Edebiyat
Edebiyat

 

 

 

Şiirde Dada Akımı

Erdoğan Alkan


1916’da, şair Tristan Tzara’nın öncülüğünde, İsviçre’de başlayan “Dada” ya da “Dadacılık” ve doktor şair Andre Breton öncülüğünde, Fransa’da 1924 yılında ilk bildirisini yayımlayan Gerçeküstücülük (Surrealisme) birbirine biraz da hısım iki şiir akımıdır.

Şiir akım ve okullarının toplumsal değişimlerden, ülkenin yeni sosyal durumundan, dış ülkelerdeki sanat ve düşün etkinlerinden, eskiye usanç ve bıkkınlık, yeniye özlem duygusundan kaynaklanarak doğduğunu söylemiştik.

 

Toplumsal Değişimler

O halde önce yirminci yüzyıl başındaki Avrupa’nın toplumsal değişimlerine, toplumsal olay ve çalkantılarına bir göz atalım:

Üretim ve Pazar Yarışı: Yeni makinelerin bulunması, sömürgelerden akan hammadde, maliyeti düşürme çabası, özgür yarışma sanayi üretimini sürekli artıyordu. Bu artan üretim için gerekli hammadde ve yeni pazarlar bulma yarışı çelişkileri ağırlaştırmıştı. Yavaş yavaş birbirine düşman iki grup ortaya çıktı: Gruplardan birinin başında İngiltere, diğerinde Almanya bulunuyordu. Pazar ve sömürge sorunlarının bir an önce çözülmesi gerekiyordu. Ama yeryüzünde artık “yararlanılabilir” topraklar kalmamıştı. Topraklarına sömürgeler katma siyasetine ötekilerden sonra atılan büyük devletler, başta Almanya, ABD ve Japonya, hammadde kaynakları, pazar bakımından kendilerini, hakları yenilmiş ve horlanmış sayıyorlar, bu yüzden de sömürgelerin ve etki alanlarının yeniden paylaşılması sorununu ortaya atıyorlardı. Sömürge sahibi olmak isteyen Almanya, karşısında sürekli İngiltere ve Fransa’yı buluyordu. Ayrıca, bir türlü çözümlenmeyen Alsace-Lorraine sorunu Fransız-Alman ilişkilerini gittikçe gerginleştiriyordu.1

Petrol sorunu: Ülkesinde petrol çıktığı için Amerika, üretimini daha ucuza mal ediyor, hem üretimini, hem pazarlarının sayısını artırıyordu. Amerika ile yarışabilmek için Ingiltere’nin Ortadoğu petrollerini ele geçirmesi, bunun için de Osmanlı Imparatorluğu’nun yıkılması gerekiyordu. Almanların koltuğuna giren Abdüllıamit IngilizAmerikan petrolcülerine, petrolün ne işe yaradığını bilmediği halde, salt işkillendiği için, Ortadoğu’dan tek karış toprak satmadı, ayrıca, bir fermanla, petrol bölgelerindeki özel kişilerin mülklerini de “miri arazi”, yani hazine arazisi sınırlarına aldı. Ingilizler için tek çıkar yol Abdülhamit’in devrilmesiydi. Kendilerini para ve danışmanlarla donanmış bulan Jön Türkler, bir hükümet darbesiyle Abdülhamit’i tahttan indirdiler. Bu darbe, Gülbenkyan ve Entelijans Servisçe imzalanmıştı.”2

Abdülhamıt’in düşüşüyle Türkiye’de Almanlar da gözden düştü. Bu durum Ingiltere ile Almanya arasındaki gerilimi daha da artırdı.

Balkanlar: Balkanları ele geçirmek için Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile Rusya arasında sürekli bir yarış, ayrıca, güneydeki Slavlar konusunda Sırbistan’la sürekli sürtüşme vardı.

Silahlanma Giderleri: Bu anlaşmazlıklar nedeniyle ülkeler boyuna silahlanıyor, ulusal gelirlerinin önemli bir bölümünü silahlanmaya harcıyordu. Öyle ki, silahlanma giderleri artık çekilmez bir hal almıştı. Halkların yaşam düzeyleri boyuna düşüyordu.

