Yıllardan beri değerlendirme sorunu üzerine sık sık düşünmüş, bugüne dek
epey sayfa karalamıştım. Bir yazın yapıtını değerlendirme üzerine de
düşünmüş ve yazmıştım, ama Türk Dilinden bir dostum, çeviri özel sayısı için
Homeros'un Türkçe çevirilerini değerlendirmemi isteyince, çeviri
değerlendirmesi üzerine yeterince düşünmemiş olduğumu gördüm.
Bir çeviriyi nasıl değerlendirebiliriz?
Soruyu genel bir biçimde yanıtlayabilir, "başka bir dile aktarılmış bir yapıtın, aslını ne kadar verdiğine bakmakla" diyebiliriz. Ama ele alınan yapıt bir şiir olduğunda, 'aslını vermek', bir düzyazı metninin aslını vermede yapılandan ayrı bir işi dile getirir. Yapılan işin ayrı olması da, Şiirin yapısından ileri gelir.
Düzyazıda 'aslını vermek', bir metnin yazılmış olduğu dilin sözcüklerine, deyimlerine ve öteki dilsel özelliklerine de olabildiğince bağlı kalarak, "anlamını" başka bir dille iletilir duruma getirmek demektir. Bu, bir yazarın bir metni yazarken bildirmek istediği ile belirli hazır bir dil arasında kurduğu ilişkiyi, çevirmenin başka hazır bir dille yeni baştan kurmasıyla olur. Düzyazıda başka bir dile aktarılması beklenen, doğrudan doğruya ve bütün ayrıntılarıyla anlamdır. Bu anlamın iletilmesiyle gösterilmek istenen ya da yazarın konu edindiğinin türü, düzyazının türlerini oluşturur. Burada dilsel özelliklere bağlılık, yapıtın biricikliğinin çeviride olabildiğince yansımasını sağlar.
Çevirilen yapıt şiir olduğunda, başka bir dille iletilmesi söz konusu olan, anlam değildir. Bir Şiirin 'aslını vermek', ozanın bize göstermek istediğini onun gösterdiği yolla başka bir dile aktarmakla olur. Aynı şeyi terimli bir dille söylersek, 'aslını vermek' burada, bir Şiirin anlamını v e sesini başka bir dile aktarmak demek olur.
Şiir çevirisinde, sanırım, en başta üzerinde durulması gereken nokta, bu "sestir; çünkü odur şiiri öteki yazın türlerinden ayıran.
Ne ile ilgilidir bu "ses"? Ya da: bu "ses" nelerden oluşur?
Şiirin "biçimi"yle hemen hemen hiç ilgili değildir. Hemen hemen diyorum, çünkü bu "ses"in yaratılmasını değil, iletilmesini etkileyen, dizelerin kağıt üzerinde dizilmesindeki görsel biçim ya da nakarat gibi şeylerin, biçimsel öğeler olup olmadığı tartışılabilir. Şiirle ilgisinde 'biçim', Doğu ve Batı yazınındaki vezinlerin, ölçü uyak ilişkilerinin oluşturduğu biçimleri akla getirir. Bunlar, bir yandan ozana sınırlar çizer, öbür yandan da alliteration gibi başka ses söz ustalıklarıyla birlikte, bu tür şiirlerin müziksel olmasını kulağa hoş, bazen da fazla hoş gelmesini sağlarlar.
'Ses'le anlatmak istediğim, bu tür müziksel şiirlerdeki uyum değildir. Bu "ses" ölçüsüz uyaksız şiirlerde de bulunur. Üstelik, ölçüsüz uyaksız şiirlerde onu müziksellikle karıştırma tehlikesi de yoktur. Çünkü ölçüler uyaklarla sağlanan müziksellik, dizeli bir yapıtta, kolayca, 'ses' dediğim şey sanılabilir ve dizeli bir yapıtı değerlendirmede insanı kolayca uyutabilir: kulağa hoş gelen dizelerle nelerin gösterildiğine, nelerin tanıtıldığına bakmasını ona unutturabilir.
