“Yüzüklerin Efendisi”, eleştirmenler tarafından çağdaş bir destan,
‘yalnızca’ bir serüven öyküsü, bir alegori (hem Hıristiyan hem çağdaş) ve
hatta iyi-kötü karşıtlığı üzerine kurulu, didaktik bir fabl olarak
tanımlanmıştır. Tolkien, yapıtının bir alegori olmadığını ve gerçekte
alegorilerden hoşlanmadığını açık bir biçimde belirtmiştir. Öte yandan
Tolkien’in romanı, bir serüven öyküsü de değildir. İçinde destansı unsurlar
barındırmaktadır ve iyiyle kötü arasındaki çatışmayla ilgilidir. Fakat
yapıtın tematik nitelikleri dikkatle değerlendirilirse, “Yüzüklerin
Efendisi”nin, güç üzerine bir inceleme olduğu görülür. Bu çalışmanın odak
noktası ise, içinde güç tutkusunu barındıran kötülüktür. Romanda, etik bir
sorun ortaya atılmaktadır: Sınırsız güç olasılığının, bu gücü, iyi amaçlar
uğruna bile olsa arzulayan kişi üzerindeki etkileri nelerdir? Bunun,
tartışmasız tek bir yanıtı vardır: Güç tutkusu kişiyi yozlaştırır.
Tolkien, bunu bize bir defa da söylemiyor; roman boyunca karşımıza çıkan bir dizi karakter ve olay, gücün zayıf ve güçlü, iyi ve kötü, yüce ve alçakgönüllü karakterler üzerindeki etkilerini irdeliyor. Ayrıca Tolkien, kendilerini dünyanın çatışmalarından soyutladıkları için gücün sorumluluğunun bir şey ifade etmeyen karakterleri de betimliyor. Ve son olarak, adaletli kralın dönüşüyle gücün, kendisini hak eden kişiye nasıl ulaştığını ve bunun için hak edilmemiş güce karşı konulması gerektiğini anlatıyor. Bu tıpkı, mücevherin neresinden bakarsanız bakın, aynı gerçeklikle karşılaşmanız gibi bir durumdur.
Yüzüğün kendisi de bir güç simgesidir. Sauron tarafından, Elfler, insanlar ve Cücelerin elindeki diğer yüzüklere hükmetmesi için yapılan ve yüzyıllar önce girdiğibir savaşta yenilerek kaybettiği Tek Yüzük:
Üç Yüzük göğün altında yaşayan Elf Kralları’na Yedisi taştan saraylarında Cüce Hükümdarlar’a Dokuz Yüzük ölümlü İnsanlar’a, ölecekler ne yazık Bir Yüzük gölgeler içindeki Mordor Diyan’nda Kara tahtında oturan Karanlıklar Efendisi’ne Hepsine hükmedecek Bir Yüzük, hepsini o bulacak Hepsini bir araya getirip karanlıkta birbirine bağlayacak Gölgeler içindeki Mordor Diyan’nda.(I, s.7172)
Yüzük, Bilbo’nun “Hobbit”te tesadüfen öğrendiği gibi, kendisini takan kişiyi görünmez yapabilir. Fakat daha da önemlisi Yüzük, sahibinin yaşlanmasını ve değişmesini önleyebilmektedir. Öteki yüzüklerin gücünü ve bir dereceye kadar da kendi yazgısını kontrol edebilmektedir. Hepsinden de daha tehlikelisi, kendisini kullanan kişiyi yozlaştırmaktadır. Yüzüğün bu niteliği, doğal olarak, romanın kurgusunun ana eksenini oluşturur. Yüzüğün iyi amaçlar uğruna kullanılması olanaksızdır ve ancak yapıldığı yerde, Karanlıklar Efendisi Sauron’un krallığı olan, Mordor Diyarı’ndaki Kıyamet Çatlaklarının ateşinde yok edilebilecektir. Rivendell’den hareket eden dokuz kişilik topluluğun umutsuz misyonu işte budur. Bu dokuz kişi içinden dört tanesi, Güç Yüzüğü ile doğrudan ilgili değildir: Elf Legolas, Cüce Gimli, Merry ve Pippin. Frodo’nun yanındaki genç Hobbitler, öyküdeki önemli olaylarda etkin rol oynamaktadırlar. Fakat yalnızca yan karakterlerdir, yönetmek ve yönlendirmek gibi misyonları yoktur ve karar vermeleri gereken bir duruma düşmezler. Bu nedenle Yüzüğe sahip olmayı istemezler ve onun yozlaştırıcı gücünden etkilenmezler; fakat diğer bütün karakterler, öykünün belli aşamalarında Yüzüğün çekici ve kötü gücüne yenik düşerler.
