamanın
kanunlarına göre servetini kaybedenlere cenaze töreni yapılmaması gibi bir
uygulama olduğundan tekrar para kazanmak için halka açık dersler verir ve bu
dersler sonucunda büyük bir serveti olur. Demokritos’un gezdiği yerler
arasında Güney İtalya’nın da olduğu, onun buralarda Pisagorculuk ile Elea
felsefesini incelediği söylenir. Ancak onu mistikliğe götürmeye çalışan tüm
iddialar onun eserlerine biraz gözatarak çürütülebilir. Çünkü onun eserleri
tamamıyla materyalist bir filozofun düşüncelerini yansıtmaktadır.
Demokritos’un yaşamıyla ilgili başka rivayetler de bilinmektedir. Yaşamının
son dönemlerinde hastalığının ilerlemesi üzerine Abdera halkı onu tedavi
etmesi için Hipokrat’ı çağırmıştır. Yine bir başka söylentiye göre
Demokritos daha kesintisiz düşünebilmek için mezarlıkların arasında
dolaşırmış. Onun bu amaçla kendi gözlerini bile kör ettiği söylenir. Bu
hikayelerin doğruluk dereceleri bilinmez ancak bunlar Demokritos’un ne kadar
şöhretli bir düşünür olduğuna işaret edebilir.
Demokritos mutlu ve mağrur ölmüştür. Bunu onun şu sözlerinden anlıyoruz :
‘Bütün çağdaşlarım arasında arzın en büyük kısımlarını gezen, en uzak
ülkeleri ziyaret etmiş olan ve birçok iklim ve sahilleri aşarak pekçok
düşünürleri dinlemiş olan yalnız benim. Hatta aralarında bir yabancı olarak
beş yıl yaşadığım Mısır geometri bilginleri de bulunduğu halde, hiç kimse
benim kadar geometrik ispat yapmaya ve yazı yazmaya muktedir olamamıştır.’
Demokritos yaşadığı dönemde büyüklüğü takdir edilmesine rağmen öldükten
sonra Yunan düşünce hayatında hızla unutulmaya yüz tutmuştur. Bunun nedenini
onun şu sözlerinden çıkartabiliriz: ‘ Bir şeyin daima aksini söylemek ve
gevezelik yapmaktan hoşlanan adam, her ne olursa olsun ciddi birşey
öğrenmeye kabiliyetli değildir.’ Atina’ya ve
Demokritos sonrası Yunan düşüncesine Sofistler’in hakim olduğu bir dönemde
onun eserlerinin unutulması doğaldır. Protagoras (Demokritos’un öğrencisi
ünlü Sofist) Atina’ya uğradığında heyecanla karşılanmıştı. ‘Ben gittim kimse
tanımadı bile’ der Demokritos. Söz sanatlarından pek hoşlanmasa da
Demokritos’un Sokrates ve Anaksagoras’ın derslerine kendini tanıtmadan
katıldığı söylenir.
Demokritos hakkında Aristoteles ve Platon iyi düşünmezler. Platon, onun
düşüncelerinden yararlandığı halde onun adını bile anmaz. Bir söylentiye
göre Platon Demokritos’tan o kadar nefret eder ki onun tüm eserlerini
toplayıp yakmak ister ancak bu girişimi iki Pisagorcu engeller. Aristoteles
Demokritos’a için: ‘ Şerefsiz bir bilgin ve her anlamdan mahrum bir
gevezelik yaratıcısı diye söz eder.’ Onun Demokritos’a yaptığı en büyük
kötülük söylemediği sözleri Demokritos’a atfederek onunla alay etmesidir.
Örneğin Aristoteles ruhun bedeni harakete geçirmesinde Demokritos’un
tesadüflere işlev yüklediğini söyler. Oysaki Demokritos tesadüfleri yadsır.
Aristoteles, Demokritos hakkındaki bu olumsuz düşüncelerine rağmen onun
felsefesini bugün anlayabilmemiz için en önemli kaynaktır. Çünkü
Demokritos’un Diogenes Laertios’ça
5 bölümde toplanmış (ahlak, fizik, matematik, müzik ve sanatlar) toplam 60
eserden günümüzde sadece 230 kadar fragman kalmıştır. Bunların da çoğu ahlak
ile ilgilidir. Buradan da kasıtlı bir tahrifat yapıldığı düşüncesi akla
geliyor.
Demokritos’un Eserleri:
Fizik eserleri Büyük dünya düzeni (Makro kozmos) ( Leukippos’un da
olabilir), Küçük dünya düzeni (Mikro Kozmos), Kozmos tasviri, Gezegenler
üzerine, Doğa, İnsanların doğası, Nus, Duyusal algılar, Lezzetler, Renkler,
Ayrı ayrı atom şekilleri yahut idealar (atomcular atoma bazen idea derler),
(Atomlardan kurulma) Algı tabloları yahut öngörü...
Matematik eserleri Algı tarzlarının ayrılığı yahut daire teğeti ve küre
teğeti, Geometri, Sayılar, Oransız çizikler ve atomlar, Cisimlerin düz
yüzeyler üzerindeki izdüşümü, Büyük tasviri, Yeryüzü tasviri, Göğün
kutuplarının tasviri, Işınlar bilgisi...
Müzik eserleri Ritim ve uyum, Şiir üzerine, Sözlerin güzelliği, Güzel ve
çirkin sesli harfler, Homeros veya dil doğruluğu ve karanlık sözler,
Şarkı...
Sanatlarla ilgili eserleri Hastalığın seyrini önceden bilme, Perhiz,
Hekimin tanıyışı, Zamansız ve zamanında müdahale soruları, Toprak bakımı,
Ressamlık, Taktik kitabı, Silahla döğüşme sanatı...
Ahlak eserleri Pythagoras, Bilgenin ruh durumu, Ölümden sonraki hayat,
Yetkinlik veya erdem, Gönül rahatlığı...
Abdera:
Abdera, Trakya kıyısında Nestos ırmağının ağzı yakınlarında kurulmuş kent.
Anadolu’nun Kiros yönetimindeki Persler tarafından MÖ 540 dolaylarında işgal
edilmesinin ardından İyonya’yı terkeden Miletos halkı, burada bir koloni
kurdu ve Trakya’nın iç bölgesiyle canlı bir ticaret gelişltirdi. Abdera MÖ
5. yüzyılda Delos birliğinin zengin bir üyesiydi. Ancak MÖ 4. yüzyılda
Trakya’dan gelen akınlardan büyük zarar gördü ve önemini büyük ölçüde
yitirdi.Abdera’nın yerinde bugün Yunanistan’ın Avdhira kenti bulunuyor.
