Yazıya ideolojik birikimle yaklaşan yazarlar, yazının insanı merkeze
koyduğunu ve “insanın ne olduğu kadar ne olabileceğini de göstermek' gibi
dolaylı bir işlevinin olduğunu kavrayabilirler. Yazı ve ideoloji, yapıları
gereği dış gerçekliği öznelleştirmeye çabası taşırlar. Her iki durum da hem
yıkar hem de yeniden kurar. Yazıyla ideolojik yapı arasındaki ilişki
kaçınılmazdır, yazar her ikisiyle de içkin bir ilişki yaşar. İdeolojiye
sanat cinsinden katkılar getirir yazar. Oldukça zor ve karmaşık olan
ideolojik yapıyla, yazının yapısı bir aradadır ve yazarı birlikte dansa
davet ederler.
Bir yazının mantığını ve özelliklerini çözümlemek için, asgari ölçüde gereksinim duyulan öğelerden birisi de felsefi birikimdir. Bu güne kadar nedensiz kurulmuş tek bir metin yoktur. Duygular, düşünceler, itirazlar, hazlar, çatışmalar, boyun eğmeler vs. metinlerin oluşum nedenleridir. Kopuş özelliği taşıyan, radikal sanat üretimleri bile bir sonuç ilişkisi taşımasalar da, neden ilişkisi taşırlar.
Metinler kendiliğinden değildir; her metnin felsefesi, her yazarın da metin içerisine açık ya da gizlice yerleştirdiği bir dünya görüşü vardır. Dünyanın büyük sanatçılarının, yazarlarının, büyük düşünürlerinin hemen hepsi bir dünya görüşüyle anılırlar.
Hayatın akıl almaz hızı karşısında trajedilerimizi duyumsamaya, yaslarımızı tutmaya, birbirimizi sevmeye, aşkla öpmeye, içtenlikle kucaklamaya zamanımız olmuyor. Trajik bir akışın içerisindeyiz. Ciddi bir duyarsızlıktan, kimi zaman da büyük çürümelerden bahsediliyor. Hepimiz şikayetçiyiz. Ama şikayet edenle şikayet edilen arşındaki ilişkide de eylemlilik yok. Kabulleniş ve tahammül egemen ilişkilere.
Birbirini kabullenmiş olan bu sessizliğin tam ortasında kalan yazı ve yazar neler yapıyor? Ya da bir şeyler yapmalı mıdır? Yazı ve yazar açısından da benzer bir susma dönemi yaşanıyor. Her şeyi gördüğünü, diğer insanlardan daha farklı baktığını, hayata duyarlı olduğunu söyleyen yazar da, ortaya koyduğu yazılar da bu çürümeler üstüne kuruluyor sanki. Şikayetleri ortadan kaldırmak için iyi ya da kötü, beğenilir ya da beğenilmez kimsenin bir önerisi yok. Kirlilikten bahsedildiği kadar, kirlenenin kirletenden bağımsız olamayacağı konuşulmuyor. Oysa kirlenen kirletenden bağımsız değildir.
Yazarın olgular karşısında anlamlı ve amaçlı olabilmesi için, dünya görüşünün ve duruşunun olması gerekiyor. Yoksa yazar da şikayetçi olduğunun bir parçası haline geliyor. Dünyanın büyük yazarlarının hemen hepsinin ideolojik hattı vardır. Yazarlar ve sanatçılar bir dünya görüşüne sahip olmasaydı, sanat ürünlerinin büyük bir kısmında yer alan, geleceği biçimlendirme çabası ortaya çıkmazdı. Örneğin, İtalyan Fütüristlerinde benzer bir durum görülür. İtalyan Fütüristleri, başta şair eleştirmen Marinetti olmak üzerine İtalya’daki faşist harekete destek vermişlerdir. 1909 yılında yayımladıkları Fütürist manifestosunda şöyle diyeceklerdir: "Savaşı göklere çıkartmak istiyoruz. Dünyanın bu biricik hijyenini. Militarizmi, anarşistlerin yıkıcı eylemini uğruna ölünen güze! düşünceleri ve kadını hor görmeyi... Müzeleri, kitaplıkları ve her tür akademileri yıkmak ve ahlakçılığa, feminizme... karşı savaşmak istiyoruz." Fütürist şairlerin çoğu İtalyan faşist cephesinde savaşa katıldılar. Aragon, Nazım Hikmet, Walter Benjamin komünist partisi üyesiydi. Picasso'da. Örnekleri çoğaltmak mümkün, ancak her yazarın bir dünya görüşü ve bu görüşün metin içerisinde az ya çok yer alışı vardır.
