Günlük Yaşama Uygun Meditasyonlar

Osho


Geçmişte yapılan hatalardan biri buydu: yirmi dakika meditasyon yaparsın ya da günde üç kez meditasyon yaparsın ya da günde beş kez meditasyon yaparsın. Temel fikir her gün birkaç dakikanın meditasyona ayrılması gerektiğidir. İyi de kalan yirmi üç saat kırk dakika içinde ne yapacaksın? Meditasyona zıt bir şey olacağına hiç şüphe yok. Doğal olarak, yirmi dakika içinde elde ettiğin şey, günün geri kalan zamanında kaybolup gidecek.

Meditasyona tamamen farklı bir yerden bakmanı istiyorum. Yirmi dakika ya da kırk dakika meditasyon yapmayı öğrenebilirsin, öğrenmek işin bir yanıdır ama ondan sonra öğrendiğini güne ve geceye taşımak zorundasın. Meditasyon aynı kalp atışın gibi olmalı.

doğal ve kolay

Her fırsat bulduğunda, birkaç dakikalığına nefes sistemini rahatlat, başka hiçbir şey yapma. Bütün bedeni gevşetmeye gerek yok. Trende ya da uçakta ya da arabada otururken, kimse bir şey yaptığını fark etmeyecek. Sadece nefes sistemini gevşet. Doğal haliyle görevini yapmasına izin ver yeter. Sonra gözlerini kapat ve nefesi izle, girişini, çıkışını, girişini... Konsantre olma! Konsantre olursan, sorun yaratırsın, çünkü o zaman her şey bir huzursuzluk nedeni olur. Arabanın içinde otururken konsantre olmaya çalışırsan, arabanın gürültüsü huzursuzluğa neden olur, yanında oturan insan huzursuzluğa neden olur.

Meditasyon konsantrasyon değildir. Yalnızca farkındalıktır. Sadece gevşer ve nefesi izlersin. Bu izleyişte hiçbir şey dışarıda kalmaz. Araba mı homurdanıyor, hiç problem değil, kabul et. Trafik akıyor, tamam, hayatın bir parçası. Yanındaki vatandaş horluyor, kabul et. Hiçbir şeyi reddetme.

Gerçeklerden kaçamazsın. Yüzleşmek daha iyidir, kabul etmek, gerçeği yaşamak daha iyidir. Gerçek ve içten bir hayat yaşamaya başladığında, bütün sorunlar yok olmaya başlar, çünkü çatışma ortadan kalkar ve sen artık bölünmüş değilsindir. Sesinin bir bütünlüğü vardır, tüm varlığın bir orkestra olur. Şu anda, sen bir şey söylediğinde, bedenin başka bir şey söylüyor; dilin bir şey söylediğinde, gözlerin aynı zamanda başka bir şey anlatmaya devam ediyor.

İnsanlar sık sık bana gelir ve ben de onlara, 'Nasılsın?' diye sorarım. Onlar da, 'Çok, çok mutluyuz,' der. Buna inanamıyorum, çünkü yüzleri o kadar donuk ki, neşe yok, sevinç yok! Gözlerinde parıltı yok, ışık yok. 'Mutluyuz,' dediklerinde, zorlanarak söylüyorlarmış gibi, 'mutlu' kelimesi bile kulağa çok mutlu gelmiyor. Tavırları, sesleri, yüzleri, oturuşları ya da ayakta duruşları, her şey mutlu olduklarını yalanlıyor, başka bir şey ifade ediyor.

İnsanları izlemeye başla. Mutlu olduklarını söylemeye başladıklarında, izle. Bir ipucu ara. Gerçekten mutlular mı? Bir taraflarının başka bir şey söylediğini hemen fark edeceksin. Ondan sonra, zaman zaman kendini izle. Mutlu olduğunu söyleyip de mutlu olmadığında, nefesinde bir düzensizlik olacak. Nefesin doğal olamaz. Bu imkansız. Çünkü asıl gerçek, mutlu olmadığın. 'Mutsuzum,' demiş olsaydın, nefesin doğal kalacaktı. Anlaşmazlık olmayacaktı. Oysa sen, 'mutluyum,' dedin. Bir şeyi, su yüzüne çıkmak üzere olan bir şeyi hemen bastırıyorsun, inmeye zorluyorsun. Bu çaba nefesinin ritmini değiştirir; nefesin artık ritmik değildir. Yüzün artık çekici değildir, gözlerin yanıltıcı olur.

Önce başkalarını izle, çünkü bunu yapmak daha kolay olacaktır. Başkaları hakkında daha tarafsız olabilirsin. Onlarla ilgili ipuçları bulduğunda, aynı ipuçlarını kendin için de kullan. Sesinin tonunun gerçeği söylediğinde ahenkli, yalan söylediğinde sinir bozucu olduğunu gör. Gerçeği söylediğinde teksin, bütünsün; yalan söylediğinde bütün değilsin, bir anlaşmazlık ortaya çıktı. Bu algılaması güç olayı izle, çünkü bunlar bütünlüğün ya da bütün olmamanın sonuçlarıdır.

Her ne zaman bütün olur, parçalara ayrılmazsan; her ne zaman tek, birlik içinde olursan, birden bire mutlu olduğunu göreceksin. 'Yoga' kelimesinin anlamı budur. Bir yogiyle anlatmak istediğimiz şey budur: bütün olan, birlik içinde olan kişi; bütün parçaları birbiriyle bağlantılı, çelişkili değil; parçalar birbiriyle çatışma halinde değil, dayanışma içinde, birbiriyle barış içindedir. Bir yoginin varlığında büyük bir dostluk vardır. Yogi bütündür.

Bazen senin de bütün olduğun zamanlar var, nadiren. Okyanusu izle, heybetli yabaniliğini, birden bire bölünmüşlüğünü, şizofrenini unutursun; gevşersin. Himalayalarda yürüdüğünde, Himalayaların doruklarındaki el değmemiş karı gördüğünde, birden bire bir serinlikle sarmalanırsın ve sahte olmana gerek kalmaz, çünkü orda sahte davranabileceğin başka kimse yoktur. Bütün olursun. Güzel bir müzik dinlediğinde bütün olursun.

Kendini herhangi bir zamanda, herhangi bir durumda bütün olarak bulduğunda, içinde bir huzur, bir mutluluk, bir neşe yükselir, etrafını sarar. Kendini bütünlenmiş hissedersin.

Bu anları beklemeye gerek yok, bu anlar senin doğal yaşamın olabilir. Bu olağanüstü anlar, olağan anlar olabilir, Zen fikri tamamen bunun üzerinedir. Çok sıradan bir yaşamda, olağanüstü bir hayat yaşayabilirsin: odun keserek, odun parçalayarak, kuyudan su taşıyarak, kendi kendine çok huzurlu olabilirsin. Yeri temizleyerek, giysileri yıkayarak tümüyle huzurlu olabilirsin, çünkü asıl mesele faaliyetini bütünlük içinde, keyif içinde, zevk alarak yapmaktır.

nefes bir anahtardır

Bir çocuğu izle; doğru nefes alma biçimi budur. Bir çocuk nefes aldığında, göğüs hiç etkilenmez. Karın şişer ve iner. Çocuk karnından nefes alıp veriyor gibidir. Bütün çocukların küçük bir göbeği vardır; göbek çocukların nefes alış veriş biçimi ve enerji deposu olarak kullanılması nedeniyle vardır.

Doğru nefes alma şekli budur. Göğsünü çok fazla kullanmamaya çalış; göğüs çok nadir olarak, acil zamanlarda kullanılır. Hayatını kurtarmak için kaçıyorsan, o zaman göğüs kullanılabilir. Göğüs acil durum aracıdır. O zaman derin olmayan, hızlı bir nefes kullanıp, kaçabilirsin. Ancak normalde göğüs kullanılmamalıdır. Hatırlanması gereken bir şey var: göğüs sadece acil durumlar içindir, çünkü acil bir durumda doğal nefes almak zordur. Doğal nefes aldığında o kadar sakin ve soğukkanlı olursun ki, koşamazsın, dövüşemezsin; o kadar sakin ve aklı başındasın ki, Buddha gibisin. Acil bir durumda, örneğin ev yanıyor, doğal nefes alırsan, hiçbir şey kurtaramazsın. Ormanda bir kaplan üstüne atlıyor, doğal nefes almaya devam edersen, hiç endişelenmeyeceksin; 'Tamam, bırak kaplan istediğini yapsın,' diyor olacaksın adeta. Kendini koruyamayacaksın.

Doğa bir acil durum aracı vermiş; göğüs bir acil durum aracıdır. Bir kaplan sana saldırdığında, doğal nefesi bırakıp, göğsünden nefes almak zorundasın. O zaman koşma, dövüşme, enerjiyi hızlı yakma kapasiten artacak. Acil bir durumda sadece iki alternatif vardır, kaçmak ya da savaşmak. Her ikisi için de sığ ama yoğun, sığ ama çok huzursuz bir enerji, gergin bir hal gerekir.