Christoph Martin Wieland’ın Abderalılar adlı kitabında Abderalılar ve Abdera
üzerine yazılmış hiciv öyküleri anlatılır. Haldun Taner’de bu kitaptan
esinlenerek ‘Eşeğin Gölgesi Davası’nı kaleme almıştır. İşte Abderalılar’dan
bazı örnekler:
Bir keresinde, Abdera’ya güzel bir havuz yaptırmaya, onu da şehrin büyük
pazarının ortasına yerleştirmeye karar verdiler. Masrafları karşılamak üzere
hemen bir vergi saldılar, paralar topladılar ve Atina’dan çok meşhur bir
heykeltraş getirtip istenen şeyi anlattılar. Plana göre, çeşmenin etrafında
heykeller yer alacak, deniz tanrısı, sağında solunda deniz perileri,
tritonlar ve yunuslar olduğu halde, dört deniz atının çektiği bir arabanın
üzerinde görülecek, deniz atlarıyla yunusların burunlarından da sular
fışkıracaktı. Fakat her şey bitip tamamlandığında görüldü ki, Abdera’da tek
bir yunusun burnunu ıslatacak kadar bile su mevcut değildir; fıskıyeler
açıldığında da öyle oldu ki, sanki bütün deniz atları ve yunuslar heykelleri
kaldırıp Neptun mabedine taşıdılar; bir yabancıya bu heykelleri görmesi
tavsiye edildiğinde, mabet bekçisi övgüye değer Abdera şehri adına gayet
ciddi bir şekilde, böyle muhteşem bir sanat eserinden “tabiatın fakirliği
dolayısıyla” faydalanılamadığını üzüntüyle anlatır dururdu.
Bir başka sefer, Abderalılar Praxiteles’in en büyük eserlerinden biri olarak
kabul edilen, fildişinden bir Venüs heykeli satın aldılar. Heykelin
yüksekliği bir buçuk metre kadardı ve aşk tanrıçasının bir mihrabı üzerine
konacaktı. Heykel şehre geldiğinde, bütün Abdera halkı Venüslerinin
güzelliği karşısında büyülenmiş gibiydi, –şunu da ekleyelim, Abderalılar
sanattan çok iyi anladıklarını, güzel sanatları çok sevdiklerini
söylerlerdi. “Bu heykel, öyle alçak bir yere konulmayacak kadar güzel!”
dediler oybirliği ile, “şehrimize böylesine şeref kazandıran, bize de bu
kadar çok paraya mal olan böylesine büyük bir eseri ne kadar yükseğe
yerleştirirsek azdır; onu öyle bir yere koyalım ki, Abdera’ya giren bir
yabancı, ilk bu heykeli görsün”. Bu parlak düşünceye uyarak, küçük, zarif
heykeli otuz metre yüksekliğinde bir sütunun tepesine oturttular. Böylece
sütunun tepesindekinin bir Venüs mü, yoksa istiridye içinde bir deniz perisi
mi olduğu pek fark edilmiyordu gerçi, ama Abderalılar gene de bütün
yabancıları sıkıştırıp, bundan daha mükemmel bir şey olamayacağını itiraf
ettiriyorlardı.
Bize öyle geliyor ki, bu örnekler, Abderalılara biraz fazla akıllı
diyenlerin pek de haksız olmadıklarını göstermeye yeterlidir. Fakat onların
karakterini en iyi gösteren olay, Justinus’un anlattığı gibi şehirlerinin
içinde ve civarında bulunan kurbağaların fevkalâde çoğalmasına karşı bir şey
yapamayışları, yerlerini vırak vırak bağıran hemşemrilerine bırakıp,
mesele halledilene kadar Makedonya Kralı Kassander’in himayesinde başka bir
yere göçmeye mecbur kalışlarıdır.
Bu felaket Abderalıların başına habersizden musallat olmamış, aralarındaki
bir bilge, çok uzun zaman önce bunun böyle olacağını haber vermişti. Bütün
hataları, belâye defetmek için başvurdukları yoldaydı, ancak bu, kendilerine
hiçbir zaman anlatılamadı. Onların Abdera
‘dan göçmelerinden ancak birkaç ay sonra Gerania bölgesinden bir sürü turna
kuşu gelip orayı öylesine temizledi ki, Abdera’nın bir mil çevresinde baharı
vırak vırak ederek karşılayacak bir tane kurbağa bile kalmadı; bu olay
onların gözlerini açabilirdi belki, ama ne çare, geç kalınmıştı.
Felsefesine Giriş:
Demokritos felsefesinde dikkat çeken iki yön vardır. Birincisi felsefesinin
amacıyla ilgilidir. Demokritos’un felsefesi bir mutluluk felsefesidir. Ona
göre yaşamın amacı ruhun durulmuş dinlenişi, euthymie(ruh sevinci) ve
eudaimonie(mutluluk)’tur; bu amaca insan güçlükle erişebilir. Bu mutluluğa
ulaşmanın yolu ise ölçülü olmaktır, bu da eğitim ve bilgi ile edinilebilen
bir niteliktir.
İkinci yön ise Demokritos’un aslında doğa felsefesiyle uğraşmasına rağmen
doğa filozofları arasında insan üstüne ve sosyal konularda en fazla fikirler
öne süreni olmasıdır. Bu bakımdan doğa felsefesinden insan felsefesine geçiş
düşünürü, fikirleri sofistliği çok etkilediği için de, sofizme geçiş
düşünürü sayılabilir.
Atomculuk:
Demokritos’a göre varlık sonsuz sayıda çok küçük parçacıklardan kurulmuştur.
Atom (bölünemeyen) adı verilen bu parçacıklar yer kaplayan, ölümsüz,
bölünemez, belli bir biçimi olan boşlukta devinen parçacıklardır. Atomlar
harflerin kelimeleri oluşturması gibi varlığı meydana getirirler. Lego
denilen oyuncaklar atomun kavranmasında örnek olarak kullanılabilirler.
Nesneler birbirlerinden kendilerini kuran atomların şekilleriyle ve onların
duruş ve dizilişleriyle ayrılırlar. Örneğin ‘7’, ‘8’den şekliyle; ‘78’, ‘87’
den dizilişiyle; ‘8’, ‘∞’ dan ise duruşuyla ayrılır. Sadece kurucu
parçalardan birinin duruşunu değiştirmesi, bir nesnenin başka türlü
görünmesine neden olur. Unutulmamalıdır ki tragedya ve komedi aynı
harflerden kuruludur.