Bu temel karakterler, üçlü gruplara aynlabilir. Öncelikle güç tutkusu ile yozlaşmış olan üç karakteri sayabiliriz: Sauron, Yüzük Tayflan ve Gollüm. İkinci olarak, daha eski zamanlara ait olan ve kendilerini dünyadan soyutladıkları için Yüzüğün gücünün anlamsız olduğu karakterler vardır: Shelob, Fangom ve Tom Bombadil. Üçüncü olarak, Yüzüğü ele geçirdikleri takdirde onu çekinmeden kullanacak olan üç karakter sayılabilir: Saruman, Gandalf ve Galadriel. Dördüncü grupta, ülkeleri tehlike altında olduğundan, Yüzüğün kendileri için özel bir baştan çıkartıcılığı olan Gondor Ülkesi’nin insanları bulunmaktadır: Boromir, Denethor ve Faramir. Ve beşinci gruptaysa, birbirlerinden farklı nedenlerle öyküde kahraman konumuna yükselen üç karakter sayılabilir: Frodo, Sam ve Aragom.
Güç tutkusuyla çoktan yozlaşmış olan üç karakter içinde en güçlü ve en kötü olanı, Karanlıkların Efendisi Sauron’dur. Sauron, roman boyunca yalnızca karakterlerin zihinlerinde ve konuşmalarında betimlenir ve hiç görülmez. Sauron tamamen kötüdür; fakat Elrond’un söylediğine göre, o bile her zaman kötü olmamıştır. “Çünkü başlangıçta hiçbir şey kötü değildi.” Fakat aradan geçen çağlarda Sauron, dünyayı kötülükle yönetmeyi arzulamış ve büyük çabalar sonucu yenilse de, asla yok edilememiştir. Güzel bedeni Numenor yenilgisinde yok edilmiş; fakat ‘karanlık bir rüzgara doğan bir nefret ruhu’ olarak geri dönmüştür. Daha sonra da karanlık ve korkunç bir görünüme bürünerek, korkuyla hükmetmiştir.
Gandalf, Frodo’ya şöyle der: “Her bozgundan sonra, Gölge bir müddet bekleyip başka bir biçim alarak tekrar büyüyor." (I, s.72) Sauron’un gücü, Yüzüğü kontrol etmesine bağlıdır; çünkü onu, başka güç kaynaklarını kontrol etmek için kendisi yapmıştır ve kendi içindeki öz gücün büyük bir bölümünü ona aktarmıştır. Yüzük sayesinde dünyaya hükmedecektir; fakat eğer Yüzük yok edilebilirse, o da sonsuza dek etkisiz kılınacaktır.
Sauron’un baş hizmetkarları da güç tutkusuyla yozlaşmışlardır. Bunlar dokuz Kara Süvariler, Yüzük Tayfları ya da önceleri Numenorian olan; fakat güç tutkuları yüzünden, dokuz ölümlü insan için yapılan güç yüzüklerinin karşılığında, Sauron’ın hizmetkarları olan Nazgul’dur. Bunlar tamamen Sauro’un emri altındadırlar ve gölgeleriyle bile insanların yüreğine korku salan, kötülük dolu korkunç ruhlara dönüşmüşlerdir. Gondor açıklarındaki savaş alanında Merry, Mark Kralı Theoden’e saldırmak için ona yaklaşan, bu kanatlı yaratıklardan birini görür:
Alçaldı, alçaldı, sonra parmaklı ağını katlayarak çatlak bir çığlık attı, Karyele’nin bedeni üzerine kondu, pençelerini batırıp uzun ve çıplak boynunu uzattı.