“Sanatın belki de hiçbir alanında ideolojik çatışma, edebiyattaki kadar keskin değildir. Karakterlerin iç dünyaları ve politik görüşlerinin yansıtıldığı bir yazar, sempati ve antipatisini saklayamaz ya da gözlerden gizleyemez, ideolojik inancını okurdan saklaması mümkün değildir. ” diyor Şolohov. Diğer yandan Plehanov ise, “Edebiyat imgeler sanatıdır ve her türlü çıplak düşünce He kaba' propaganda yapıta uğursuzluk getirir. Gerçek bir sanat yapıtında yaşam, bazen yazara rağmen yankı bulur ve eser gerçeğin yeniden ve daha yüksek biçimde kurulmasına yardım eder diyor. Hemen tüm büyük yazarlar politikayla ilişki kurmuşlar ve sanatın aynı zamanda politik tutumla ele alınabileceğine vurgu yapmışlardır. Sanatçı bir yandan yüzünü hayata dönerek, toplumsal yaşam içerisinde taraflılığını hem birey olarak, hem de sanatçı olarak duyurur. Ama diğer yandan da politikanın ilkelerinin sanat ürününü biçimlendirmesine de izin vermeden, sanat ürününün özgünlüğünü korur. Politikanın içinde kalarak “özgünlüğü ve yaratıcılığı' koruyabilmek için, hem politik bilince, hem de sanat tarihi bilincine sahip olmalıdır sanatçı. Bir sanat ürününün politik bir ürün olmasıyla, politize edilmesi arasındaki farkı belirleyen temel unsur, sanatçının bir felsefi birikime sahip olup olmadığıyla yakından ilgilidir. Eğer sanatçı felsefi birikime sahip değilse her an politize edilebilir ve bunu da kendi politik duruşu olarak duyumsatabilir. Oysa sanatçının felsefi birikimi, bunu belirleyen dünya görüşü varsa, sanat ürününün politik bir ürün olup olmadığı da sanatçının iradesi içinde kalır. Dünyaya bakma biçiminin kendisi felsefi birikimi zorunlu kılar, bu birikim ise yazarın ideolojisi içinden dünyaya bakışını estetize edip, yetkinleştirir.
Özelde her yazar, kendini biçimleyen ideolojinin sıradan bir üyesi haline gelmeden, yazdıklarında kendince edebi bir dil ve derinlikle oluşturmalıdır. Kolay tüketilebilen, çağrışımlardan yoksun, kaba ve sadece gerçeğe dayalı bir üslup, yazarın felsefesi birikimi hakkında kuşkuya neden olacak, yazar açısından da sakıncalar doğuracaktır. Felsefe metin içi olasılıkların önünü açan, dünyaya bakmayı gösteren, olabilirliklere imkan veren, olmuş olanları yeniden ve farklılıklarla değerlendirmeyi sağlayan akılsal sezgisel bir süreçtir. Yazar dünya görüşünü, dünyayı yeniden biçimlendirmek üzerinden geliştirirken, istenci doğrultusunda yeni ve güncel birikimler edinmelidir.
Yazı ve felsefe arasındaki bağ, modern bir bağdır. Ve bu bağ edebi metinlerde kendini ideolojik bir yapı olarak dolaylı ya da tüm açıklığıyla gösterir.