Demokritos ve Leukippos felsefelerini üç konu üzerine dayandırmışlardır.
Bunlardan ikisi Elea felsefesinden, diğeri ise Pisagorcu felsefeden
gelmektedir.
1) Boşluğun varlığı
2) Varlığın çokluğu
3) Uzlaşım kuvveti
Bu sisteme göre, doluluk kadar da boşluk, varlık kadar da yokluk, vardır.
‘Mademki deney bize eşyanın doğduğunu, bozulduğunu, değişip hareket ettiğini
gösteriyor, öyle ise eşyanın derinliğinde çokluk ve hareketin var olduğuna
inanmak lazımdır.’ Buradan yola çıkarak hareket varsa boşluk da vardır
denilebilir.
Leukippos boşluğu 3 deneyle ispatlar:
1) İçi külle doldurulmuş bir vazoya, ihtiva ettiği boşluklara eşit miktarda
su sığdırılabilir.
2) Bazı cisimler, basınca elverişlidir.
3) Canlı varlıkların bedenine sürekli besinler girmektedir.
Demokritos ise atomun varlığını şöyle ispatlar. Bir cisim istenildiği kadar
bölündüğü zaman, ondan ya birşey kalır ya da kalmaz. Eğer hiç bir şey
kalmazsa cisimler, hiçten birleşmiş olurlar ki, bu, varlığın yokluktan
türemesi demektir, ve bu saçmadır. Eğer son bölümde birşey kalıyorsa, onun
tabiatı ya uzamlı ve ya uzamsız olacaktır, uzamsız ise, demin reddedilen
sonuca ulaşılır ki, bu saçmadır; zira nasıl olur da uzamsız cisimler,
gerçekten uzamlı olan cisimleri verebilir? Bu açıklanamaz. Eğer uzamlı
iseler, madde sonsuz bir suretle bölünemez demektir. İşte bu unsurlara veya
uzamlı maddelere atom denir.
Atomların iki temel özelliği uzam ve katılıktır. Bu özellikler duyularla
kavranabilir değildir, onları ancak akılla kavrayabiliriz. Atomların
bunlardan başka bir de şekilleri vardır. Onlar sonsuz çeşitliliktedir ancak
bu çeşitlilik bir tür çeşitliliği değil biçim çeşitliliğidir. Bütün bu maddi
özelliklere rağmen atomların ağırlıkları yoktur. Bu da Demokritos’un önemli
bir çelişkisidir.
Atomculuğun Pisagorculuk’tan devraldığı sorun, üçüncü sorun yani uzlaşım
kuvvetinin sonuçları ile ilgilidir. Atomculara göre oluş ve bozuluşun tek
nedeni atomların biraraya gelmeleri ve dağılmalarıdır. Cisimlerin türlülüğü,
atomların şekillerinde varolan çeşitlilikten, konum ve sıralarındaki
başkalıktan meydana gelir. Bu sıranın bozulması maddenin bozulmasına neden
olur. Bugünün kavramları ile açıklarsak örneğin CO2 bizim için zararsızken
CO zararlıdır.
Demokritos ve Leukippos’un atom görüşlerini madde madde özetlersek:
1) Atomlar sonsuz sayıdadır ve sonsuz çeşitliliktedir.
2) Çokluğun kaynağı atomların büyüklük, şekil ve bağdaşmalarından
(koordinasyon) doğar. Atomlar arasında nitelik farkı yoktur. Atomların iç
hareketleri yoktur. Onlar birbirlerine ancak çarpım ve basınçla bir etki
yaparlar.
3) Hiçbir şey yoktan varolmaz ve yine hiçbir şey yokolmaz.
4) Atomlar bölünemezler çünkü sonsuz küçüklüktedirler.
5) Atomlar doludurlar, onların içine bir başka şey sokulamaz.
6) Atomların renk, tad, koku gibi nitelikleri yoktur. Bu konu bilgi teorisi
kapsamında açıklanacaktır.
7) Demokritos’ta determinizm vardır. Buna göre, atomların belli bir andaki
konumları, hızları ve onların hangi yönde hareket ettikleri bilinirse,
gelecekte nelerin olacağı tam bir kesinlik ve dakiklikle bilinebilir.
Yüzyıllar sonra belirsizlik ilkesi atomaltında durumun böyle olmadığını
gösterdi.
8) Atomları hareket ettiren ne dışsal ne içsel bir kuvvet vardır. Atomların
hareketi bir
‘gereksinim’ sonucuydu. Bu gereksinim dış şartlara bağlı olmayan içten gelen
bir gereksinimdi.
9) Atomlar, sonsuz uzayda dalgalanırlar. Bu hareket ebedi olduğundan
sebebini ve anlamını araştırmak yersizdir.
10) Dünyalar(alemler) sayısızdır. Çünkü atomlar da uzay gibi sonsuzdur. Bu
dünyaların süreleri de sınırlanmamıştır.
Demokritos’un atom teorisini Hindistan’dan aldığı yönünde iddialar vardır.
Konuyla ilgili birçok araştırmacı bu iddiaların gerçekçi olmadığını söyler.
Gerçi o dönemde Hindistan’da da bir atom teorisi vardır fakat bu teori
Demokritos’unkinden çok Yunanlılar’ın
4 element teorisine benzer. Hint biliminde Caynacılar’ın (MÖ 6.yy’da
Hindistan’da
Mahavira’nın kurduğu din ve felsefe okulu) ve Budistler’in savunduğu bu
teoriye göre doğada
4 element bir de ilahi öz vardır. Bu teori daha sonra batı düşüncesinde atom
düşüncesinin başına gelenin aksine geliştirilerek, Hint biliminde
yüzyıllarca hakimiyetini korumuştur.
Yunan atomculuğunun doğu kaynaklı olabileceğini söyleyenler şunu da hesaba
katmalıdırlar; Demokritos ve Leukippos’un düşünceleri köksüz, birdenbire
ortaya çıkmış düşünceler değildi. Bu düşünce Thales ile 6. yy’da Milet’te
başlayan daha sonra Elea’da, Atina’da devam eden felsefi düşünme geleneğinin
Abdera’daki temsilcilsidir.
