Sembolizm’in kurucuları Parnasse ozanları arasından çıktı.
Bu ozanlardan dördü ele avuca sığmıyordu. Baudelaire ölümsüz dizelerini bütün akımların dışında yazıyor ve gelecekteki bütün akımların kapılarını aralıyordu. Verlaine, soğuk plastik güzelliğe başkaldırıyor, tül altından görünen, örtülü, duygulu, ince bir güzelliği yazıyor, geleneksel biçimin yanı sıra yeni biçimler araştırıyordu. Fransız şiirinde durakları, çift sayılı heceler birliği sağlar. Verlaine “Tekli dizeden şaşma,” diyordu ve beşli, yedili, dokuzlu, on birli hecelerle dizeler yazıyordu. Bazen aynı şiirinde değişik hece sayılarından oluşan dizeleri birlikte kullanıyordu. Rimbaud, “Mayıs Sürgünü” şiirini uyaksız dizelerle yazdı. Giderek, ölçüyü tümüyle atıp “Gemicilik” (Manne) ve “Devinim”de (Mouvement) özgür dizeye yöneldi. Güneyin başkaldıran çocuğu, sonunda dizeyi de atıp şiirin tanrısı dediği Baudelaire gibi, yapıtını düzyazılmış şiirle vurguladı. Illuminations ve Cehennemde Bir Mevsim’den önce yazdıklarının, ölçülü dizelerinin yakılmasını istedi. Mallarme, “Düzyazı diye bir şey yoktur. Düzyazı birbirine geçmiş yan yana dizelerden oluşur,” diyecek kadar ileri gitti önceleri. Ama sonradan, düşünceyi en iyi biçimde ölçülü dizenin yoğunlaştırdığını ileri sürdü ve geleneksel dizeyi savundu. Bu sabırlı, disiplinli ve titiz ozan, Parnasse Okulu’nu, biçimde değil, şiirin özünde yaptığı değişikliklerle yıkıyordu. Açık anlatıma, nesnelerin adlandırılmasına karşıydı: “Bir nesneyi adlandırmak, şiirin azar azar bulup ortaya çıkarmak mutluluğundan oluşan kıvancının dörtte üçünü yok etmektir, nesneyi esinlemek, işte düş budur. Sembolü oluşturan bu gizem en yetkin bir biçimde şöyle kullanılabilir: Bir ruh halini göstermeliyiz, ya da, tersine, bir nesneyi seçip, bir dizi çözümlerle, bu ruh durumunu ortaya çıkarmak için, nesneyi azar azar çağrıştırmalıyız,” diyordu.
Parnasse Okulu’nun egemen olduğu dönemlerde bu dört ozan, Sembolizm’in dört öncüsü plastik güzelliğe, somut nesnelciliğe karşı çıkıyor, insanın, nesnenin, doğanın gizemlerini, bilinçaltının seslerini araştırıyordu.
Öncüler öz ve biçim arayışları içindeydiler.
Dört öncünün hazırladığı ortam sonucu, 1886’larda, yeni akım, Sembolizm gün ışığına çıktı.
Sembolizm şöyle özetlenebilir:
Sembolistler soğuk plastik güzelliği, nesnelliği savunan, özdekçi (materialiste) ve olgucu (positiviste) Parnasse’cılara tepki olarak ortaya çıktılar, ülkücülüğü (idealimse) ve sezgiciliği (intuitionisme) savundular. Bütün ülkeler ve bütün dönemler için geçerli bir güzellik kavramının var olacağına inanmazlar. Duruk un (staticjue) karşısında yer alır, oluşumu (devenir) kutsarlar. Klasizm’e şiir sesi söylevci olduğu ve akıl hocalığı yaptığı için; Romantizm’e gözyaşı tecimiyle uğraştığı, anlatımı pek yalın olduğu için; Natüralizm’e (Doğalcılık) şiirlerinde ruh bulunmadığı için kızarlar.
Örtülüğü güzelliği severler. Doğaya, nesnelere, olaylara buğulu bir camın ardından bakarlar. Anlamda da örtülüyü severler. Gerçeğin, yalın, çok açık biçimde değil sembollerle sunulmasını, şiirin anlamına okurun bilinciyle, bilinçaltıyla, sezgilerle yaklaşmasını isterler. Sembolist ozan konuya bir sembolle ya da birden çok sembollerden oluşan sözcükler topluluğuyla girer, düşünceyi geliştirir, açar ve ana düşün’ü (mereidee) ortaya koyar.