Sürekli göğüsden nefes alıp verirsen zihninde gerilimler olacak. Sürekli göğüsden nefes alıp verirsen, hep korkacaksın. Çünkü akciğer solunumu yalnızca korku durumlarında kullanılmak içindir. Bunu bir alışkanlık haline getirdiysen, sürekli korku içinde, gergin ve hep kaçmaya hazır olacaksın. Düşman yok ama sen orda düşman olduğunu zannedeceksin. Paranoya böyle ortaya çıkar.

Batı'da Alexander Lowen ve bioenerji üzerinde çalışan bazı insanlar bu olayla karşılaştı. Bu insanlar, korkan kişilerde göğsün gergin olduğunu ve çok sığ nefes aldıklarını hissetti. Bu kişilerin nefesleri derinleştirilerek, göbeğe, hara merkezine kadar indirilirse, korkuları yok olur. Ida Rolf bedenin iç yapısını değiştirmek için en güzel yöntemlerden birini, Rolfing'i keşfetti. Yıllardır yanlış nefes alıyorsan, belli bir kas sistemi geliştirmişsin demektir ve bu kas sistemi yolu tıkayarak, derin nefes almanı engeller. Birkaç saniye derin nefes almayı hatırlasan bile, işine geri döndüğünde, tekrar göğüsden, sığ nefes almaya başlayacaksın. Kas sisteminin değiştirilmesi gerekiyor. Kas sistemi bir kez değişti mi, korku ortadan kalkar ve gerilim yok olur. Bir çocuğun nefes alışını izle, doğal nefes alma şekli budur. Bu şekilde nefes al. Göbeğin nefes aldığında şişsin, nefes verdiğinde insin. Bu öyle bir düzen içinde olsun ki, nerdeyse senin enerjinin şarkısı, uyumlu dansı olsun. Kendini o kadar gevşemiş, o kadar canlı, o kadar hayat dolu hissedeceksin ki, böyle bir canlılığın mümkün olduğunu hayal bile edemezsin.

gevşemiş dikkat

Shiva, Vigyan Bhairav Tantra'sında şu meditasyon tekniğini veriyor: dikkatin her nereyi aydınlatırsa, tam o noktayı deneyimle.

Bu teknik için ilk olarak dikkatini geliştirmelisin. Dikkatli bir tutum geliştirmen gerekiyor. Bu teknik ancak o zaman işe yarar, o zaman dikkatinin aydınlattığı noktayı deneyimleyebilirsin, kendini deneyimleyebilirsin. Bir çiçeğe sadece bakarak kendini deneyimleyebilirsin. O zaman bir çiçeğe bakmak, yalnızca çiçeğe bakmak değil, çiçeğe bakana da bakmaktır. Bu ancak dikkatin sırrını biliyorsan mümkündür.

Bir çiçeğe bakabilir, çiçeğe baktığını düşünebilirsin. Oysa çiçeği düşünmeye başladın ve çiçeği kaçırdın. Artık orda değilsin, başka bir yere gittin. Uzaklaştın. Dikkat, bir çiçeğe baktığında, bir çiçeğe bakıyorsun ve adeta zihnin durmuş, artık düşünce yokmuş ve sadece orda duran çiçek varmış gibi, başka hiçbir şey yapmıyorsun demektir. Sen buradasın, çiçek orda, ikinizin arasında hiçbir düşünce yok.

Bunu yapabilirsen, birden bire senin dikkatinin çiçekten sana döndüğünü, geri yansıdığını göreceksin. Bir çember oluşacak. Sen çiçeğe bakacaksın ve bakış geri gelecek. Çiçek bakışı yansıtacak, sana geri gönderecek. Ortada hiç düşünce yoksa, böyle olur. O zaman sadece çiçeğe bakmıyorsun, çiçeğe bakana da bakıyorsun. O zaman çiçeğe bakan ve çiçek iki nesne oldu ve sen de her ikisine tanıklık ettin.

Önce dikkatin eğitilmesi gerekir, çünkü dikkatin nerdeyse sıfır. Ondan buna, bundan şuna atlayan dikkatin kıpır kıpır. Bir an için bile dikkatli değilsin. Ben konuşurken bile, asla söylediklerimin hepsini duymuyorsun. Bir kelimeyi duyuyorsun, sonra dikkatin başka bir yere kayıyor; sonra geri dönüyorsun, başka bir kelime duyuyorsun, sonra dikkatin başka bir yere gidiyor. Birkaç kelime duyup, boşlukları dolduruyorsun, sonra da beni duyduğunu zannediyorsun. Yanında her ne götürüyorsan, senin sorunun; senin kendi eserin. Benden yalnızca birkaç kelime duydun ve boşlukları doldurdun. Boşluklara her ne doldurduysan, her şeyi değiştiriyor! Ben bir laf ediyorum, sen o laf üzerine düşünmeye başlıyorsun hemen. Sessiz duramıyorsun.

Dinlerken sessiz durabilirsen, dikkatli olursun.

Dikkat, hiçbir düşüncenin bölmediği sessiz bir uyanıklıktır. Bunu geliştir.  Bunu ancak yaparak

geliştirebilirsin; başka yolu yok. Daha fazla yap, o zaman geliştirirsin. Her ne yapıyorsan, her nerdeysen, dikkatini geliştirmeye çalış.

Bir arabada yolculuk ediyorsun ya da trende. Orda ne yapıyorsun? Dikkatini geliştirmeye çalış; boşa vakit geçirme. Yarım saati trende geçireceksin: dikkatini geliştir. Sadece orda ol. Düşünme. Birine bak, trene bak ya da dışarı bak ama bakış ol, hiçbir şey düşünme. Bakışın dosdoğru olacak, delip geçecek, bakışın her yerden sana geri yansıyacak ve sen bakanın farkında olacaksın.

Kendinin farkında değilsin, çünkü bir duvar var. Bir çiçeğe baktığında, ilk olarak düşüncelerin bakışını değiştiriyor; bakışına kendi renklerini veriyor. Sonra bakış çiçeğe gidiyor. Bakış geri geliyor ama o zaman da yine düşüncelerin ona farklı bir renk veriyor. Bakış geri geldiğinde, hiçbir zaman seni yerinde bulamıyor. Sen başka bir yere gittin, orda değilsin.

Her bakış geri gelir; her şey yansır, yanıtlanır ama sen orda değilsin. Geri döneni almak için orda ol. Gün boyunca bunu birçok şey üzerinde deneyebilirsin. Zamanla dikkat geliştireceksin. Bu dikkatle şunu yap:

Dikkatin her nereyi aydınlatırsa, tam o noktayı deneyimle.

O zaman herhangi bir yere bak ama sadece bak. Dikkat aydınlattı ve sen kendini deneyimleyeceksin. Ancak ilk koşul dikkat kapasitesine sahip olmaktır. Bunu uygulayabilirsin. Bunun için fazladan zaman ayırmaya gerek yok.

Herhangi bir şey yaparken, yemek yerken, banyo yaparken, duşun altında dururken, sadece dikkatli ol. Sorun nedir? Sorun her şeyi zihnimizle yapıyor ve sürekli geleceği planlıyor olmamız. Bir trende yolculuk ediyor olabilirsin, oysa zihnin başka seyahatler organize ediyor, programlıyor, planlıyordun Bunu durdur.

Bokuju adında bir Zen rahibi, 'Bildiğim tek meditasyon bu. Yemek yerken, yerim. Yürürken, yürürüm. Uykum geldiğinde, uyurum. Her ne olursa, olur. Asla müdahale etmem,' demiş.

Yapılacak tek şey bu, müdahale etme. Her ne oluyorsa, olmasına izin ver; sadece orda ol. Bu sana dikkat kazandıracak. Sen dikkatli olduğunda, bu teknik avucunun içinde olacak.

Dikkatin her nereyi aydınlatırsa, tam o noktayı deneyimle.

Deneyimleyeni deneyimleyeceksin; kendine geri çekileceksin. Her yerden yansıyacaksın. Varoluşun tamamı bir ayna olacak; her yerden yansıyacaksın. Ancak o zaman kendini bilebilirsin, daha önce değil.

Varoluşun tamamı sana bir ayna olmadıkça, varoluşun her parçası seni açığa çıkarmadıkça, her ilişki seni açmadıkça... Sen öylesine sonsuz bir olaysın ki, sıradan aynalar bunları yapamaz. Sen içinde öyle büyük bir varoluşsun ki, varoluşun tamamı bir ayna olmadıkça göremeyeceksin. Bütün evren bir ayna olduğunda, ancak o zaman sen yansıyacaksın. İlahi olan senin içinde yaşıyor.