Atom teorisi esas olarak bir metafizikti ve bugünün atom teorisinden temelde
bir yöntem farklılığıyla ayrılıyordu. Bugünkü teori spekülasyon yerine
dikkatli gözlemlere ve kimyasal analizlere dayanır. Ancak bölünemeyen ve
maddenin yapıtaşı olan bir atom kavramının modern bilime de kaynaklık ettiği
söylenebilir. Şimdi de atom kavramının
19.yy’da tekrar hatırlanıp nasıl bir gelişme gösterdiğine bakalım.
Modern Atom Teorisi:
1803 Demokritos ve Leukippos’un ortaya attığı atom kavramını 19.yy’ın
başlarında
bir dokumacının oğlu olan ve Manchester’deki Nonconformist New College’in
profesörlerinden John Dalton(1766 – 1844) yeniden gündeme getirdi. Dalton’un
atom teorisi
3 maddeden oluşur:
1) Her element atom adı verilen çok küçük ve bölünemeyen taneciklerden
oluşmuştur. Atomlar kimyasal tepkimelerde oluşamazlar ve bölünemezler.
2) Bir elementin bütün atomlarının kütlesi ağırlığı ve diğer özellikleri
aynıdır. Fakat bir elementin atomları diğer bütün elementlerin atomlarından
farklıdır.
3) Kimyasal bir bileşik iki yada daha çok sayıda elementin basit bir sayısal
oranda birleşmesiyle oluşur. Örneğin:
A + B AB ve A + 2B AB2
Ayrıca Dalton 20 kadar elementin (hidrojen, azot, karbon, oksijen, fosfor,
sülfür, magnezyum ...) bağıl ağırlıklarını da hesaplayarak yayınladı.
Böylece Yunan düşüncesinden Hristiyanlığa geçen 4 element kuramı tamamen
yıkılmış oldu. Daha önceden birçok bilim insanının katkısıyla toprağın,
suyun, havanın ve ateşin element olmadığı zaten ispatlanmıştı. Dalton yeni
bir element tanımı yaparak bu eski element kavramını tamamen tarihe gömdü.
1897 Bu tarihte İngiliz bilim insanı John Joseph Thomson (1856-1940)
bilinen en
hafif atomdan daha hafif parçacıkların olduğunu gözlemledi. Bunlara
‘korpüskül’ adını verdi. Biz bugün bu parçacıklara ‘elektron’ diyoruz.
1911 Bu tarihte Thomson’un öğrencisi Ernest Rutherford (1871-1937) altın
plakaya çarpan pozitif yüklü alfa tanecikleri ile ilgili deneylere dayanarak
yeni bir atom modeli ortaya attı. Buna göre atom kütlesinin büyük bölümü
artadaki çekirdekte yoğunlaşmıştır ve elektronlar bu çekirdeğin çevresinde
dönerler.
1912 Rutherford’un kendi atom modelini ortaya atmasından bir yıl sonra
1912’de Danimarkalı fizik bilgini Niels Bohr (1885-1962) kendi atom modelini
ortaya attı. Buna göre pozitif yüklü bir çekirdek ve bunun etrafında
elektronlar var fakat bu elektronlar belli yörüngelerde dönmekteydiler. Bu
yörüngeler elektronun enerjisine göre belirlenebilir.
1927 Atom teorileri 1912’den sonra da çeşitlenmesi, eski teorilerin
geliştirilmesi devam etti. Bugün de gelişim bütün hızıyla sürmektedir. Fakat
bunların içinde en önemlisi Werner Carl Heisenberg’in (1901-1976)
belirsizlik ilkesini ortaya atmasıdır. Bu ilkenin önemi onun fizikte olduğu
kadar dünya görüşlerinde de bir devrim yaratmasıdır. Bu ilkeye göre bir atom
altı taneciğin momenti biliniyorsa, taneciğin durumuna uygun bir
belirsizliğin de bulunması gerekir.
Atomcu Düşüncenin Etkileri:
Atomcu düşünce Epiküros(MÖ 341-370) ve Lucretius(MÖ 94-51) aracılığıyla
Gassendi(1592-1655) ve Bacon(1561-1626)’a geçmiş ve modern doğa biliminin
doğuşunda yardımı olmuştur. Epiküros’un felsefesi Demokritos’un
felsefesinden 4 noktayla ayrılır:
1) Epiküros’ta atomların ağırlıkları vardır.
2) Atomların farklı büyüklük ve şekillerde oldukları düşüncesini
bölünebilirliğe götüreceği için Epiküros reddeder.
3) Epiküros Demokritos’taki determinizme karşı çıkar. Ona göre atomlar
aşağıya düşerlerken, yollarından sapabilirler bu da determinizme aykırıdır.
4) Yine 3. maddedeki nedenlerden koşullardan dolayı doğada rastlantı da
vardır.
Gassendi, Epiküros’un görüşlerini 17. yy’da gündeme getirmiştir. Atomculuğu
destekleyen Gassendi, farklı bir maddeci anlayışla tanrı var olduğunu fakat
onun varlığının da maddi olduğunu söyler. Buna göre doğa ve tanrı, mekanik
ve matematiksel (Gassendi aynı zamanda matematikçidir) olarak
açıklanabilirler.
Fizikten ereksel(amaç) nedenleri atan Bacon’a göre, Demokritos’un felsefesi
bu anlamda Platon ve Aristoteles’in felsefesinden daha doğru ve sağlam bir
felsefedir. Bacon’da maddeci ve mekanist bir bakış açısını savunmuştur.
Evren(kozmos) Kuramı:
Demokritos’a göre evrenin bir yaratıcısı yoktur bu yüzden de evren zaman
bakımından sınırsız, töz bakımından ise değişmezdir. Şimdi meydana gelen
şeylerin hiçbir başlangıcı yoktur, genellikle sonsuz zamandan beri
‘zorunluluk’ içinde düpedüz herşey, olmuş olan, olmakta olan ve olacak olan,
önceden bulunur. Herşey yani atomlar yaratılmadığından zorunlu olarak hiçbir
şeyin yaratılmadığı söylenebilir.
Leukippos ile Demokritos çokluk bakımından sonsuz kozmosların sonsuz boşluk
içinde çokluk bakımından sonsuz atomların bir araya gelmesiyle
kurulduklarını ileri sürüyorlar. Bir Demokritos öğrencisine göre :
(Aristoteles aktarıyor) Sonsuzluk içinde yalnız bir kozmos bulunduğunu kabul
etmek, büyük bir tarlada yalnız bir tek başağın büyüdüğünü söylemek kadar
saçmadır. Ayrıca yine aynı kaynağa göre kozmosların aralıkları eşit değil,
bazı yerde daha çok, bazı yerde daha azdır, kozmosların birtakımı
büyümekteler, birtakımı olgunlaşmışlar, başka birtakımı ise göçmekteler,
burada meydana geliyorken, başka bir yerde yok oluyorlar. Yok olmaları
birbirleri ile çarpışmaları yüzündendir.