Birinci Dünya Savaşı: Böylece savaş çıktı, anlında yıkımlar bıraktı. Yenenleri de yenilenleri de yıprattı, bezginlik, yılgı, korku, yoksulluk ve yoksunluklar ve acılar doğurdu. Yakınlarını kaybedenler, ölümle burun buruna gelenler yaşama karşı güvenlerini yitirdiler, yaşam bir hiçtir, insan bir hiçtir duygusuna kapıldılar.

Burjuva tanrıtanımazlığı: Fransa’da yirminci yüzyıl başları, Kilise ile laik burjuvalar, burjuva cumhuriyetçiler arasındaki savaşıma tanık oldu. Din gücünü hayli yitirdi. Maddeciliği de benimsemeyen kent soylu tanrıtanımazlar, Tanrı’dan kalan boşluğu dolduramayınca bu kez yaşamın saçmalığını ileri sürdüler.

Sovyet Devrimi: Rusya’da gerçekleştirilen devrim Avrupa’daki ekonomik, toplumsal, hukuksal ve dinsel tüm kuruluşları ve inanışları sarstı. Tüm burjuva değer yargıları sınava çekildi.

 

1)      Geniş bilgi için bakınız: Kapitalist Toplum, Zubritski, Mitropolski, Kcrov.

2)      Geniş bilgi için bakınız: Türkiye'ye Yabancı Petrol Tröstleri Nasıl Girdi, Erdoğan Alkan

 

Böylece Avrupa iki büyük olaya tanık oldu: Birinci Dünya Savaşı ve Sovyet Devrimi.

Ve bu ikj büyük olaya koşut olara\ da sanatta başlıca iki eğilim ortaya çıktı: Çağın bunalımından, eşitsizliklerinden, dengesizliklerinden örgütlü ürün ve davranışlarla kurtulmak isteyenlerin yöneldiği, yazında toplumcu sanat, devrimci sanat, güdümlü sanat adlarıyla geçen örgütlü sanat ve bunalımlardan kendini, kendi ben'ini, bilinçaltını araştırarak kurtulmak isteyenlerin yöneldiği bireyci sanat.

 

DADACILIK

Şimdi de bu akımın nasıl doğduğunu Dadacılığın kurucusu Tristan Tzara’dan izleyelim.

Tristan Tzara, Mayıs 1950’de, Ribemond-Dessaignes’in kendisiyle yaptığı bir radyo konuşmasında “Dadacılık”ın doğuşu üstüne şunları söyler. “Dada’nın nasıl doğduğun anlamak için, bir yandan, Birinci Dünya Savaşı sırasında, bir grup gencin, adına İsviçre denilen o hapishanedeki ruh halini, öte yandan o devirdeki sanat ve edebiyatın entelektüel düzeyini bilmek gerekir. 19161917 yıllarında savaş sanki hiç bitmeyecek gibiydi, sonu gelmiyordu bir türlü. Öyle ki uzaktan uzağa, benim ve arkadaşlarımın, bizlerin gözünde daha bir büyüyordu. Tiksinti ve başkaldırı böyle başladı. Düşülküsel edilgenliğin (pacifisme utopique) tuzağına da kolay kolay düşmeksizin savaşa kesinlikle karşıydık. Savaşı ortadan kaldırmak için önce kökünün kazınması, onu yaratan nedenlerin ortadan kaldırılması gerektiğini biliyorduk. İçimizde sabırsız bir yaşamak arzusu vardı ve çağdaş denilen uygarlığın bütün kuruluşlarından, hatta temelinden, mantığından, dilinden nefret ediyorduk. Başkaldırı öyle biçimlere bürünmüştü ki acayiplik estetik değerleri bile çiğneyip geçiyordu. Unutmayalım, o zamanlar yazında insansal olan her şeyi gölgeleyen aşırı bir duyarlık vardı ve kötü zevk yüksekten atıp tutarak sanatın bütün alanlarında egemenliğini koyuyor, en bayağı ürünlerle burjuvazinin gücünü sergiliyordu...”

