Birini sevmek istiyorsak, tek yapmamız gereken onu sevmeyi seçmek! Benim
sevmeyi seçtiğim kişi de beni sevmeyi seçiyorsa; ne kadar güzel... Çoğu
zaman çiftlerden biri sadece diğerini sevmeyi seçtiği için, diğer kişi
de onu sevmeyi seçer; bunun farkında mısınız? Sevilen kişi, seviliyor
olduğu için onu seveni seçer... Yani ilk başta sevmeyi seçen siz
olduğunuzda; bir ilişki olasılığınız çok daha fazla.
Tinder çıktığından beri, bu uygulama ve türevlerinin insanlara her istediklerinde dakikalar içinde yüzlerce, binlerce kişinin fotoğrafını çıkardığından bahsetmiştik..
Bu uygulamaları kullanmak için yapılması gereken şey çok basit: Kendi fotoğraflarımızı kullanarak bir profil oluşturuyoruz ve önümüze çıkan kişilerin fotoğraflarından beğenmediklerimizi parmağımızla ekranda sola, beğendiklerimizi ise sağa kaydırıyoruz. Benim parmağımla sağa kaydırdığım kişinin karşısına da benim fotoğrafım çıkıyor. O da beni beğenmişse ve aynı şekilde ekranda benim fotoğrafımı sağa kaydırmışsa, birbirimize bir mesaj kutusu açılıyor.
Peki böyle olunca ne oldu? Herkesi beğenip, daha fazla insandan beğeni almak ve olasılıkları artırmak için, en kısa sürede herkesi sağa kaydırmak; yani beğenmek için “parmak makinaları” piyasaya sürüldü. Bugün bu makinalarla bir saat içinde 6000 kişiye arka arkaya beğeni yollamak mümkün!
Bu makinayı kullanmayan, ama kendi parmağını makina gibi kullanan; Tinder’da “Başarılı” bir profile sahip olan bir erkek arkadaşım, bana Tinder’ındaki mesaj kutusunu gösterdi. Dedi ki “Baksana 180 tane mesaj var. Hangi birisine cevap vereyim?”
Hepimiz artık bazı restoranlarda menüde 150 tane seçenek görüyoruz. Peki menüsünde 1520 tane seçenek olan restoranlara göre, 150 tane olması bizi daha mı mutlu ediyor? Hayır; çünkü hem seçemiyoruz, hem de zaman kaybediyoruz. Sonra da garsona soruyoruz: “Siz ne önerirsiniz?”
Önce garsona bakıyoruz... Bize göre biraz zevk sahibi birine benziyorsa, ona güveniyoruz ve o ne önerirse onu yiyoruz. Bazen seçenekler o kadar fazla oluyor ki, belki de kendi zevki bizimkiyle hiç aynı olmayan garson hangi yemeği seviyorsa, onun dediğine uyacak kadar seçeneksiz kalmış oluyoruz.
Çocukluğundan beri aynı yerde yazlık evleri olan ve oradaki dondurmacıda 4 çeşit dondurmayla büyüyen; keyifle sütlü, fıstıklı, çikolatalı ve çilekli dondurma yiyen birisi, uzun seneler sonra bir gün aynı yazlığa gittiğinde, bu dondurmacıda 50 çeşit dondurma görse ne olur sizce? Bu durum ilk başta onu mutlu etse de; günün sonunda o dondurmaları yerken, sizce çocukluğunda aldığı keyfi alabilir miydi? Çok emin değilim doğrusu...
2000 senesinde Sheena Iyengar ve Mark Lepper isimli psikologlar, “Reçel Deneyi” adını verdikleri bir deney yaptılar. Bir markette tüketicilerin karşısına ilk gün 24 çeşitten oluşan tadımlık reçel standı açtılar. Bu standın önünden geçenlerin %60’ı reçelleri denedi. Kişi başına ortalamada 24 reçelin 2 çeşidi denendi. En sonunda da bu reçelleri, standın önünden geçenlerin yalnızca %3’ü satın aldı. Başka bir gün, aynı markette bu standın üzerine sadece 6 çeşit reçel koydular. Bu sefer standın önünden geçenlerin %40’ı reçelleri denerken, yine ortalama 2 çeşit reçel denendi. Ancak reçel satışı %30’a çıktı. Yani 10 katma!