Demokritos’a göre dünyalar şöyle meydana geliyor: Sınırsızlık içinde şekil
bakımından çeşitli tek tek atom cinsleri büyük boşluğa düşüyorlar, hep
birlikte bir tek kasırga meydan getiriyorlar, bu kasırga ile birbirlerine
çarpıyorlar ve çeşitli şekillerde çepeçevre dönüyorlarken benzerler ayrılıp
biraraya geliyorlar. Çoklukları yüzünden bir-ölçüde dönemedikleri için
inceler kalburdan geçmiş gibi dış boşluğu gidiyorlar; ötekiler birarada
kalıp, birbirleriyle örülerek hep birlikte hareket ediyor ve küre biçiminde
bir sistem meydana getiriyorlar. Buradan da anlaşılacağı üzere Demokritos’un
evren görüşü, mutlak anlamda
determinist bir evren görüşüdür. Başka bir deyişle, onun görüşüne göre
evrenin belli bir andaki hali evrenin bundan bir önceki halinin zorunlu
sonucu olarak ortaya çıkar.
Ruh Kuramı:
Demokritos’a göre ruh da doğadaki diğer atomlardan ayrı tinsel bir kuvvet
değildir. O şöyle söyler: ‘Ruh, ince, pürüzsüz, parlak, yuvarlak ve ateş
atomlarına benzeyen bir atomdur. Bunlar herşeyden daha fazla
hareketlidirler; ve her cisme sokulabilen bu hareketlerden hayati olaylar
doğar.’ Buradan şu sonuç çıkar: ruh maddeden ayrı değil, maddeyle
beraberdir. Dolayısıyla ruh evreni düzenleyen bir kuvvet değil maddenin bir
türüdür. Bu tür ateşli atomlardan meydana gelir. Bedende ruh atomları diğer
atomların arasına girerler. Yani diğer türlerden iki atomun arasına bir ruh
atomu girer. Bu çok hareketli ruh atomlarının bedenden uçup gitme tehlikesi
vardır. Buna solunum engel olur. Soluk alıp vererek bedenimize sıcak hava
desteği sağlandığı gibi bedenimizden sıcak havanın uçup gitmesi de
engellenir. Bu direnme hareketi durduğu zaman canlı ölür. Demek ki ruh da
madde gibi ölümle birlikte yok olur. Demokritos’un bu düşünceleri adeta
solunumun oksijen gereksinimiyle ilgili olduğunu sezdiğini akla getirir.
Demokritos’a göre ruh atomları bütün evrene yayılmıştır, mekanik prensiplere
göre hareket ederler ve bütün evrende yaşamı meydana getirirler. Ona göre
düşünce de bir harekettir ve onun da kaynağı ruh atomlarıdır. Yine tüm ruh
durumlarının bedende durakları vardır. Düşünce beyinde, öfke kalpte, istek
ise karaciğerdedir. (öfkelenince kalbi sıkışıyor olabilir) Ayrıca düşünür
tutarlı bir biçimde bitki ve hayvanlarda da ruh olduğunu öne sürer.
Bilgi Kuramı:
Demokritos bilgi kuramı bakımından bir yönüyle empirist yani deneyci, diğer
bir yönüyle de rasyonalist yani akılcı olarak nitelendirilebilir.
Empiristtir çünkü bilgi kaynağımızın duyumlarımız olduğunu söyler, fakat
aynı zamanda rasyonalisttir çünkü atom bilgisinin yalnız akılla
kavranabileceğini savunur. Ancak materyalist düşünürümüzün bu akılla
kavramanın duyumlarımızın yetersizliği nedenine bağlaması gerekir aksi
takdirde Demokritos’un tam materyalistliği tehlikeye girer. Teknolojinin
gelişip bizim sonsuz küçük denilen parçacıkları görebileceğimizi düşünememiş
dahi olsa böyle bir soruya hayır cevabı veremez.
Demokritos’a göre duyumların kaynağı dokunmadır. Bu dokunma iki atomun
birbirine dokunmasıdır. Bu etki çarpım etkisidir. Buna göre tüm cisimler
idol ya da izolon adı verilen
ve kendilerine benzeyen atomlar yayarlar. Bu atomların duyu organlarının
atomlarına çarpmasıyla duyumlar meydana gelir. Renk, koku, tad gibi
duyumlarda atomların çarpışmasından meydana gelir. Sıcak, yuvarlak
atomların; beyaz, göz için cilalı atomların; siyah ise pürüzlü atomların
yayılmasıyla duyulur. Ekşi tadın kaynağı ise köşeli atomlardır.
Aristoteles atomcu bilgi teorisini şöyle eleştirir: Demokritos ve duyusal
algılar üzerine konuşan doğa filozoflarının çoğu pek yersiz bir şey
yapıyorlar; çünkü bütün algılanmış şeyleri dokunulmuş şey yapıyorlar. Bu
böyle olduğu takdirde öteki duyulardan herbirinin yoklama duyusu olacağı
açıktır.
Demokritos cisimlerin ağırlığını, hafifliğini, yumuşaklığını ve sertliğini
atom şekillerinin büyüklüğü ve küçüklüğüyle ve bu atom şekillerinin
duruşunun gevşekliği yahut sıkışıklığıyla, soğukluğu sıcaklığı ve bütün
öteki duyu algılarını ise vücuda sokulan atomların çeşitli şekilleriyle
açıklar. Böylelikle birinci sıradan, yani sertlik, ağırlık gibi, nesnelerin
kendilerinde bulunan niteliklerle renk ve lezzet gibi ikinci sıradan
nitelikler diye bir ayrım İngiliz empiristi John Locke(1632-1704)’dan önce
yapılmış oluyor.
Bilindiği üzere Locke nesnelerin nitelikleriyle ilgili; birincil ve ikincil
nitelikler olmak üzere bir ayrım yapar. Buna göre; hareket, sessizlik,
büyüklük, şekil, katılık, sayı, yapı gibi nitelikler, madde ya da varlığın
birincil nitelikleridir. Bu nitelikler maddenin kendisinde varolur, yani
onlar, varoluşları için bilince ve insan zihnine bağlı değillerdir. Buna
karşın ikincil nitelikler, renk, ses, koku gibi duyumlanan niteliklerdir ve
onlara, bizde, maddede varolan birincil niteliklerin neden olduğuna
inanılır. Bu niteliklerin varoluşları, zihnin bilme, duyumlama ya da
algılama faaliyetine bağlıdır.
