O resmin içine hayalinizdeki her şeyi koyun, istediğiniz, dilediğiniz
her şeyi! Peki, mutlu olmak için şart koştuğunuz bütün her şey
tamamlandığında mutlu olacağınıza emin misiniz? Maddi konforların
karşılığı her zaman mutluluk mudur? Peki ya, söz konusu olan sıcak,
anlamlı ilişkilerin, dostların, tatmin edici bir kariyerin bile
içinizdeki boşluğu dolduramadığı bir duygu durumuysa? içinizdeki
boşluğun anlamı nedir?
Bazen bu boşluk gündelik yaşamınızı fazla etkilemez. Sizden beklenen her şeyi yerine getirirsiniz ama nedenini bir türlü açıklayamadığınız o boşluk hep sizinle birliktedir. Onunla birlikte yaşar gidersiniz. Kimi zaman da durum daha vahim bir hal alır ve kendinizi bir psikiyatrın karşısında bulursunuz. Kapıdan çıkarken de genelde elinizde tehlikeli yan etkileri olan bir ilaç —ya da ilaçlardan oluşan bir reçete olur. Eğer aldığınız ilacın prospektüsünü dikkatli bir şekilde okursanız, korkutucu yan etkilerin sizi daha koyu bir depresyona itmesi büyük olasılıktır! Depresyon tedavisi gören ve intihara eğilimi olmayan hastaların bu ilaçlara başladıktan sonra intihar etmesi sıklıkla görülen bir durumdur. Zaten antidepresanların hemen hemen tamamında “aklınıza sık sık intihar düşünceleri gelmeye başlarsa doktorunuza başvurun” uyarısı bulunur.
Antidepresan ilaçların yan etkilerine bir bakalım isterseniz:
Antidepresan ilaçların yan etkileri
• Yüksek tansiyon
• Mide bulantısı
• Baş ağrısı
• Konsantrasyon bozukluğu
• Uykusuzluk ya da tam tersi uykuya eğilimin artması
• Koordinasyon eksikliği (Bu yüzden bu ilaçların çoğunu alırken araba ya da herhangi bir araç kullanmamanız tavsiye edilir)
• Şiddete eğilim
• Unutkanlık
• Kilo alma
• Kilo verme
• İntihara eğilim
• Diyabet (Antidepresan kullananlarda şeker hastalığı riski iki, hatta üç kat artıyor)
• Taşikardi
• Kalp krizi
• Karaciğer yetmezliği
Bu ve bunlar gibi semptomlarla uzayıp giden bir liste.
Sadece doktorlar reçete etse yine iyi! Çok zaman, doktora gitmeye bile gerek duymadan, elinizi kolunuzu sallayarak bir eczaneye girer ve arkadaşınızdan duyduğunuz bir antidepresanı satın alıverirsiniz. Neden? Çünkü devamlı beyin kimyanızda bir bozukluk olduğu ve antidepresanların bu kimyayı düzelttiği yolunda bir bilgi bombardımanına maruz kaldınız ve bu bilgiye gönülden inandınız, Antidepresanlardan büyük paralar kazanan ilaç şirketleri buna inanmanızı ister. Ama bilimsel yayınlar, bu ilaçların verildiği hastaların ilaç kullanmadan önce beyin kimyalarında herhangi bir problem olmadığını gösteren bulgularla doludur.
Bir yalanı senelerce söylerseniz, değil herkesi inandırmayı, bu yalana kendiniz bile inanırsınız. İşte ilaç endüstrisi ve neferleri de bu misal!
Bu anlattıklarımın çoğuna yabancı olmadığınızı rahmin ediyorum. İstatistikler tüm dünyada giderek artan depresyon yakalanın modern yaşamın yarattığı baskılara bağlıyor. Nedense ‘modern tıp denilen 'kimyasal tıp mensuplarının aklına, bunun ardında fizyolojik bir sorun olabileceği gelmez. Sonuçta milyarlarca dolar para kazanan bir antidepresan endüstrisi var. Bu endüstri her yıl milyonlarca antidepresan reçetesi yazılmazsa nasıl beslenecek? İstatistikler her sene yazılan antidepresan reçetesi sayısının 300 milyon civarında olduğunu gösteriyor.
Eğer gittiğiniz psikiyatr size diyetinizdeki omega3 kaynaklarınızı artırmanızı tavsiye eder, bağırsak floranızı düzenlemek için turşu yemenizi ve yürüyüş yapmanızı önerir ya da D vitamini takviyesi reçete ederse bu koca endüstri nasıl yaşar, nasıl gelişir?
Evet depresyon vakaları artıyor çünkü kötü besleniyoruz!
Mutsuzuz çünkü yediklerimiz bize beyin kimyamızın dengesini korumak için gerekli besin maddelerini sağlamıyor!
Bırakın beynimizi beslemeyi, yediklerimiz tüm vücudumuzun kimyasını bozan maddelerle dolu. Gıda boyalan, zirai İlaçlar, genetiğiyle oynanmış tohumlar, giderek artan şeker tüketimi tüm sistemimizin dengesini alt üst ediyor.