Üzerinde bir şekil oturuyordu, siyah pelerinli, kocaman ve tehditkar. Çelikten bir taç taşıyordu, fakat cübbesiyle, tacın kenan arasında, gözlerinin ölümcül pırıltısından başka hiçbir şey görünmüyordu: Nazgul Efendisi. (III, s. 123)
Kendisini tamamen Yüzüğün gücüne kaptırmış olan en karmaşık karakter, “Hobbit” adlı romanda merkezi bir konuma sahip olan, iğrenç yaratık Gollum’dur. Bilbo, Ork Dağı’nın tünellerinde, Yüzüğü Gollum’dan almıştır. Gollum’un Yüzük’le ilk karşılaşması, uzun bir hikayedir. Yüzüğü ele geçirmek için birini öldürdüğünü biliyoruz. Yüzük kendisine geçince, eski adı olan Smeagol’u ve gerçek kimliğini yitirmiş, ‘kıymetli’sini korumak için uzun yıllar boyunca Ork Dağı’nın en derin tünellerinde gizlenmiştir. Gollüm, Bilbo’ya kaptırdığı Yüzüğün kölesiydi ve ona olan bağlılığı yüzünden yıllarca onun peşinden koşmuş ve umutsuz bir biçimde ona yeniden sahip olmaya çalışmıştır. Yüzüğü, Goblinleri yakalamak dışında kendi çıkarları için kullanamayacak kadar güçsüz olsa da, kararlılığı (belki de soyunun bir uzantısı, Hobbitlerin eski bir kolundan gelmektedir) onu tamamen yok olmaktan kurtarmıştır. Sonunda Frodo ve Sam’e yetişir ve yüzüğü geri almak için onları öldürmeye yeltendiğinde de etkisiz hale getirilir. Frodo ona acır ve yanlarında kalmasına izin verir. Frodo ayrıca, onlara zarar vermeyeceğine dair Gollum’a, Yüzüğün üzerine yemin ettirir. Frodo, bu yeminin Gollüm için tek bağlayıcı güç olduğunu bilmektedir. Bu noktadan sonra Gollüm, Yüzüğe duyduğu tutku ve Yüzüğün onun üzerindeki gücü arasında kalır ve sonunda bölünmüş bir karaktere dönüşür: yüzüğü ele geçirmek için Frodo’yu öldürebilecek Gollüm ve Hobbitlere zarar vermeyeceğine dair üzerine yemin ettiği Yüzüğün gücüne bağlı olan, Smeagol. Hatta kendi kendine üçüncü tekil şahısta konuşarak sesli düşünür ve Sauron’dan, ‘o’ diye söz eder:
“Ama sösümüsü Kıymetli bağlıyor,” diye karşı çıktı Smeagol’ün sesi.
“O halde, onu al,” dedi diğeri, “onu kendisimiss alıkoyalım! O saman bis bey oluruss, gollüm! Öbür Hobbit’i, o edepssis, kuşkucu Hobbit’i süründür, evet, gollüm!”
“Ama o, cici Hobbit'i değil, değil mi?”
“Hayır, hayır, eğer cammış istemese. Yine de o bir Baggins kıymetlim, bir Baggins ya. Bir Baggins çalmıştı onu. Onu buldu ve hiç bişey demedi, hiç bişey. Biss Bagginslerden nefret ediyoruss.”
“Hayır, bu Baggins değil.”
“Evet, bütün Bagginsler. Kıymetli’yi alıkoyan herkesten. Onu aimamıss lassım.”
“Ama o, görecek; o, bilecek. Bisden alacak!"
“O, görür. Bilir. Aptal aptal sössler verdiğisimisi duydu. O’nun emirlerine karşı gelerek üstelik, ya. Almak lassım. Tayflar arayıp duruyor. Almak lassım.”
“Onun için değil!”