Varoluşu bir ayna haline getirmenin tekniği budur: dikkat yarat, daha uyanık ol ve dikkatin her nereyi aydınlatırsa, her neresi, hangi nesne olursa olsun, hemen kendini deneyimle. Bu mümkün ama şu anda imkansız, çünkü temel koşulları yerine getirmiyorsun.

Bir çiçeğe bakabilirsin ama bu dikkat değildir. Yalnızca çiçeğin yanından geçiyorsun, tekrar tekrar. Çiçeği koşarken gördün; bir an bile orda durmadın.

Dikkatin her nereyi aydınlatırsa, tam o noktayı deneyimle.

Yalnızca kendini hatırla.

Bu tekniğin yararlı olabilmesinin derin bir nedeni var. Bir top atarsan ve top bir duvara çarparsa, top geri gelir. Bir çiçeğe ya da bir yüze baktığında, belli bir enerji dışarı veriliyor, bakışın enerjidir. Baktığında enerji sarf ettiğinin, dışarı bir enerji verdiğinin farkında değilsin. Yaşam enerjinin belli bir miktarı dışarı atılıyor. Bu yüzden bütün gün sokaklara, gelip geçen insanlara, ilanlara, kalabalığa, dükkanlara baktıktan sonra kendini yorgun hissediyorsun. Her şeye bakmak kendini bitkin hissetmene neden oluyor. O zaman rahatlamak için gözlerini kapatmak istiyorsun. Neden bu kadar bitkin hissediyorsun? Dışarı enerji verdin.

Buddha da Mahavir de rahiplerinin çok fazla bakmaması konusunda ısrarcıydı; rahipler yere konsantre olmalıydı. Buddha ancak bir metre uzağa bakabileceğini söylüyor. Heryere bakma; yalnızca yürüdüğün yola bak. Bir metre ileri bakmak yeterlidir, çünkü bir metre ilerlediğinde, yine bir metre ileriye bakıyor olacaksın. Bundan daha ileri bakma, çünkü enerjini gereksiz yere harcamamalısın.

Baktığında, belli bir miktar enerji dışarı veriyorsun. Bekle, sessiz ol, bırak bu enerji geri dönsün. Şaşıracaksın. Enerjinin geri gelmesine olanak verebilirsen, kendini asla bitkin hissetmeyeceksin. Bunu yap. Yarın sabah, bunu dene. Sessiz ol, bir şeye bak. Sessiz ol, baktığın şeyi düşünme, bir süre sabret. Enerji geri gelecek; aslında yeniden canlanacaksın.

Düşünce olmadığında, enerji geri döner; arada bir engel yoktur. O sırada ordaysan, geri gelen enerjiyi tekrar içine çekersin. Bu içe çekiş, yenileyicidir. Gözlerin, yorulmak bir tarafa, daha da rahatlar, canlanır, daha çok enerjiyle dolar.

alan yaratmak

Hepimizin belli bir miktar alana ihtiyacı var. Ne zaman insanlar bu alana sokulacak olsa, bizim enerjimiz büzülür ve içerde büyük bir paniğe kapılırız.

Bu alan her gün giderek küçülüyor. Dünya çok kalabalıklaşıyor. Her yerde, trende, otobüste, tiyatroda, caddede, dükkanlarda, restoranlarda, kolejlerde, okullarda, korkunç bir insan kalabalığı var. Bireyin gelişimi için gerekli olan alan yok oldu. Herkesde derin bir stres ortaya çıktı. Buna 'stres sendromu' diyorlar ve artık nerdeyse normal hale geldi.

Herkes stresli ama bu normal olduğu için, insanlar bunun farkında değil. Bu durum bir sürü iç hastalığa neden oluyor; özellikle de tansiyonla bağlantılı hastalıklara.

Trende yan yana duran insanları izle, nerdeyse birbirlerini eziyorlar, küçülmüş, sert ve donuklar, kıpırdamıyorlar, çünkü korkuyorlar. Hareket ederlerse, enerji de hareket edecek, bu yüzden ölü gibi kıpırdamadan duruyorlar, böylece diğer insanların varlığını hissetmiyorlar, işte bedenler bu şekilde giderek daha cansız ve duyarsız bir hale geldi.

Bu konuda bir şey yapmak zorundasın, yoksa problemler ortaya çıkacak. İnsanlar yaklaştığında ve panik, korku ya da gerilimin ilk belirtilerini hissettiğinde yapabileceğin bazı şeyler var. Derin bir nefes ver ve havayı dışarı ver. Sadece bütün stresin havayla birlikte dışarı atıldığını hisset. Sonra derin bir nefes al. Temiz hava al ve göğsünün, nefes borunun genişlediğini hisset. Yedi nefes yeterli, birden bire hiçbir problem kalmadığını göreceksin.

En önemli şey, nefes verirken stresi dışarı attığın fikridir. Nefes birçok şeyi davet etmek, birçok şeyi de dışarı atmak için kullanılabilir. Nefes en hayati yanındır. Nefes sensin. Bu demek oluyor ki, nefesine her ne yapıyorsan, kendine yapıyorsun demektir. Rahat ve huzurlu olduğunda nefesin değişiktir. Sadece nefesini izleyerek, zihninde neler olup bittiğini anlayabilirsin.

bilineli tatma

Çok bilinçsiz, düşünmeden, robot gibi yiyoruz. Lezzet yaşanmaz ve deneyimlenmezse, yalnızca kendini dolduruyorsun demektir. Yavaş git ve tadın farkında ol. Yiyecekleri sadece yutma. Telaşsız bir şekilde tatlarına bak, tat ol. Tatlıyı hissettiğinde, o tatlılık ol. O zaman o tat bütün bedende hissedilebilir. Yalnızca ağızda, dilde değil, dalgalar halinde bütün bedende hissedilebilir.

Her ne yiyorsan, tadını hisset ve tat ol. Tat olmadan, duyuların cansızlaşacak. Giderek daha az duyarlı olacak. Duyarlılık azaldığında bedenini hissedemeyeceksin, duygularını hissedemeyeceksin. O zaman sadece kafada merkezlenmiş olarak kalacaksın.

Su içerken serinliği hisset. Gözlerini kapat, suyu yavaş iç, tadını al. Serinliği hisset, o serinlik olduğunu hisset, çünkü serinlik sudan sana geçiyor, bedeninin bir parçası oluyor. Ağzın suya değiyor, dilin suya değiyor ve serinlik aktarılıyor. Bunun bedeninin bütününe olmasına izin ver. Dalgalarının yayılmasına izin ver, bütün bedeninde bir serinlik hissedeceksin. Bu yolla duyarlılığın gelişebilir, daha canlı ve daha tamamlanmış olabilirsin.

içsel gülümseme

Yapacak bir işin olmayıp, oturduğun zamanlarda, yalnızca alt çeneni gevşet ve ağzını hafifçe arala. Ağızdan nefes almaya başla ama derin değil. Yalnızca bedenin nefes alsın, bu yüzden nefes sığ olacak ve giderek daha da sığlaşacak. Nefesin çok sığlaştığını hissettiğinde, ağzın açık ve çenen gevşekken, bütün bedeninde büyük bir rahatlama olacak.

O anda, bir gülümseme hissetmeye başla ama yüzünde değil, içsel varlığının her yerinde hisset. Bu gülümseme dudaklarla ilgili değil, içe yayılan varoluşa ait bir gülümseme.

Yüzdeki dudaklarla gülümsemeye gerek yok. Sanki karnından gülümsüyorsun, karın gülümsüyor. Bu bir gülümseme, kahkaha değil, bu yüzden çok çok yumuşak, narin, kırılgan, karnında açan küçük bir gül gibi, kokusunu vücudun her yerine yayıyor.

Bu gülümsemenin ne olduğunu bir kez öğrendiğinde, yirmi dört saat mutlu olabilirsin. Ne zaman bu mutluluğu yitirdiğini hissedecek olsan, sadece gözlerini kapatıp, o gülümsemeyi tekrar yakaladığında, mutluluk orda olacak. Bu gülümsemeyi gün içinde istediğin kadar yakalayabilirsin. Gülümseme hep ordadır.

güneşle kalk

Güneş doğmadan sadece on beş dakika önce, gökyüzü hafifçe aydınlandığında, yalnızca bekle ve sevgiliyi bekler gibi izle: öyle uyanık, öyle derin bir bekleyiş, öylesine ümitli ve heyecanlı ve yine de sessiz. Bırak güneş doğsun, izlemeye devam et. Gözünü dikmene gerek yok; gözlerini kırpıştırabilirsin. Aynı zamanda içinde bir şeylerin yükseldiği duygusunu yaşa.