Duyumlar (renk, koku, ses...) düşüncelerin işaretleridir. Düşünceye duyumlardan gidilir. Ozan duyumlar arasındaki iletişim ağını sembollerle, sözcükler ve imgelerle kurar ve ruhsal gerçeğe ulaşır. Baudelaire, “İletişimler” (Correspondances) şiirinin iki dörtlüğünde, gelecekte doğacak bir akımı da özetler gibidir: "Bir tapınaktır doğa, direklerinden akan/ Anlaşılması güç, karışık sesler duyulur/ Ve kişi, tanıdık gözleriyle ona bakan/ Simge ormanlarından geçip yola koyulur.../ Geniş aydınlık gibi ve gece gibi kara/ O derin birlik içinde, sesler, kokular, renk/ Uzaktan uzağa karışan yankılara denk/ Birbirlerini işte böyle yanıtlamakta. ’’
Sembolistler Avrupa tinselciliğinin, gizemciliğinin, metafiziğinin son halkalarını oluştururlar. Gerçeğin içindeki gizi ararlar. Bir benzetmeyle, Parnassecı ozan ormanı, Sembolist ozan ormanın ruhunu yazar. Evrenin ve olayların gizemini ele geçirmeye çalışır.
Şiir yüreğin bir şarkısıdır, Parnasse’cılarınki gibi nesnelliği değil, bireysel bir öznelliği yansıtır. Anlatım büsbütün kapalı değil, ama kapalı ve örtülüdür. Nesneler açıkça anlatılmaz, ustaca çağrıştırılır. Dil gerçekdışının, bilinçaltının, düşün kapılarını açmaya yarayan bir anahtardır. Önemli olan sözcüklerin tınısı ve çağrışımıdır. En iğrenç bir sözcük bile çağrışım ve ezgi gücü varsa şiirde yerini alır. Sembolistler dilbilgisi kurallarına, cümle kurgusuna (syntaxe) sıkı sıkıya bağlanmaz.
Ezgiye büyük önem verir, şiiri ve müziği, iki sanatı birleştirirler: “Müzik, her şeyden önce müzik.” (Paul Verlaine)
Efsaneler, masallar, düş, ruhsallık başlıca konulardır. Büyüyle, dinsel törenlerle, falcılıkla (occultisme) ilgilenir, ilkel insanın bilgeliğine saygı duyarlar. Parnasse’cılar gibi onların şiirlerinde de sık sık Yunan mitolojisinin tanrıları, yarı-tanrıları, Alman mitolojisinin perileri, masal kahramanları yer alır.
Sembolistler en büyük devrimi şiirin özünden çok biçiminde yaptılar. Özgür dizenin, giderek, bugünkü serbest şiirin kurucusu onlardır. “Dizelerin düzeni, söyleyiş ve biçim yapısı, geleneksel formül yem uyum için yeterli değildi. Ayrıntıları çoğaltmaya elveren, klavyeleri daha yumuşak yeni bir çalgı gerekiyordu.” (R. Sabatier). Verlaine ve Rimbaud gibi öncüler, bu konuda da kapıları aralamışlardı.
Parnasse Okulu’nun sanat görüşü geleneksel biçime, dizeye ağırlık veriyordu. Sembolistler dörtlüğü, üçlüğü aşan bağlama öncelik tanıdılar. şiirde artık dize değil, bağlam önemliydi. “Bağlam (kıta)” şiir gereçlerinin içinde öğütüldüğü bir değirmendir. Bağlamı, zenginleştirilmiş seslerle çağrışımlardan oluşan düşünce saptar. Bu sesler ve çağrışımlar çok sayıdaysa bağlam uzun, az sayıdaysa kısadır.” (R. Sabatier)
“Sembolistler ölçünün özgürleştirilmesi adı altında özgür dizeyi savundular, ama bunun açık bir tanımını yapamadılar. Ghil kendisini izleyenlere ‘gözden geçirilmiş ve buyruk altına alınmış eski Alexandrin’i (on iki heceli dize) önerdi, ama öneriye pek aldıran olmadı. 1886’larda herkes, aşırı disiplinli, Parnassien dizenin yerini yeni bir biçimin almasını istiyordu. Geleneksel eski dize sayılarının yerini, bir tür öznel bir ezginin (melodie) alması bekleniyordu. Bu özlemi zaman zaman yansıtan ozanlara rastlanmadı değil. Ama yeni ritimleri hangi kurallara dayanıyordu, bu ritimler neden gerekli, açıklamıyorlardı. Veremli Laforgue, birbirine eşit olmayan dizelerden oluşmuş uzun destanların göğüs ağrılarını dindirdiğini söylüyordu, o kadar. Illuminations'ın başında yer alan “Manne” (Gemicilik) ve “Mouvement” (Devinim) düzyazı değil. Peki onlara dize denilebilir miydi? Verlaine Art Poetique inde (Şiir Sanatı) bazı kurallar ileri sürüyordu, ama benimsenmemişti. Neden?
