Korku, dolu bir tabanca gibidir. Eğer birisi sizi öldürmeye kalkışırsa işe yarar ama bir yerlerde tek başına duruyorsa tehlikelidir. Bazı insanlar bedeli ne olursa olsun korku duymazlar, bazıları ise dehşete kapılırlar. İster bungee jumping yapsınlar, ister borsa oynasınlar, ister evlensinler korku onları ya ateşler, bir şeyler öğretir ya da aptala çevirir. Ve bu insanların nasıl tepki vereceklerini tahmin edemezsiniz. Korku birini motive ederken ötekini felç eder. Tüm bunların sebebi, ruhlarımızı sıkan ve günlük işlerimizde kendini hissettirmeden bizi avlayan elle tutamadığımız korkudur.
Korku Beş Harfli Oluşan Bir Sözcüktür
Korku, neşe, kafa karışıklığı, canlılık, ya da memnuniyet gibi günlük hayatımızın bir parçasıdır. Bazı kişiler korkuyu diğerlerinden daha iyi anlarlar. Bu kişilere "cesaretli kişiler" deriz. Korkunun cesaretin içinde yer alan bir tutum olduğunu bilirler. Korkuyla öyle bir dostluk kurarlar ki, bedeli ne olursa olsun korku onları doğru zamanda doğru işi yapmaya motive eder.
Sabahları bizi yataktan kaldırıp karıncalar gibi çalışmaya zorlayan mali bir felakete sürüklenme korkusudur. Korku, bizi hedef alan tezgahlarla karşılaşmamızı engeller. Aynı zamanda korku, kaçamadığımız durumlar karşısında galip gelebilmemiz için ihtiyacımız olan gücü verir. Evliliğimizi, çocuklarımızı, itibarımızı mahveden “günahların anası"yla diye adlandıracağımız bazı durumlarla karşılaştığımızda korku boğazımıza yapışır. Hesaplayabilmek mümkün olsaydı, ahlaki kurallara aşırı derece bağlı kalan ailelerdense, katıksız korku yoluyla ahlaki çöküntülerden kendini kurtaran ailelerin çok daha fazla sayıda olduğunu fark ederdik.
Bu iyi bir haber. Ama gelelim kötü habere: Korku beş harften oluşan bir kelimedir. Çalıştığınız işleri tahrip eder, inandığınız Tanrı'yı lekeler ve uğruna canımızı vereceğiniz insanların hakkını yer. Ailenizi korkunun yönetmesine izin vermeniz yedi günahtan birini işlemek değilse de, onun gibi bir şeydir.
Korku kelimesine “zehirli" sıfatını ekleyerek daha da açıklayabiliriz. Zehirli korku, şanssız bir olayın ya da olaylar zincirinin hayatınızı yönetmesine izin vermeniz demektir. Bu, uykusuz geçirdiğiniz gecelerin ya da her an arkanızda bir şey varmışçasına tetikte olduğunuz günlerin bir ürünüdür. Zehirli korkunun merkez üssü bir trafik kazası, boşanma, bir mali ihanet, yangın, ya da bir yakının ölümü olabilir. Başınıza gelen ve size zarar veren bu olaylar hayati önem taşır. Bilinçaltınızda bir yerlere korku tohumları eker. Bu kötü olayların sonucunda vereceğiniz tepki, tohumun ölüp ölmeyeceğini belirler.
İnsanlar bu olaylar sonucunda oluşan korkunun, hayatlarını yönettiğini ve onları etraflarındaki insanları kontrol etmeye teşvik ettiğini nadiren farkederler. Bu olabilir ve öyledir de. Zehirli korku, insanların yaşamlarında yüksek kontrol örüntüsü geliştirmesine yolaçan beş nedenden biridir. Korkunun etksini göstermesi yıllar alabilir ama göstermeye başlayınca kontrolcü kişi genellikle bunun kaynağından habersizdir.
Bunun en iyi örneği Craig'dir. Korkunun kendisini bir kontrol delisine çevirdiğini farkettiğinde çok geç kalmıştı. Açıklamama izin verin.
Craig, çocukluğunda, daha sonradan kendisi aşırı kontrolcü bir kocaya dönüştüren üç olaya tanıklık etti. İlk olarak, annesini babasının arkasından başka adamları baştan çıkarırken gördü. Başlangıçta, annesinin bu kanunsuz ilişkilerinin masum arkadaşlıklar olduğuna kendisini ikna etmeye çalıştı. Üstelik adamlardan bazıları babasının softbol arkadaşlarıydı. Her şeyi bir gün öğleden sonra okuldan eve gelip de annesini geceliğiyle babasının "arkadaşlarından" birinin kollarında bulunca değişti.
