Kişisel Gelişim

 

 

Yalan Söyleme, Sızıntı Ve Aldatma Belirtisi

Paul Ekman


Richard Nixon ABD başkanlığından ayrıldıktan sekiz yıl sonra, yalan söylediğini reddetti, fakat diğer tüm politikacılar gibi, gerçekleri gizlediğini doğruladı. Bu, kazanması ve devlet başkanı olarak kalabilmesi için gerekliydi, şöyle bir açıklamada bulundu: ”0 şahıs ya da bu şahıs hakkında aklınıza estiği gibi konuşamazsınız, çünkü bir gün o kişiyi kullanmak zorunda kalabilirsiniz... Dünya liderleri hakkında da kendi görüşlerinizi belirtemezsiniz, çünkü ileride onlarla işbirliği yapmak zorunda kalabilirsiniz.” Nixon, doğruyu söylememenin mazur görülebileceği durumlarda, yalan kelimesinden kaçınılması hususunda yalnız değildir.* Oxford İngilizce Sözlüğü nün bize bildirdiğine göre “Modem çevrelerde, (yalan) kelimesi ahlaki kınamayı göstermek için kullanılan, kibar konuşmalarda uzak durulması gereken sert bir ifadedir, eş anlamlı gerçek dışı ve asılsız kelimeleri çoğu zaman nispeten daha örtülü bir anlam içerdiği için /alan kelimesi yerine kullandır.” Sevilmeyen hilekar birini yalancı diye çağırmak kolaydır, ancak tüm yapmış olduğu sahtekarlığa rağmen, sevilen ve hayranlık duyulan bir insana bu kelimeyi kullanmak oldukça zordur. 

'Belki de bu tutum artık değişiyor. Jody Powell, eski Başkan Carter'in Basın Sekreteri, bazı yalanları kabul ederek, “İlk günden, bir gazeteci resmi hükümet görevlisine zor bir soru sordu, hükümetin yalan söylemeye hakkı var mıydı? Evet, buna hakkı vardı. Belli durumlarda, sadece hakkı değil aynı zamanda mutlak bir göreviydi. Beyaz Saray’da geçirdiğim dört yıl boyunca, iki sefer böyle bir durumla karşılaştım” dedi. Durumu kurtarmak için yalan söylediği bir olaydan bahsederek “Tamamen suçsuz bir grup insan için gerçek bir acı ve utanç oldu” dedi. Doğruladığı diğer yalan ise Amerikalı rehineleri İran’dan kurtarmak için askeri planların saklanmasıydı. (Jody Povvell, The Other Side of the History, New York: William Morrow&Co., ine., 1984).

Watergate skandalından önce, hasıraltı etme ve maskeleme kabiliyetleri, Cumhuriyetçi hayranları tarafından politik sağduyu olarak görülüp, övüldüğü sıralarda, Nixon, Demokratik Muhaliflerine yalan söyleyen kişiyi temsil getirerek “Bu adamdan kullanılmış bir araba alır mıydınız?" diye sordu.

Gelgeldim bu konular, benim yalan ve aldatma tanımlarımın dışında kalıyor. (Yalan ve aldatma kelimelerini dönüşümlü olarak kullanıyorum.) Pek çok insan örneğin, bilmeden yanlış bilgi verenler yalan söylemeden aldatır. İddia ettiği şey doğru olmamasına rağmen, Mary Magdalene (Magdalalı Meryem) olduğuna dair paranoid sanrılar gören bir kadın, yalancı değildir. Bir müşteriye kötü bir yatırım önerisi vermek, danışman yanlış bir bilgi verdiğinin farkında olmadığı müddetçe bir yalan sayılmaz. Birinin görünüş itibariyle etrafa yanlış bir izlenim vermesi her zaman yalan söyleyeceği anlamına gelmez. Bir peygamber devesinin yaprağa benzemek için kamuflaj yapması, alnı yüksek olan bir insanın daha zeki izlenimini vermesinden farklı değildir ve yalan olarak görülemez.[*]

Gerçek bir yalancı yalan söylememeyi tercih edebilir. Kurbanı yanıltmak kasıtlı olmalı ve yalancı, kurbanı yanlış bilgilendirmek istemelidir. Yalan, toplumun ve yalancının gözünde, gerekçeli olabilir ya da olmayabilir. Yalancı sevilen veya sevilmeyen, iyi ya da kötü biri olabilir. Ancak yalan söyleyen kişi, yalan söylemeyi ya da doğru söylemeyi seçebilmeli ve bu ikisi arasındaki farkı ayırt edebilmelidir. Yalan söylediklerini bildikleri halde, buna engel olamayan patolojik hastalar bu özellikleri taşımamaktadırlar. Kendi yalanlarına inanarak mağdur olan ve yalan söylediklerinden bihaber insanlar da bu gruptandır.' Bir yalancı, zamanla kendi yalanma inanmaya başlayabilir. Eğer bu durum gerçekleşirse, artık o kişi yalancı olmaktan çıkar ve söylediği yalanların anlaşılması çok daha zorlaşır, bazı nedenlerden dolayı bu konuyu bir sonraki bölümde ele alacağım. Mussolini’nin başına gelen bir olay, kendi yalanına inanmanın her zaman fayda getirmediğini göstermektedir: "... 1938’de (İtalyan) ordu birliklerinin düzenlemesi sırasında, üç alaydan oluşan birlikler iki alaya düşürülmüştü. Bu, Mussolini’nin hoşuna gitmişti, çünkü ona, yarısı kadar bir rakam vermek yerine, faşizmin altmış birliği olduğunu söyleme imkanı vermişti. Fakat bu dönüşüm, savaş başlamadan hemen önce, büyük bir karışıklığa sebep oldu. Yaptığı değişikliği unutunca da, birkaç yıl sonra, askeri kuvvetlerinin gerçek gücünü, trajik bir şekilde yanlış hesapladı. Belli ki kendinden başka birkaç kişi daha bu yalana inanmıştı.