Güneş ufukta yükseldiğinde, güneşin göbek deliğinin çok yakınında olduğunu hissetmeye başla. Güneş orda yükseliyor; ve burda, karnın içinde bir şey yükseliyor, yükseliyor, yavaşça. Orda güneş, karnının içinde içsel bir ışık noktası yükseliyor.

On dakika yeter. Sonra gözlerini kapat.

İlk başta güneşi çıplak gözle görmek bir negatif yaratır, bu nedenle gözlerini kapadığında güneşin içerde göz kamaştırdığını görebilirsin.

Bu sende çok büyük bir değişime neden olacak.

evet demek

Temel tavrımız ’Hayır'dır. Neden? Çünkü 'hayır' dediğinde kendini bir şey zannedersin. Anne kendini bir şey zanneder, hayır diyebilir. Çocuk reddedilir, çocuğun egosu incinir ve annenin egosu tatmin edilmiş olur. 'Hayır' ego doyurucudur; egonun gıdasıdır, bu yüzden hayır deme konusunda kendimizi eğitiyoruz.

Hayatta nereye gidersen git, her yerde hayır deyicilerle karşılaşacaksın, çünkü 'hayır'la otoriteni hissediyorsun, bir şeysin, hayır diyebilirsin. 'Evet Efendim' demek kendini aşağı hissetmene yol açıyor; birinin, önemsiz birinin emrinde olduğunu hissediyorsun. Ancak öyle olduğunda 'Evet Efendim' diyorsun.

Evet olumludur, hayır olumsuz. Bunu hatırla: hayır ego doyurucudur; evet kendini keşfetme yöntemidir. Hayır ego güçlendiricidir; evet ego yok edici.

Önce evet deyip diyemeyeceğini anla. Evet diyemiyorsan, evet demek imkansızsa, ancak o zaman hayır de.

Normal yöntemimiz daha en başından hayır demektir; hayır demek imkansızsa, ancak o zaman, bozguna uğramış bir tavırla evet deriz.

Bunu bir gün dene. Yirmi dön saat boyunca her duruma evetle başlamayı deneyeceğine yemin et. Bunun sana getireceği derin rahatlamayı gör. Sıradan şeyler! Çocuk sinemaya gitmek için izin istiyor. Gidecek; senin 'hayır'ının hiçbir anlamı yok. Tam tersi, 'hayır'ın bir davetiye oluyor, senin 'hayır'ın bir çekime dönüşüyor, çünkü sen kendi egonu güçlendirirken, çocuk da kendi egosunu güçlendirmeyi deniyor. Çocuk senin hayırına karşı çıkmayı deneyecek ve çocuk senin hayırını evet yapmanın yollarını biliyor, onu nasıl dönüştüreceğini biliyor. Biraz çaba, ısrar gerektirdiğini biliyor, böylece senin hayırın evet oluyor.

Yirmi dört saat, her şekilde evetle başlamayı dene. Çok büyük zorluk yaşayacaksın, çünkü farkına varacaksın: ilk başta hemen hayır geliyor! Her şeyde önce hayır geliyor, bu bir alışkanlık olmuş. Onu kullanma; eveti kullan ve evetin seni nasıl rahatlattığını gör.

Her gece, bir koltuğa otur, başını gevşek ve hareketsiz bir halde geriye bırak. Yastık kullanabilirsin, böylece dinlenme vaziyetinde olursun ve boynunda gerilim olmaz. Sonra alt çeneni bırak, sadece gevşet, ağız hafifçe aralansın. Burundan değil, ağızdan nefes almaya başla. Ancak nefes değişmemeli, her zaman olduğu gibi doğal olmalı. İlk birkaç nefes biraz düzensiz olacak. Zamanla nefesler oturacak ve nefes alıp verme çok fazla sığlaşacak. Nefes çok hafifçe içeri girip çıkacak; olması gerektiği gibi. Ağzını açık, gözlerini kapalı tut ve hareket etme.

Sonra bacaklarının, eklem yerlerinden kopmuş da senden uzaklaşıyormuş gibi gevşediğini hissetmeye başla. Bacakların senden alınıyormuş gibi hisset, kesilmişler. O zaman sadece üst bölümden ibaret olduğunu düşünmeye başla. Bacaklar gitti.

Sonra eller: her iki elinin de gevşediğini ve senden alındığını hayal et. Ellerin ayrıldığında içerde bir 'klik' sesi bile duyabilirsin. Artık ellerin yok; ellerin cansız, alındı. O zaman yalnızca gövde kalır.

Sonra başı düşünmeye başla, başının alındığını; başın kesiliyor, baş koptu. O zaman bırak serbest kalsın: nereye isterse oraya dönsün, sağa ya da sola, hiçbir şey yapamazsın. Bırak serbest kalsın; senden alındı.

O zaman yalnızca gövdeden ibaretsin. Yalnızca bu kadar olduğunu hisset, göğüs ve karın, hepsi bu kadar.

Bunu en az yirmi dakika yap, sonra uyu. Bunun uyumadan hemen önce yapılması gerekiyor. En az üç hafta yap.

Huzursuzluğun yatışacak. Bu bölümleri ayırıp, sadece esas parça kaldığında, bütün enerjin esas parçaya dolacak. Bu esas parça gevşeyecek ve enerji bu sefer daha orantılı bir biçimde bacaklarında, ellerinde ve başında yeniden hareket etmeye başlayacak.

Gerçek yaşam hissetmektir. Düşünmek yapmacıktır, çünkü düşünmek her zaman yaklaşıktır; asla gerçek olan değildir. Seni sarhoş edecek olan şey, şarabı düşünmek değil, şarabın kendisidir. Şarabı düşünmeye devam edebilirsin ama sadece şarabı düşünerek asla sarhoş olmazsın. Şarabı içmek zorundasın ve içmek duygu yoluyla olur.

Düşünmek uydurma bir faaliyettir, geçici bir faaliyettir. Düşünmek bir şeyin olduğuna ilişkin sana yanıltıcı bir duygu verir, oysa hiçbir şey olmaz. Bu yüzden düşünmeden, hissetmeye geç. Bunun için yapılacak en iyi şey kalpten nefes almaya başlamak olacak.

Gün içinde hatırına geldikçe, derin bir nefes al. Bu nefesin tam göğsün ortasına çarptığını hisset. Bütün varoluşun adeta içine, kalp merkezinin olduğu yere aktığını hisset. Bu merkez insandan insana değişir; genellikle sağa yatıktır. Fiziksel kalple hiçbir ilgisi yoktur. Tamamen farklı bir şeydir; görünmeyen bedene aittir.

Derin nefes al ve her seferinde, derin nefeslerle en az beş kez yap. Nefes al ve kalbi hisset. Tam ortada hisset, o varoluşun kalp yoluyla aktığını hisset. Canlılık, yaşam, tanrısal, doğa, her şey içine akıyor. Sonra derin bir nefes ver, yine kalpten ve sana verilenlerin hepsini varoluşa, tanrısala geri akıttığını hisset.

Bunu gün içinde birçok kere yap ama her yapışında bir seferde beş defa nefes al. Bu senin kafadan kalbe geçmene yardımcı olacak.

Giderek daha duyarlı olacaksın, daha önce farkında olmadığın birçok şeyi giderek daha fazla fark edeceksin. Daha çok koklayacak, daha çok tadacak, daha çok dokunacaksın. Daha çok görecek, daha çok duyacaksın; her şey yoğunlaşacak. Bu yüzden kafadan kalbe geç, bütün duyuların birden bire berraklaşacak. İçinde yaşamın içinde, fırlamaya ve akmaya hazır bir halde gerçekten attığını hissetmeye başlayacaksın.

dur! alıştırma

Günde en az altı kez çok basit bir alıştırma yapmaya başla. Her biri sadece yarım dakika alıyor, bu da günde üç dakika yapar. Dünyanın en kısa meditasyonu! Ancak ani yapmak zorundasın, bütün incelik burda.

Caddede yürürken, birden hatırlıyorsun. Kendini durdur, kendini tamamen durdur, hiç kıpırdama.

Yarım dakika sadece orda ol. Durum her ne olursa olsun, tamamen dur ve her ne oluyorsa sadece orda ol. Duruşun ani yapılması gerekiyor. Sonra tekrar hareket etmeye başla. Bunu günde altı kez yap. Daha fazla yapabilirsin ama daha az yapma; bu alıştırma büyük bir açılmaya neden olacak.

Aniden sadece olduğun yerde bulunduğunda, bütün enerji değişir. Zihinde devam eden süreklilik durur. Bu o kadar ani olur ki, zihin bu kadar hızlı yeni bir düşünce yaratamaz. Zaman gerekir, zihin aptaldır.