Oğlunu birdenbire karşısında gören anne oldukça şaşırmıştı, odasına koştu ve kapıyı arkasından çarptı. İşte o an, adam Craig'i gömleğinden yakalayıp buzdolabına yapıştırdı ve eğer bu olay hakkında birine herhangi bir şey söylerse öleceğini söyledi.
İkinci olay, kasabadaki herkesin bildiği bu olayı en sonunda babasının öğrenmesi ve annesiyle arasında büyük kavganın patlak vermesiydi. Kırılan kalbini şiddetle onarmaya çalışıyordu ama bu şiddeti annesi üzerinde uygulamıyordu. Şiddet doğrudan Craig'e yöneltilmişti. Craig için babasının yanlış yere yönelen öfkesini anlamak çok zordu. Çok gençti, duygusal sistemi çok az gelişmişti ve annesinin günahlarının cezasını neden kendisinin çektiğini algılayamıyordu. Babasının kalbindeki ikilemi anlayamıyordu. Karısını hala çok seviyordu ama aynı zamanda onu cezalandırmak da istiyordu. Ona vurmaktansa karısının kendisinden daha çok sevdiği bir varlığa, Craig'e vuruyordu.
Kabusun üçüncü perdesi engellenemeyen boşanma ve onunla birlikte gelen velayet savaşıydı. Craig, yargıca babasının kendisini dövdüğünü söyleyerek davanın sonucunu tayin edebilirdi. Ama babasının davranışının geçici olacağını ümit ederek her şeyi içine attı. Craig, anne babasının, aralarındaki halat çekme yarışında kullandıkları halat olmuş ve kendine olan güveninin tümü halat gerildikçe mahkeme salonunun zeminine süzülüp orada kalmıştı.
Bu arada korku gizliden gizliye Craig'e yerleşti. Babasından gördüğü şiddet ve velayet savaşının kötü sonuçları, Craig'in, güvenliğini tehdit eden her türlü detayı kontrol altına almasına yol açtı. Sevginin bir başkasının kontrolüne ve insafına kaldığı zaman neler olduğunu öğrendi ve bu yüzden hiç kimsenin ve hiç bir şeyin kalbini bir daha tehdit etmemesini sağlamaya çalıştı.
Şanssız deneyimler yaşadığı çocukluğundan yıllar sonra Craig, Kelly ile evlendi. Korku en başından itibaren evliliği kontrol altına aldı. Bilinçsizce ama maksatlı olarak, Craig kendini karısının yaşamındaki en ufacık nüansları dahi kontrol etmeye zorunlu hissediyordu.
Kelly'nin giysilerini o seçmiyordu ama öyle tavsiyelerde bulunuyordu ki, Kelly kendini o giysileri giymek zorunda hissediyordu. Saçının uzunluğunu ve modelini o belirliyordu. Kelly'nin hem giysilerinde hem de saçında ki değişiklikleri tanımlayacak bir tek kelime vardı, o da "gösterişsiz!'di. Evlilik öncesi modem ve çekici bir kadın olan Kelly, evlendikten sonra çöktü ve sıradanlaştı.
Craig'in hiç bir hobisi yoktu ve yakın arkadaşlar edinebilecekleri her türlü ilişkiyi reddediyordu. Kilise günlerinde, Kelly bir sonraki aktiviteye katılmak üzere adlarını tahtaya yazar, Craig ise silerdi.
Evliliklerinin ikinci senesinde, Craig Kelly'nin seveceğini düşündüğü bir fikirle ortaya çıktı. Her zaman için günlük planlarını tuttuğu ayrıntılı bir ajandası vardı. Randevular, telefon konuşmaları, yapılacak işler hepsi orada yazılıydı. Kelly'le buluşacakları bir gün ona bir cep ajandası verdi. Doğum günü hediyesiymiş gibi paketledi ve ev içinde ve dışında yaptığı işlerden dolayı Kelly'yi kutlayıcı bir konuşma yaptı. Verdiği hediyenin zamanını daha iyi ayarlamasını ve saatlerini daha üretken geçirmesini sağlayacağını söyledi.
Kelly, plan yapıp onları bir kenara yazarak, uygulayacak tipte bir kişi değildi. Zor işleri yapmada herhangi bir sorun yaşamıyor ve her işin altından kalkabiliyordu. Ama karakteri, Craig'in ajandasının zorunlu kıldığı titizli ve ayrıntıcı detaylara uygun değildi. Daha da kötüsü hediyeyle birlikte gelen sözdü. Günün her dakikasını dikkatlice bu cep ajandasına kaydedecek, geçen hafta boyunca birbirlerinin ne yaptıklarını okuyacaklardı.