Belli bazı vitamin ve minerallerin eksikliğinin depresyona neden olduğu bir sır değil. Ama maalesef birçok doktor, basit testlerle ortaya çıkacak bir vitamin eksikliğini araştırmak yerine size bir ‘mutluluk hapı’ reçete etmeyi tercih ediyor. Hem de yan etkilerden bile bahsetmeden! Dediğim gibi yaşatılması gereken dev bir endüstri söz konusu.
Günümüzde doktorlara başvuran hastaların %75’inin şikayetlerinin ardında beslenme yanlışları, kilo, uyku problemleri, kronik sindirim sorunları, anksiyete gibi sorunlar yatmaktadır. Ama ne gariptir ki, doktorlar tıp fakültesinde okurken beslenme dersi bile almazlar! Üstelik maalesef modern tıp denilen ekol, sadece ilaç yazmak için yetiştirir doktorları: “Sen bu ilaçlan kullan, ondan sonra ne yersen ye!”
Allah korusun bir trafik kazası geçirdiğinizde ileri teknoloji cerrahi teknikler sayesinde hayatınızı kurtaran tıp, özellikle kronik hastalıklar söz konusu olduğunda sınıfta kalıyor. Bırakın tedavi etmeyi, sizi ilaçlarla daha da hasta ediyor, hatta öldürüyor.
Çark nasıl dönüyor?
İlaç şirketlerinin çalışma yöntemlerini yakından bilmeyen birçok insan, bu şirketlerin bir hastalığı inceleyerek onu tedavi etmek için ilaç geliştirmeye soyunduğunu düşünür. Maalesef gerçek her zaman böyle değildir.
Genelde şirketler bazı moleküller üstünde uzmanlaşmış kimyagerleri işe alarak onlardan patent alabilecekleri yeni moleküller geliştirmelerini isterler. Patent alınabilmesi için yeni molekülün diğer ilaç şirketleri tarafından daha önce geliştirilmiş olanlardan farklı olması gerekir. Şirket, daha önce bir ilaçta kullanılmamış bir molekül yarattığında görev tamamlanmıştır. Daha doğrusu işin büyük kısmı hallolmuş, artık sıra onu pazarlamaya gelmiştir. Yani tek yapılması gereken patent aldığı kimyasala uydurabileceği hastalığı bulmaktır.
Tamamlayıcı tıp alanında dünya çapında bir şöhrete sahip olan Dr. Andrew Weil’in Health and Healing (Sağlık ve İyileşme) adlı kitabında yer alan bir anekdot, dikkati ilaç endüstrisinin ürkütücü gerçekliğine çekmesi açısından son derece çarpıcıdır.
Weil, gençlik yıllarında bir doktorun yanında çalışmaya başlar. İşi yeni geliştirilmiş bir molekülün psikotik etkilerini araştırmaktır. Şimdi söz : "Bunun için farklı psikiyatrik sorunları olan hastalarla bir araştırma yapmaya haşladık. Amacımız hu kimyasalın hastalarda nasıl bir etki yarattığım ve hangi hastalıklarda işe yarayabileceğini saptamaktı. Araştırmaya katılan hastalardan biri ölüp, diğerlerinde de ciddi yan etkiler görülünce, ilacın tehlikelerini anlatan detaylı bir rapor hazırladık." Sonuçta şirket ilacı piyasaya çıkarmamaya karar verir.
Aradan sekiz sene geçer. Weil, San Francisco’da bir hastanede stajyer doktor olarak çalışırken aynı ilacın bir anestezi öncesi ilacı olarak piyasaya çıktığını görür. "Benim raporda yazdığım bütün yan etkiler aynen listelenmişti.”
Peki, tüm tehlikelerine karşın neden böyle bir ilaç piyasaya çıkmıştı? Nedeni çok basit: Dr. Weil’ın da belirttiği gibi “İlaç şirketi söz konusu molekülün geliştirilmesi için o kadar çok para harcamıştı ki, bir şekilde parasının karşılığını almak istiyordu.” Kesinlikle dehşet verici, ama kimyasal tıbbın karanlık yüzünü yakından bilen biri olarak çok da şaşırtıcı olmadığını söyleyebilirim.
Tıp kirlendiğinde
Kimyasal tıbbın karanlık yüzünü işaret eden, sık sık ortada ciddi ve tehlikeli bir sorun olduğunu dile getiren ben ve benim gibi düşünen meslektaşlarım kimyasal ilaç tıbbının karanlık yanlarını anlattığımız zaman suç oluyor, dava ediliyoruz, tepki alıyoruz. Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar misali...