Tzara, “Gerçeküstücülük ve savaş sonrasında ise şunları yazar:

“Dada aktörel bir gerekten, salt aktöreye ulaşmak istediğinden, tüm zihinsel yaratıların ortasındaki insanın, insansal tözün yoksullaşmış kavramlarına, ölü ilke ve değerlere ve haksız kazançlara karşı üstünlüğünü onaylayan derin duygudan doğdu. Dada bütün bir gençliğin ortak başkaldırısından, bireyin tarihe, mantığa ya da toplumsal aktöreye aldırmadan doğasının derin isterleriyle kaynaşma özleminden, bu özlemden kaynaklanan başkaldırıdan doğdu. Neydi doğasının bu derin isterleri? Onur, Aktöre, Aile, Sanat, Din, Özgürlük, Kardeşlik, daha bunun gibi insansal özlemleri yanıtlayan nice kavramlar, kurumlar. Bunların hepsinden kala kala kemik yığını kalmıştı, çünkü bu kavramlar, bu kurum ve kuruluşların iliği sömürülmüş, ilk anlam ve içerikleri yok olmuştu. Descartes: ‘Benden önce insanların var olduğunu bilmek bile istemem,’ der. Bu sözü yayın organlarımızdan birinin başına koyduk. Dünyaya yeni bir gözle bakmak istediğimiz, bakış açımızı bile yeniden gözden geçirmek istediğimiz, bizden öncekilerin, büyüklerin dayattığı doğruyu ve diğer değer yargılarım sınavdan geçirmek istediğimiz anlamına geliyordu bu."

Şöyle bir durumla karşılaşıyoruz:

Sürüp giden Birinci Dünya Savaşı, sonuçlarıyla, özellikle savaş görmemiş genç kuşakta, bu arada genç sanatçılar kuşağında yılgınlık doğuruyor ve savaşa karşı çıkıyorlar.

Bu karşı çıkış, “savaş kötü, o halde biz savaşa katılmıyoruz” şeklinde edilgen (pacifısme utopique) değil. Etken.

Savaşı ortadan kaldırmak için önce kökünün kazınması, onu yaratan nedenlerin ortadan kaldırılması gerektiğini biliyorlar.

Savaşı yaratan yozlaşmış onur, yurt, aktöre, aile, sanat, din, özgürlük, kardeşlik gibi kurumlarıyla, yozlaşmış bir değer yargıları dizisiyle, hatta diliyle ve temelini oluşturan tüm kuruluşlarla burjuvazinin ta kendisidir.

O halde burjuvaziyi bütün bu kuruluşlarıyla söküp atmak, ilk anlamını yitirmiş onur, yurt, aktöre, aile, sanat, din, özgürlük, kardeşlik, değer yargıları, dil gibi kurum ve kuruluşlara salt aktöreye, erdeme uygun yeni bir anlam kazandırmak gerekir.

Tüm kurum ve kuruluşları yozlaşmış bir burjuvazinin elbette sanatı da yozdur. Yapmacık, aşırı bir duyarlılık insansal olan her şeyi, üstüne çöküp, gizliyor. Yukardan atıp tutan kötü bir zevk sanatın her alanında egemen.

Burjuvazinin bütün kurum ve kuruluşlarını, bu arada sanatını da yıkmak gerek.

Burjuvazi ve onun nice savaşlar çıkarıp, kargaşalar yaratan yoz kumrularına ilk başkaldıran Tristan Tzara ve arkadaşları mıydı? Aynı tepkiyi çok öncelerden Baudelaire ve Rimbaud da göstermişti.

Ne diyordu Baudelaire?

‘Acımasız aktöre yasalarının yeni örnekleri ve yeni kurbanları olarak, yaşadığımızı sandığım şu yerde geberip gideceğiz (...) Din mi, ondan söz etmeyi ve kalıntılarını araştırmayı gereksiz buluyorum, zira Tanrı’yı yadsıma zahmetine bile girişmek başlı başına rezillik. (...)

“Bu servet çağında hala varolabilirse, Tüze servet yapmayı bilmeyen yurttaşları toplumdan atacak. Karın, ey burjuva, bundan böyle karın, yasallığa dörtdörtlük bir alçaklığı da katarak, kasanın kül yutmaz ve sevdalı koruyucu meleği karın dörtdörtlük bir kapatma olacak (Füzeler, XXU).”