Craig'e, geçirdiği bir haftanın hesabını vermesinin zorunlu olmadığını söyledi. "Sen kocaman bir çocuksun tatlım, ve de sorumluluk sahibisin. Ben gününü verimli bir şekilde geçirdiğinden eminim," dedi.
Craig onu tersleyip, yapılan her şeyin hesabının tutulmasının her ikisi içinde iyi olacağını söyledi. Ve kontrol böylece başlamış oldu. Her perşembe, Kelly'nin her geçen hafta boyunca kiminle, nerede, niçin, nasıl, ne yaptığını inceliyordu. Yapılan şeyleri tekrardan gözden geçirme, belirli noktaların üzerinde durup, hedef belirlemek için ayrılan bu gece Kelly'nin sınava tabii—tutulduğu bir zamana dönüştü. Yaptığı değişik işler için zaman zaman kendini savunmak durumunda kalıyordu. Craig, kuru temizleme ya da kütüphane hakkında tartışıyor ve Kelly'nin oraya gidene kadar harcadığı zamanı sorguluyordu. Aynı zamanda Kelly telefonda ya da yüz yüze yaptığı görüşmelerin hepsi için kendini savunmak durumunda kalıyordu.
Bir kaç ay sonra Kelly kiliselerinin papazına başvurdu. Papaz, Craig'e, Perşembe akşamları yaptıkları gözden geçirme olayına bir son vermesini söyledi ve onlar için bir kaç önemli evlilik danışmanı önerdi. Craig, bu öneriye kişisel bir hakarete maruz kalmış gibi ters tepki verdi. Her ne kadar Craig evlilik danışmanına gitmeye karşı çıksa da, Kelly soruşturmanın sona ermesine sevinmişti. Ama Craig'in daha az baskıcı davranmak için verdiği sözler geçiciydi. Yakın bir zamanda Kelly kendini tekrardan Craig'in mikroskobu altında buldu.
Craig'in korktuğu ve kontrol etmeye çalıştığı her şey başına gelmeden önce altı yıl daha evli kaldılar. Kelly, bir başkasının kollarında suçluluk duyma pahasına evdeki hapishaneden kaçtı. Craig istediği her şeyi kaybetmişti çünkü güneş altında yaşaması gereken sevgiyi hapsetmişti.
Doğru korku bizi korur, ikaz eder ve önemli dersler almamızı sağlar. Ama Craig doğru korku tarafından değil, zehirli korku tarafından eğitilmişti. Çocukken yaşadığı kabuslar, onun Tanrı tarafından verilen sorumluluğunu aşan bir kontrol uygulamasın yol açtı. Kelly'yi sıradanlaştırarak erkekleri ondan uzak tutacağının düşündü. Sosyal aktiviteleri engelleyerek Kelly'nin aklını çelecek erkeklerle karşılaşma şansını en aza indirgeyeceğini sandı. Duyduğu korku onu o kadar çaresizleştirdi ki, Kelly'ye zamanını doğru olarak kullanması için yaptığı baskının onu aldatmasını engelleyeceğini inandı. Craig'in hikayesi eğer zehirli korkuyu haçın gösterdiği yolda kullanmazsak onun bize neler yapabileceğinin en canlı örneğidir.
Eğer Craig Tanrı'nın bir hediyesi olan bağışlamayı ailesine doğru bir şekilde yöneltse ve Tanrı'nın gücünü karısını severek ve ona güvenerek kullansaydı, sadakatin sadece duygusal bağlarla sağlanamayacağını anlardı. Çocukluğundan gelen korkuları doğru şekilde kullanmayı başaramadığı için bu korkular zehirli korkuya dönüştü ve sonuç olarak Kelly ile arasındaki sevgiyi zehirledi. Korkunun, müttefikten düşmana dönüştüğü zaman yapabileceği şeyleri gösteren en iyi örnek Craig'dir. Zamanın başından itibaren ilişkileri çürüten bir olgudur bu.
Yaşam bir dizi soru işaretinden oluşur. Sınırlarımızın ve kontrol gücümüzün ötesinde bir sürü şey olur. İşte, Tanrı'ya ihtiyaç duyduğumuz an bu zamanlardır. İnsanlar içlerindeki en iyi şeyleri korkunun almasına izin verdikleri zaman, bununla başa çıkabilmek için sık sık kontrol yöntemine başvururlar.