Bir yalan tespitinde, sadece yalancının kendisi değil, hedefleri de göz önünde bulundurulmalıdır. Bir yalan söylenirken hedefteki kişilere, kandırılmayı istiyor musunuz, diye sorulmaz ya da yalan söyleyen kişiler, bu amaçla bir ön bildiride bulunmazlar. Aktörlerin, yalancı diye çağrılması garip olurdu. Seyirciler bir süreliğine kandırılma hususunda anlaşmıştır, orada olmalarının asıl sebebi de budur. Aktörler, bir dolandırıcıyı taklit etmezler, bir süreliğine sahneleyecekleri hareketlerin bilincinde olarak rollerini canlandırırlar. Bir müşteri bilerek, kendisine inandırıcı fakat yanlış bilgiler vereceğini söyleyen bir komisyoncunun tavsiyelerine uymaz. Psikiyatrik hasta Mary’nin, doktoruna gerçekte hissetmediği duyguları hissettiğini söylemesi, Hitler’in Chamberlain’e gidip vaat ettiği sözlere güvenmemesini söylemesinden farklı değildir ve yalan olarak görülemez.

Şu halde, bir şeyin yalan veya aldatma sayılabilmesi için, önceden tasarlanması, yalancı tarafından kendi niyetini belli edecek hiçbir ön uyarı yapılmaması ve hedefteki kişinin özellikle bu işi istememesi gerekmektedir.* İki temel yalan söyleme formu vardır: Gizlemek ve yanlış bilgilendirmek. Gizlemede, yalancı aslında gerçek dışı şeyler söylemeden bazı bilgileri saklamaya çalışır. Yanlış bilgilendirmede ise bir adım daha ileriye gidilmiştir. Yalan söyleyen, sadece gerçekleri gizlemez aynı zamanda sahte bilgileri gerçekmiş gibi sunar. Aldatmada başarı sağlayabilmek için, çok defa gizleme ve yanlış bilgilendirmenin kombine edilmesi gerekir, fakat bazen yalancı sadece gizleyerek durumu kurtulabilir.

Herkes gizlemeyi yalancılık olarak addetmez; hatta yanlış bilgilendirmeden daha takdir edilesi bir eylem olarak görür. Eğer doktor hastasına, hastalığın ölümcül olduğunu söylemezse; koca, öğle yemeği molasını karısının en iyi arkadaşıyla birlikte bir motelde geçirdiğinden bahsetmezse; polis, şüpheliye avukatıyla yaptığı görüşmenin bir “böcek” tarafından kaydedildiğini bildirmezse, yanlış bir bilgi vermemiş olur, ama yine de bu örnekler, benim yalan tanımımdaki unsurları taşımaktadırlar. Hedeflere kandırılmak isteyip istemedikleri sorulmamış, bir ön uyan yapılmamış ve önceden tasarlanarak hareket edilmiştir. Bilgi, bir rastlantı sonucu değil bilerek ve kasti olarak gizlenmiştir. Aldatmada rıza olması ve bir ön uyarının yapılması halinde, gizlemenin yalan olmadığı istisnalar vardır. Eğer kan koca, doğrudan sorulmadıkça girdikleri ilişkileri söylemeyecekleri bir açık evlilik yapmışsa, otelde yapılan buluşmanın gizlenmesi bir yalan olmaz. Eğer hasta doktorundan, haberler kötü olursa, kendisine söylememesini rica ederse, bu bilgiyi gizlemek de yalan sayılmaz. Resmi olarak, her şekilde şüphelinin, avukatıyla gizli görüşme hakkı vardır ve bu hakkın ihlali her zaman bir yalandır.

Seçme şansları olsaydı yalancılar genellikle gizlemeyi, yanlış bilgilendirmeye tercih ederlerdi. Çünkü pek çok avantajı vardır. Bunlardan sadece biri, gizlemenin yanlış bilgilendirmeden daha kolay olmasıdır. Hiçbir şey uydurmaya gerek yoktur. Tüm hikayeyi tam olarak ayrıntıları ile hazırlamadan önce, yakalanma ihtimali yoktur. Abraham Lincoln’ün, yalancı olmak için yeterince iyi bir zekaya sahip olmadığını, söylediği nakledilir. Bir doktor, hastalığın ölümcül olduğunu gizlemek için hastanın semptomlarıyla ilgili yanlış bir bilgilendirme yaparsa, birkaç yıl sonra vermiş olduğu bu bilgiler, kendisine tekrar sorulduğunda, çelişkili bir ifade vermemek için ne söylediğini hatırlamak zorundadır.

Gizlemek, yanlış bilgilendirmekten daha az kınandığı için de tercih sebebi olabilir. Pasiftir, aktif değildir. Hedefteki şahıs, aynı derecede zarar görse bile, yalancılar yanlış bilgilendirip gizlediklerinde kendilerini daha az suçlu hissederler.' Yalancı, aslında karşısındaki kişinin gerçeği bildiği, ama bu durumla yüzleşmek istemediği düşüncesini, kendini rahatlatmak için devam ettirir. Böyle bir yalancı “Kocam sağda solda oyalandığımı biliyor olmalı, çünkü hiçbir zaman öğleden sonra ne yaptığımı sormaz. Ağzımın sıkı olması büyük bir nimet; ne yaptığımla ilgili kesinlikle yalan söylemiyorum. Onu küçük düşürmek istemiyorum, ilişkilerimi kabul etmesi için onu zorlamıyorum” şeklinde düşünebilir.

