Karar aşaması, oyunun çok büyük önem taşıyan bir aşamasıdır. Bu aşamada
oyuncuya etki edebilecek olan tehlikeli bir unsur vardır. İşte şimdi bu
tehlikeli unsurdan, yani "önyargı"dan bahsedeceğiz.
Gelin, önyargının bizi nasıl etkisi altına aldığına bir bakalım:
• Kısa bir süre önce bir başarı elde etmiş olan birisi, bir sonraki başarıyı elde etmek için fazla çaba harcaması gerekmeyeceğini düşünmektedir. Tecrübelerine ve iradesine sonuna kadar güvenmekte ve karşısına çıkabilecek engelleri de küçümsemektedir. Hatta en gerekli hazırlıkları yapma konusunda bile tembel davranır.
• Henüz bir başarı elde etmemiş olan birisi ise, önündeki engelleri ve rakipleri gözünde öyle bir büyütür ki, kendisini ve sahip olduğu güçlerini, avantajlarını küçücük görmeye başlar. Ve sonunda da şöyle der: "Şansım yaver giderse, belki bu işin üstesinden gelebilirim."
Ancak hepimizin de bildiği üzere; tesadüfler ve şanslar, başarı için gereken pek önemli koşullar değillerdir.
• Diğer bir olasılık da şudur: Kişi henüz bir başarı elde etmemiştir, fakat kendine güvenmektedir. Kendisiyle gurur duyar, övünür ve kendisine güvenir görünmenin çok önemli bir avantaj olduğunu düşünür. İşte bu yüzden de dış görünüşe içerikten daha fazla önem verir. Hal böyle olunca, asıl yapması gereken işler kendi kontrolünden çıkıverirler.
Yukarıda anlatılan üç olasılığın ortak özellikleri ise, her oyuncunun oyuna önyargılarıyla başlaması ve gerçekçi olarak hüküm verememesidir.
Önyargı olmaksızın bir yargıya varabilmenin ilk ana kuralı şudur: "Kendi güçlerini ve avantajlarını gerçekçi bir şekilde değerlendir. Ve bunu yaparken, arzularını ya da korkularını hesaba katma!"
İkinci ana kural: "Rakibinin güçlerini ve avantajlarını kendi güçlerin ve avantajlarınla karşılaştırırken, sadece lehine olan faktörleri değil, hem lehine, hem de aleyhine olan faktörleri gör ve gerçekçi davran!"
Üçüncü ana kural: "Rakibinin en zayıf noktasını keşfet ve kendi en büyük gücünü o noktaya yönelt. Korkma, boş ümitlere kapılma, "saygılı olayım" endişesi taşıma. Sadece ve sadece kazanmayı düşün!"
Dördüncü ve son ana kural şudur: "İçinde bulunduğun durumu asla eski haliyle ya da bundan sonra alabileceği hal ile değerlendirme. İyi mi, kötü mü diye düşünme. Sadece "şimdi"nin gerçeğini gör. Ancak bu şekilde başarıya şimdi ulaşabilirsin."
Bunları günlük yaşantımıza uyarlarsak, şöyle dememiz gerekir: "Hayatın her anını ayrı yaşa. O an neyse, sadece o anı yaşa. Önceyi ya da sonrayı düşünmeden yaşa."
İşte bu ifade, savaşmadan kazanmak meraklılarına savaşmadan kazanmak sanatı hakkındaki anahtar bilgiyi sunmaktadır. Nasıl mı?
Giriştiğiniz her savaşın nedeni ya önceye dayanır ya da yakında önümüze çıkacaktır. Kazanan birinin elindekileri almaya teşebbüs etmek, başka birinin çoktan ele geçirdiği bir şeye yarın sahip olmayı istemektir.
Halbuki gerçek bir başarı ancak "şimdi" elde edilendir. Yani şu anda, içinde bulunduğunuz anda. Her şey şu an için geçerlidir, çünkü bir sonraki an bambaşka şartlar öne sürecektir.
İşte bu anlamda hayatımızın her bir anı yepyeni, apayrı bir yaşamdır artık.
Bu düşünceleri takip edebileceğine inanan biri, başarının göreceli bir değer taşıdığını görür ve önyargıları olmaksızın değerlendirme yapabilir. Bilir ki, başarı, kafasında hayal ettiği şey değil, aksine, bir anın tam anlamıyla yaşanabilmesidir. Ve bu anda, ne bir savaşa, ne de bir rakibe ihtiyaç yoktur.
İtiraf etmeliyiz ki, bu tür düşünce tarzları savaşmadan kazanmayı tartışmaya açık bir felsefe olarak göstermektedir. Halbuki burada güdülen tek amaç, saldırganlıktan arınmış günlük bir yaşantı oluşturmaktır. Bir diğer yandan da, savaşla kazanmak arasındaki farkı anlatabilmektir.
Her ideoloji, din ya da ahlak, takipçilerin kendi kurallarına sıkı sıkıya uymasını, boyun eğmesini ve mümkün olduğunca az soru sorulmasını isterken, "savaşmadan kazanmakla durum tersinedir.
