İki Hayat, İki Şiir: Yahya Kemal ve Ahmet Haşim

Rauf Mutluay


Yaşarken ikisi de, dost halkaları çevresinde tekrarlanarak yankılanan ünleri, eserlerinin yeni ve özel etkileri, özgün halleri ve yargılarıyla ayrı hayranlık merkezleri olmuş, daha sonra yarattıkları geçimsizlik ve dargınlıkla birbirinden uzaklaşıp karşıt kutuplarda ayrı şiir anlayışlarını sürdürmüşlerdi. Ömürleriyle yazgılarının birbirine çok benzer başlangıçları, hem tarihimizin, hem edebiyat hayatımızın önemli düğüm noktalarında, onları büsbütün ayırdı birbirinden.

Aynı yılda (1884), İmparatorluğun iki uzak uç noktasında doğmuşlardı. Bu ayrı fetih topraklarının artık çözülüp dağılan soylu ailelerindendiler. “Bila tefriki cins ü din” ilkesinde Osmanlılığı kaynaştırmak isteyen Meşrutiyet İttihatçılığı, Bağdatlı Alûsizade ile Üsküplü Şehsüvarzade’yi aynı değerde görecekti şüphesiz. Sonraları Türkocağı’nda mayalanmaya başlayan milliyetçilik ülküsü de, Türkçenin bu iki söz ustasına aynı saygıyı göstermekte kusur etmedi. Ama onlar hep birbirlerini, “Arap Haşim”, “Nişli Agah” diyerek, yurt sınırları dışında kalmış doğum yerlerinin damgalarıyla küçümseyerek anmakta inat ettiler.

Hem Bağdat, hem Üsküp, ayrı yönlerden kültür başkentine koşan bu iki edebiyat adayı için yaşanası yerler değildi artık. Hala çocuk dünyalarında, ayırdıkları sıla toprağının özlem sancılarıyla küçük yaşta yitirdiklerini analarının öksüzlük acısı vardı. “Şiiri Kamer”le “Açık Deniz”in asıl başlangıç tohumlan, bu mutsuz ve umudunu bulamamış çocukluk izlenimlerinden gelir.

İkisinin de babalan yeniden evlenmiş, ikisi de aile yuvasından uzakta yatılı okullara sığınmak zorunda kalmışlardı. Ne var ki birinin Galatasaray’a geç başvurması, kaydı ertesi yıla ertelenince bir akraba evindeki etkilere kapılarak Paris’e gidişiyle, yolları buluşmaz birbiriyle. Biri Türkçeyi yeni öğrenen, öteki “Bu dil ağzımda annemin sütüdür” diyen iki genç, aynı yıllarda öğrenci ve şiir heveslisidirler. Haşim ilk olarak Hayali Aşkım’ı yayımlatır (1900), Yahya Kemal tahta çıkış yıldönümünde padişaha bir övgü muhammesi (1902).

Ahmet Haşim’le Yahya Kemal arasındaki yazgı, beğeni, davranış ve yaşama yakınlıkları sanıldığından çoktur. Yalnız birini koşullandırarak aydınlatan, güçlendirip olgunlaştıran Paris yılları hem kültür, hem ülkü, hem mevki bakımından ayrıcalıklar sağlayan o önemli Paris yılları aralarındaki en büyük ayrılığı yaratır bence. Oysa ikisi de Fransızcayı vaktinde öğrenmişler, hemen aynı edebiyatla beslenmişler, aynı şiir akımlarıyla ortamının içinde yetişmişlerdi. İkisi de politika ve eylem dışı kalmaya dikkat edecekler ve sanatlarını kullanmayacaklardır günlük olaylarda.

İkisi de yemek ve içki sever, yalnız yaşar, evliliğe cesaret edemez, yuvasız ve dölsüz kalırlar. İkisi de şiir düşünür ve yaşar, arada biraz gazetelere yazar, öğretmenlik yaparlar. İkisi de ne dünya savaşıyla, ne mütareke ve Milli Mücadele dramıyla yakından ilgilenirler. İkisi de bir bakıma uzak “taşralı” oldukları halde yalnız İstanbul’a bağlanır ve Anadolu’ya çıkmak istemezler.

Bundan sonra ayrılıklar başlar. Haşim’in Çanakkale subaylığı, sanatını hiç etkilemez ama Yahya Kemal hiç askere alınmaz. Birinin Galatasaray’ı bitirdikten (1907) hemen sonra başlayan küçük memur hayatı, çeşitli öğretmenliklerle ölümüne kadar sürer. Yahya Kemal yurda döndükten sonra (1912) öğretmenliğe başlar, Darülfünun’a geçer ve gittikçe yükselen maaş ve mevkilerle sonuna kadar desteklenir. Bu geçim tokluğu ve hayat güveni ayrılığı, iki şairin fizik yapılarının benzemezliğiyle çoğalır gittikçe. Haşim, kendisini olduğundan çirkin ve yakışıksız sayan bir iç düğümüyle yaralı, hasete varan kıskançlıklarla kinli; yalnız, aşksız, dostsuzlukla zehirlidir. Sık ve çabuk hastalanır, çeşitli hayat nimetlerinden yoksun, kişiliğiyle ilgisiz işlerde yorgun, akşamların düşlerine sığınır. Yahya Kemal, sağlıklı ve dayanıklıdır. Bedenini cömertçe kullanır, rahat koşullarda gönlünce yaşama fırsatları bulur, her zaman genişleyen bir hayranlar çevresinin içinde her zaman değerlendirilir. Sade bu ayrılık bile, aralarında kapanmaz bir uzaklık açar. Ahmet Haşim 1933’de ölür. Namık Kemal, Tevfik Fikret, Sait Faik gibi kırk sekiz yaşında, kanmadan. Yahya Kemal ondan yirmi beş yıl fazla yaşar; çevresini de, eserini de, düşüncesini de, ününü de bulmuş ve kurmuş durumda, gittikçe yankılanıp büyümesini sağlayan olgun ve verimli bir yirmi beş yıl daha; gerçekten yaşamaktan bıkıp ölümü dileyecek şekilde, doyarak.