Eğer bir şey gizlenirse, ortaya çıktığı zaman örtbas etmesi de çok kolaydır. Yalancı fazla bir şey uydurmak zorunda değildir. Bulunabilecek pek çok özür vardır; dikkat etmemek, daha sonra söyleme niyetinde olmak, hafıza kaybı vs. Yeminli ifade veren biri ‘hatırlayabildiğim kadarıyla” diyerek, daha sonra gizlediği bir şey ortaya çıkma ihtimaline karşı kendine bir kaçış yolu bırakır. Yalancının, aslında hatırlayıp da hatırlamadığını iddia etmesi ve bilgi vermemesi, gizleme ve yanlış bilgilendirme arasında, ortada bir yerdedir. Yalancının söyleyecek bir şeyi kalmadığında, bir soru sorulduğunda ya da bir itiraz olduğunda hatırlayamamak akima gelir. Hafızam zayıf diyerek yapılan aldatmalarda, yalancı, yanlış bir hikayeyi hatırlama gibi bir durumun önüne geçmiş olur. Tüm bu hatırlanması gerekenler, zayıf bir hafıza için ciddi bir sorun teşkil eder. Ve eğer bir gün yalan ortaya çıkarsa, her seferinde bunun bir hafıza problemi olduğu ve yalan söylenmediği iddia edebilir.

Başkan Nixon’ın görevden ayrılmasına neden olan Watergate Skandalı’ndan bir olay hafıza zayıflığı stratejisine güzel bir örnektir. Zorla girme ve örtbas etme olaylarına dahil olduklarını gösteren kanıtlar fazlalaştığından, başkan asistanları H.R. Haldeman ve John Ehrlichman zorla istifa ettirilir. Nixon üzerinde yapılan baskılar artarken Haig, Haldeman’ın yerine getirilir. “Tarih, 4 Haziran 1973’ü gösterdiğinde Haig, Beyaz Saray’a döneli bir aydan az bir zaman olmuştur. O ve Nixon, Beyaz Saray’ın resmi hukuk danışmanı John W. Dean tarafından yapılacak ciddi ithamların nasıl cevaplandırılacağı hususunda tartışırlar. Tahkikatlar sırasında ortaya çıkan bir HaigNixon konuşma kaydında, Haig, Nixon’a, sadece hatırlamadığını söyleyerek, işin içinden sıyrılmasını öğütlemektedir.”

Hafıza kaybı sadece belirli durumlarda inandırıcı olur. Testlerin olumsuz olup olmadığı sorulan doktor, ya da odanın dinlenip dinlenmediği zanlı tarafından sorulan polis, hatırlamadığını iddia edemez. Sadece belirgin olmayan durumlarda ya da üzerinden çok zaman geçmiş olaylarda bir hatırlamama söz konusu olabilir. Üzerinden uzun zaman geçmesi, herkesin hatırlaması beklenen olağandışı olayların, hatırlanmaması durumunu mazur göstermez.

Kurban yalancıdan açıklama istediği andan itibaren, artık yalancı gizleme ve yanlış bilgilendirme arasında seçim yapma şansını kaybetmiş olur. Eğer kadın kocasına, öğle yemeğinde neden ona ulaşamadığını sorarsa, bu sefer koca yaşadığı ilişkiyi sürdürebilmek için bir şeyler uydurmak zorunda kalır. Normal bir akşam yemeğinde sorulan “Günün nasıl geçti?” tarzındaki bir soru bile, bilgi istendiğini gösteren fakat atlatılamayacak nitelikte bir sorudur. Doğru söylemekle yalan söylemek arasında seçim yapmasını gerektiren bir soru gelmedikçe, buluşmayı gizlemek için kişi başka şeylerden bahsedecektir.

Bazı aldatmalar baştan itibaren yanlış bilgilendirmeyi gerektirir. Gizlemek tek başına yetmez. Psikiyatrik hasta Mary’nin, sadece acılarını ve intihar isteklerini gizlemesi işe yaramazdı, aynı zamanda doktorunu, daha iyi olduğuna ve hafta sonunu ailesiyle birlikte geçirmek istediğine inandırmak zorundaydı. Bir işe girmek için, daha önceki deneyimleri hakkında yalan söyleyen biri, bunu sadece gizleyerek yapamaz. Yalnızca tecrübesiz olduğunu gizlemeyecek, aynı zamanda böyle bir geçmişi uydurmak zorunda kalacaktır. Ev sahibesini incitmeden bir partiden ayrılmak, sadece evde TV seyredeceğini gizlemekle olmaz, geçerli bir özür bulmayı da gerektirir; sabah erken saatlerinde bir randevunun olması, bakıcı problemi gibi.

Aldatmada yanlış bilgilendirmeye hemen ihtiyaç duyulmasa da, daha sonradan gizlenen şeyin delillerini örtmek için bu gerekli olabilir. Bu başvuru, özellikle duyguların saklanması gerektiği durumlarda, gizlenen şeyi maskelemek içindir. Hissedilmeyen bir duyguyu gizlemek kolaydır, fakat yalan söyleme anında hissedilen bir duyguyu, özellikle de yoğunsa, gizlemek çok daha güçtür. Dehşet duygusunu gizlemek, üzüntüyü gizlemekten daha zordur, aynı öfke ve rahatsız olma duygularında olduğu gibi. Yalancı ne kadar uğraşırsa uğraşsın, duyguların yoğunluğuna bağlı olarak yakayı ele verme ihtimali de artar. Hissedilmeyen bir duygunun taklidi, gizlenen hissi maskelemeye yardımcı olabilir. Bir duyguyu taklit etmek, gizlenen duygunun kendini hissettirmesini önleyebilir.

John Updike’ın romanı Evlen Benimle'de geçen bir olay bunu ve daha önce bahsettiğim birkaç olayı tasvir eder. Ruth’un sevgilisiyle yaptığı konuşma, kocası tarafından tesadüfen işitilir. Kitapta o ana kadar Ruth, yaşadığı ilişkiyi yalan söylemeksizin gizlemiştir, ama şimdi, kocası onu doğrudan sorgulamaktadır ve artık yalan söylemesi gerekmektedir. Amacı, kocasının olaydan haberdar olmamasıdır, bu hadise ayrıca duyguların bir yalana nasıl karışacağını ve bir kez karıştığında gizlenmesi gereken şeyin yükünü nasıl ağırlaştırdığını gösterir.

