Birkaç yıl oluyor. Anadolu'nun şirin bir kasabasında pazar yerine gitmişim
sabah sabah. Boynumda fotoğraf makinesi dolaşıyordum cıvıl cıvıl gözler,
yüzler içinde. Anadolu'yu bir anda verip geçen renkler, biçimler içinde.
Kendi memleketimde yabancı turiste benzemek korkusuyla fotoğrafa dilediğim
yerde davranamıyordum. Üstelik makineyi bir sahneye doğrultur doğrultmaz
yüzler bana çevriliyor, hayat duraklıyor, tadını kaybediyordu. Yine de
birkaç resim çektim kimseye çaktırmadan. Meğer kasabanın akıl hocalarından
birkaçı bakarmış bana kahveden. Curnal etmişler. Bir keçi alışverişi
sahnesine makineyi doğrulttuğum sırada bir jandarma çıkıverdi karşıma:
Karakola! dedi, makineyi elimden alarak. Çevremde bana dostça bakan benim
dostça baktığım duru köylü yüzleri bulanmaya başladı. Kucaklar gibi baktığım
pazar yeri, elimde bıçak görmüş bir dostun acı şaşkınlığıyla bakar oldu
bana. Ne dedimse kar etmedi jandarmaya. Karakolda mesele anlaşılınca komutan
benden çok sinirlendi bu işe. Belki bir madalya bekleyen Bay Curnalci
paparayı yeyince kendisini ben korumak zorunda kaldım. Adam beni yabancı
sanmış, kaba saba köylülerin resmini çekiyormuşum, dışarıda memleketi kötü
tanıtacağımdan korkmuş, ne bilsinmiş kötü niyetlerim olmadığını?
Ayıplarımızı ne diye elaleme gösterelim, değil mi ya? Dedim kardeş, bir defa
fakirlik ayıp değil, tersine, görmemek, gizlemek ayıp fakirliği. Sonra senin
kaba saba dediğin köylülerin öyle güzel, öyle ince tarafları var ki sende
bende yok. Hem doğru mu bu kadar karışmak resim çekenlerin işine, zevkine?
Yabancı da olsa içlerinde kötü niyetlisi vardır, diye hepsinden kuşkulanmak
olur mu?
Oysa ki çok iyi biliriz kötülüğün bize dışarıdan çok kendi içimizden geldiğini, içimize kurt düşürenlerin asıl kurtlar olduğunu, kara kuşkuların karanlık yüreklerden geldiğini, birbirine güvenmeyenin birbirini yıktığını. Biliriz de yine kapılırız kuşkulara; hele dünyamıza küskün, çevremize kırgın olduğumuz zamanlar.
Herkesin herkesten kuşkulandığı bir dünyanın karanlığını düşünün. Başkalarından her an kötülük beklemenin çirkinliği bir yana aptalca bir tarafı da var: Gelecek kötülük kuşku içinde yaşamaktan daha korkunç olamaz ki.
Kuşkulanmayı bir zeka belirtisi sayanlarımız çoktur. Nice aydın kişiler bilirim ki kendilerinden kuşkulanmayanı bile enayi sayarlar.
Zekanın gördüğü en önemli iş iyi niyetlerin arkasındaki kötü niyetleri bulup çıkarmaktır onlara. Yutar mıyım der gibi bakarlar her cömertçe davranışa, her çıkarsız hevese, sevgiye. Dünya görüşleri ne kadar bilim cübbelerine bürünürse hürünsün. Karga ile Tilki masalından çıkardıkları kıssanın ötesine geçmez. Her şarkı isteyen tilki, her şarkı söyleyen kargadır; peyniri tutmak varken şarkı söyler mi insan? Her insanda bir tilki görmeyi üstün zeka sanıp kendi görüşlerine hayran olanların kargadan farkları ne? Peyniri tilki kapacak diye kimse şarkı söylemezse ne olur dünyamızın hali?
Bana mı öyle gelir bilmem, karanlık bir çirkinlik iner kuşkulanan insanın yüzüne. Evlerine bile bir mezarlık kasveti siner kimseye güveni olmayanların. Kapılar da gönülleri gibi hep yarı açılır misafire; görülmeden önce görmek, görmekten de çok gözetlemek ister gibi. Sanat eserleri bile bir çalınma korkusuyla çakıldıkları yüksek yerlerden yahut kapalı dolaplar içinde yarım yamalak gösterirler kendilerini.
Bu arada, hiç anlamadığım bir şey de müzelerdeki fotoğraf çekme yasağıdır. Avrupa'da da yer yer rastlanan bu yasakta yalnız kuşku değil cimrilik de olsa gerek, hem de aklın sınırlarını aşan esrarlı bir cimrilik: Ya seyircilerden biri kazara güzel bir resim çeker de çoğaltır satar, zengin olursa? Müze bu işten edebileceği karı bir tilkiye kaptırmış olmaz mı? Kimbilir, belki daha şeytanca hesaplar vardır bu yasakta; ama bu hesapların hiçbirinde sanata ve halka saygının yer almadığını sanıyorum. Bu kadar küçük kaygılar hangi büyük duyguları besleyebilir? Müzeyi kuranın asıl dilediği içindekinin bilinmesi, yayılması, sevilmesi olduğuna göre resim çekmeyi yasak etmek şöyle dursun, hoş görmek, hatta kolaylaştırmak, desteklemek gerekmez mi? Orta malı, halkın malı olmuş bir esere konan yasaktan kimin ne faydası olabilir? Kimin malını kimden esirgiyoruz bu yasakla?
Bizim çağımızda, hele bizim gibi dünyaya yeniden açılmak isteyen bir memlekette görmek ve göstermek, yasak edilecek değil beslenecek bir hevestir. Az mı çekti bu millet içine kapalı yaşamaktan, özünü ve yüzünü peçelere bürümekten? Görülmek, gösterilmekten yalnız iyilik gelir bize. Az topraklara verilmiş güzelliklerimiz bir yana, kusurlarımızı, dertlerimizi ortaya koymakta da geç kalmışız. Yerli yabancı bütün gezenlere cömertçe açık durmalı kapılarımız; içlerinde kötü niyetlisi varsa onu tanımanın ve yenmenin yolu da budur. Söylesin nesi varsa söyleyecek. Kuşkulardan, küçük hesaplardan yıkanmış bir dünyada kötü niyet ışığa çıkmış yarasaya döner. Karanlık, içine kapalı dünyalardır kötü niyet besleyen.