“Hayır tatlım. Bak kıymetlim: Eğer o bisim olursa o saman kaçabiliris, O’ndan bile, hı? Belki de çok kuvvetleniriss, Tayflar’dan bile çok. Hükümdar Smeagol? Muhteşem Gollüm? Gollüm! Her gün balık yeris, günde üç defa, denissten tase tase. Pek Kıymetli Gollüm! Almak lassım. İstiyoruss, istiyoruss, istiyoruss!”(H, s.274)
Hepsi de, dünyadan el etek çekmiş olan ve Yüzüğün gücünden etkilenmeyen sonraki üç karakterle aralarında, ilginç bir karşıtlık kurulmuştur: Yaşlı Orman’ın efendisi Tom Bombadil, bir Ent olan Ağaçsakal (Fangom) ve Cirith Ungol’daki tünelde yaşayan canavarımsı örümcek. Bunların içinde Shelob, kuşkusuz kötüdür; kendi açısından, ilk üç gruptakiler kadar acımasızdır. Fakat tek ilgi alanı, kendisi için yiyecek sağlamaktır. Gollüm, Frodo’yu yediği zaman Shelob’un yüzüğü de midesine indireceğinden son derece emindir; çünkü Shelob’un gücünün kaynağı, içindeki açlıktır.
Emlerin en yaşlısı olan Ağaçsakal, ya da Fangom, yavaş yavaş ölmekte olan bir ağaç ırkına aittir. Yok olmalarının nedeni, çocuklarının olmamalarıdır ve kendileri de giderek daha çok ağaca benzemektedir. Saruman’ın yok edilmesine yardım etmektedirler; çünkü Okların ağaçlan kesmelerine büyük öfke duymaktadırlar. Fakat başka dünya işleriyle ilgilenmeyecek ya da kendileri için güç arzulamayacak kadar yaşlıdırlar.
Kendisini ‘en yaşlı’ olarak adlandınlan Tom Bombadil de yaşlıdır; fakat yine de her zaman genç kalabilen, neşeli ve kendisine son derece hakim biridir. Öte yandan, kendi sınırlarından dışarı çıkma konusunda artık istekli değildir. Dört Hobbit, Yaşlı Orman’daki evinde onu ziyarete geldiklerinde, birdenbire şöyle der: “Bana değerli yüzüğü gösterin.” Frodo, hiç soru sormadan Yüzüğü ona verir. Roman boyunca, bir karakterin Yüzük’ten kendi iradesi ve isteğiyle ayrıldığını uç kere görüyoruz: Bilbo, Yüzüğü Frodo’ya verdiğinde Frodo, Çıkın Çıkmazı’nda Yüzüğü Gandalf a verdiğinde ve Sam, Mordor’un kıyısındaki Ork Kulesi’nde Yüzüğü Frodo’ya geri verdiğinde. Ayrıca Yüzük kendisine geri verildiğinde Frodo, denemek için onu parmağına takar ve öteki Hobbitler onu göremezken, Tom onu hala görmektedir.
Frodo, Yüzüğü Tom’a rahatça verebilir; çünkü Tom üzerinde Yüzüğün hiçbir etkisi yoktur; çünkü Tom, ‘ormanların, suyun ve tepelerin efendisi'dir. Yüzüğe sahip olup olmamak, onun için önemli değildir. Ondan korkusu yoktur ve hiçbir sorumluluk da üstlenmez. Rivendell’deki toplantıda Hobbiüer, güvenlik açısında Yüzüğü Tom Bombadil’e emanet etmeyi düşünürler; fakat daha sonra bundan vazgeçerler. Gandalf, Tom’un bunun gerekliliğini anlamayacağını söyler:
Eğer yüzüğü ona verirsek, bunu kısa zamanda unutur, ya da büyük olasılıklar bir yere atar. Bu tür şeylerin onun aklında yeri yoktur. Çok güvensiz bir koruyucu olur.(I, s.292)
Üç Büyükler, Gandalf, Gakadriel ve Saruman, Bombadil, Shelob ve Ağaçsakal kadar yaşlı olmasalar da, onlar da uzun yıllar yaşamıştır. İçlerinde güce tutkun olan tek kişi Saruman’dır. Kendi çıkarları için düşman tarafına geçip, yozlaşmaktan kurtulabileceğini düşünerek yanılır. Kendisini koruyabilecek güce ve bilgeliğe sahip olduğu için, Yüzüğü baştan çıkarmasına bu kadar kolay yenik düşmesi, gerçekten çok üzücüdür. Yüzüğün gücüne tam olarak hangi noktada yenik düştüğü, bilinmemektedir; çünkü gerçekten çok bilge biridir ve son derece zeki olduğu için de, işlerini büyük bir gizlilikle yürütebilmektedir. Isengard’ta krallığını kurup, Sauron ile sinsice bir ortaklık kurmuştur. Fakat bir yandan da gizlice planlar kurarak, Yüzüğü kendisi ele geçirip, Sauron’dan bile daha güçlü olmayı arzulamaktadır. Gandalf aracılığıyla Yüzüğü ele geçirmek için ona yalanlar söyler:
Güç büyüdükçe, onun sağlam dostlan da büyüyecek ve Arifler, yani senin-benim gibi olanlar, sabrederek zamanla onu yönlendirip denetimleri altına alabilirler. Uygun zamanı beklerken, düşüncelerimizi yüreklerimizde gizleriz, belki bu arada yapılan kötülükleri kınar, fakat ali ve nihai amacı takdir ederiz: Bilgi, kural, düzen; şimdiye kadar bizim beyhude yere başarmak için uğraşıp durduğumuz, zayıf ya da aylak dostlarımız tarafından desteklenmekten çok kösteklenen her şev.(l, s.315)
Gandalf bunun bir çılgınlık olduğunu söyleyerek karşı çıktığında, Saruman’ın gözlerinde, gizleyemediği bir tutku ışıltısı belirir. “Neden olmasın Gandlaf?.. Neden olmasın? Hükmeden Yüzük? Eğer onu kontrol edebilirsek, o zaman Güç bize geçer."(I, s.273)
Gandalf, Saruman’ın bu önerisini bütünüyle reddeder; çünkü Saruman’ın gerçek amacını bilmektedir. Fakat daha da önemlisi, Gandalf, Yüzüğün gücünü öğrendiğinde, onu elinde tutmak için hiç isteği olmadığını belirterek Yüzüğü kendisine vermek isteyen Frodo’ya da karşı çıkar. Gandalfın Yüzüğün kendisine verilmesine coşkulu bir öfkeyle karşı koyması, Yüzüğün baştan çıkartıcı gücünü göstermektedir:
“Hayır!” diye bağırdı Gandalf ayağa fırlayarak. “O güçle beraber gücüm çok büyük, çok korkunç bir hal alır. Ve Yüzük, benim üzerimde, daha da büyük ve ölümcül bir güç kazanır.” Gözleri çakmaklandı, yüzü içten gelen bir ateşle parladı. “Aklımı çelme! Çünkü Karanlıklar Efendisi gibi olmak istemiyorum. Halbuki acıdığım için, zayıfa acıdığım ve iyilik yoluna güç istediğim için yüreğime girebilir Yüzük. Çelme aklımı! Kullanmadan, emniyette tutmak için olsa bile, almaya cesaret edemem. Onu kullanma arzusuna karşı koyamam çünkü. Ona o kadar ihtiyacım olacak ki. Önümde çok büyük tehlikeler uzanmakta ”(I, s.85)
Benzer biçimde, Altın Orman’daki Elflerin Kraliçesi Galadriel, Yüzüğün kendi eline geçmesi durumunda ne olacağını açıkça görebilmektedir. Bir Elf kraliçesi olarak onu düşündüren şey, Orta Dünya’nın halkları değildir; çünkü Yüzük yok edildiğinde, Elflerin elindeki üç Yüzük de güçlerini yitirecek ve Elflerin zamanı kısalacaktır. Orta Dünya’dan ayrılıp, denizi aşarak, Batı’ya gitmek zorunda kalacaklardır. Elflerin kraliçesini bilge, güzel ve korkusuz biri olarak gören Frodo, Yüzüğü ona vermek ister. Galadriel, Yüzüğün kendi eline geçmesi durumunda neler olacağını hep merak etmiştir. Bir an için, Elflerin bu idealize edilmiş kraliçesi bile, baştan çıkacak gibi olur. “Karanlıklar Efendisi’nin yerine bir Ece oturtacaksınız. Ve ben karanlık da olmayacağım. Gündüz ve gece gibi çok güzel ve korkunç olacağım!.. Herkes beni sevecek ve önümde çaresiz kalacak!" Sonra güldü ve alçak bir sesle şöyle dedi: “Sınavı geçtim,” dedi. “Gücüm zayıflayacak, Batı’ya gideceğim ve Galadriel olarak kalacağım.”(I, s.438)