“Jerry (Ruth’un kocası), Dick (Ruth’un sevgilisi) ile yaptığı telefon konuşmasının sonuna kulak misafiri olarak Ruth u korkutmuştu. Ruth kocasının arka bahçeyi tırmıkladığını sanıyordu. Mutfaktan çıkarak Ruth’a ‘Telefondaki kimdi?’ diye sordu.

“Panikleyen Ruth, ‘Pazar Okulu’ndan bir kadın işte, Joarına ve Charlie’yi kaydedip kaydettirmeyeceğimizi soruyor,’ dedi.”

Paniğin kendisi yalan söylediğini ispat edemezdi, ancak Jerry bu duyguyu fark ederse, şüphelenebilir ve Ruth’un saklayacak bir şeyi olmasa, bu kadar paniklemeyeceğini düşünebilirdi. Son derece masum insanlar bile sorguya çekildiklerinde korkabilirler, ne var ki sorgu yargıçları genelde bu duruma önem vermezler. Ruth zor bir durumdaydı. Yalana ihtiyaç duyacağını önceden kestirememiş, izleyeceği yolu belirleyememişti. Kötü bir zamanda yakalanmıştı, foyası ortaya çıkacak diye panikliyordu. Panik saklanması zor bir duygu olduğundan, Jerry’nin onu yakalama ihtimalini de artırıyordu.

Taktiklerden biri şu olabilirdi: Mademki artık saklama şansı yoktu, paniklemesinin sebepleriyle ilgili yalanlar uydurmaktansa, sadece doğruyu söyleyebilirdi. Panik yaptığını kabul edip, bu duyguyu saklayacak bir şeyi olduğu için değil, Jerry’nin inanmamasından korktuğu için hissettiğini iddia edebilirdi. O anda, eski, yersiz suçlamaları ima ederek, Jerry’nin kendisiyle uğraşmasına mani olabilirdi, ancak Jerry’nin Ruth’a inanmadığı ve daha sonra hep Ruth’un haklı çıktığıyla ilgili uzun bir geçmişleri yoksa muhtemelen bu işe yaramazdı. Büyük ihtimalle Ruth’un, tamamen doğal, ifadesiz ve sakin görünmeye çalışması inandırıcı olmazdı. Elleri titremeye başladığında, öylece hareketsiz kalmalarındansa, başka bir şeylerle meşgul etmek daha kolaydır, yumruk yapmak ya da birbirine kavuşturmak gibi. Dudaklar gerilip büzülürken, üst göz kapakları ve kaşları korkuyla yukarı kalkmış bir halde sakin bir yüz ifadesini korumak oldukça zordur. Bu ifadeler, diğer kas hareketleriyle birlikte daha iyi gizlenebilir dişleri gıcırdatma, dudakları birbirine bastırma, kaşları indirme, düşmanca bakma gibi.

Yoğun duyguları gizlemenin en iyi yollarında biri de maskelemektir. Yüzün tümünü ya da bir bölümünü eliyle kapatmak, konuşulan kişiden yüz çevirmek genellikle yalan olmadan yapılmayacak davranışlardır. En iyi maske sahte bir ifade kullanmaktır. Sadece yanlış yönlendirmekle kalmaz aynı zamanda çok iyi bir kamuflajdır. Bir duygu çok yoğun hissedildiğinde, elleri hareketsiz tutmak ve yüze kayıtsız bir ifade vermek son derecede güçtür. İfadesiz, sakin ve doğal bir görüntü sergilemek, duygu var olduğu müddetçe gerçekten zordur. Rol yapmak, hissedilen duyguların neden olduğu hareketleri, başka davranışlarla yok etmeye ve durdurmaya çalışmaktan çok daha kolaydır.

Updike’ın hikayesinde, bir süre sonra Jerry, Ruth’a, ona inanmadığını söyler. Tahmin edileceği gibi Ruth’un paniği artar ve hatta saklaması daha zor hale gelir. Ruth paniklediğini gizlemek için öfke, hayret ve şaşırma ifadelerini kullanmayı deneyebilir. Jerry’yi bir hafiye olmakla, ona güvenmemekle suçlayabilir. Kendine inanmamasından dolayı hayrete düşmüş, konuşmasını dinlediği için de şaşırmış gibi görünebilir.

Her durum, yalancıya hissedilen duyguyu maskeleme imkanı vermez. Bazı aldatmalarda, yalan söylemeksizin duyguları gizlemek daha fazla uğraş gerektirir. Eski İsrail Savunma Bakanı Ezer Weizman, böyle zor bir durumdan bahseder. Enver Sedat’ın dramatik Kudüs ziyaretinden sonra, müzakereleri başlatmak için yapılan görüşmeler askıya alınmıştır. Bir müzakere sırasında, Mısır Heyeti’nin başkanı olan Muhammed elGamasi, Weizman’a İsraillilerin Sina Yarımadasında yeni bir yerleşim merkezi kuracakları haberini aldıklarını söyler. Weizman, İsrail’in mevcut yerleşim birimleri daha henüz kabul görmezken, bu durumun görüşmeleri tehlikeye atacağını anlar.

“Sinirimi etrafa belli edemesem de, çok utandım. İşte burada, güvenlik tedbirlerini müzakere ediyor ve barış vagonunu biraz daha ileriye itmeye çalışıyorduk ve Kudüs’teki meslektaşlarım, uyduruk yerleşim birimlerinden ders almak yerine, görüşmelerin başladığı sırada yeni bir tanesini daha kuruyorlardı.”

Weizman’m Kudüs’te meslektaşlarına duygularını gösterme müsaadesi yoktu. Onun öfkesini saklaması, Kudüs’teki meslektaşlarının kendisiyle görüşmediğini de gizlemeyi kabul etmesi demekti. Başka bir duyguyu maske olarak kullanmadan, bu güçlü hissi saklamak zorundaydı. Mutlu, korkmuş, şaşırmış, tiksinmiş ya da üzüntülü görünemezdi. Gamasi’nin vermiş olduğu bilgiler sonucu oluşan etkiyi sezdirmeden, dikkatli ama sakin görünmeliydi. Kitabı bunu başarıp başaramadığı ile ilgili bir bilgi vermiyor.