Neresi olursa olsun, hatırladığın anda bütün varlığını aniden sars ve dur. Yalnız sen fark etmeyeceksin. Kısa sürede başkalarının senin enerjini fark ettiğini, bir şeyler olduğunu; bilinmeyenden bir şeylerin içine girdiğini hissedeceksin.

kutudan çıkmak

Üzgün müsün? Dans et ya da git, duşun altına gir ve beden ısısı kayboldukça üzüntünün bedenini terk ettiğini gör. Başından aşağı akan suyun etkisiyle, aynı ter ve toz gibi üzüntünün de bedeninden temizlendiğini hisset. Neler olduğunu gör.

Zihnini öyle bir duruma sokmayı dene ki, önceki haliyle çalışamasın.

Her şey olabilir. Aslında asırlar boyunca geliştirilmiş tekniklerin hepsi, zihni eski kalıplardan uzaklaştırma çabasından başka bir şey değildir.

Örneğin, öfkeliysen, birkaç derin nefes alman yeterli. Derin bir nefes al ve derin bir nefes ver, iki dakika yeter. Sonra öfkenin nereye gittiğini gör. Zihni şaşırtıyorsun; ikisi arasında bağlantı kuramıyor. 'Ne zamandan beri,' diye zihin sormaya başlıyor, 'birileri öfkeyle derin nefes alıp vermeye başladı? Neler oluyor?'

Herhangi bir şey yap ama bunu asla tekrarlama; işin aslı bu. Yoksa kendini her üzgün hissettiğinde duş alırsan, zihin bunu alışkanlık haline getirecek. Üç ya da dört kereden sonra zihin öğrenir, 'Bu önemli değil. Üzgünsün; bu yüzden duş alıyorsun.' O zaman duş üzüntünün bir parçası haline gelir. Hayır, bunu asla tekrarlama. Her seferinde zihni şaşırtmaya devam et. Yaratıcı ol, hayal gücünü kullan.

Partnerin bir şey söylüyor ve sen kızıyorsun. Genellikle bu olduğunda, ona vurmak ya da bir şey fırlatmak istersin. Bu sefer değişiklik yap: git ona sarıl! Onu kocaman öp, partnerini de şaşırt! Zihnin şaşıracak, sevgilin şaşıracak. Birden hiçbir şey eskisi gibi değil. O zaman zihnin bir mekanizma olduğunu göreceksin; yeni bir şey olduğunda tamamen kayboluyor; zihin yeniyle baş edemez.

Pencereyi aç, bırak taze hava içeri dolsun.

yalnızca dinlemek

Dinlemek ruhla beden arasında derin bir ortaklıktır. Bu nedenle en güçlü meditasyon yöntemlerinden biri olarak kullanıldı...çünkü iki sonsuz arasında köprü görevi görür: madde ve ruh.

Oturduğun zamanlarda, her ne oluyorsa sadece dinle. Pazar yerindesin, bir sürü gürültü ve trafik var; tren ya da uçak sesi duyabilirsin. Zihninde yerin gürültülü olduğunu düşünmeden dinle. Müzik dinliyormuş gibi ilgiyle dinle, aniden sesin niteliğinin değiştiğini göreceksin. Gürültü artık çıldırtıcı, rahatsız edici değildir; tam tersi, yatıştırıcı bir hal alır. Doğru şekilde dinlenirse, pazar bile bir melodi olabilir.

Demek ki, asıl konu dinlediğin şey değil; asıl konu dinliyor olmandır, sadece duyuyor olman değil.

Asla dinlemeye değer olduğunu düşünmediğin bir şeyi dinliyor olsan bile, neşe içinde, Beethoven dinliyormuş gibi dinle, birden dinlediğin şeyin niteliğini değiştirdiğini göreceksin. Güzel olacak.

enerji sütunu

Sessizce ayakta durursan, hemen kesin bir dinginlik hali hissedersin. Bunu odanın köşesinde dene. Tam köşede, hiçbir şey yapmadan, sessizce dur. Aniden içindeki enerji de ayağa kalkar. Otururken zihninde bir sürü huzursuzluk hissedeceksin, çünkü oturmak düşünen birinin duruşudur; ayakta dururken enerji bir sütun gibi akar ve bütün bedene eşit bir şekilde dağıtılır. Ayakta durmak güzeldir.

Bunu dene, çünkü bazılarınız bunu çok, çok güzel bulacak. Bir saat boyunca ayakta durabilirsen, tam anlamıyla harika olur. Hiçbir şey yapmadan, kıpırdamadan, sadece ayakta durarak, içinde bir şeylerin durulduğunu, sessizleştiğini, merkezlendiğini göreceksin ve kendini bir enerji sütunu gibi hissedeceksin. Beden yok olur.

sessizliğe gömülmek

Her fırsat bulduğunda sessizliğe gömül. Aynen bunu kastediyorum, gömül. Annenin karnında bir bebek olduğun zamanlardaki gibi.

Yerde dizlerinin üstüne otur. Sonra yavaş yavaş başını yere koymak istediğini hissetmeye başlayacaksın, o zaman başını yere koy. Anne karnında kıvrılıp yatan bebek gibi rahim duruşunu kullan. Sessizliğin, anne karnındaki sessizliğin aynısının anında geldiğini hissedeceksin.

Yatağında otururken bir battaniyenin altına gir ve kıvrıl. Orda kal...hiçbir şey yapmadan, tümüyle hareketsiz. Zaman zaman bazı düşünceler gelecek, bu düşüncelerin geçip gitmesine izin ver, kayıtsız kal, hiç ilgilenme. Düşünceler geliyorsa, iyi, gelmiyorsa, yine iyi. Savaşma, düşünceleri itme. Savaşırsan, huzursuz olursun. Düşünceleri itersen, ısrarcı olurlar, onları istemiyorsan, gitmek konusunda çok inatçı olacaklar.

Sadece kayıtsız kal; bırak düşünceler de trafik gürültüsü gibi dışarda kalsın.

Bu gerçekten bir trafik gürültüsüdür; birbiriyle iletişim kuran milyonlarca hücrenin, hareket eden enerjinin ve bir hücreden diğerine atlayan elektriğin beyin trafiğidir. Aynı büyük bir makinenin vızıltısı gibidir, bu yüzden bırak orda kalsın. Buna tamamen kayıtsız ol; seni meşgul etmiyor, senin problemin değil, belki başka birinin problemi olabilir ama senin değil. Onu ne yapacaksın ki?

Şaşıracaksın: gürültünün ortadan kaybolduğu an gelecek ve tamamen yalnız bırakılacaksın. Bu mutlak yalnızlık içinde sessizliği bulacaksın. Bir rahim duruşu, aynı annenin karnında olduğu gibi, fazla yer yok, o yüzden kıvrılıyorsun. O kadar soğuk ki, bir battaniyeye sarınıyorsun. Bu mükemmel bir rahim olacak, ılık ve karanlık ve sen kendini çok, çok küçük hissedeceksin. Bu sana kendi varlığına ilişkin büyük bir içgörü verecek.

Bütün bu dünyanın tiyatrodan bir farkı yoktur, bu nedenle dünyayı fazla ciddiye alma. Ciddiyet zorla başını derde sokar; başına iş açacaksın. Bu konuyu önemseme. Hiçbir şey önemli değildir; bütün bu dünya sadece bir oyundur. Dünyayı bir oyun olarak görebilirsen, başlangıç bilincini yeniden ele geçireceksin.

Çok ciddi olduğun için tozlanıyorsun. Bu ciddiyet problemler yaratır. O kadar ciddiyiz ki, bir oyun izlerken bile toz tutarız.

Bir sinemaya git ve seyircilere bak. Perdeye bakma, görüntüyü unut; perdeye bakma, sadece sinemadaki seyirciye bak. Birisi gözlerinden yaşlar süzülerek ağlıyor olacak, birisi kahkaha atıyor olacak, birisi cinsel açıdan uyarılmış olacak. Sadece insanlara bak. Ne yapıyorlar? Onlara ne oluyor? Perdede hiçbir şey yok, sadece görüntüler, ışık ve gölge görüntüleri var.

Perde boştur. İnsanlar neden heyecanlanıyor? Gözyaşı döküyor, ağlıyor, gülüyor. Görüntü sadece bir görüntü değil; film sadece bir film değil. Bunun sadece bir öykü olduğunu unuttular. Filmi ciddiye aldılar. Film canlandı, film 'gerçek' oldu!

Bu sadece sinemada değil, her yerde oluyor. Etrafını çevreleyen yaşama bak. Nedir bu yaşam? Bu yeryüzünde birçok insan yaşadı. Sen nereye oturuyorsun, orda en azından on tane ölü beden gömülü ve onlar da senin gibi ciddiydi. Artık değiller. Onların yaşamı nereye gitti? Problemleri nereye gitti? Savaşıyorlardı, birkaç santimetre toprak için savaşıyorlardı. Toprak hala orda, oysa onlar orda değil.

