Kendisiyle barışık olmayan insanın ruhu azaptan kurtulmaz. Ruhu, o bedenle
olmaktan pişmanlık duyar.
Barış beyinde başlar. Kendisini küçümseyen ya da çok abartan kişilikler daima barıştan kaçarlar, Kendine karşı terazinin ayarını kaçırırlar. Ya kendisiyle kavgalıdır, ya da kendisini aşırı bir güç olarak görür ve boyundan büyük işlere girerek altında ezilir kalır.
Kendisi ile barışık olmayan insanlar, öncelikle kendilerine doğru bir strateji çizmek zorundadırlar.
Kimseden daha olmadığınızı aklınızdan çıkarmayın, bu size mütevazılık kazandırır. Fakat herkesten farklın olduğunuzu da aklınızdan çıkarmayın ki, bilgelik yönünüz ortaya çıksın!
Kendisi ile barışık olmayan kişiler, hayatta yapabilecekleri şeyleri hayal ederek yaşamayı öğrenmeliler. Örneğin elinde hiçbir imkan olmadan bir bina yapmayı, seçimi kazanmadan bir şehri yönetmeyi, hayalinde bir parti kurarak iktidara gelmeyi ve ülkeyi yönetmeyi hayal etmek bir çözüm olabilir. Çünkü bu gibi fanteziler gerçekleşmeyeceği için kendisi ile barışık olmayan kişi kendisi ile olan barışı bozar.
Kendisiyle barışık olmak, başarabileceği işleri gerçekleştirmektir. Gücüne göre hayal etmektir. Hayal kırıklığı yaratacak hayallere kapılmamaktır.
Kendisiyle barışık olma hakkında insanlar üzerine binlerce araştırma yapılmış. Bunlardan biri de Kanada’da bir altın arayıcı insan üzerinde yapılmış. Kanada’nın buzlarla kaplı bölgelerinde eksi elli derece soğuğa rağmen metrelerce yeraltına inerek altın arayan birçok insan vardır.
Çevresinde hiç sevilmeyen, kavgacı bir altın arayıcısı tespit edilerek kişinin hayatındaki değişiklikler kaydedilmiş. Kendisi ile daima kavga eden bu insan yeraltında büyük mir miktar altın bularak eve getirmiş. Yaptıkları iş illegal olduğu için yakalanmamak için Amerika’ya geçer altınını orada satmak ister. Elindeki altın hayatını tamamen değiştirecek, onu sefaletten kurtaracak bir miktarda...
O güne kadar çektiği fakirlik sona erdirmek için altım bir an önce satmak istemiş. Önce küçük bir parçayı alıcıya götürmüş, alıcı altının değerinin üçte birini verince sinirlenmiş, adamı bıçaklayarak öldürmüş.
Polisten kurtulmak için altınlarını otelde bırakarak kaçmaya başlamış. Tekrar Kanada’ya dönmüş. Tekrar altın armaya çıkmış. Uzun süre yeraltında çalışmasına rağmen hiçbir şey bulamamış. Eli boş dönmek istemeyen altın arayıcısı, yanındaki arkadaşın altınlarına göz dikmiş. Bir fırsatını bulup arkadaşını zehirleyerek altınlarını almış. Artık üçüne beşine bakmadan maden yakınında bir tüccara satmaya gitmiş. Tüccar altınları değersiz bulmuş, satın almak istememiş. Adam altınları almış caddede dolaşırken yolda eski bir arkadaşına rastlamış. Ona altınları satmak istemiş. Arkadaşı altınları bir şartla almış. Parasını yarın vereceğini söylemiş.
Ertesi gün buluşacakları yere gelmiş, altınları sattığı arkadaşını beklemeye başlamış. Uzun süre sonra arkadaşının gelmeyeceğini alayınca geri gitmiş. Araştırmış soruşturmuş, adamı bir yerde bulmuş, onu da öldürmüş. Ondan sonra hayatı hapishanelerde geçmiş. Hapishanede her gün biriyle kavga çıkardığı için tek kişilik bir hücreye kapatılmış. Sonunda hapishane doktoruna çıkmış, başından geçenleri anlatmış. Doktora olanların nedenini ve ne yapması gerektiğini sormuş.
Doktor ona şunu demiş: “Önce kendinle barış, gerisi çorap söküğü gibi gelecektir!” Adam önce bu cümleyi önemsememiş. Hücresine gitmiş, dalmış, düşünmüş, aynayı çıkarıp kendini seyretmiş. Yüzündeki korkunç görüntüyü görünce doktorun ne demek istediğini anlamış.
Adam hücrede geçirdiği zaman içerisinde küçük aynasına bakarak korkunç yüzünü değiştirmeyi denemiş. Çirkin olmamasına rağmen yüzündeki hiddet, korku, umutsuzluğun farkına varmış. Önce gülmeyi öğrenmiş. Sonra hücresinde gezinen farelere selam vermiş, onlara bir insanmış gibi davranmış. Nazik konuşmayı öğrenmiş.
Epey bir süre sonra hapisten çıkmış. Sokakta gezerken önüne gelen herkese nazikçe selam vermiş. Daha önce gördüğünde tekme savuran çocuklara gülerek bakmış, onları sevmiş.
Tekrar altın aramaya çıkmış, bulduğu ham altın madenini satarak zengin olmuş. Bir okul yaptırmış, o da yetmemiş yaşlıların barınacağı bir bina yaptırmış. Yaşlı, kimsesizlerle kalarak onların dertlerini dinlermiş. Kısa sürede çevresinde bir aziz gibi sevilmeye başlamış.
Ölürken, o eski bela arayan adamın cenazesine şehrin yarısı katılmış.
Bu örnek, insan hakları savunucusu bir araştırmacı olan Alman Dr. Rüdiger’in günlüklerinden alınmıştır.
Burada kendisi ile barışık yaşamak ile yaşamamak arasındaki uçurumu açıkça ortaya koyuyor. Kendisi ile barışık olmayan insan ne kadar zengin olursa olsun, mutlu olmadığını ve kendisi ile barışık olmadığı için hiçbir dostunun, arkadaşının olmadığını, en önemlisi de başının hep belada olduğunu örnekleyerek bize sunuyor.
Hayatta bütün zorlukları ancak kendimizle barışık yaşamakla aşabiliriz. Kendisi ile barışık olan, ailesiyle barışıktır, Mutlu bir hayatı vardır demektir. Kendisi ile barışık olan insan çevresi tarafından takdir edilen, kariyer yapan insandır, işinde daima yükselen bir grafiği vardır.
Dilerseniz çevrenize bakın, açıkça göreceksiniz.
Öyleyse önce kendinizle barışın! Barışıksanız bunu daha da geliştirin.