Poker, duyguları gizlemek için maskelemenin işe yaramadığı farklı bir ortamdır. Bir oyuncuya süper bir el gelirse ve çok para kazanma ihtimali nedeniyle heyecanlanırsa, diğer oyuncuların pas dememeleri için bu duyguyu gizlemesi gerekir. Başka duygularla maskelemeye çalışmak riskli olabilir. Hayal kırıklığına uğramış ya da sinirlenmiş gibi görünürse, diğerleri elinin çok kötü olduğunu ve beklememek için oyundan çekileceğini düşünebilir. Yüzü tamamıyla ifadesiz ve boş görünmelidir. Kötü bir el geldiğinde blöf yaparak, diğerlerini çekilmeye zorlamak için, hayal kırıklığını ve sinirlendiğini göstermemeye karar verirse, o zaman maskelemeyi kullanabilir. Mutlu ve heyecanlı görünerek hayal kırıklığını gizleyebilir ve iyi bir eli varmış gibi hissettirebilir. Rakipleri onu bir çömez gibi görmedikçe bu pek inandırıcı olmaz. Tecrübeli bir poker oyuncusunun duygularını gizleme işinde ustalaşmış olması beklenir.* (Yeri gelmişken, pokerdeki yalanlar gizleme ve blöf yapma benim yalan tanımıma uymaz. Kimse poker oyuncularının çektikleri kartları belli etmesini bekleyemez. Oyunun kendisi, oyuncuların birbirlerini yanıltmaya çalışacakları ön uyarısını verir.)

Herhangi bir duygu, başka bir duyguyu gizlemek için taklit edilebilir. Gülümseme, sık sık iş değiştirenlerin kullandığı bir maskedir. Tüm negatif duyguların tersi işlevini görür korku, sinir, üzüntü vs. Çoğunlukla mutluluğun bir göstergesi olduğu için tercih edilen gülümseme, pek çok aldatmanın başarıya ulaşmasında gerekli bir mesajdır. Hayal kırıklığına uğrayan bir işçi gülümsemelidir, çünkü patronunu, kendinin

‘ David Hayano poker oyuncuları Üzerine yaptığı bir çalışmada profesyonellerin kullandığı başka bir stilden bahseder: “Neşeli oyuncular, oyun boyunca rakiplerini sinirlendirmek ve endişelendirmek için devamlı konuşurlar. Gerçekleri yalan, yalanları gerçek olarak konuşurlar. Aptalca konuşmalarla bağıntılı canlandırmalar ve aşırı hareketler yapılır. Bir oyuncunun ifade ettiği gibi: ”Bir dansözden daha çok hareket biliyor.” (Poker Yalanları ve Aktarımları, İnsan Davranışları, Mart 1979, s. 20) terfi ettirilmeyişi konusunda incinmemiş ve sinirlenmemiş olduğuna inandırmalıdır. Hain bir arkadaş iyi niyetli görünerek, alakadar bir gülümseyişle iğneleyici eleştirilerini size yönlendiriyor olabilir.

Gülümsemenin maskelemede daha fazla kullanılmasının sebeplerinden biri de, standart selamlaşmanın bir parçası olması ve üst düzey görüşmelerde sık sık kullanılmasıdır. Bir kişi kendini kötü hissediyorsa, görüşmeler sırasında genellikle bu gösterilmemeli ya da itiraf edilmemelidir. Bunun yerine mutsuz kişinin “Bugün nasılsınız?” ifadesine karşılık olarak ”Çok iyiyim, ya siz nasılsınız?” biçiminde karşılık vererek nazik bir şekilde gülümsemesi ve negatif duygularını gizlemesi beklenir. Muhtemelen gerçek duyguları fark edilmeyecektir, bunun nedeni sadece gülümsemenin iyi bir maskeleme yöntemi olması değil, aynı zamanda üst düzey ilişkilerde insanların karşı taraftaki kişinin nasıl hissettiğine nadiren dikkat etmesidir. Bunların çoğu beklenen, sahte cana yakınlık ve hoşnutluk ifadeleridir. Diğer insanlar nadiren böyle gülüşlere dikkat ederler. Kibar selamlaşmaların formatı gereği insanlar yalana göz yummaya alışmışlardır. Kimi bunların yalan diye adlandırılmasına karşı çıkabilir, çünkü bu tip üst düzey toplantılardaki örtülü kurallar, hissedilen duyguların dışa vurulmama ön uyarısını vermektedir.

Bir maskeleme tipi olarak gülümsemeye başvurulmasının asıl nedenlerinden biri de, istemli olarak yapılabilen en kolay duygu mimiği olmasıdır. Bebekler bir yaşına gelmeden bile, istemli bir şekilde gülümseyebilirler. Gülümseme etrafındakileri memnun etmek için bilinçli olarak, bebekler tarafından yapılan ilk yüz ifadelerinden biridir. Hayatın her alanında sosyal gülümsemeler hissedilmeyen duygulan ifade eder, fakat yapılması gerekli ve yararlıdır. Hatalar belki bu hissedilmeyen gülümsemelerin zamanlamasıyla ilgili olabilir; gülümseme çok yavaş ya da çok hızlı olabilir. Hatalar gülümsemenin konuşmadaki yeriyle de ilgili olabilir. Eşlik etmesi gereken sözcüklerden ve cümlelerden çok önce ya da çok sonra gelebilir. Fakat gülümseme hareketlerinin kendisini yapmak kolaydır, ancak diğer tüm duygu ifadeleri için aynı şeyi söylemek mümkün değildir.