Onların problemlerinin önemli olmadığını söylemiyorum. Senin problemlerin gibi, onlarınki de problemdi. Bunlar yaşamın ve ölümün 'ciddi' meseleleriydi. Onların problemleri nerde? Bir gün bütün insanlık ortadan kalksa bile, yeryüzü yine orda olacaktı, ağaçlar büyüyecekti, nehirler akacaktı, güneş doğacaktı ve yeryüzü insanlığın ne yokluğunu hissedecek ne de nereye gittiğini merak edecekti.

Şu enginliğe bak: arkaya bak, ileri bak, olduğun şeye, yaşamına bütün boyutlarıyla bak. Yaşam uzun bir rüya gibi görünüyor ve şu anda bu kadar ciddiye aldığın her şey bir sonraki dakikada önemini yitiriyor. Konunun ne olduğunu hatırlamayabilirsin bile. İlk aşkını hatırla, ne kadar önemliydi. Hayatın ona bağlıydı. Şimdi hatırlamıyorsun bile, unutuldu. Bugün yaşamının ona bağlı olduğunu düşündüğün her ne varsa, er ya da geç unutulacak.

Yaşam bir akıştır, hiçbir şey durmaz. Yaşam hareket eden bir imgeye benzer, her şey başka bir şeye dönüşür. Sen o şeyin çok önemli olduğunu düşündüğünde huzursuz oluyorsun.

Biz Hindistan'da bu dünyayı Tanrı'nın yaratımı olarak değil, bir tiyatro, bir oyun, bir leela olarak görürüz. 'Leela' kavramı güzeldir, çünkü yaratım ciddi bir şey olarak görünür. Hıristiyan, Yahudi Tanrı'sı çok ciddidir. Adem tek bir itaatsiz davranışı yüzünden cennetten kovuldu ve kovulan yalnızca kendisi olmadı, onun yüzünden bütün insanlık kovuldu. O bizim babamızdı ve biz onun yüzünden sıkıntı çekiyoruz. Tanrı çok ciddi görünüyor: ona itaatsizlik edilmemeli, yoksa intikamını alır.

Bu intikam çok uzadı! İşlenen günah bu kadar ciddi bir şey gibi görünmüyor. Aslında Adem bu hatayı Tanrı'nın kendi aptallığı yüzünden yaptı. Tanrı Adem'e 'Ağaca, Bilgi Ağacına, yaklaşma ve onun meyvesini yeme' dedi.

Bu yasak bir davete dönüştü, bu psikolojik bir olay. Koca bahçede bir tek Bilgi Ağacı cazip oldu. Yasaklanmıştı. Tanrı'nın hata yaptığını sana herhangi bir psikolog söyleyebilir. Ağacın meyvesinin yenmemesi gerekiyorsa, bundan hiç bahsedilmemesi daha iyi olurdu. Adem'in o ağaca uzanma olasılığı yoktu ve bütün insanlık hala bahçede olacaktı.

Bütün sorunu yaratan şu 'Yeme' emri; bu 'yapma' bütün sorunun nedeni.

Adem itaatsizlik ettiği için cennetten kovuldu ve görünüşe bakılırsa intikamı bunca zamandır devam ediyor. Hıristiyanlar İsa'nın bizim kefaretimizi, Adem'in işlediği günahın borcunu ödemek için çarmıha gerildiğini söylüyor. Demek ki bütün Hıristiyanlık tarihi iki kişiye bağlı, Adem ve İsa. Adem günah işledi, İsa da bizi bu günahtan kurtarmak için acı çekti ve kendisini çarmıha germelerine izin verdi. İsa, Adem'in günahı affedilsin diye kendini acı çekti.

Ancak Tanrı yine de bizi henüz affetmiş gibi görünmüyor. İsa çarmıha gerildi ama insanlık hala benzer biçimde acı çekiyor.

Bir baba olarak Tanrı kavramı çirkin, ciddi.

Hint görüşü bir yaratıcıyla ilişkili değil. Tanrı yalnızca bir oyuncudur; ciddi değildir. Bu yalnızca bir oyundur. Kurallar bellidir ama bunlar bir oyunun kurallarıdır. Kurallar konusunda ciddi olman gerekmez. Hiçbir şey günah değildir, sadece hatadır ve hatan yüzünden acı çekersin, Tanrı seni cezalandırdığı için değil. Kurallara uymazsan acı çekersin. Tanrı seni cezalandırmıyor.

Leela kavramının bütünü yaşama çarpıcı bir renk verir; yaşam uzun bir oyun olur. Teknik şu kavram üzerine oturur: mutsuzsan, yaşamı çok fazla ciddiye almışsındır.

Mutlu olmanın yollarını bulmaya çalışma. Yalnızca bakış açını değiştir. Ciddi bir zihinle mutlu olamazsın. Neşeli bir zihinle mutlu olabilirsin. Bu hayatın tamamını bir masal, bir hikaye gibi gör. Öyledir ve bunu bir kez böyle gördün mü mutsuz olmayacaksın. Mutsuzluk çok fazla ciddiyetten kaynaklanır.

Yedi gün dene; yedi gün boyunca yalnızca tek bir şeyi, bütün dünyanın yalnızca bir oyun olduğunu hatırla. Bunu yaptıktan sonra aynı kalmayacaksın. Sadece yedi gün! Fazla bir şey kaybetmeyeceksin, çünkü kaybedecek hiçbir şeyin yok. Deneyebilirsin. Yedi gün boyunca her şeyi oyun gibi, bir gösteri gibi al.

Bu yedi gün sana buddha doğana, içsel saflığına bir çok kez göz atma olanağı verecek. Bunu bir kez gördüğünde, artık aynı sen olmayacaksın.

Mutlu olacaksın ve başına ne tür bir mutluluğun geleceğini tasavvur edemezsin, çünkü mutluluğun ne olduğunu bilmiyorsun. Sen sadece mutsuzluğun derecelerini gördün: bazen daha çok mutsuzdun, bazen daha az mutsuz ve daha az mutsuz olduğunda, bunu mutluluk olarak adlandırdın. Mutluluğun ne olduğunu bilmiyorsun, çünkü bilemezsin.

Dünyayı çok fazla ciddiye aldığında, mutluluğun ne olduğunu bilemezsin.

Mutluluk ancak dünyanın yalnızca bir oyun olduğu görüşünü sağlamlaştırdığında ortaya çıkar. Bu nedenle bunu dene, her şeyi büyük bir neşe içinde, bayram havası içinde, gerçek gibi değil, 'rol' gibi yap. Bir kocaysan, bir oyun kocası ol; bir eşsen, bir oyun eşi ol. Sadece oyunlaştır.

Tabi ki kurallar vardır; her oyun için kural gerekir. Evliliğin kendi kuralları vardır, boşanmanın kendi kuralları vardır ama bu kurallar konusunda ciddi olma. Bunlar sadece kural, bir kural diğerini doğurur. Boşanmak kötüdür, çünkü evlilik kötüdür: bir kural diğerini doğurur! Kuralları ciddiye alma, hayatının kalitesinin nasıl hemen değiştiğini gör.

Bu akşam eve git, kocanla ya da çocuklarınla bir oyundan bir bölüm oynuyormuş gibi davranın ve bunun güzelliğini görün. Bir sahneyi oynuyorsan verimli olmaya çalışacaksın ama rahatsızlık duymayacaksın. Gerek yok. Sahneyi bitireceksin ve uyumaya gideceksin. Hatırla, bu bir sahne ve yedi gün boyunca bu tavrı devam ettir. O zaman mutluluk sana gelebilir ve mutluluğun ne olduğunu bir kez öğrendiğinde, mutsuzluğa geçmene gerek kalmaz, çünkü bu senin seçimindir.

Mutsuzsun, çünkü yaşama ilişkin hatalı bir yaklaşımı seçtin. Doğru bir görüş seçersen mutlu olabilirsin. Buddha bunu bir temel, bir dayanak noktası olarak alır, 'doğru tavır'. Doğru tavır nedir? Ölçü nedir? Bana göre kriter şudur: seni mutlu eden tavır doğru tavırdır ve tarafsız bir kriter yoktur. Seni mutsuz ve perişan eden tavır yanlış tavırdır. Kriter özneldir; kriter senin mutluluğundur.

Bilincin dışarı doğru akıyor, bu bir gerçek, bir inanç sorunu değil. Bir nesneye baktığında, bilincin nesneye doğru akar.

Örneğin, bana bakıyorsun. Bunu yaptığında kendini unutursun, bana odaklanırsın. O zaman enerjin bana doğru akar, gözlerin bana doğru yönelir. Bu ilginin içten dışa dönmesidir. Bir çiçek görürsün ve büyülenirsin, çiçeğe odaklanırsın. Kendini unutursun, sadece çiçeğin güzelliğiyle ilgilenirsin.