Artık zaman ve emeğini boşa harcamak istemeyen insanlar, kendilerine yakışan ve rahat kıyafetlerin aynısından birkaç tane alıyor ve sade bir şekilde yalnızca onları giyiyorlar. Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg gibi en varlıklı insanlar bile bunu yapıyor. Bunun gibi, bir sene boyunca iş yerlerine aynı kıyafetle giden insanlar, bu tarz akımlar bile başlattılar çünkü artık her sabah “Bugün ne giysem?” diye seçim yapmak durumunda kalmak istemiyorlar, işyerlerine hep aynı kıyafetle gidiyorlar.
Dünyada minimalizm akımına uygun yaşayan çok insan var. En basit tanımla, “Az şeye sahip olmak” anlamına gelen bu akımla beraber, insanlar gerçekten ama gerçekten çok değer verdikleri veya ihtiyaçları olan eşyaları tutuyorlar; diğerlerini ise hayatlarından çıkarıyorlar. Hayatlarının kontrolünü ellerine almak için, dikkatlerini dağıtacak eşyaları atıyorlar yani...
Yaşı ilerlemiş insanlar telefonculara gidip, gözleri ekrandakileri seçebilsin diye, ekranı büyük olan ve tek fonksiyonu yalnızca arama yapmak olan eski telefonları alıyorlar. Birçoğunun torunları da, onlara bu telefonların nasıl çalıştığım öğretiyorlar. Artık çoğu insan için daha iyisi, daha azı demek.
Yaptığımız seçimlere olan yaklaşımımız ve algımız, mutluluk seviyemizi ciddi derecede etkiliyor. Bugün 5X’e bir ev kiraladınız diyelim. Birkaç hafta sonra bir üst katınıza, tamamen aynı koşullardaki bir eve taşınacak olan kişinin, evini 4X’e kiraladığını duysanız ne olur? Evinizden aynı keyfi almamaya başlarsınız. Peki sonra ne yaparsınız? Birçok olasılık var ama muhtemelen ya aslında iyi bir karar vermiş olduğunuzu kendinize kanıtlamaya çalışırsınız, ya kendinize bir sene sonra nasıl oİsa bu evden çıkacağınızı söylersiniz ya da ev sahibini arayıp sitem edersiniz.
Artık izleyeceğimiz filmi seçerken bile, kendimizden çok filmlerin başkalarından 5 yıldız üzerinden kaç yıldız aldığına güvenmeye başladık. Gelecekte insanların seçim çelişkileri öyle artacak ki, yemekleri hap halinde yiyeceğiz veya en doğru ilişkiyi yaşamak için bir makinaya, kendimizden çok daha fazla güveneceğiz.
2004 senesinde Amerikalı psikolog Barry Schwartz, Seçim Çelişkisi isimli kitabında, tüketicilerin yaptıkları alışverişlerde seçim şanslarının her gün daha çok artmasıyla beraber, endişenin, kaygının ve huzursuzluğun toplumda nasıl çoğaldığını anlattı. Bazı insanlara “Maximizer”; diğerlerine “Satisficer” dedi. Yani seçimler konusunda bazı insanlar “Daha iyisi olabilir mi?” deyip seçimlerini hep maksimize etmeye çalışırken, diğerleri “Bu benim için yeterli” deyip yaptığı seçimle yetinebilenlerdi.
Hep daha iyisini arayanlar, hiçbir şey onlara yetmediği için çok fazla zaman ve enerji harcarlar. Sonrasında da, bir sonuç aldıklarını düşünseler bile, etkisi çabuk geçer ve sonuçtan mutsuz olurlar. Durmadan karşılaştırma yaparlar... Arabasını, telefonunu durmadan bir üst modele yükselten birilerini, eminim siz de tanıyorsunuzdur.
Bir arkadaşım, ne zaman uçağa binecek olsa uçak kalkmadan önce telefonundan filmler için oylama yapılan uygulamalara girer, hangi filmi izleyeceğini belirlemek için değerlendirmelerine ve aldığı yıldızlara bakar. Bir film baştan itibaren onu ciddi şekilde sarmazsa, o filmi bırakıp diğerine geçecektir çünkü. Çok fazla film seçeneği olduğu için, kafasında her zaman “Daha iyisi olabilir mi?” sorusu vardır. Uzun mesafe uçuşlarda bile, onun herhangi bir filme başlayıp, uçak inene kadar filmi bitirebildiğim zannetmiyorum.
Bazen de tek bir seçenek vardır ve ona güvenmeyi seçeriz. Almanya’nın Hamburg şehrinde yüksek lisans yaparken, okulumun yakınında Delicatessen Des Meeres adında bir restoran vardı. Burada uygun bir fiyata her gün içinde deniz ürünleri olan tek bir yemek çıkardı. Yani çok seçenek; hatta iki seçenek bile yoktu. Oraya her gittiğimde, farklı tek bir çeşit yemek olurdu. Ama deniz ürünü sevenler için, bu insanlar öyle bir yemek yaparlardı ki, her öğlen kapısında sıra olurdu.