Pek çok insan için olumsuz duyguları taklit etmek daha zordur. 5. Bölüm’de yer verdiğim araştırmalar, insanların çoğunun üzüntü ve korkuyu gerçekçi bir şekilde taklit etmek için gerekli olan belirli kas hareketlerini rahatlıkla yapamadıklarını ortaya çıkardı. Öfke ve iğrenme hissedilmese bile canlandırılması daha kolay ifadelerdir, fakat hala hata yapılması muhtemeldir. Eğer aldatma bir gülümsemeyi değil de, olumsuz bir duyguyu taklit etmeyi gerektiriyorsa yalancı zor durumda kalabilir. Bazı istisnalar her zaman vardır; Hitler’in mükemmel bir oyuncu olduğu bilinir, çünkü kolay bir şekilde negatif duyguları taklit edebiliyordu. Bir seferinde İngiliz Konsolosu’yla yaptığı bir görüşmede, Hitler tamamıyla çileden çıkmış ve konuları daha fazla tartışacak hali kalmamış gibi görünüyordu. Olay yerinde bulunan bir Alman yetkilinin naklettiğine göre: ”Hitler kendi bacağına bir şaplak atıp, Konsolos’un arkasından kapıyı zar zor kapattı ve gülerek şöyle dedi, ‘Chamberlain bu görüşmeden sonra sağ kalamaz. Bu akşama kabinesi düşer!’”

Gizlemenin ve yanlış bilgilendirmenin yanı sıra, yalan söylemenin birkaç yolu daha vardır. John Updike’ın romanı Evlen Benimle 'den alıntı yaptığım bir olayda Ruth’un tüm heyecanına rağmen yalanını sürdürebilmesi için yapabileceklerini değerlendirirken, bu yollardan birini aslında gösterdim bile. Yapılması daha zor olan paniği saklama yerine, duyguyu itiraf edilebilir ama ona neyin sebep olduğu konusunda yalan söyleyebilirdi. Hissettiği duygunun nedenini yanlış tanımlayarak, tamamen suçsuz olduğunu ve Jerry’nin kendisine inanmayacağından korktuğunu iddia edebilirdi. Psikiyatrist, Mary’ye neden biraz sinirli göründüğünü sorduğunda, Mary benzer bir şekilde duyguyu itiraf edebilir, ancak sebebi konusunda yanlış bilgi verebilirdi: “Evet gerginim, ailemle birlikte olabilmeyi o kadar çok istiyorum ki...” Bu hissedilen duygu hakkında dürüst olunarak, duygunun asıl sebebi hususunda yanlış yönlendirme yapmaktır.

Bir başka benzer teknik ise gerçeği yalan süsü vererek söylemektir, böylece kurban buna inanmaz. Gerçek şakaymış gibi söylenilir. Jerry Ruth’a telefonda kiminle konuştuğunu sorduğunda, Ruth diyebilirdi ki, “Sevgilimle konuşuyordum, her saat başı beni arar. Günde üç kez onunla yattığımdan beri, buluşmalarımızı ayarlamak için sürekli haberleşiyoruz.” Gerçeği bu şekilde abartmak, Jerry’nin şüphesini sürdürmesini zorlaştıracak ve komik duruma düşmesine sebep olacaktır. Ses ya da mimiklerin dalga geçer tarzda olması da aynı işi görür.

Gerçeği, yalan süsü vererek şakayla karışık söylemeye bir örnek de Robert Daley’nin Şehrin Prensi: Çok Şey Bilen Bir Polisin Gerçek Hikayesi adlı filme uyarlanan kitabında geçer. Alt başlıktan da anlaşılacağı üzere, söylenen, bu hikayenin kurgu değil gerçek olduğudur. Robert Leuci, avukatlar, kefalet şirketleri, uyuşturucu satıcıları, mafya üyeleri ve polis teşkilatı arasındaki kriminal bozulmalar hakkında delil toplamak için federal ajanlar adına gizli muhbir olarak çalışan bir polistir. Pek çok bilgi, üzerinde sakladığı kayıt cihazında bulunmaktadır. Bir noktada Leuci ispiyonculukla itham edilir. Eğer üzerinde bir tertibat olduğu ortaya çıkarsa hayatı tehlikeye girecektir. Leuci, bir kanun kaçağı olan Destefano’yla delil toplayanlar hakkında konuşmaya başlar.

“Bugün müzik kutusunun yanına oturmayalım, hiç ses kaydedemiyorum.” (Leuci konuşuyor)

“Hiç komik değil,” dedi Destefano.

“Leuci gerçekten devlet için çalıştığını söyleyerek böbürlenmeye başladı, karşı taraftaki barmaidin de aynı şekilde çalıştığını ve alıcının üzerinde bir yerlerde olduğunu söyledi...

“Buna herkes güldü fakat Destefano’nun yüzünde donuk bir gülümseme vardı.”

Leuci arsız bir şekilde gerçekleri söyleyerek Destefano’yla dalga geçer gerçekten de müzik kutusunun yanında kayıt yapması mümkün değildir ve devlet için çalışmaktadır. Bunu böyle ulu orta söyleyip garson kızın sutyeninde ya da külotunda bir kayıt cihazı bulunduğuyla ilgili şakalar yaparak, Destefano’nun aptal gibi görünmeden şüphelerinin arkasından gitmesini zorlaştırmıştır.

Gerçeği yalanmış gibi söylemenin en bilinen yöntemi, kısmi gizlemedir. Gerçek söylenmektedir fakat sadece kısmen. Olduğundan önemsiz göstermek ya da en önemli noktayı dışarıda bırakmak, yalancıya gerçek dışı bir şey söylemeden yalanı sürdürme imkanı verir. Evlen Benimle kitabından alıntı yaptığım olaydan kısa bir süre sonra, Jerry, yatağa Ruth’un yanına girer, ona sarılır ve kimi sevdiğini sorar.

“'Seni seviyorum,’ dedi, ‘ve şu ağaçtaki tüm güvercinleri, mahallede çöp kutularımızı devirmeyen tüm köpekleri, Lulu’yu hamile bırakan kedi hariç diğer tüm kedileri. Ve sahildeki tüm cankurtaranları, bana çarşıda yaptığım U dönüşü için bağıran polis hariç diğer tüm polisleri, özellikle de kafayı bulduğumda kötü arkadaşlarımızın bazılarını...’

