Tavan arasını temizlerken, Madison Wisconsin'de üniversite öğrencisiyken
yazdığım bir şiiri buldum. Bu dizeleri yazmama neden olan kısa ilişkimi
hayal meyal hatırladım. İkimiz de ne olduğunu anlayamadan aşılmaz bir
uzaklığa dönüşmüş alevli bir başlangıç
Bir zamanlar
öylesine sık! tuttun ki beni
göğüs göğüse yapıştık!
İçinden geçtik! birbirimizin
ve sırt sırta
yine yabancı kaldık!
Ne şiir, ne de sevgimiz anımsanmaya değerdi ve sözcüklerim mutluluk dolu bir ilişki sona erdiğinde duyduğum acıyı açıklamaktan çok uzaktı. Yine de bu şiir bana yakınlığın ne olmadığını ve ne olduğunu anımsatmıştı.
''Tüm başlangıçlar güzeldir" der bir Fransız atasözü, ancak yakınlık, ilişkilerin o başlangıç dönemine ilişkin bir kavram değildir. Yakınlaşma yeteneğimiz ancak bir ilişkinin içinde, gerektiği için ya da öyle seçtiğimiz için belli bir süre kaldığımız zaman sınanır. Ayrılığın ve bağlılığın o ince dengesini ancak uzun dönemli ilişkilerde sağlamak zorunda kalır ve her ikisini de destekleme gereğiyle karşılaşırız, işler iyi gitmediğinde ikisini de yitirmemek için.
Her ne kadar kültürümüzde bu iki sözcük karıştırılsa da, yakınlık yoğunlukla aynı şey değildir. Ne kadar olumlu olursa olsun yoğun duyguların gerçek ve süren bir yakınlığın ölçüsü olduğu pek söylenemez. Yoğun duygular yaşantımızdaki önemli kişilerle yaptığımız dansa nesnel ve özenli biçimde bakmamızı bile engelleyebilir. Şiirimde de görüldüğü gibi, yoğun bir birliktelik, yoğun bir uzaklığa, ya da yoğun bir çatışmaya dönüşebilir. Her ne kadar bazılarımız yoğunluğu karşı cinsle mutlu birliktelikler görüntüleriyle eş tutsak da, yakınlık konusu yalnızca erkekler, evlilik ya da romantik karşılaşmalarla sınırlı değildir. Bir erkeğe kendini vermek, adamak, yakınlığın yalnızca bir boyutunu yansıtır, oysaki ilinti ve bağlılık açısından dünyamız zengin olasılıklarla doludur.
Bu kitabın amacı, yakınlık tanımınız ne olursa olsun, onu sorgulamanızı ve genişletmenizi sağlamaktır. Size onun size beğenmesi için neler yapmanız gerektiğini öğretmeyecektir. Size sevgiye giden yollar göstermeyecektir. Hatta kendini yakın hissetmenin akla ilk gelen anlamından da uzak kalacaktır bu kitap. Özellikle de diğer kişiyi değiştirmekle ilgili (ki bu olanaksızdır) bilgi vermeyecektir. Bu kitap gerçek yakınlık geliştirme gücümüzü artırarak, uzun ve sürekli bir emek sonucu, sorumluluğunu üstlenerek yapacağımız kalıcı değişikliklerle ilgilidir.
Kavramlarımızı tanımlayalım:
Önce, yakın ilişki kavramı için gerçek bir tanım bulalım. Yeni başlayanlar için yakınlık, bir ilişki içinde, olduğumuz kişi olabilmemiz ve diğer kişinin de bunu yapabilmesi olarak tanımlanabilir. "Olduğumuz kişi olabilmek" bizim için önemli konuları konuşabilmemiz, bizim için duygusal önemi olan konularda açık tavır alabilmemiz ve bir ilişki içinde' kabul ve hoşgörü sınırlarımızı belirgin bir biçimde çizebilmemiz anlamına gelir. "Diğer kişinin de aynı şeyi yapmasına izin vermek" onun gerçek düşünceleri, duygulan ve inançlarıyla duygusal bağı olmak, onu değiştirme, inandırma ya da düzeltme gereğini duymamak demektir.
Yakın bir ilişki, iki tarafın da sessiz kalmadığı, özveride bulunmadığı, benliğine aykırı davranmadığı ve güçlerini, incinebilirliğini, zayıflığını ve yeteneğini dengeli bir biçimde ifade edebildiği bir ilişkidir.