Demokritos’un bilgi teorisine göre insan bilgisi iki bölümlüdür. Birinci
bölüm karanlık bölümdür. Karanlık bölümü görme, duyma, tadma, koklama gibi
duyu bilgileri oluşturur. Bu bilgiler görecelidir. İkinci olan aydınlık
bölümü ise akıl ve sezgi yoluyla elde edilen bilgiler oluştuturur. Bu tür
bilgilerin doğruluğu göreceli değildir.
Düşünür bilginin karanlık tarafının, küçüğü göremediği, işitemediği,
koklayamadığı, dokunma ile algılayamadığı zaman tersine olarak daha inceye
yöneleceğini söyler. (araştırmanın yönelmesi gereken yön atom bilgisidir) Bu
yönüyle atom Platon’un idealarına benzer ve tek gerçek bilgi olarak
nitelendirilir. Çünkü Demokritos’a göre aslında renk, tatlı, acı yoktur
sadece atomlar ve boşluk vardır. Bunlar yanılsamalardır. Buna rağmen
düşünür, duyumların önemini şu sözüyle anlatır: “Zavallı akıl, kanıtlarını
bizden alarak bizleri yere vurmak mı istiyorsun? Yere vurmak senin için yere
yıkılma olacak.” Buradan şu sonuç çıkar, akıl ne kadar üstün olursa olsun
duyumlara muhtaçtır.
Demokritos akıl yürütmeyi duyumun üstüne koymasını şöyle açıklar. Cisimlerin
yaydığı idoller duyu organlarına ulaşıncaya kadar o kadar bozulurlar ki biz
onların ancak değişken hayallerini görebiliriz. Evrenin iki ebedi ilkesi
atom ve boşluk ancak akıl ile kavranabilir. Bütün bunlara rağmen doğru bilgi
konusunda ne kadar şüpheci olduğunu Demokritos’un şu sözlerinden anlıyoruz:
‘Hiçbir doğru şey yoktur, veya eğer doğru varsa onu biz bilmiyoruz.’ – ‘ Ne
üzerine olursa olsun doğruyu tanımak bizim için imkansızdır. Doğru bir
uçurumun derinliğindedir.’ – ‘Bazı şeyleri bilip bilmediğimiz de, veya en
tam bir bilgisisizlik içinde yaşayıp yaşamadığımızı da bilemeyiz. Hatta bazı
şeyler var mı, yoksa hiçbir şey yok mu olduğunu da bilemeyiz.’
Ahlak Görüşleri:
Demokritos, mutluluğu yaşamın amacı sayar. O, bu mutluluğu, sağlık, iyi huy
ve ruhun huzurunda arar. Şart olarak da ölçülülüğü koyar. Ona göre hazzın
nesnesi beden değil ruh olmalıdır. Bedeni değil ruhu tatmin etmeye
çalışmalıyız. Hiçbir şeye karşı tutkulanmamak, korku ve ümitsizlikten
uzaklaşmak; kendini herşeye hazırlamış olmak, her türlü tasa ve kaygı
sebeplerin ve en başta evlenmeden kaçınmak, hayatını bir kadına bağlamaktan
ise, başkalarının çocuklarını evlat edinmek, yüce iyiliği ruhun değişmez bir
denge ve uyumunda görmek, gibi esaslar, onun bilge kişiye sunduğu başlıca
ahlak ve yaşam kurallarıdır.
Demokritos için erdem bütün davranışların birbiri ile uyumudur. Bu erdem
anlayışı daha sonra Platon’da da karşımıza çıkar. Platon’a göre ruh üç
parçalıdır; erdem ise her bir parçanın kendi işlevini en iyi biçimde yerine
getirmesidir. Üç parçanın ayrı ayrı erdemleri bilgelik, cesaret ve ölçülülük
olup, bunlar gerçekleştikten sonra, üç parçadan meydana gelen bütünün uyum
içinde olması da adalet erdemidir.
Demokritos’un ahlak ile ilgili görüşlerini birer kural olarak
düşünmemeliyiz. O iyi yaşam ile ilgili hiçbir genel şart ileri sürülmemesi
gerektiğini düşünür. Onunkiler iyi yaşam için sadece birer tekliften
ibarettir.
Onun ahlakla ilgili bazı sözleri şöyledir:
Aşağıdaki görüşleri Çin felsefesinde Lao-Tsi’nin ‘Kendilerini Tao’ya
verenler işlerini hergün biraz daha azaltırlar’ sözünü andırır.
Gönül ferahlığı içinde yaşamak isteyen bir kimse ne kendi ne de kamu
sorunlarında birçok işi birden bir arada yürütmeye kalkışmamalıdır. Ve
yaptığı işte de gücünü yeteneğini aşmamalıdır. Şansı yaver gitse ve görünüşe
göre her şey onu yükseltmeye çalışır görünse bile, gücünü aşan işlerle
ilgilenmemeye ve onlara elini sürmemeye dikkat etmelidir.
Sokrates’ten önce ruhumuza özen göstermemiz gerektiğini söyler.
İnsanlara yakışan, ruhu vücuttan çok hesaba katmaktır; çünkü ruhun
yetkinliği vücudun zayıflığını doğrultur, düşünceyle birarada olmayan vücut
gücü, insanı hiçbir şeyde daha iyi kılmaz
Mutluluk da ruhundur, mutsuzluk da.
Yalnız düşmanları değil, hazları yenen de yiğittir. Bazıları ise
şehirlerin efendileri, kadınların da köleleridir.
Sahip olmadıklarından acı duymayan, sahip olduklarından sevinç duyan kişi
anlayışlıdır.
Şiddetli ağrılar içinde kaskatı kesilen nefsin ıstırabını akılla kaldır,
uzaklaştır.
Yemede içmede yahut sevgi işlerinde tam kararı aşarak hazlarını mideden
alanların hepsi için ve kısa bir zaman, yiyip içtikleri müddetçe sürer,
acılar ise pek çoktur. Çünkü bu arzulama aynı şeyler için daima mevcuttur,
ve arzulanan şey onların olunca haz hemen geçer gider, onlarda kısa bir
hazdan başka bir şey kalmaz ve yeniden aynı şeylere gereksinim duyulur.