“'Dick Mathias’ı ne kadar seviyorsun?’ (Dick, Ruth’un sevgilisidir.)

“‘Umurumda değil.’”

Yalancının gerçek dışı bir şey söylememesine imkan tanıyan bir başka teknik ise yanlış çıkarımlar yaptırarak işin içinden sıyrılmaktır. Bir gazetedeki köşe yazarlarından biri, bu tekniğin, arkadaşının çalışmasını beğenmeyen ve ne söyleyeceğini bilemeyen biri tarafından nasıl kullanılabileceği ile ilgili komik bir yazı yazar. Arkadaşınızın resim sergisi açılışındasınız. Çalışmasının korkunç olduğunu düşünüyorsunuz, fakat siz kaçamadan, arkadaşınız hemen yanınıza gelir ve ne düşündüğünüzü sorar. “‘Jerry,’ (burada sanatçının adının Jerry olduğunu farz ediyoruz) duyguyla tam gözlerinin içine bakarak, ‘Jerry, Jerry, Jerry,’ deyin. Ellerini tutmaya devam edip; göz temasını kesmeyin. Yüzde yüz elini çekecek ve bir iki mütevazı söz söyleyip, yanınızdan ayrılacaktır... Veya görünmez üçüncü bir şahsı da katarak yüksek perdeden sanat eleştirileri yapılabilir, bu iki aşamalıdır. Bunun için: “Jerry. Jerry. Buna kim ne diyebilir ki?’ ya da daha aldatıcı bir şekilde alçak perdeden ‘Jerry. Bunu kelimelere sığdıramıyorum’ ya da daha da alaycı bir tarzda ‘Jerry. Herkes, herkes, sadece bu eser hakkında konuşuyor’ denilebilir.” Bu tekniğin üstün yanı, kısmi gizleme ve gerçeği yalan süsü vererek söylemede olduğu gibi, yalancıyı gerçek dışı bir şey söylemek zorunda bırakmayışıdır. Yine de ben bu tip durumları aldatma olarak değerlendiriyorum, çünkü hedefe bir ön bildiri yapılmaksızın, kişiyi yanlış yönlendirme yönünde bilinçli bir girişim vardır.

Bu yalanların herhangi biri, yalancının bazı tavırlarında kendini belli edebilir. İki çeşit aldatma belirtisi vardır. Yapılan bir hata, gerçeği ortaya çıkarabilir ya da gerçeği ortaya çıkarmasa bile söylenen ya da sahnelenen şeyin sahte olduğu fikrini verebilir. Bir yalancı istemeyerek gerçeği belli ettiğinde, ben bu durumu sızıntı olarak adlandırıyorum.

Eğer yalancının tavırları, gerçek söylenmediği halde, o kişinin yalan söylediğini düşündürüyorsa, o zaman bir aldatma belirtisi söz konusudur. Şayet doktor, Mary kendini iyi hissettiğini söylediğinde onun ellerini büktüğüne dikkat etmiş olsaydı, yalan söylediğine işaret eden bir aldatma belirtisi yakalayabilirdi. Herhangi bir sızıntı olmadıkça, doktorun Mary’nin gerçekte nasıl hissettiğini bilmesi mümkün değildi Mary hastaneye sinirlenmiş, kendinden nefret ediyor ya da geleceği için endişeleniyor olabilirdi. Bir yüz ifadesi, ses tonu, ağızdan kaçırma ya da belirli vücut hareketleri onun gerçek duygularını dışarı sızdırabilirdi.

Bir aldatma belirtisi, neyin gizlendiğini açığa çıkarmasa bile, kişinin yalan söyleyip söylemediği sorusuna bir cevap getirir. Yalnız sızıntı, gerçeği ortaya çıkarabilir. Ancak çok defa bunun bir önemi yoktur. Soru, neyin gizlendiğinden çok kişinin yalan söyleyip söylemediği olduğunda, bir aldatma belirtisi yeterince işe yarar. Sızıntıya ihtiyaç yoktur. Ne gizlendiği anlaşılabilir ya da tamamen konu dışı olabilir. Eğer bir işveren aldatma belirtilerinden faydalanarak yalan söyleyen bir adayı ayırt edebilirse, bu yeterli olabilir, gizlenen şeyin bilinmesi sadece yalan söyleyen bir adayın neden işe alınmadığıyla ilgili bir karar için gerekli olabilir.

Fakat her zaman aldatma belirtileri yeterli olmayabilir. Bazen gerçekte neyin gizlendiğini bilmek önemli olabilir. Güvenilen bir işçinin zimmetine para geçirdiğini anlamak yeterli olmayabilir. Bir aldatma belirtisi işçinin yalan söylediği fikrini verebilir; bir itirafa ya da yüzleşmeye sebep olabilir. Konu açığa çıkmış, işçi görevden alınmış, dava tamamlanmış olabilir, fakat hala işveren, bir sızıntı arıyor olabilir. İşçinin bu işi nasıl becerdiğini ve zimmetine geçirdiği parayla ne yaptığını bilmek isteyebilir. Keşke Chamberlain, Hitler’in yalan söylediğine dair herhangi bir belirti fark edebilseydi, gerçi o durumda Hitler’in işgal planları ve ne kadar ileriye gidebileceğine dair sızıntılar elde etmek faydalı olurdu.

Bazen sızıntı, saklanan şeyin tamamını olmasa da bir aldatma belirtisinden daha fazlasını sağlayarak, kurbanın öğrenmek istediği bilginin sadece bir kısmım içerebilir. Daha önce Evlen Benimle adlı kitaptan yaptığımız alıntıyı hatırlarsak, Ruth paniklediği sırada, kocasının sevgilisiyle yaptığı konuşmanın ne kadarını duyduğundan emin değildi. Jerry ona soruyu yönelttiğinde paniklediğini belli eden şeyler yapmış olabilirdi dudaklarında bir titreme ya da kaşlarını kaldırma gibi. Bu bağlamda, böyle bir panik belirtisi Ruth’un yalan söyleyebileceğini akla getirebilirdi. Başka hangi sebeple endişelenebilirdi ki? Ancak böyle bir ipucu Jerry’ye Ruth’un ne hakkında yalan söylediğini ve kiminle konuştuğunu söyleyemezdi. Jerry karısının sesindeki sızıntıdan bilginin bir kısmını elde etmişti:

“‘... ses tonun farklıydı.” (Jerry Ruth’a telefonda konuştuğu kişiyle ilgili yaptığı açıklamaya neden inanmadığını anlatıyor.)