Ayrılığı ("ben") ve bağlantılı olmayı ("biz") ayrı tutma çabasına ilişkin söylenecek çok şey var elbet. Ancak, kuru kuramlardan uzak durmaya çalışacağım. Konu, tüm karmaşıklığıyla kötü giden ve acı veren ilişkilerinin dans adımlarını yüreklilikle değiştirebilmiş kadınların yaşamlarının bu dönüm noktalarını inceledikçe canlanacaktır. Bu değişiklik hep daha bütün ve ayrı bir "ben"in tanımlanabilmesi sayesinde gerçekleşmiştir. Bu değişme çabası daha yakın ve doyurucu bir ”biz”in temelidir. Değişme ise hiçbir zaman kolay ve rahat olmaz.
İnceleyeceğimiz yürekli değişme davranışları "bir değişiklik yaratan değişmeler"den, yani, benlik algımızı ve diğerleriyle yakınlığımızı derinden etkileyen, yaşantımızdaki özel kişilerle yapacağımız belirli atılımlardan oluşuyor. Bu oldukça uzun, daha doğrusu ömür boyu sürecek bir atılım, ama yakınlığın can damarı da işte burada atıyor.
Bence kadınlar bu tür kendi kendine yardımı amaçlayan kitapları sağlıklı bir ölçüde sorgulamalılar. Aralıksız olarak kendimizi değiştirmeye itiliyoruz daha iyi eş, daha iyi sevgili ya da anne olmak için erkekleri çekebilmek ya da onlara daha az gereksinim duyabilmek, aile ve iş ilişkilerimizi dengelemek, ya da şu beş kilo fazlamızdan kurtulmak için... Piyasa fazla seven, yeterince sevemeyen, yanlış seven ya da aptalca seçilmiş eşi olan kadınlar için yazılmış kitaplarla dolu. Doğrusu, bu tür kitaplara gereksinmemiz yok. Öte yandan, birincil ilişkilerimizde daha etkili değişim yaratabilmemiz de gerekiyor herhalde.
Bu arada, bebek altı değiştirmek gibi, ilişkileri kollamak da neden kadınlara düşüyor, önce bunu irdelemeliyiz. İlişkilere önem vermek, onlar üzerinde düşünmek, becerileri geliştirmek geleneksel olarak kadınların alanı olmuştur. Yanlış giden bir şeyler olduğunda ilk tepki gösteren, açı duyan, yardım isteyen ve değişim yolları arayan hep önce kadınlar olur. Bu, kadınların ilişkilere erkeklerden daha çok gereksinimleri olduğu anlamına gelmez. Genel inanışların tersine, araştırmalar, kadınların yalnız yaşamayı erkeklerden çok daha iyi başardıklarını ve evlilikten erkeklere göre daha az yarar sağladıklarını göstermektedir. Oysa ki erkekler genellikle bir ilişkileri olduğu andan başlayarak, o ilişkiyi geliştirmek ya da değiştirmekle pek de ilgilenmiyorlar. Erkekler iş alanlarındaki başarıları ve ilerlemeleri söz konusu olmadıkça insan ilişkilerinde becerilerini geliştirmeye istekli olmuyorlar.
Bu durumda kendimize bazı sorular sorabiliriz. Neden kadınlar özellikle de, erkeklerle olan ilişki becerilerini geliştirmek isterler? Neden erkekler bu konuda göreli olarak ilgisizdirler? Bu farklılığın köklerini anlamak için geleneksel sevgi ve evlilik kavramlarını incelememiz gerekiyor. Çünkü "ilişki işleri"ndeki dengesizlik özellikle bu kavramların temelinde yatıyor.
Erkeklerin İlgisizliği
Yakın ilişkilerin değişimi konusu, henüz buna gereksinimleri olmadığından, erkeklerin incelediği bir alan olmamıştır. Kadınlar ilişkilerinde erkeklerden gerek duygusal ilgi, gerekse mutfağı kimin temizleyeceği gibi konularda, şaşırtıcı bir şekilde az şey beklerler. Kadınlararası yakın bir ilişkide kabul edemeyeceğimiz ya da haksız göreceğimiz pek çok davranışı ya da yaşam biçimini bir koca ya da bir sevgili ile olan ilişkide kabul ederiz. Anne babalar da erkek çocuklarından ("O erkek!”) kız çocuklarına göre bağlılık konusunda çok daha düşük bir beklenti içindedirler; bu arada çocuklar da babalarından az şey beklemeyi öğrenirler. Biz erkeklerle birlikte kalabilmek için onlardan daha çok şey isteyebilinceye kadar onların değişme çağrımızı duymaları, bize kulak vermeleri olasılığı yoktur.