Gondor halkı için Yüzüğün, özel bir baştan çıkarıcılığı vardır. Ülkeleri, Mordor’un hemen batısındadır ve uzun yıllar boyunca Mordor’un düşmanı olmuşlardır. Mordor’un gücü arttığından Gondor Halkı, güce daha da fazla gereksinim duymaktadır. Gondor şehrinin hükümdarı ve koruyucusu Denethor’un büyük oğlu Boromir, Yüzüğün baştan çıkarttığı ilk kişidir. Boromir, kardeşi Faramir kadar cesur ve güçlüdür; fakat babası gibi gururlu ve acelecidir. RivendelPdeki Divanda Yüzük hakkında söylenenleri duyunca, bunu Sauron'a karşı bir silah olarak kullanmayı önerir; fakat Elrond tarafından, hemen susturulur. Yüzük Kardeşliği’nin çıktığı yolculuğun ilk günlerinde büyük bir yüreklilik ve kararlılık gösterir; fakat Gondor’a yaklaşırlarken, Yüzüğe sahip olmak için duyduğu istek giderek büyür ve içini kemirmeye başlar. Sam, Boromir’in gözlerinin Frodo’yu nasıl izlediğini görür. Frodo, Mordor’a gitmek için bir köşede tek başına cesaretini toplamaya çalışırken onun peşinden gelen Boromir, Yüzüğün Gondor’u korumak için gönderildiği konusunda Frodo’yu ikna etmeye çalışır. “Bunu kullanmamak çılgınlık,” der. “Düşmanın gücünü ona karşı kullanabiliriz. Korkusuzlar ve acımasızlar, yalnızca bunlar zafere ulaşabilir... Yüzük, bana güç verecek. Mordor halkını yok edeceğim ve tüm insanlar benim bayrağım altında toplanacak." Boromir Frodo’yu ikna edemeyince, Yüzüğü ondan zor kullanarak almaya çalışır. Frodo, Yüzüğü parmağına takarak kaçar ve anında görünmez olu. Boromir, yaptığı hatanın büyüklüğünü anlar. Pippin ile Merıy’i Orkların saldırısından koruyarak, bu hatayı bir ölçünde telafi eder.
Boromir’in ölümü, yaşlı ve gururlu Denethor için büyük bir yıkım olur; fakat öteki oğlu Faramir’in Yüzüğe bu kadar yaklaşmışken onu ele geçirmek istemeyişi, onun için çok daha büyük bir düş kırıklığıdır. Faramir’i değersiz bir asker, bir büyücünün çırağı olduğunu söyleyerek azarlar ve kendisine gerçek anlamda oğulluk eden Boromir’in ölmesine rağmen Faramir’in yaşamasına üzülür. Denethor’un gururu, kendi sonunu hazırlar. Yüzük onun eline asla geçmez; fakat Mordor’un kötü güçleri tarafından delirtilir ve kendi yaktığı bir cenaze ateşinde yanarak ölür.
Gondor Halkı’nda, Yüzüğün tehlikesini yalnızca, Gandalf ın öğrencisi olan Faramir anlamaktadır. Ithilien ormanlarında Frodo ve Sam ile karşılaştığında, Sam sırlarını safça açıklamadan önce, Yüzüğü yok etmek üzere yola çıkmış olduklarını bilir. Faramir, taşıdıkları şeyin korkunç gücünden haberdar olduğunu söyler; fakat Yüzüğü bulduğunda, onu Gondor’un savunması için kullanmayacağını belirtir. Frodo ve Sam’in öykülerini dinlediğinde şöyle der: “Onu yolun kenarında bulsam bile almazdım... İnsanın uzak durması gereken ba?ı tehlikeler olduğunu bilecek kadar akıllıyım.”
Aragom, Sam ve Frodo birer kahraman olarak değerlendirilebilir. Her birinin, Yüzüğü kullanmak için gerekli birer nedeni vardır. Frodo, elbette Baş Yüzük taşıyıcısı ve romanın baş karakteridir. Ayrıca bir kahramandır; fakat ne tür tehlikelerle yüzleşeceğinden haberi olmayan ve büyük işler başarmak istemeyen bir kahramandır. Rivendell’deki Divanda, ne yapılması gerektiğine ilişkin bütün olasılıklar tartışıldıktan sonra, Yaşlı Bilbo dışında kimse Yüzüğü Mordor’a taşıma işini üstlenmek istemez. Fakat Bilbo’nun yaşı nedeniyle önerisi, kibarca reddedilir. Uzun bir sessizlik olur.