Bunu biliyoruz, her an olur. Güzel bir kadın geçer ve birden enerjin onu izlemeye başlar. Işığın böyle dışarı doğru akışını biliriz. Bu hikayenin sadece yarısıdır. Işığın dışarı doğru her akışında, sen arka plana düşersin, kendine ilgisizleşirsin.

Aynı anda hem özne hem de nesne olabilmen ve bunun yanında kendini de görebilmen için ışığın geri dönmesi gerekir. O zaman kişisel farkındalık ortaya çıkar. Genelde, yalnızca bu yolun ortasında, yarı canlı, yarı ölü yaşarız, durum budur. Işık yavaş yavaş dışarı akmaya devam eder ve asla geri gelmez. Şunu görüyorsun, bunu görüyorsun, enerjiyi hiçbir şekilde gören kişiye döndürmeden sürekli görüyorsun. Gündüz dünyayı görüyorsun, gece rüyalar görüyorsun, sürekli nesnelere bağımlı kalmaya devam ediyorsun. Bu enerji israfıdır.

Taocu inanışa göre, enerjiyi geri döndürmenin gizli ilmini öğrenirsen, ilgin dışa döndüğünde kullandığın bu enerjiyi kaybetmek yerine çok daha belirgin bir hale getirebilirsin. Bu mümkün; konsantrasyon yöntemlerinin hepsinin bütün hüneri budur.

Bir gün, sadece bir aynanın önünde durarak küçük bir deney yap. Aynaya bakıyorsun, aynada kendi yüzün, aynada kendi gözlerin. Sonra bir an için bütün işlemi tersine çevir. Aynadaki yansımanın sana baktığını hissetmeye başla, sen yansımaya bakmıyorsun, yansıma sana bakıyor. Çok tuhaf bir boşlukta olacaksın. Taocu kitaplarda sözü edilmese de, bu bana herkesin kolaylıkla yapabileceği en basit deney gibi görünüyor. Sadece banyondaki aynanın önünde durarak, önce yansımaya bak: sen bakıyorsun ve yansıma senin nesnen. Bu ilginin dışa dönmesidir: aksettirilmiş yüze bakıyorsun, kendi yüzüne tabi ki ama bu yansıma senin dışında bir nesne. Sonra konumu tamamen değiştir, işlemi tersine çevir. Yansıma olduğunu hissetmeye başla ve yansıma sana bakıyor. Anında bir değişim olduğunu, büyük bir enerjinin sana doğru aktığını göreceksin. Bunu yalnızca birkaç dakikalığına dene, canlanacaksın ve çok büyük bir güç içine girmeye başlayacak. Korkabilirsin bile, çünkü bu hiç tanımadığın bir şey; tam bir enerji çemberini daha önce hiç görmedin.

Başlangıçta ürkütücü olabilir, çünkü bunu daha önce hiç yapmadın ve hiç bilmediğin bir şey; çılgınca gelecek. Sarsılabilirsin, içinde bir titreme yükselebilir ya da kafa karışıklığı hissedebilirsin, çünkü şimdiye kadar yönün hep dışarı doğru oldu. İçe yönelişin yavaş yavaş öğrenilmesi gerekir. Ancak çember tamamlanmıştır. Bunu birkaç gün yaptığın takdirde, gün boyunca kendini çok daha canlı hissettiğini görerek şaşıracaksın. Sadece birkaç dakika aynanın önünde durarak enerjinin geri dönmesini sağlıyorsun ve çember kapanıyor. Çember tamamlandığında büyük bir sessizlik vardır. Tamamlanmamış çember huzursuzluk yaratır. Çember kapandığında, huzur yaratır, seni merkeze getirir. Merkezde olmak, güçlü olmaktır, güç senin gücündür. Bu yalnızca bir deney; o zaman bunu birçok şekilde deneyebilirsin.

Bir güle bakarken, önce bir süre güle bak, birkaç dakika, sonra işlemi tersine çevirmeye başla; gül sana bakıyor. Gülün sana ne kadar çok enerji verebildiğini gördüğünde şaşıracaksın.

Aynı şey ağaçlarla, yıldızlarla ve insanlarla da yapılabilir. En iyisi bunu sevdiğin kadın ya da adamla yapmandır. Yalnızca birbirinizin gözlerine bakın. Önce diğer kişiye bakarak başla, sonra diğer kişinin enerjiyi sana geri gönderdiğini hissetmeye başla; armağan geri geliyor. Kendini yeniden dolmuş hissedeceksin, yıkanmış, banyo yapmış, yeni bir enerji çeşidinin tadını çıkardığını hissedeceksin. Bu alıştırmadan yenilenmiş, canlanmış olarak çıkacaksın.

baştan kalbe git

Başsız olmayı dene. Kendini başsız olarak hayal et; başın olmadan hareket et. Kulağa saçma geliyor ama en önemli alıştırmalardan biridir. Bunu dene, o zaman anlayacaksın. Yürü ve başın yokmuş gibi hisset. Başlangıçta sadece 'muş gibi' olacak. Çok acayip gelecek. Sonra başın olmadığı duygusunu yaşadığında, çok acayip ve tuhaf olacak. Ancak zamanla kalbe yerleşeceksin.

Bir yasa vardır.. Gözleri görmeyen birinin kulaklarının daha hassas, daha uyumlu olduğunu görmüşsündür. Körler müziğe daha yatkındır; müziğe ilişkin duyguları daha derindir. Neden? Genellikle gözlerden geçen enerji, artık gözleri kullanamaz, bu nedenle başka bir yol seçer. Kulaklar aracılığıyla hareket eder.

Körlerin dokunma duyusu daha gelişmiştir. Kör bir insan sana dokunduğunda farkı anlarsın, çünkü biz genellikle dokunma işinin büyük bölümünü gözlerimizle yaparız; birbirimize gözlerimizle dokunuyoruz. Kör bir insan gözleriyle dokunamaz, bu nedenle enerji ellerden hareket eder. Kör bir insan, gözleri gören herhangi bir insandan çok daha duyarlıdır. Her zaman böyle olmayabilir ama genellikle böyledir. Enerji bir merkez yoksa başka bir merkezden hareket etmeye başlar.

Bu nedenle başsızlık alıştırmasını dene, birden garip bir şey hissedeceksin: sanki ilk defa kalpte olduğunu hissedeceksin. Başsız yürü. Meditasyon yapmak için otur, gözlerini kapa ve sadece başının olmadığını hisset. 'Başım yok oldu,' diye hisset. Başlangıçta 'mış gibi' olacak ama zamanla başının gerçekten yok olduğunu hissedeceksin. Başının yok olduğunu hissettiğinde, merkezin anında kalbe düşecek. Dünyaya baştan değil, kalpten bakıyor olacaksın.

Batılılar Japonya'ya ilk geldiğinde, Japonların yüzyıllardan beri geleneksel olarak taşıdığı, insanların karnından düşündüğüne ilişkin inancı kabul edemedi. Japon bir çocuğa, 'Nerden düşünüyorsun?' diye soracak olursanız, Batılı bir eğitim almamışsa, göbeğini gösterecektir.

Japonlar yüzlerce yıldır başsız yaşıyor. Bu sadece bir kavram. Ben sana, 'Düşüncen nerden geliyor?' diye soracak olursam, sen başını göstereceksin ama bir Japon karnını gösterecek, başını değil. Japon zihninin daha sakin, sessiz ve bütün olmasının nedenlerinden biri budur.

Şimdi bu kavram bozuldu, çünkü Batı her şeye el attı. Artık Doğu yok. Doğu sadece orda burda, adalara benzeyen birkaç kişide yaşıyor. Yoksa Doğu yok oldu; artık bütün dünya Batılı.

Başsızlığı dene. Banyodaki aynanın önünde durup meditasyon yap. Gözlerinin içine bak ve kalpten baktığını hisset. Kalp merkezi zamanla çalışmaya başlayacak. Kalp işlediğinde, bütün kişiliğini değiştirir, bütün yapını, bütün kalıbını değiştirir, çünkü kalbin kendine özgü bir yolu vardır.

O zaman yapılacak ilk şey: başsız olmayı dene. İkinci olarak, daha sevecen ol! Bu yüzden bir insan aşık olduğunda aklını yitirir. İnsanlar onun çıldırdığını söyler. Deli değilsen ve aşıksan, gerçekten aşık değilsindir. Aklın yitirilmesi gerekir. Akıl hiç etkilenmeden yerinde duruyor, düzgün işliyorsa, aşk mümkün değildir, çünkü aşk için kalbin işlemesi gerekir, aklın değil. Aşk kalbe ait bir fonksiyondur.