Kadın ve çocuk üzerine düşünceleri...
Kadın kötü düşünceler için erkekten çok daha ateşlidir.
Az konuşma kadının süsüdür: süsün sadeliği de güzeldir.
Damattan yana mutlu çıkan oğul bulur, mutsuz çıkan kızını da kaybeder.
Çocuk yetiştirme şüpheli bir iştir: başaranın döğüş ve üzüntü dolu bir
hayatı olmuştur, başaramayanın da daha büyüğü olmayan bir acısı.
Çocuklar için haddinden çok para yığma mal düşkünlüğünün ayrı bir şeklini
açığa vuran bir bahanedir.
Eğitim ile ilgili görüşleri...
Erdem yolunda kuvvetli bir eğitimci olarak görünecek olan kimse, doğru
yolu gösterme ve sözle inandırma yolunu tutandır, kanun ve zor yolunu değil.
Çünkü kendini haksızlıktan kanunun alıkoyduğu kimse olasılıkla gizlice
yanlış yolu tutacaktır; ödeve inandırma tarafından götürülenden ise ne
gizlice, ne de açıkça yanlış birşey yapması beklenmez.
Kötülerle sürekli birarada bulunma kötülüğe yeteneği arttırır.
Gençlerde akıllılık, yaşlılarda akılsızlık bulunduğu olur; düşünceliliği
öğreten zaman değil, zamanındaki eğitim ve yaratılıştır.
Yaşlılık üzerine...
İhtiyar gençlikten geçmiştir; gencin ihtiyarlığa ulaşabileceği belli
değildir. İmdi tamamlanmış mal, gelecekteki ve şüpheli olandan ağır basar.
İhtiyarlık hiçbir şey eksilmeden vücudun organlarının kesilmesi demektir;
herşey vardır, hepsi muhtaçtır.
Kader görüşü
İnsanlar düşüncesizliklerini gizlemek için kendilerine bir kader heykeli
yaptırmışlardır; çünkü kader pek nadir olarak düşüncelilikle savaşır,(kadere
düşünceyle yaklaşma) hayatta en çok şeyi yola koyan anlayışlı keskin
görüşlülüktür.
Uyuşmuş ruhun hakim olunamayan kaderini akılla kov.
Şu sözleri ;‘Duvara dayanma yıkılır, insana güvenme ölür’ sözünü
çağrıştırır.
İnsan için en iyi şey yaşamı boyunca şen olmak ve olabildiği kadar
kederden uzaklaşmaktır. Bu da kendimizi geçici şeylere bağlamamakla olur.
Kanaatkarlığa sık sık vurgu yapar.
Orta bir talih, bütün servetlerden daha çok güven verir.
Açlığa ve yorgunluğa karşı en tatlı ilaç, bir parça arpa ekmeği, bir saman
döşektir.
Demokritos’ta yaptırımdan uzak ahlak düşüncesi göze çarpar.
Kötü işlerden korkuyla değil, ödev duygusuyla uzaklaşmalıdır. Çünkü
kötülük yapan, kötülüğe uğrayandan daha talihsizdir.
Bir insanı erdemli yapmak için kanun ve zorlamaya başvurmaktan çok teşvik
ve inandırma yolunu tutan başarı gösterebilir.
Hakseverlik görüşü... Kant’ın ahlakını andırır.
Haksızlık etmemekle öğünmeye değmez, onu akıldan bile geçirmemelidir.
İnsan başkalarından asla kendinden korktuğundan çok çeknmemelidir. Kimse
öğrenmeyecek olsa da bütün insanların öğreneceği halden çok kötülük
yapmamalıdır. Tam tersine en çok kendinden çekinmeli ve şu, kanun olarak
ruhun karşısında bulunmalıdır: yakışmayan hiçbir şeyi yapmamalı.
Haksızlığa uğrayanı bütün gücümüzle korumak ve haksızlığın yapılmasına
engel olmak borçtur.
Söz, eylemin gölgesidir.
Doğruyu söylemek gerektir, çok söylemek değil.
Özgürlüğün öz malı açık sözlülük, tehlikesi uygun zamanın bilinmesi.
Demokritos ekonomik eşitliği savunur.
Zenginler, fakirlerin ihtiyaçlarını gidermeyi, onlara yardım etmeyi,
onları sevindirmeyi düşünebilselerdi, yurttaşlarda hemen bir an kadar kısa
bir zaman zarfında şefkat, dayanışma, kardeşlik, yardımlaşma ve bunlara
benzeyen ve sayılamayacak kadar çok nimetler görülebilirdi.
Demokritos, açık fikirlilikten yanadır.
Taze günün taze düşünceyle başlasın.
Soycu değil, evrenselcidir.
Bilgeye her ülke açıktır.Çünkü asil bir ruhun vatanı bütün dünyadır.
Özgürlük Görüşü:
İnsan eylemlerinde şansa ve tesadüfe yer vermez ve bireysel özgürlüğü
savunur. Demokritos’un ahlakında özgür insan, akıl ve bilgelikte iradesine
hakim olan insandır.
Matematiğe Katkısı:
Matematiğe katkısı bugün bilebildiğimiz kadarıyla paradoksal ve felsefidir.
“Bir koni bir düz yüzey ile hemen tabanı düzlemine kesilirse bu kesitleri
nasıl düşünmek gerek, birbirine eşit mi yoksa değil mi? Birbirlerine eşit
değillerse koni basamak basamak girinti ve çıkıntılı olacağı için onu
orantılı olmayan bir şekle sokacaktır; eşitseler dilimler de eşit olacaklar
ve birbirine eşit olmayan değil de eşit olan dairelerden kurulmuş olacağı
için koni silindir kılığına girmiş olarak görünecektir, bu ise anlaşılır
birşey değildir.”
Yönetim Görüşü:
Demokritos’un yönetim anlayışı demokratik ve eşitlikçi bir karakterdedir.
Demokritos’un materyalist atomcu felsefesi, olayları ve bazı sosyal
kurumları
‘tanrısal’ gören aristokratik idealist düşünüşe kapılarını kapatmış olur.