‘“Gerçekten mi? Nasıl yani?’ Ruth gülmemek için kendini zor tutuyordu.

“Jerry yüzünde bir estetik problemi varmış gibi boş bakıyordu. Yorgun, genç ve zayıf görünüyordu. Saçları çok kısalmıştı. ‘Sesin farklıydı,’ dedi. ‘Daha sıcaktı... Kadın sesi gibi.’

“‘Ben zaten bir kadınım.’

“‘Benimle konuşurken,” diye devam etti, “daha çok bir genç kız gibi.’“

Sesi Pazar Okulu’ndan biriyle konuşuyormuş gibi değil, sevgilisiyle konuşuyormuş gibi çıkıyordu. Bu, aldatmanın bir gönül macerası olduğunu sızdırıyor; fakat Jerry’ye tüm hikayeyi anlatmıyordu. Jerry ne bu ilişkinin başladığı zamanı, ne de meçhul sevgilinin kim olduğunu biliyordu, buna rağmen yalan söylendiğini gösteren bir aldatma belirtisinden daha fazlasına sahipti.

Yalanı, bir hedefi, niyeti gösteren bir ön uyarı yapmaksızın, bilinçli olarak yanlış yönlendirme şeklinde tanımladım. Aldatmanın iki temel formu vardır: Gizlemek, gerçek olanı saklamak; yanlış bilgilendirmek, gerçek olmayan bir şeyi doğruymuş gibi göstermek. Diğer aldatma yöntemleri: Yanlış yönlendirme, hissedilen duyguyu kabul ederek sadece sebepleri hakkında yalan söyleme; gerçeği şakaymış gibi aktarma, hedefi yanlış yönlendirme veya aynı durumda kalmasını sağlamak amacıyla gerçeği büyük bir abartıyla ya da şakayla karışık itiraf etme; kısmi gizleme, gerçeğin sadece bir kısmını kabul ederek, hedefin odağını gizli kalan şeye çekme; yanlış çıkarımlar yaptırarak durumu kurtarma, söylenen şeyin aksini ifade edecek şekilde gerçeği söyleme. Aldatmayı tespitte iki çeşit ipucu vardır: Sızıntı, yalancının gerçeği istemeyerek belli etmesi; aldatma belirtisi, yalancının tavırlarının, gerçek dışı şeyler söylediğini belli etmesidir.

Hem sızıntı hem de aldatma belirtisi hatalardan kaynaklanır. Ama bu hatalar her zaman ortaya çıkmaz. Tüm yalanlar başarısızlığa uğramaz. Bir sonraki bölüm bazı yalanların neden başarılı olduğunu açıklamaktadır.


 

 

[*] Halk arasında yerleşmiş bu tip inançların nereden geldiğini bulmak oldukça ilginçtir. Geniş alınlı olmak, aslı olmamakla birlikte, zeka üstünlüğüne delalet eder. İnce dudaklı birinin zalim olduğu inanışı, sinirlenildiğinde dudakların büzülmesi gibi gözle görünür bir belirtiden gelmektedir. Kişilik özelliklerinin değerlendirmesinde, geçici duygusal ifadelerin esas alınması bir hatadır. Böyle bir yargı, ince dudaklı insanların sinirlendikleri zaman dudaklarını devamlı surette sıkmalarından dolayı dudaklarının inceldiği anlamına gelmektedir; oysa ince dudaklar, kalıtsal bir özellik de olabilir. Yine kalın dudaklı insanların şehvetli olduğu inanışı görüntüsel bir delilin hatalı yorumlanmasından gelir, cinsel açıdan uyarı olduğunda dudaklara kan hücum eder ve kalınlaşır, bu durum kalıtsal bir özelliğin yanlış değerlendirilmesine neden olur; dudaklar doğuştan da kalın olabilir.

’ Patolojik hastaların varlığını ya da kendi yalanlarının mağduru olan şahısları kabul etmiyor değilim, bu durumu belirlemek zor. Kesin olan bir şey var ki, yalan söyleyen kişinin sözleri kanıt olarak alınamaz. Bir kez bu durum bilindi mi, tüm yalancılar daha az ceza almak için bu tip şeyleri kullanabilirler.

' Benim hedefimdeki yalanlar, Goffman’ın yüzsüz yalanlar diye tabir ettiği, “yalancının yalan söylediğini bildiği ve bunu isteyerek yaptığı, kesin olarak ispat edilebilir oIanlar”dır. Goffman, doğrunun ve yanlışın daha az görünür olduğu durumlarla ilgilenmiş ve bu konu üzerine odaklanmamıştır: “Güdülen duygularla uyum içinde olmayıp gizli işler çevirenlerin, günlük işlerinde ve ilişkilerinde neredeyse hiç mantık yoktur.” Her iki alıntı da, The Presentation of Self in Everyday Life adlı kitaptan alınmıştır. (Nevv York, Anchor Books, 1959), s. 59, 64.

' Eve Svveetser ilginç bir tespitte bulunarak, kurbanın gerçeğin saptırılmasından çok, kendine yalan söylenmesini daha aşağılayıcı bulduğunu belirtmiştir. Kendilerine yalan söylendiğini iddia edemezler, daha çok hasırcılarının bir yasal boşluktan faydalanıp sıyrıldıklarına inanırlar.

 

 

 

 


 


Ana Sayfaya Dönmek İçin Tıklayın 

  www.aymavisi.org  
 

 

 

 

 
 + Büyüt | - Küçült