Evlilikte, kadınla erkeğin arası, ilişkilerine uyum sürecinde, zaman içinde giderek açılır. Eğer karısı sorunları yüklenir ve çözerse, babanın küçük Sam'in pabuçlarının delindiğini ya da annenin doğum gününün yaklaştığını farketmesi gerekmez. Eşi tüm programı belirliyorsa ya da evde tuvalet kağıdı kalıp kalmadığını denetliyorsa, kocanın anne ve babasının uzun süreli bir ziyaret için evlerine geliyor olmaları, onun bu konuda bir duygusal enerji harcamasını gerektirmez. Kadınlar erkeklerin yerine işlevsel oldukları sürece erkeklerin değişim gereksinimi olmayacaktır.
Aslında her ne kadar kaygılarını ilgisizlik ve hareketsizlik olarak ortaya çıkarsalar da, erkekler yakın ilişkilerde uzmanlık konusunda bir şey kaçırdıklarının farkındadırlar. Birçok erkek duygusal ve fiziksel yokluğu ön planda olan babalar ve her zaman varolan anneler tarafından yetiştirilmiş ve bu annelerin "dişi" niteliklerini ve özelliklerini gördüklerinde yadsımaları gerektiğini öğrenmiştir. Eski "aile", tanımı, başkalarıyla bağlantı kurmak üzere belirgin bir erkek benlik geliştirmek açısından, pek de uygun bir ortam yaratmamaktadır. İşler kötü gittiğinde orada kalmak ve değişim için uğraşmak yerine, erkekler genellikle ya eşlerinden uzaklaşırlar, ya da yenisini bulurlar. Bu arada erkeklerin insan ilişkilerinin duygusal öğesine yatının yapmalarının ödüllendirilmemesi konusu da çok önemlidir. Üretime yönelik toplumumuzda bir fazla satış yapmak, bir müşteri daha kazanmak ya da bir makale daha yayınlamak yerine kişisel bağlara önem veren erkekler herhangi bir beğeni kazanmazlar. Bizim meslekte, büyüdüğü zaman "hasta" olmak istediğini söyleyen bir psikanalistin oğluyla ilgili bir şaka vardır. "Böylece" der küçük çocuk ''babamı haftada beş kez görebilirim!" Üstelik bu tür şakalar, gerçekten kendini işine adamış erkekler tarafından özür dileyen bir tavırla değil de, gizli bir gururla anlatılır. Kabul edelim ki, yaşantılarını dengede tutmak isteyen ve önemli ilişkilerini boşlamayı reddeden erkekler üne ve başarıya ulaşamazlar. Bunu yapanlar ancak özel yaşantılarında ödüllendirilirler. Bence, arkadaşlarımızla, sevgililerimizle ve akrabalarımızla olan ilişkilerimizin anlaşılması ve geliştirilmesi hem kadınlar hem de erkekler için en anlamlı öğrenme alanıdır. Her ne kadar doğrudan doğruya kadınlara seslenmeyi seçtiysem de, bu konu erkekler için de aynı ölçüde önemlidir; dolayısıyla onları da bu kitabı okumaya davet ediyorum. Benliğimizi ancak diğerlerine bağımızla tanıyabiliriz ve geliştirebiliriz. Diğerlerine bağımızı ise yalnızca benliğimiz üzerinde uğraşarak geliştirmeye başlayabiliriz.
Kendimizi bizim için önemli olan insanlardan uzak tuttukça ya da onlara gereksinmemiz yokmuş gibi yaptıkça başımız derde girer. Aynı şekilde, bir ilişkimiz bozulmaya başladığında, bunu görmezlikten gelir ya da değişime yönelik yeni seçenekler üretmek için enerji harcamaktan kaçınırsak yine başımız derde girer. Neyse ki temel ilişkilerimizde farklı adımlar atmayı öğrenmek için vakit hiçbir zaman çok geç değildir. Kısa dönemde yapacağımız değişimin getirdiği tepkiler, bize yaralı, çaresiz, öfkeli ve kopuk olduğumuz duygusunu verse de, yaşamdaki pek çok şey için olduğu gibi, uzun süreli kazanımlar için kısa süreli kaygı yaşanabilmelidir.