Düşünürün tarih görüşüde idealist ve mitolojik tarih görüşünden ayrılan
evrimci bir çizgidedir. Devlet ve toplum dabu evrimin bir noktasında
sonradan belirmiş kurumlardır. Devletin kaynağı, insanların gereksinimlerini
karşılamak için yaptıkları çalışmalardır. Aristokratik inançtaki gibi tarihi
ve sosyal kurumları tanrıların yarattığını, aristokratik düzenin başındaki
asillerin ‘tanrı soylu’ olduklarını söylemeyip, bir zamanlar hepsi birden
ilkel olan insanların, karşılıklı gereksinmelerini daha iyi sağlamak için,
işbirliği ve işbölümüne giderek devleti kurmuş olmaları fikri, demokratik ve
eşitlikçi niteliktedir.
Yine Demokritos’taki ölçülülük kavramının demokrat düşünceye yönelik
olduğunu söylenebilir. Çünkü ölçülüğe en çok olanak sağlayan şey eşitlik ,
elbet zenginler ve fakirler arasında büyük uçurumların olduğu oligarşi ve
aristokrasilerde değil, demokrasilerde bulunacaktır. (Bugünkü demokrasiyle
karıştırmamak gerekir)
Demokritos’a göre insan için en iyi olan, iyi hükümet ve kanunlardır, bu da
demokrasiyle gerçekleşebilir. Bu konuyla ilgili şöyle bir sözü vardır: “Bir
oligarşide zengin ve bağımlı yaşamaktansa, demokraside hür ve fakat fakir
olarak yaşamayı tercih ederim.” Ancak toplumun Platon’da olduğu gibi
bilginlerce yönetilmesi yönündeki tavrı Demokritos’un tam demokratik
olamayıp, yönetimin en iyi vatandaşların elinde olduğu ılımlı bir
demokrasiden yana olduğu da bir gerçekliktir.
Tanrı Görüşü:
Atomcu düşüncede tanrıbilim yoktur. Buna rağmen tanrı kavramıyla ilgili
Demokritos önemli tesbitler yapmıştır.
Demokritos, evrene canlılık veren unsurlara bazen ‘tanrılık’ adını
vermiştir. Bu unsurlar aslında, insanlarda olduğu kadar, yıldızlarda da
bulunan yuvarlak atomlardır. Bu nedenle doğadan ayrı ve üstün olan bir ilk
sebep yoktur. Fakat insanlar gene de tanrılara inanır. Demokritos bu
geleneksel inançları doğru bulmaz. Ona göre, dünyanın çevresinde olağanüstü
büyüklükte ve insan şekline benzeyen bir takım atomlar uçuşur. Bunlar bir
takım öcüler (fantomes) ‘dir. Bunlar da insan gibi ölümlüdürler. Fakat
bizden daha uzun yaşarlar ve yaşamımız üzerinde bazı etkileri vardır.
Örneğin onlar, uykuda olanlara rüya gördürürler.
Demokritos, insanlarda varolan tanrı düşüncesinin, onların gök gürültüsü,
yıldırım, ay ve güneş tutulması gibi bir takım doğa olayları karşısında
hissettikleri korku nedeniyle olduğunu söyler.
Demokritos, rüyalarımıza giren ve halkın herbirini bir cin bir şeytan gibi
hayal ettiği tanrıların aslında birtakım özel atomlardan başka birşey
olmadığını ve bu atomların da
yokolduğunu söyleyerek; tanrıbilimin, ruhun ölmezliği, ahiret hayatı,
tanrısal bir ödül ve ya cezanın ümit ya da korkusu gibi kavramlara
sisteminde yer vermez. Bu kavramların kökeniyle ilgili şunları söyler:
‘Ölüme mahkum olan doğamızın çözülüp gideceğini bilmeyen fakat yaşamlarında
işlemiş oldukları kötülükleri bilen bazı kimseler, ölümden sonraki yaşama
dair birtakım uydurma masallara kapılarak bütün ömürlerini heyecan ve kaygı
içinde geçirirler.’
Son olarak Demokritos için anlatılan güzel bir öykü var. Demokritos
sofrasına gelen incirleri yerken bir bal kokusu almış ve hemen bir
araştırmadır başlamış kafasında, o güne dek incirlerinden almadığı bir koku
nereden gelebilir diye. Merakını gidermek için kalkmış sofradan, incirlerin
toplandığı yeri görmeye gitmek istemiş. Sofradan niçin kalktığını duyan
hizmetçi kadın gülmüş: Boşuna zaman kaybetmeyin, demiş; incirleri bal
çanağına koymuştum toplarken. Demokritos’un canı sıkılmış bu araştırma
fırsatını kaçırdığı için. Hadi be sen de, demiş hizmetçi kadına, keyfimi
kaçırdın; ama ben yine de bal kokusu incirde kendiliğinden varmış gibi
nedenini araştıracağım.
Yukarıdaki öyküde anlatıldığı gibi doğa filozofları Anaksagoras’ın da dediği
gibi
‘doğayı izlemek için’ yaşadılar. Onların merak eden araştıran anlayışları ne
yazık ki felsefeye hakim olamadı. Onlardan sonra felsefe bambaşka bir
çizgiye, idealist kampın egemen çizgisine kaydı.
Kaynaklar:
1) Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yayınları, İstanbul, 2002
2) Cemil Sena, Filozoflar Ansiklopedisi, Remzi Kitabevi
3) Bertrand Russell, Batı Felsefesi Tarihi, (çev) Muammer Sencer, Say
Yayınları, İstanbul, 2000
4) Colin A. Ronan, Bilim Tarihi, (çev) Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu, Prof.
Dr.
Feza Günergun, Tübitak Yayınları, 2003
5) Christoph Martin Wieland, Abderalılar, (çev) Prof. Dr. Vural Ülkü, Kültür
Bakanlığı Yayınları, Mersin, 1992
6) Walter Kranz, Antik Felsefe, (çev) Suad Y. Baydur, Sosyal Yayınlar,
İstanbul,
1994
7) Paul Cartledge, Democritus, Phoenix, London, 1998
8) Alaeddin Şenel, Eski Yunan’da Eşitlik ve Eşitsizlik Üstüne, AÜ SBF
Yayınları, Ankara, 1970
9) Afşar Timuçin, Düşünce Tarihi, İnsancıl Yayınları, İstanbul, 1997
10) Karl Heinrich Marks, Demokritos ile Epiküros’un Doğa Felsefelerindeki
Ayırım, (çev) Saffet Babür, Ayraç Yayınları, Ankara, 2001
11) Gökhan Tok, Atomun Merkezindeki Kent Abdera, Tübitak Bilim ve Teknik
Dergisi, Nisan 2001
12) Montaigne, Denemeler, (çev) Sabahattin Eyüboğlu, Cem Yayınevi, Şubat
1994