Seçeneklerin fazla olması ilk başta bizi mutlu ve özgür hissettirebiliyor. Zannediyoruz ki, bu her zaman böyle devam edecek... Ama kısa bir süre sonra, tam tersi; seçeneklerin fazla olması, bizi felç ediyor.
Orta yaşlardan ileri yaşlara doğru ilerlediklerini düşünen bazı kadınlar bana soruyorlar: “Benim şansım gençlere göre daha az değil mi?” Ben de onlara diyorum ki: “Sizin seçeneğiniz daha az, ama bence sizin ilişki yaşama olasılığınız daha fazla. Sizin yetiştirilme şekliniz ve algılarınız; daha önce belirttiğim gibi bugünkü reklamların, dergilerin, televizyonun, medyanın, filmlerin vs gençlere etkisine göre çok farklı.
En önemlisi de size göre gerçekten doğru biri karşınıza çıkarsa; aslında sizin güzel ve uzun bir ilişki yaşama şansınız, fazla seçeneği olanlara göre çok daha yüksek.” Çünkü bu kişiler kadın-erkek fark etmeden, aslında karşılarına çıkan kişilere, gençlere göre daha çok şans veriyorlar.
Bir de şu var; özellikle çok uzun süre evli kalan ve 15, 20, bazen 30 veya 40 sene aynı kişiyle olan, gözünü başka herkese kapatmış kadınlar da boşanma sonrası tekrar hayata döndüklerinde sanki halen evlendikleri yaşatalarmış ve hayat aynıymış gibi, olasılıklar aynı olabilecek gibi varsayabiliyorlar.
Ben buna “Şalteri kapatmak ve sonra tekrar açmak” diyorum. Zaman tünelinde yolculuk gibi... Bu kadar sene sonra boşanan bir kadın, özellikle evin faturalarıyla dahi uğraşmamışsa, yeni hayatında ne yapacağını şaşırabiliyor. İlişkide olan veya olmayan herkes için hayalim; gerçekten de hayattaki sorumlulukları beraberce yakınındakilerle paylaşmaları... Bazen sevgilimizin veya eşimizin bize iyi bakıyor olması; iyice rahatlığa gömülmemizi gerektirmiyor. Konforu seviyoruz ama bence konforu alışkanlığa dönüştürmek oldukça riskli.
Amerika’da yapılan yaklaşık 10 senelik bir araştırmaya göre 1829 yaş arasındaki kişilerde evli olma oranları ciddi şekilde düşerken, bekar olan veya hiç evlenmemiş olanların oranı ise artıyor. Bir partnerle aynı evde yaşama oranları ise hep stabil oranlarda devam ediyor.
Evli olanların oranı bu araştırmada son 10 senede %29’dan %16’ya düşmüş. Bekar olan veya hiç evlenmemiş olanların oranı ise %52’den %64’e çıkmış. Bütün bu oranları dünyanın her yerinde içten içe bildiğimiz için; bugün 20’li yaşlarda bu streslere girmemek için evlenen çok sayıda kişi olduğunu görüyorum.
Kitap okuma oranlarıyla ilgili bir araştırmada, 2007 yılı itibariyle, kitap okuma oranlarının azalmaya başladığı görüldü. Çünkü Kindle adında ekitap okuyucular piyasaya çıktı. İnsanlar ellerindeki dijital makinalardan kitapları okudular ve 1000 tane kitabı iPod’dan müzik dinler gibi bir makinaya sığdırabildiler. Sonrasında eski usul kitap okuma oranı her sene düşerken, bu makinalar üzerinden kitap okuma oranları da aynı şekilde yükseldi. 10 sene sonra ise, bir anda eski usul kitap okuma oranları tekrar artıp, Kindle okuma oranları azalmaya başladı.
Bu durumlar böyle gelir gider; bir şekilde dengelenir... Belki 20 sene sonra özellikle büyük şehirlerde evlilik diye bir kavram bile kalmayabilir... Ya da bugüne göre çok daha fazla artabilir... Bir gerçek var ki, seçenekler çok fazla olmadığında; konu ne olursa olsun, tek seçenek ya da sadece birkaç seçenek varsa, bütün araştırmalar hepimizin çok daha mutlu olacağımızı gösteriyor. Karar bizim...