Çok mantıklı bir insan aşık olduğunda aptallaşır. Nasıl bir aptallığa boyun eğdiğini kendisi de hisseder, ne salaklık. Bu kişi ne yapıyor? Sonra yaşamını iki bölüme ayırır. Bir bölünme yaratır. Kalp, söylenmeyen, mahrem bir ilişki olur. Kişi evinden dışarı çıktığında, kalbinden de çıkar. Başıyla dünyada yaşar, yalnızca severken kalbine iner. Bu çok zordur ve genellikle hiçbir zaman yürümez.

Bombay'da bir arkadaşın evinde kalıyordum. Arkadaş kıdemli bir polis memuruydu. Karısı bana, 'Sana anlatmak istediğim tek bir problemim var. Bana yardım edebilir misin?' dedi.

'Problem nedir?' dedim.

'Kocam senin arkadaşın. Seni seviyor ve saygı duyuyor, bu yüzden ona bir şey söylersen faydası dokunabilir,' dedi kadın.

'Ona söylenmesi gereken ne? Söyle bana,' diye sordum ona. 'Yatağa bile kıdemli polis memuru olarak giriyor. Bir sevgili, bir arkadaş ya da bir koca tanımadım. Kocam günün yirmi dört saati kıdemli polis memuru,' dedi kadın.

Zordur, yukardan aşağı inmek zordur. Bu artık sabit bir tavır olur. Bir işadamıysan, yatakta da bir işadamı olarak kalacaksın. İçerde iki kişiyi barındırmak zordur ve kalıbını tamamen, anında, istediğin anda değiştirmen kolay değildir. Zordur ama aşıksan baştan aşağı inmek zorunda kalacaksın.

Bu yüzden bu meditasyon için çok daha fazla sevecen olmaya çalış. Daha sevecen olmak dediğimde, ilişkinin niteliğini değiştirmekten söz ediyorum: ilişkin sevgiye dayansın. Sadece karına, çocuklarına ya da arkadaşına değil, yaşama karşı da daha sevecen ol. Mahavir ve Buddha bu yüzden zararsızlıktan söz etti. Bu sadece yaşama karşı sevgi dolu bir tutum yaratmak içindi.

Mahavir hareket ettiğinde, yürüdüğünde, bir karıncayı bile incitmemeye dikkat ederdi. Neden? Aslında kaygısı karıncayla ilgili değil. Mahavir baştan kalbe iniyor. Bu yolla yaşama karşı sevgi dolu bir tavır gösteriyor. İlişkilerin, bütün ilişkilerin daha fazla sevgi üzerine kuruldukça, kalp merkezin daha fazla iş görecek. Çalışmaya başlayacak; dünyaya değişik gözlerle bakacaksın, çünkü kalbin dünyaya bakışı kendine özgüdür. Zihin bu şekilde asla bakamaz, bu zihin için imkansızdır. Zihin ancak analiz edebilir! Kalp sentez yaparak birleştirir; zihin sadece parçalara ayırabilir, bölebilir, zihin bir bölücüdür. Sadece kalp bütünlük verir.

Kalp yoluyla bakabildiğinde, bütün evren bir birlik olarak görünür. Zihin yoluyla yaklaştığında, bütün evren atomik olur. Birlik yoktur, sadece atom ve daha fazla atom. Kalp birliğe yönelik bir deneyim verir, bir araya getirir ve nihai sentez Tanrı'dır. Kalp yoluyla bakabilirsen, bütün evren bir olarak görünür. Bu birlik Tanrı'dır.

Bu yüzden bilim Tanrı'yı asla bulamaz. Bu imkansızdır, çünkü uygulanan metod nihai birliğe asla ulaşamaz. Bilimin metodu mantık, analiz ve bölmedir. Bilim bu yolla moleküllere, atomlara, elektronlara ulaşır. Bilim adamları bölmeye devam edecek ama onlar bütünün organik birliğine asla erişemezler. Bütüne kafa yoluyla bakmak imkansızdır.

Bu yüzden daha sevgi dolu ol. Hatırla, her ne yaparsan yap, sevgi niteliği orda olmalı. Bu sürekli bir hatırlayış olmak zorunda. Çimenlerde yürüyorsun, çimenin canlı olduğunu hisset. Her yaprak senin kadar canlı.

Sevecen ol. Nesnelere karşı bile sevecen ol. Bir sandalyede oturuyorsan, sevecen ol. Sandalyeyi hisset; bir şükran duygusu taşı. Sandalye sana rahatlık veriyor. Dokunuşu hisset, sandalyeyi sev, sevecen bir duygu taşı. Sandalyenin kendisi önemli değildir. Yemek yiyorsan, sevgiyle ye.

Hintliler yiyeceğin kutsal olduğunu söyler. Bu, yemek yerken, yiyecek sana yaşam, enerji, canlılık veriyor demektir. Müteşekkir ol, yiyeceğe karşı sevgi dolu ol.

Genellikle yiyeceğimizi bir şeyi öldürüyormuşuz gibi büyük bir öfkeyle yeriz. Sanki yutmuyoruz da öldürüyoruz. Hiçbir şey hissetmeden, kayıtsız bir şekilde yiyecekleri midene tıkıştırmaya devam edersin. Yiyeceğine sevgiyle, şükranla dokun: o senin yaşamın. Ağzına al, tadına bak, keyfini çıkar. İlgisiz olma, şiddet gösterme.

Hayvan mirasımızdan dolayı dişlerimiz çok vahşidir. Hayvanların başka silahı yoktur; tırnaklar ve dişler onların tek silahıdır. Dişlerin temelde bir silah, böylece insanlar dişleriyle öldürmeye devam ediyor, yiyeceğini öldürüyor. Bu nedenle, ne kadar vahşi olursan, o kadar çok yiyeceğe ihtiyaç duyarsın.

Ancak yiyeceğin bir sınırı vardır, bu nedenle kişi sigara içer ya da çiklet çiğner. Bu şiddettir. Bundan hoşlanırsın, çünkü dişlerinle bir şey öldürüyorsun, dişlerinle bir şey eziyorsun, bu yüzden kişi çiklet çiğnemeye devam eder. Bu şiddetin bir parçasıdır. Her ne yapıyorsan yap ama sevgiyle yap. Kayıtsız olma. O zaman kalp merkezin çalışmaya başlayacak ve kalbinin derinliklerine ineceksin.

yol savaşçıları için hava boşluğu

Meditasyon yapmak için yüksek irtifada uçmaktan daha iyi bir konum bulamazsın. Yükseklik arttıkça, meditasyon kolaylaşır. Bu nedenle yüzyıllardan beri, meditasyon yapanlar yüksek bir rakıma ulaşmak için Himalayalara çıkıyor. Yer çekimi zayıflayıp, yeryüzü uzaklaştığında, yeryüzünün birçok etkisi uzakta kalır. İnsanlığın kurduğu bozuk toplumdan uzaktasın. Bulutlarla ve yıldızlarla, ayla ve güneşle ve uzayın enginliğiyle çevrilisin.

Bir tek şey yap: kendini bu enginlikle bir hissetmeye başla ve bunu üç adımda yap.

Birinci adım: birkaç dakika sadece giderek büyüdüğünü düşün. Kısa bir süre içinde daha büyük olduğunu hissedebileceksin... pilot kabininin tamamını kaplıyorsun.

Sonra ikinci adım: bütün uzaya yayıldığını hisset. Radar ekranında hareket eden bu bulutlar, ay ve yıldızlar şimdi senin içinde hareket ediyor: kocamansın, sınırsızsın. Bu duygu senin meditasyonun olacak ve kendini tamamen rahatlamış hissedeceksin, gerginliğin kalmayacak. İşin çocuk oyuncağına dönecek ve sende strese neden olmayacak, kendi düzeni içinde yürüyecek. Gideceğin yere ulaştığında kendini uçuş öncesinde olduğundan çok daha zinde hissedeceksin. Sessiz kal. İnsanlara gerekmedikçe seninle çok fazla konuşmamalarını söyle. Kendi üzerine 'Meditasyon yapıyorum' diye bir not iliştirebilirsin, o zaman insanlar rahatsız etmeyecek. Harikadır... eşi yok!

Uçağın yeni keşfedildiği zamanlarda, uçak korkusu aslında gökyüzü korkusuydu. Çok alışıldık bir hal aldığı için, duyarlılığımız sürekli zayıflıyor. Şimdi insanlar nerdeyse her gün uçuyor, gökyüzüne bakan kim, bulutların üzerinde güzel baş döndürücü renkler oluşturan güneşe bakan kim, kim bakar ki?

Bu yüzden seni çevreleyen gökyüzüne bakmaya başla ve bırak iç gökyüzüyle dış gökyüzü yavaş yavaş buluşsun.


 

 

 

 

 


 


Ana Sayfaya Dönmek İçin Tıklayın 

  www.aymavisi.org  
 

 

 

 

 
 + Büyüt | - Küçült  
Egzersiz