Soyunmuş Yüreğim’den:

" Yararlı bir insan olmak bana hep iğrenç geldi. (VI) "

"Çağımın insanlarının anladığı anlamda bir inancım yok, çünkü tutkum yok(XI)”

"Cinayet üstüne görkemli imparatorluklar, suç üstüne soylu dinler kurulabilir. (XI)"

"Demokrasi üstüne kurulmuş monarşi de, cumhuriyet de saçma ve güçsüz. (XXU)"

"Her tüccar kafadan sakattır. Ticaret doğaldır, yani alçakça. (XXV) ”

"Şu dünyada her şeyden suç fışkırıyor: Gazeteden, duvardan ve insan yüzünden. (XXXI)’’1

 

3)      Özden Günceler, Kötülük-Çiçekleri, Charles Baudelaire, çev.: Erdoğan Alkan, Alaz

Yayıncılık.

 

Ne diyordu Rımbaud? 

"Sanayiciler, saylavlar, soylular, geberin

Canları cehenneme tarih, tüze ve erklin"

"Cumhuriyetler, fallar, ordular —yeter be!—

Sömürgeler, halfalar, çanınıza ot tıkansın,

Avrupa, Asya, Amerika, yerin dibine batın"

(“Dert mi Bana Yüreğim?”)

"Silahlandım tüzeye karşı"

(Cehennemde Bir Mevsim)

 

"Bütün uğraşılardan iğreniyorum.. Ustalar da işçiler de hepsi hödük, hepsi iğrenç.

"Hiçbirşeyden, kendi bedenimden bile yararlanmadan ve bir kara kurbağasından daha başıboş, önüme gelen yerde yaşadım. (...) Aşağılık bir soydum hep (...) her şeyi kapladı aşağılık soy-halk denilen şeyi, usu, ulusu ve bilimi (...) Günüm doldu gidiyorum Avrupa’dan (...) Kime kiralasam kendimi? Hangi hayvana tapsam? Hangi mübareğe saldırsam? Hangi kalpleri kırsam? Hangi yalanı söyleyip dursam? —Hangi kanda yürüsem?

"En çok şu yasalardan kendimi korumalıyım. (...) Hiçbir zaman bu halktan biri olmadım, Hıristiyan değildim hiç; cehennem azabında şarkı söyleyen soydanım; yasalardan anlamam; aktöre nedir bilmem (...) Sizler kafadan sakatlar, yırtıcılar, pintiler. Tecimen zencisin sen; yargıç, zencisin sen; general zencisin sen; imparator, yaşlı bit, zencisin sen (...) Sıtma ve kanser soluyor bu halk(...) Ateş edin, ateş edin üstüme! Alçaklar! Kendimi öldürüyorum! Atların ayaklarına atıyorum kendimi!” (“Kötü Kan”)1

Savaşa ve savaşın tek kaynağı olarak gördükleri burjuvazinin tüm kurum ve kuruluşlarına başkaldıran, içlerinde Tristan Tzara, Hans Arp, Richard Ruelsenbeck’in de bulunduğu on iki genç sanatçı yeni etkinliklerine isim arıyorlardı. Yıl 8 Şubat 1916. İsviçre’nin Zürih kentindeki Terrasse Biraevinde konuşup Larousse’un sayfalarını çeviriyorlar. Henüz uygun bir sözcük yok. Tristan Tzara elindeki kitap açacağını rastgele Larousse’a sokuyor, sayfayı okurken gözleri parlıyor birden. İşte ilginç bir sözcük: Dada. Hem de anlamsız, çocuk dilinden. Hanı bizde çocuklar değnekten atlarını sürerlerken “deh! deh!” derler ya, bunun gibi bir şey. Öneriyor Tzara, “etkenliğimizin adını Dada koysak mı?” Öneri oy birliğiyle onaylanıyor.

Topluluk ilk gösterisini 30 Mart’ta Zürih’teki Voltaire Biraevi’nde düzenliyor. Afrika müziğinin eşliğinde Tzara, Huelsenbeck ve Janko doğaçtan söyledikleri Dadacı şiirlerini okuyorlar, ilk yayınları ise 15 Mayıs’ta çıkıyor, adı Voltaire Biraevi 1916. Bu dergide Dadacı, Tzara, Hans Arp ve Richard Huelsenbeck’in yanı sıra, Apollınaire, Picasso, Cenderars, Modigliani, Mannetti ve Kandinski’nin de imzaları var.