İlk günah işlediklerinde Adem ile Havva'nın başına gelen budur. Korku, yaşadıkları ikilemden kendilerini çıkarabileceklerini düşünmelerine yol açmıştır. Yasak elmayı yedikten bir süre sonra korku duymaya başladılar. Günah işledikten sonra farkettikleri ilk şey günah işledikleriydi. Hemen ahlaki krizlerini çözümlemek ve Tanrı'ya karşı temizlenip, af dilemek istediler. İşte bu yüzden, çıplaklıklarını gizlemek üzere mahrem yerlerini yapraklarla örttüler. Bu dram İncil’de şöyle geçmektedir:
"Sonra ikisinin de gözleri açılmıştı ve çıplak olduklarını biliyorlardı. Yapraklarla üstlerini örttüler. Günün serinliğinde Tanrı'nın bahçedeki ayak seslerini duydular. Adem ve karısı bahçedeki ağaçların arkasına saklandılar. Tanrı adama seslenip; şöyle dedi: "Neredesiniz?" Ve Adem cevap verdi: "Bahçede sesini duydum, çıplak olduğum için korktum ve saklandım."
"Korkmuştum... o yüzden saklandım." Bunu şöyle de açıklayabiliriz, "korkmuştum o yüzden, işleri kendim ele aldım, yani kontrolü ben aldım." Adem de Craig gibi hakkı olmayan şeyleri kontrol etmeye çalışarak doğacak sonuçları yönlendirebileceğini düşündü. Adem Tanrı'yı ya da Havva'yı kontrol etmek üzere görevlendirilmemişti ama duyduğu korku bunu denemesine yol açtı. Tarih bu çabaların dipnotudur.
Sevdiğimiz Şeyleri Avucumuzun Üzerinde Tutmak
En küçük kızım Shiloh'yla sıcak bir öğleden sonra yürüyüşe çıkmıştık. Tatilimizi geçirdiğimiz Teksas’ın batısında, kabinlere yakın bir yerde çayırlık bir alanda yürüyorduk. Bir çok kız çocuğu gibi Shiloh da annesine götürmek üzere çiçek toplamak istedi. O hoplaya zıplaya çiçek toplayıp, güzel bir buket yaparken ben yanında yürüyordum. Yeterince güzel bir buket yaptığına karar verince ormandan kabinlere doğru giden yoldan geri dönmeye başladık.
Shiloh'nun çiçeklere normalden biraz daha fazla bir dikkat gösterdiğini farkettim. Dinlenmek üzere durduğumuz da, çiçekleri çok sıkı tutmamasını söyledim. "Çiçekler çok narindirler Shiloh," dedim. "Eğer onları çok sıkı tutarsan eğilir ve ezilip solarlar."
"Ama babacığım," dedi, "eğer onları sıkı sıkı tutmazsam içlerinden bir tanesini kaybedebilirim."
Bazı dersler zor yoldan daha iyi öğrenilir. Çayırlık alana giden yolların ve toplanacak çiçeklerin sayısı çoktur. İçecek bir şeyler almak için kabinlere doğrudan giden yoldan yürüdük. Yirmi dakikalık dönüş yolu sıkı sıkı kavranan çiçeklerin güzelliğini yoketmişti. Kabinlere geldiğimizde taze su bile onları canlandırmaya yetmedi. Adeta çalı çırpıya dönüşmüşlerdi.
Shiloh, ailenin "Rahibe Therassa" sidir. O kadar sevgi ve sempati dolu birisidir ki, işler umduğu gibi gelişmezse kedere bürünür. Çiçekler için döktüğü gözyaşları bana onu dizime oturtup, narin sevgi hakkında konuşma fırsatı verdi.
Sevdiklerimiz de tıpkı birer çiçek gibidir. Gereksiz yere baskı altından kalırlarsa solarlar. Korku, bizi kontrol uygulamaya zorlarsa, biraz durup, bunun sonucunun bizi nereye götüreceğini düşünmemiz gerekir. Korku, hayatımızda yer alan şeylere ya da sevdiklerimize sıkı sıkı tutunursak problemlerimizi çözebileceğimizi düşünmemize yol açar. Sonuçta, böyle bir kontrol biçimi ilişkileri güçlendiren güven ve inanç duygusunu mahveder.
Zehirli korku sınırlarımızı aşıp, sevdiklerimizi kontrol etmeye başlarsa, onlara verdiğimiz sözü bozmuş oluruz. İleriki bölümlerde bunun böyle olması gerekmediğini göreceğiz.
Korku, zehirli hale gelip bizi yüksek kontrolcü kişiler haline dönüştüren beş güçten biridir. Bir sonraki bölümde herkesin kalbindeki kontrol lambasını sürekli açık tutan bir başka probleme değineceğiz.