Savaşmadan kazanmak bir düşünce modelidir. Burada önemli olan, bağlantılar arasındaki mantığı çözebilmektir. Emir yoktur, doğruluğuna ya da gerçekliğine dair iddialar da yoktur.
İsteyen bu bağlantıları kendi meziyetleriyle, imkanları ve ihtiyaçlarıyla birleştirir, yeni tezler geliştirir. Ve bu tezleri ilerleterek kendine özgü bir davranış modeli oluşturur.
İşte bunu gerçekleştiren biri, kendi kendisinin hakemidir artık. Başarılarından da, yenilgilerinden de kendisi sorumludur.
Kendi kendinin hakemliğini yapabilecek olanlar ise, önyargısız yargıya varabilmeyi öğrenenlerdir. Başarı, içinde bulunulan durumu, o anki gerçek şekliyle değerlendirmeyi şart koşar. Önyargı ise, ümit ederek ya da korkarak gerçeklerden kopmamıza neden olmaktadır. Oysa korkan biri, kendisine yönelen saldırıları savaşmadan savuramaz, çünkü saldırıları gerçekçi olarak değerlendirememiştir.
Önyargı, hayatın katı gerçeklerine karşı bir savunma mekanizması geliştirmiş kimselere hizmet etmektedir. Bir işçi, tüm girişimcilerin sırf para kazanma hırsıyla yanıp tutuşan istismarcılar olduğunu farz ederek teselli bulur. Ona göre, girişimcilerin hepsi emirlerinde çalışanları istismar ederek kendilerine daha da lüks bir yaşam hazırlama kaygısındadırlar. İşçi, aşağılardaki birinin asla yukarılara gelebilme gibi bir şansı olmadığına inanmıştır.
Hepimizin bildiği gibi bu tür önyargılar insanları ihtilallere sürüklemiştir. Ve bu ihtilaller başarıdan, zaferden yoksun çabalar olarak kalmıştır. Neden? Çünkü önyargıdan oluşan bir zeminde başarıdan söz edilemez. Bir takım grupların diğerlerini devirerek elde ettikleri yaptırım gücü ve bu ihtilalci grupların "kötülükleri ancak iyi bir şeyler yok edebilir" türündeki düşünceleri...
İşte bunlar, ihtilalleri kazançsız oyunlar haline getirir.
Kan dökülür, birçok insan yaralanır, ölür. Ancak kurbanlar olmalıdır. İhtilalci grubun başındakiler "kurbanlardan dolayı suçluluk duysalar bile, bu suçu da yönetime atarlar. "İhtilali mecbur kılanlar başımızdakilerdir, o halde kurbanların sorumlusu da onlardır!" diyerek vicdanlarını rahatlatma yoluna giderler.
Yaptırım gücü ancak önyargılarla elde edilmekte ve elde tutulmaktadır. En büyük önyargı ise, yaptırım gücü olan herkesin yaptırım gücünü kullanabildiğini sanmaktır. Oysa kişi, yaptırım gücünden yararlanmaya ve yaptırım gücünü öne sürmeye başladığı andan itibaren çırılçıplak kalmaktadır.
Yaptırım gücü olan birisi, idaresi altındakilere sadece kendisinin gücü elinde bulunduran kişi olduğunu ispatlamaya çalıştığı müddetçe, uyduruk ve göstermelik başarısıyla gurur duyabilir.
Bu öyle uyduruk bir gösteridir ki, gücü elinde bulunduran gücünü kullanmaya başlar başlamaz sona erer ve değerini yitirir.
Çünkü yaptırım gücü kullanılmaya başlandığı andan itibaren sistemin açıkları ve noksanları gün yüzüne çıkar, ortaya serilirler. Ve daha ilk açık verir verilmez, yaptırımı ellerinde bulunduranlar yenilgiye "merhaba" derler.
Hiç kimse yaptırım gücüne sahip birisi kadar yaralanmaya müsait değildir. Yaptırım gücü sahipleri otoritelere bir kez olsun ters düşmeyiversinler, işte o zaman kıyamet kopar.
Demek ki otorite sahipleri asla yenilmemeli, asla en ufak bir açık vermemeli, asla otoritelere ters düşmemelidirler. Ola ki yenildiler ve tuzağa düştüler, işte o anda hayat oyunu onları diskalifiye eder. İşte bu yüzden de savaşmadan kazananlar, yaptırım gücü ihtiyaçlarını mağlup etmelidir ve bu arzularını yenmelidirler. Yoksa hayat onları mağlup eder.
0 halde görüyoruz ki; yaptırım ve otorite, arkasında gerçeklerin saklandığı önyargıdan başka bir şey değildir. Yani önyargılar gerçekleri gizlemekte ve onların gün ışığa çıkmalarını engellemektedirler.
Bulunduğu durumu ya da karşısındaki kişiye önyargılara takılmadan ve onların ardındaki gerçeklere göre değerlendirmeyi öğrenen biri, kendine iyi bir pozisyon sağlamış olur. Ve oyunun diğer hamlelerini de adım adım gerçekleştirerek başarıya doğru yürür.