Ancak biz bunları dile getiren ne ilk ne de son insanlarınız. Bakın 100’ün üstünde kitabı olan, tanınmış İngiliz doktor Vemon Coleman, ta 1975 te endüstrinin açmazlarını şöyle dile [1] getirmiş:[2] “Görünen o ki, ilaç endüstrisi tıp mesleğinin tüm kontrolünü eline almış durumda. Doktorlar ilaç endüstrisi tarafından itilip kakılıyor, satın alınıyor ve mesleklerinin kontrolünü tamamen kaybetmiş durumdalar. Aslında sadece ilaç şirketlerini suçlamakla bir yere varmak mümkün değil. Sonuçta tek amacı para kazanmak olan bir endüstrinin yüksek etik standartlara sahip olması beklenemez. Sorumluluk, meslekleri sadece ilaç şirketlerinin talimatlarını uygulamaktan ibaret bir hale dönüşmüş olan tıp uzmanlarına aittir. Zaten bu şekilde icra edilen bir mesleğe meslek bile demek mümkün değildir.”
İlaçla uyuşturulan kobaylar
İşin en ürkütücü yanı nedir biliyor musunuz? Depresyon şikayetiyle başvurduğunuz doktor da size tam olarak hangi grup ilacın iyi geleceğini bilmez. Önce bir ilaç verilir, o ilaç iyi gelmezse, başka bir ilaca geçilir. Kendisini biraz daha iyi hissedene kadar doktoru tarafından reçete edilmiş sayısız ilaç denemiş öyle çok hasta vardır ki... Yani yine hiç haberiniz olmadan kocaman bir deneyin parçası oluverirsiniz.
Tabii bir ilacın iyi gelmesi derken, ‘iyi’ kelimesini biraz açalım dilerseniz. Antidepresan ilaçları kullandıktan sonra, kendini ‘iyi’ hissetmenin kriteri nedir? Öncelikle iyi hissetmek karşılığında bedel olarak sağlığınızı ciddi anlamda tehdit eden birçok yan etkiyi sineye çekersiniz. Bu ilaçların ne kadar tehlikeli olabileceğini gösteren çalışmalara prestijli yayınlarda pek rastlanmaz. Çünkü bilimsel yayın pazarının kontrolü yine ilaç firmalarının elindedir. Parayı veren düdüğü çalar ya da parayı veren bilimsel yayını yapar!
Kullandığınız antidepresanlarla sorun çözülmez, sadece maskelenir. İlaçla uyuşturulur ya da uyarılırsınız ama sorun hala oradadır, temelde hiçbir şey değişmemiştir. Antidepresan tedavisi görmüş hastaların ilacı bıraktıklarında, hiç antidepresan kullanmayanlara göre çok daha sık depresyona girdiğini gösteren sayısız araştırma var. Yine doğru takviyeler, doğru besinlerle duygusal durumunuzu en iyi seviyeye taşıyabileceğinizi gösteren birçok çalışma mevcut. Ancak bu bilgilerin yayılmasını kimse istemez. Çünkü açık havada yürüyerek, egzersiz yaparak iyileşebileceğinizi bilmenizin siz hariç kimseye faydası yoktur, ilaç endüstrisinin hakim olduğu bilimsel yayın piyasasından milyarlarca dolarlık bir pazarı tehlikeye atacak çalışmalar beklemiyorsunuz değil mi? Tehlikeli hareketler bunlar...
Kronik depresyona doğru
Biraz önce ilaç tedavisi gören hastaların, ileriki yaşamlarında daha sık depresyona girdiklerini söyledim. Bunu biraz açmak istiyorum. Böylece bir antidepresan ya da psikiyatrik ilaç kullanmadan önce başınıza geleceklerden haberdar olmuş olursunuz.
Son 60 yılda ruhsal hastalıklarda inanılmaz bir artış söz konusu. Ruh hastalıklarından muzdarip olan insan sayısını bir eğriyle ele alalım. 1955 yılına kadar, eğride öyle inişler, çıkışlar falan olmuyor. Ama 1955 yılından itibaren, eğri dimdik bir ivmeyle yükselişe geçiyor.[3]
Peki, 1955 yılında ne oldu? Piyasaya Thorazine diye psikiyatrik bir ilaç çıktı. İlaç kısa vadede işe yarıyor gibi görünüyordu. Tabii uzun vadede yaptıkları kimin umurunda! Thorazine ile birlikte
Amerika’daki akıl hastaneleri boşalıverdi. Tabii bu gazla birlik bir sürü yeni psikiyatrik ilaç geliştirildi.
Doğal olarak, günümüzde hala kullanılan Thorazine için “E ne güzel işte. Akıl hastaneleri boşalmış. Demek ki ilaç iyi geliyor,” diye düşünebilirsiniz. İnsanlara, düşünmelerini hatta konuşmalarını bile imkansız hale getiren, onları adeta bir zombiye çeviren bir ilaç verirseniz, tabii ki hastaneler boşalır! Bu ilaç hala kullanılıyor. Türkiye’deki adı Largactil.
[1] Health and Healing: The Philosophy of Integrative Medicine and Optimum Health, Androv Weil, 2004.
[2] The Mcditine Men, Vemon Coleman 1975
[3] “Anatomy of an Epidtmic: Psychiatric Drugs and tbeAstonishing Rise of Mentol Illness in America’ Ethical Human Psychologyand Psycbiatry, Robert Whitaker, Volume7, Number 1, Spring 2005