Frodo bütün yüzlere baktı fakat yüzler ona doğru dönmemişti. Bütün Divan, sanki çok derin düşüncelerdeymişler gibi gözleri yerde oturuyordu. Sanki çok uzun bir zaman önce tahmin etmiş olduğu ve hiç söylenmeyeceğini boşu boşuna umduğu bir kararın açıklanmasını beklermiş gibi, büyük bir korku düştü içine. Aynkvadi’de Bilbo’nun yanında huzur içinde kalıp dinlenmek için karşı konulmaz bir özlem tüm yüreğini kapladı. Sonunda zorlukla konuştu ve sanki cılız sesini başka bir irade kullanıyormuş gibi, kendi sözlerini duyarak hayret etti.
“Ben Yüzüğü götürürüm,” dedi, “ama yolu bilmiyorum.”(I, s. 328)
Bu zorlu görevin, Frodo’ya zorla verilmiş olmaması önemlidir. Bunu, isteyerek olmasa da, kendi özgür kararıyla kabul eder; fakat bu görevi başarıyla yerine getireceğinden asla emin değildir. Kıyamet Dağı’na yaklaşırlarken Yüzük, sendelemesine neden olacak kadar ağır bir yük haline gelir ve zihninden, Yüzük’le ilgili düşünceler geçer. “Onu her an aklımda görüyorum,” der Sam’e. “Koca bir ateş çemberi gibi.” Yüzük, iradesine de hükmetmeye başlamıştır. Sam, onun peşinden Orkların Kulesi’ne geçmesine ve kaçmasına yardım etmeye geldiğinde, Frodo’ya Yüzüğü aldığını söyler. Frodo ateşli bir biçimde onu geri vermesini söyler ve Sam’i hırsızlıkla suçlar. Bu yaptığından anında pişman olsa da, Yüzüğün Frodo’yu giderek etkisi altına aldığı açıkça görülmektedir. Aşılması neredeyse olanaksız engelleri aştıktan sonra, yolculuklarının sonuna gelirler ve okur, Frodo’nun Yüzük’ten ayrılmak istemeyecek kadar baştan çıkmış olduğunu görünce şaşırır. “Geldim,” dedi. “Ama şimdi buraya yapmak için geldiğim şeyi yapma yolunu seçemiyorum. Bu işi yapmayacağım. Yüzük, benimdir!”(III, s.247) Frodo görevini, Gollum’un hiç beklenmeyen ve ani hareketiyle tamamlar.
Sam Gamgee, kuşkusuz Tolkien’in romanlarından en sevecen karakterdir. Herhangi bir zor durumu çözülebilir bir zemine oturtan pratik ve gerçekçi biridir. Mordor’a geldiklerinde, kendisini daha önce tahmin etmediği bir güçlüğün içinde bulur. Frodo’nun öldüğünü düşünmektedir ve Yüzük’de Kıyamet Dağı’ndan hala çok uzaktadır. Böylece Sam, Yüzük taşıyıcısı olur ve ne olursa olsun onu yok etme ye kararlıdır. Yüzük, Sam’in üzerinde de güçlü bir baştan çıkartıcı güce sahiptir; çünkü bir anlığına onun sahibidir. Fakat bu durum, kısa sürer. Dağların doğusundan çıktığında ve korkunç, karanlık Mordor diyarına baktığında, eski bahçıvan kimliğine geri döner; Yüzüğün bu karanlık toprak parçasını yemyeşil bir bahçeye dönüştürmesini diler:
Kafasında çılgın fanteziler peydahlandı; Güçlü Samwise’ı görebiliyordu, elinde alevlenmiş kılıcıyla kararmış toprakları koca adımlarıyla geçen Çağın Kahramanı Güçlü Samwise onun bir emriyle Gorgoroth Vadisi çiçekler ve ağaçlarla dolu bir bahçeye dönüşmüş ve meyveler vermişti. Bütün yapması gereken Yüzüğü takmak ve Yüzük’te hak iddia etmekti; o zaman bütün bunlar olabilirdi.