1) Ateş Hırsızı, Arthur Rimbaud, çcv.: Erdoğan Alkan, Broy Yayınları.

Denilebilir ki Dadacıların gerçek anlamda ilk yayınları Tzara’nın Haziran ayında çıkan on altı sayfalık yapıtı “Bay Antıpyrıne’in İlk Göksel Serüveni.” Şair şunu söyler orada:

“Şairin tüm görünümleriyle, hatta karşıt-şiir haliyle de canlı bir güç, düzyazının ise zorunlu değil de rastlantıya bağlı bir iletişim aracı olduğunu kanıtlamak söz konusuydu. Bu nedenle de kendimizi nitelendirmeye kalkmayıp Dadacılar adını seçtik.”

Bir yıl sonra, 1917’de Tzara dile ve şiir diline hayli karşıt, söz dizimi çok değişik, uydurulmuş sözcükleri de içeren dizeler yazmaya başlar. Öyle ileri gider ki yazın çevresi şiirlerine şapkadan rastgele çıkan sözcükler adını takar.

Topluluk, özellikle T zara bir yandan Voltaire Biraevi’nde gösteriler düzenlerken öte yandan Paris’teki sanatçılarla ve Apollinaire’le ilişkiler kurar. Picabia’ya göre “Eğer zamansız ölmeseydi Apollinaire de mutlaka Dadacı olurdu.”

Tzara, Reverdy’nin KuzeyGüney ve Pierre Albert Birot’nun SIC dergisiyle yazışmalar yapar ve Paris’te ilk kez şiirleri Kuzey-Güney’i yayımlanır. Bu arada Zürih’te Temmuz’da Dada I, daha sonra Voltaire Biraevi, Aralık’ta Dada U çıkar. Ve bir yıl sonra, 1918’in Aralık ayında Tzara ünlü 1918 Dada Bildirisi'ni yayımlar ve şunları söyler orada: ‘Acımak yok. Arınmış bir insanlık umudu ancak kırım ve Riyamdan sonra gerçekleşebilir...

“Beynin ve toplumsal örgütün çekmecelerini kırıyorum; her yerde, aktöre kurallarını altüst edip, cennetin elini cehenneme, cehennemin gözlerini cennete fırlatıyor ve evrensel bir sirkin doğurgan çarkını her bireyin gerçek düşlerine yeniden yerleştiriyorum...

"Baktığımız her şey sahtelik dolu. Yemekten sonra ha pasta yemişsin, ha kiraz, varılacak sonuç da aynı şey benim için, önemli olduğunu sanmıyorum. ..

"Sistemlere karşıyım, ilke olarak, kabul edilebilir tek sistem sistemsizliktir. ..

"Bunun gibi... ’’

Barselona’dan gelen Picabia’nın, ardından Marcel Duchamp’ın katılımıyla Dada etkinliği daha bir genişler. Zürih’teki bir konferansta ilk kez Tzara soyut sanat'tan söz eder.

Tzara ve diğer bazı Dadacılar savaş son bulur umuduyla Rusya’daki sosyalist devrimi selamlar, ancak Rus devrimcilerinin ülküsüne kayıtsız kalırlar. Alman Dadacıları ise tersine Spartakist eylemine katılarak devrimden yana tavır koyarlar.

1919’da Aragon, Breton, Soupault, Eluard ve RibemontDessaigne Tzara ile bağlantı kurarlar. Çıkardıkları Edebiyat dergisi yeni bir edebiyatın doğacağı umuduyla Dada etkenliğine büyük ilgi gösterir. Bazı kuşkuları olmasına rağmen Edebiyat'ın şair ve yazarları önce Dada UI, daha sonra Dada IV-V katılırlar. 2 Nisan 1919’da Tristan Tzara, ünlü şiiri “Maison Flake” ile Edebiyat'ta yer alır. Eluard “Hayvanlar ve İnsanlarda Dada’yı onaylar gibidir.