Hem Ahmet Haşim, hem Yahya Kemal, şiirde yaptıklarına son derece inançlı, titiz, güvenli ve ödünsüzdürler. Eserlerini satır satır savunur, eleştiye hak tanımaz, yalnız kendilerini onaylayan hayranlarının beğenilerine inanır, hırçın, geçimsiz, alıngan ve kavgacıdırlar. Bu mizaç benzerliği ile şair gururu, aynı türdeki iş ve emek ortaklığının rekabetiyle birleşince onları uzlaşmaz uçlara iter; birbirleriyle konuşmaz, barışmaz, var saymaz, birbirlerini kabul etmez görünürler.

Meşrutiyetten sonra başlayan hece ölçüsü özenine ikisi de katılmamış, halk edebiyatına yönelmemiş, büyük akıma karşın ikisi de aruzdan vazgeçmemiş, onca büyük olay arasında şiirlerine güncel konuları da sosyal sorunları da almamışlardır. Yalnız Yahya Kemal’in tarih sevgisi ve öğrenim olanakları, onu çeşitli yollardan yürütülüş kavramlarının bileşimini aramaya götürmüş; iş rahatlığı içinde politik mevkileri ve üniversite hocalığını, bir düşünür olmanın görevini de yüklemiştir.

Böylece Yahya Kemal’in açık ve aydınlık, iyimser ve güvenli, tarih düşüncesine ve dünya güzelliklerine dayanan düşünce ve emek şiiri; Haşim’in belirsiz ve kapanık, kötümser ve kararsız, anların izlenimlerine ve hayal öğelerine yaslanan simgeci şiirinden tamamen ayrılır. İkisi de geçmişe özlemle başladıkları halde işe, biri bunu kişisel mutluluğunun yitirilmiş, ele geçmez anılarını şiirleştirmek için kullanır; öteki kendi tekil serüveninden, ulusal bir bilincin ülkü arayışını çıkarır.

Hep birbiriyle karşılaştırılan iki doruk gibi, Haşim’le Yahya Kemal’in adları, şiirimize yeni aşamalar getiren aynı kuşağın içinde hep birlikte anılır; ister bir yakınlığı, ister bir karşıtlığı belirtmek için. Sonraları da aynı tutumla, toplumsal gerçeklerimizi görmezlikten gelme davranışıyla eleştirilecekler, “Hayal Şehrin Hayal Şairi” olarak çağlarının tarih ve toplum gerçeklerinin bile bile dışında kalma umursamazlığıyla suçlanacaklardır.

Ömür dönemleri ve kişisel yazgıları bakımından birkaç yakınlığına baktığımız bu iki şair, eserlerini aynı kaynaktan, aynı yöntemle çıkarmamışlardı. Onun için de edebiyatımızın bugünündeki etkileri de değişik oluyor.

Nicedir şiirimiz, Ahmet Haşim’in imge yüklü, belirsiz, çağrışım karışıklığıyla kapalı tekil dünyasından esinleniyor. Gariptir, her biri kendi alanında gününün gerçeklerini ve ülkülerini savunan Tevfik Fikret, Mehmet Akif, Yahya Kemal, hatta Nazım Hikmetle Dağlarca’ya karşın yeni şiir kuşağı Haşim’in gizli, uzak, bireysel ve düşsel Şiirine daha yakın duyuyor kendini. Ezilmiş ve değerlendirilmediğine inanmış sağlıksız bir ömrün bu dünyaya kırgın ve hayata küskün, onun için de düşlerin çağrısına sığınan mutsuzluk şiiri, yeni ozanlarımızın çoğuna daha üstün ve güçlü görünüyor.

Açık ve aydınlık, doğru ve gerekli, inanca ve ülküye dayalı, kalabalıkları etkileyebilecek güçte yaygın ve güçlü bir şiirden besbelli bir kaçış akımı vardır. Bu, toplum gerçeklerinden önce insanın, bireyin konu olmasını isteyişten, “ben”lerin başkaldırışından doğuyor. Mutsuz, yalnız, küskün ve uzak, okuyucusundan bile yoksun ve ona umursamaz küçümseyişle, topluma dargın ve kızgın bir şiir bu: “Biz” demekten kaçınan. Onun için de binlerce şiir yazılıyor, yayılıyor ama kimse şiir konuşmuyor, şiir okumuyor şimdi.

 

 

 

 


 


Ana Sayfaya Dönmek İçin Tıklayın 

  www.aymavisi.org  
 

 

 

 

Edebiyat

 

 

 

 
 + Büyüt | - Küçült