O yargı saatinde onun metin kalabilmesine en çok yardımı olan şey beyine olan sevgisiydi; ama yine de içinde, derinlerde bir yerde, hala fethedilmemiş sade Hobbit dirayeti vardı... Bütün ihtiyaç duyduğu ve hak ettiği şey hür bir bahçıvanın minik bahçesi idi, büyüyüp de bir ülke olmuş bir bahçe değil; kullanacağı kendi elleriydi, hükmedeceği diğer kişilerin elleri değildi.(lll, s.194)
Öykünün doruk noktası gerçekte, altıncı kitap boyunca, Sam’in bakış açısıyla anlatılır. Sam, kitabın tek gerçek kahramanı olarak betimlenmiştir; çünkü bir tek o, kendi isteğiyle Yüzük’ten vazgeçmiştir. Fakat o bile, bunu biraz isteksizce yapmıştır.
Aragom, Bree’de Hobbitlere katıldığında, yabanıl topraklarda gezinen, uzak ülkelerin sınırlarını koruyan amansız Strider olarak betimlenir. Onun, Isildur’un varisi, Gondor’un gerçek Kralı Aragorn olduğunu yavaş yavaş anlarız. Gerçekte ne kadar dürüst ve soylu olduğunu anlamamız için de biraz zaman geçmesi gerekmektedir. Aragorn, romanda destansı bir karaktere en çok benzeyen kişidir; ayrıca saygınlığı ve sıcak bir insancıllığı da bulunmaktadır. Şifa Evi’nde Merry ile şakalaşır, Eowyn’un aşkına karşılık veremediği için üzülür ve Parth Galen’de GandlaPı düş kırıklığına uğrattığı için büyük acı çeker. Gandalf, Moria Madenleri’nde kaybolduğunda, Yüzük Kardeşliği’ne rehberlik etme işini o üstlenir. Sonra da, Gondor’un güçlerini, Mordor’a karşı hazırlar. Yüzüğü kullanma olasılığı hep gözü önündedir; fakat sağduyusu ve soyluluğu o kadar yüksektir ki, asla baştan çıkmaz.
Ve uzun vadede değerlendirildiğinde, gerçek güce ulaşan tek kişi Aragom olur. Hobbitlerin belli düzeyde kişisel güçleri vardır; fakat bu yalnızca deneyimlerinin bir sonucudur. Yüce Kral olan Aragom’un büyük bir gücü olur; fakat bu güce veraset yoluyla olduğu kadar, uzun süren bir sabır ve çaba döneminden sonra ulaşmıştır. Bu gücün ve yönetme hakkının, Tolkien’in kraliyet sempatizanlığı ile ne kadar ilgisi olduğunu belirlemek güçtür. Tolkien kraliyete yakın olabilir; fakat bu aynı zamanda gerçekçidir de. Güce kuşkuyla yaklaşsa da, güçsüzlüğü, kötülükle uzlaşmayı ya da güçlü bir düşman karşısında barışçıl bir tavır takınmayı savunmaz. Aragom, Gondor ve Rohan’da hakkıyla kullanabileceği güçleri yönetir. Bu güçlerin hepsi de, Aragorn'un safında savaşmaktan gurur duyarlar. Aragom, elindeki gücü adil ve insancıl bir biçimde kullanabilmektedir. Güçlü ve yücedir; çünkü gücü amaç olarak değil, araç olarak görmektedir.
Tolkien’in yazmaya başladığı otuzlu yılların başından bu yana, korkunç güçlerin doğduğuna tanık olduk. Günümüzde değerini ve olası tehlikelerini sorgulamadan, gücün peşinden koşan bir sürü insan var. Fakat Tolkien’in güç hakkında söyledikleri, yalnızca günümüz için geçerli değildir. Tolkien’in güce yaklaşımı ve gücü değerlendirmesi, yüzyılların edebiyat ve tarih birikimi ile de büyük bir koşutluk içindedir. Tolkien açıkça şunu söylemektedir: “Güçten sakının. Güç tutkusu yozlaştırır.”