Edebiyat’ın şair ve yazarları 23 Ocak’ta, Paris’te Törenler Sarayı’nda Dadacılığı tanıtmak için bir gösteri düzenlerler. Breton ve Tzara birer acayip şiir okurlar. Kürsüye yeniden çıkan Tzara rastgele gördüğü bir gazeteyi eline alır ve ilk yazıyı zil sesleri ve kahve değirmeninin gıcırtıları eşliğinde şiir diye okumaya başlar. Dinleyiciler kısa süren bir hayret ve şaşkınlıktan sonra şiddetle yuhlarlar. 5 Şubat tarihinde Bağımsızlar Salonu’nda yeni bir gösteri düzenlenir ve Charlie Chaplın’in de Dadacılara katılıp gösteride hazır bulunacağı duyurulur. Bu duyuru büyük ilgi çeker, hayli dinleyici gelir. Dadacılar yalancı fişekler ve tıkırtılar eşliğinde bir şeyler okur, bir şeyler söylerler. Sonra aniden salonun bütün ışıkları söner ve mikrofondan gelen bir ses duyulur: “Yaptıklarımızdan hiçbir şey anlamıyorsunuz değil mi sevgili dostlar? Zaten biz de henüz pek az şey anlayabiliyoruz!”

Ses susunca salonu bu kez dinleyicilerin yuhları, protestolar doldurur.

Protesto ve skandallara rağmen konferans ve gösteriler iki yıl sürer Paris’te. Bu arada bildiri, kitap, dergi ve broşür gibi Dadacı yayınlar vitrinleri doldurur. Aragon Edebiyat'ta çıkan “Sistem DO” yazısında etkinliği destekler:

“Sistem Do özgürlük sağlıyor size: Her şeyi kırıp dökün dost yüzler. Kızdığınız her şeyin efendisi sizlersiniz. Yasalar yaptılar, aktöre koydular, estetik kuralları sürdüler önünüze ve bunlar pek ince şeylerdir dediler. Nerede ince şey varsa kırıp dökün. Gücünüzü gösterin bir kez. Bir an gelecek bir şey size direnecek. Kıramadığınız şey sizi kırıp efendiniz olacak.”

1921’de Eluard Atasözü’nü (Proverbe) kurar, Picabia 391'i yayımlar. 1921 Şubat’ında Dada Dergisi Dada sözcüğünü açıklayabilene 50 frank ödül vereceğini yazar ve Dada’nın benimsediği “saf aptallık”ı benimsemeyen herkese başkaldırın

Hareket içinde çözülmeler başlar. Picabia Dadacılığı boş bir etkenlik görüp Tzara’ya sataşır. Ardından Breton kopar, sanatçı kişiliğini bulan şair, Bilim Adamları Derneği salonunda Maurıce Barres’ye karşı suçlama ve yargılama oturumu düzenlemeye kalkan Tzara’yı eleştirir.

başlarında Breton'un öncülüğünde Çağdaş Zihniyeti savunma, ilkelerini belirleme kongresi düzenlenir. Sanat alanında yenilikçi hareketlerin temsilcileri kongrede yer alacak. Tristan Tzara çağrıyı şöyle yanıtlar:

“...İnanın ki dostlar, ne size ne de komitenin diğer üyelerine karşı kişisel bir tutum söz konusu değil. Bütün eğilimlere yer verme arzunuzu takdirle karşılıyorum, bu arada bana gösterdiğiniz ilgiye de teşekkürler.

“Ancak, düşüncem odur ki, eğilimlerin, türlerin karışımından doğan günümüz çöküntüsü gericilikten daha da tehlikelidir.”

“Kongrenin Hazırlık Komitesi, Breton’un öncülüğünde şu bildiriyi yayımlar:

“Komitemiz, Zürih’ten gelme ‘bir hareket’in öncüsü olarak tanınan kişinin tutum ve davranışlarına karşı halkoyunu uyanık olmaya çağırır, reklam hırsına kapılmış ikiyüzlü bir adamın çıkar hesaplarına izin vermeyeceğimizi açıklarız.”

Tzara ertesi gün şu yanıtı verir:

“Kongre komitesinin bayağı saldırılarına cevap vermenin bile gereksiz olduğuna inanıyorum. Çağdaş sanatın yedi temsilcisi acaba bir tek kişiye saldırı düzenlemek için mı toplantıya çağrıldı? Bu sorunun cevabını da başkalarına bırakıyorum.”