“Çünkü Sembolistlerde dize değil, bağlam egemen hale gelir. Sembolistlerin özgür dizeli şiiri, bir grup ritm dizisini içerir. Üstünlük bağlamındır. Bağlam ise esinden önce var olan bir biçim değil, şiirsel gereçlerin içinde öğütüldüğü bir değirmendir. Bağlamı türdeş kılan zenginleştirilmiş, bazen de, ana sese katılan seslerle çağrışımların yer aldığı tek bir düşüncenin açıklanmasıdır. Eğer bu sesler ve çağrışımlar çok sayıdaysa bağlam uzun, az sayıdaysa kısadır. Bağlam içindeki tinsel (sprituel) öğelerden her biri görece bir özerkliğe sahiptir.
“Biçim için iyi bir terim bulamadıklarından ona bazen ölçü (metre), bazen söz topluluğu (groupe verbal) derler. Bağlamda tam uyaklardan ve çok özgün yarım uyaklardan (assonance) kaçınılmasını önerir, aksi takdirde bağlam akışının kesilebileceğini söylerler. Ölçülerden hiçbiri için özel bir tonlama koşulu ileri sürmezler. Deyiş, düşünce bilinçaltından bilince nasıl çıkıyorsa şiir de ona göre yazılacaktır. şiir Sanatı'nda Verlaine de buna benzer şeyler söylüyor, ama söylediklerini kendisi de pek uygulamıyordu. Ayrıca Sembolistlerin özgür dizesi, söyleyiş, deyiş ülküsüne uygun olarak, bir düşüncenin eğilimlerini yansıtır. Bunun doğal sonucu olarak da, Sembolistlere göre eleştirmenlerin bir şiirin yapısını dizelere göre eleştirmeye hakkı yok.
“Özgür dizeyi iyi kullananlar okurda derin ve coşkun duygular uyandırır; bu dizeler okurun kendisiyle konuşmasını, iç diyalogu sağlar, geliştirir ve iç çatışmaları yatıştırır. Ne var ki okurların çoğunun bellekleri eski şiirin, geleneksel şiirin anılarıyla doluydu. Ayrıca uyakların, geleneksel şiirin dinlendirici bir yanı vardı. Sembolizm değişik ölçü ve dizeleriyle zamanın okuru elinden bu dinlenme hakkını aldı; okurlar şiiri sıkıcı bulup günce okumaya yöneldi.” (AlbertMarie Schmidt)
On dokuzuncu yüzyıl sonlarında ortaya çıkan Sembolizm, giderek büyük etkinliğini yitirdi. Ruhsalla ilgilenen bu sanatçıların elinde henüz psikanalizmin silahları yoktu. Ölçü ve uyaklarıyla geleneksel şiirin dinlendirici yanına alışkın okur, düşünmekten hoşlanmıyordu. Aşırı çaba isteyen akım, sonunda sanatçılarının bazılarını da yedi. Yükselişten sonra düşüş başladı. Yirminci yüzyılın başlarında da ozanlar onun kalıtından yararlandılar. Ve tüm ataklıklara açık bu şiir kendi bağrından bir başka şiir akımını, Gerçeküstücülüğü çıkardı.
Baudelaire (18211867), Verlaine (18441896), Rimbaud (18541891) ve özellikle Mallarme (18421898) Sembolizm in öncüleri ve kurucularıdır. Jules Laforgue, Tristan Corbeiere, Charles Cros, Germain Nouveau, Henri de Regnier, Albert Samain, Jean Moreas, Emile Verhaeren, Maurice Maeterlinck, SaintPolRoux, Francis James, Paul Claudel ve ileride Gerçeküstücülük (Surrealisme) okulunu kuracak olan Apollinaire Sembolizm akımının başlıca ozanlarıdır.