Bugün artık kadınlar yalnızca erkekler ve çocuklarla olan ilişkileriyle tanımlanmıyorlar. Ancak hala daha ilişkiler konusunun sadık uzmanları bizleriz. İnsanlar arası alışverişe olan ilgimiz, bu alışverişin ufak değişimlerine sağlayabildiğimiz uyum belki kısmen psikolojik farklılıklarla açıklanabilirse de, bilgeliğimiz X kromozomunun taşıdığı büyülü bir armağan olan ''kadınsı içgüdülerimizden kaynaklanmamaktadır. Egemen ve bağımlı toplulukların ilişkilerinde, bağımlı topluluk üyeleri daima egemen topluluk üyelerini ve onların kültürlerini daha iyi anlamışlardır. Örneğin; siyahlar, beyazların kültürleri ve ilişkileri konusunda çok şey bilirler. Beyazlar siyahlara karşı aynı duyarlılığa ve bilgiye sahip değildirler.
Kadınlar bir zamanlar kendilerine ekonomik güvence ve sosyal statü sağlayacak bir "koca bulmak", "yakalamak" ya da "tavlamak" konusunda ilişki becerileri edinirlerdi. Ancak çağımız kadınının durumu da çok köklü bir değişim göstermiş değil. Yine, başarımızın büyük bir bölümü "erkek kültürü”ne uyumumuza, erkeklere kendimizi beğendirme yeteneğimize ve kurumlarımızın erkek değerlerine uymaya ne kadar hazır olduğumuza bağlı. Örneğin benim mesleğimde bu beceriler ve bunları kullanmayı kabul edip etmemem, kimi mesleki dergilerde makalelerimin kabulünü, işyerimdeki ilerlememi ve projelerimin anlamlı görülüp görülmeyeceğini belirliyor.' Son feminist hareketlerden önce, düşüncelerimizin onaylanması ve yayılması, önemli kavramların tanımı için tümüyle erkeklere bağımlıydık. ister evde, ister işte, ya da en üst yönetici kadrosunda olsunlar, kadınlar erkekleri yabancılaştırmayı, ya da onların psikolojisine uzak kalmayı kolay kolay göze alamazlar. Bugün bile, kocasını yitiren bir kadın büyük bir olasılıkla sosyal statüsünü ve yaşam düzeyini (aynı zamanda çocuklarınınkini de) yitirmiş olur.
Sonuç olarak toplumumuzda, hala daha özellikle yaşımız ilerleyip olgunlaştıkça eşi olmayan bir kadına eşit değer verilmemektedir. 'Böylece, "hiç yoktan iyidir" diyerek, ölçülerimizden ilerde bizi tedirgin edebilecek düzeyde ödün verebiliyoruz. Ondan sonra da enerjimizi, sonu olmayan bir biçimde onu değiştirmeye harcıyoruz. Eşin değişmesi için uğraşmak, dost olmak için bir sincabı kovalamakla eşdeğerdir. Bizim, ilişkilere eğilmemizin nedenini kısmen, kadınların bağımlı statüsüne bağlamak, duygularımızın yanlış yönlendirildiği, aşın ya da yanlış olduğu anlamına gelmez. Tersine, yakınlık ve bağlılığa değer vermek, başlı başına bir değerdir bir eksiklik değil. Kadınların ilişki konusuna bağlılıkları da geçmişten devraldıkları onurlu bir güçtür. Ancak, yakınlık ve onay almayı karıştırdığımızda, yakın ilişkilerimize benlik saygımızın tek kaynağı olarak baktığımızda ve ilişkilere, bağlılığımız pahasına giriştiğimizde sorun çıkmaktadır. Tarihsel olarak bakacak olursak, kadınlar "ben"i "biz"e kurban etmeyi öğrenmişlerdir. Oysa erkekler tam tersini yapmaya itilmiş, "ben"i dik tutma uğruna, başkalarına sorumlu bir biçimde bağlanmayı gözardı etmeye özendirilmişlerdir.