17 Şubat’ta Paul Eluard, Georges Ribemont Dessaıgnes, Erik Satie, Tastan Tzara yenilikçi sanatçıları protesto toplantısına çağırırlar: “Büyük kongrenin çağdaş sanatı sınırlandırmak ve basit reklamlar yapmak için düzenlediği bürokratik ve gülünç hazırlıklar meyvesini şimdiden vermeye başlayıp düzenleyicilerin gerçek zihniyetini, yaşayan ve canlı olanı yok etmek, her alanda tepki göstermek arzusunu sergileyen karışıklıklarla sonuçlanıyor. Zürih’ten gelen şu ya da bu kimseye cephe alınıyor.

“Her tür kişisel sorunun dışında, bizler, birilerinin babalık taslayıp özgürlüğümüzü savunmaya kalkması olayına son vermek gerektiği kanısındayız.”

Toplantı 17 Şubat sabahı olur. Breton, “Zürih’ten gelme” ve “reklam hırsına kapılmış iki yüzlü kişi” sözünü Tzara için kullandığını, amacının hakaret değil, Tzara’nın kongreye zarar vermesini önlemek olduğunu söyler. İçlerinde Eluard ve Cocteau’nun da bulunduğu kırk beş kışı, bir kararla konferans yetkisini Paris Komitesi’nden aldıklarını açıklarlar. Konferans böylece ilk toplantısından sonra dağılır. Daha sonra Eluard, RibemontDessaıgnes ve Tristan Tzara Le Coeu a Barbe adlı bir yayın organı çıkarıp amaçlarını duyururlar:

“Bu dergide ne edebiyat ne de şiir bulunacak. Biliyoruz ki kopma kaygısızca yaşadığımız şu dönem gibi küçük bir dönemin ruh halini bazen çok iyi açıklayan bir durumdur.”

Mart ayında Breton, Soupault ile birlikte yeni bir edebiyat dergisi çıkarmaya başlar ve derginin yayını 1924 Haziranı’na dek sürer. Birinci sayısında Breton, Freud ile yapılan bir konuşmayı, Tzara ise “Kont Lautreamont Üstüne Bir Not ya da Çığlık” yazısını yayımlar. Ancak dergide Tzara’nın adına bir daha rastlanmaz. Breton, Tzara’yı gözden düşürmek, silip atmak için elinden geleni yapar. İlk bildirisi 1924’te yayımlanan Gerçek-üstücülük’ü kurarak Dada Etkenliği’nin defterini dürer. İsviçre’de başlayan Dada’dan yalnızca Tristan Tzara’nın adı kalır.

Neydi Dada, bu kısa ömürlü şiir eyleminin amacı neydi ?

Sanatta katıksız ve tam bir başkaldırı,

Şiirin içerik ve biçim olarak şiddetin denetimsiz baskı ve buyruğu altına irmesi.

Düşüncenin ve dilin kaynaklarına saldırı,

Anarşist bir şiddet aracılığıyla, hammadde ve biçim yönünden şiirin bozulmamış ilk doğa halini bulmak.

Mevcut şiir dilinin ve şiir zihniyetinin değiştirilmesi.

Dadacılar ve Tzara’nın söyledikleri aslında hiç de yeni değildi.

Okurlar bu kitaptaki Rimbaud’yla ilgili bölümlere bir daha göz atarlarsa aynı şeyleri elli yıl önce Rimbaud’nun da söylediğini anımsarlar. Dadacıların başkaldırısını Rimbaud’un çağdaşı, şiir dünyasının çok erken yitirdiği Lautreameant’da (Isodore Ducas) da bulabiliriz.

Dada şairleri uygulamada da başarılı olamadılar. Okur, onların ürünlerine şapkadan çıkma sözcükler, yani tombala dizeleri adını takıp, şiirleriyle alay etti.

Avrupa’daki kısa ömürlü Dadacılık’ı bizim yazınımızda ise Garipçiler denen Orhan Veli ve arkadaşları hortlattı.

 

 

 

 


 


Ana Sayfaya Dönmek İçin Tıklayın 

  www.aymavisi.org  
 


 

 

 

 
 + Büyüt | - Küçült