Gerçi yüksek sesle okunmak için yazılır şiir. Bu da Şiirin yapısından gelen bir gerekliliktir. Çünkü ozan, göstermek tanıtmak için iletmek istediğini anlamı, kurduğu imgelerle, sözcüklerden kurduğu imgelerle dile getirir. İşte bu yüzden okuyucu, ancak kulak aracılığıyla, kendi sesini ya da başkasının sesini dinleyerek, bu imgelere ulaşabilir, böylece de ozanın iletmek istediğini anlayabilir. Şiirde kulak aracılığıyla görülür imge; çünkü anlamı taşıyan bu sesten imgedir.
Şiirde imge kuran sesi yaratan, iletilmek istenen anlama göre imgenin dillendirilişidir. Dile gelen, burada anlam değil, imgedir, anlam, ancak, o sözcüklerle kurulmuş imgelerle iletilir.
İşte, bu "bir anlamı dille imgeleştirme", yani bir anlamla imgesi arasında belirli bir dille kurulan ilişki, bir Şiirin "ses"ini oluşturur. "Sesi" yaratan, bir dilin imgeleştiren kullanılışıdır: dille anlamı imgeleştirirken, sözcüklerin seçimiyle, yan yana getirilişiyle, birleştirilmesiyle, değiştirilmesiyle yaratılır "ses". Ve bu "ses" anlamı iletir; ozanın gösterdiğine, tanıtmak istediğine bu "ses'i ulaşılır.
Şiir çevirisinde başka bir dile aktarılması söz konusu olan, işte, bu "ses"tir. Bu aktarım, başka bir dille "aynı sesi" yaratmakla, başka bir dilin sözcükleri de olanaklarıyla aynı imgeyi kurmakla olur.
Burada, belirli bir dille kurulmuş bir imgeyi başka bir dille yeniden kurmak, o başka dille belirli bir imge arasında bir ilişki kurmak demektir, bu da yepyeni bir iştir. Şiir çevirmeyi en zor çeviri yapan, bazen de "şiir çevrilemez" dedirten şey, işte, bu yeni ilişkiyi kurma gerekliliğidir.
Çevirmenin bunda ustalığı, bir şiiri anlarken bu "sesi" yakalamasına ve kendi diliyle imge kurmaya ne denli alışkın olduğuna sıkı sıkıya bağlıdır. Bir çeviri, bir şiir oluşturan her şeyin onda düğümlendiği bu "ses "i ne denli veriyorsa, o denli başarılıdır demektir.
Aslının "ses'ini vermeyen ya da farklı bir "ses" veren şiir çevirileri bu farklı "ses" aslının "ses'inden "daha güzel" sayılabileceği zaman bile[1], bence, çeşitli derecelerde "başarısız", yani amacına ulaşmamış çevirilerdir.
Buraya kadar söylediklerimin çoğu, şiiri çevirmeye ilişkindi. Bir Şiirin başarılı çevrilip çevrilmediği ise, ürüne bakılarak söylenebilir. Bu başarı şiir çevirmeninin ustalığına bağlıdır: çeviri yaptığı dili ne denli bildiğine ve bu dilde imge kurma olanaklarının ne denli bilincinde olduğuna. Çünkü şiir çevirmeni, ozanınkine benzer bir iş yapar: hazır dilden öte, bir dilin o andaki gelişiminin olanaklarını kullanır, Şii farkla ki, ozan bununla bir imge yaratır, çevirmen ise bir imgeyi yeniden kurar.
Bir şiir çevirisinin aslını verip vermediğine, onun "sesini" aslının "sesi"yle karşılaştırarak söyleyebiliriz. Bunu söylerken de, iki bütünü karşılaştırmakla edindiğimiz bir izlenimi dile getiririz. Hem, çok güçlü bir "sesin" çok başarılı bir aktarılması karşısında olduğumuz zaman, böyle bir karşılaştırma yeter bile diyebiliriz.
Ne var ki, sesi pek güçlü olmayan şiirler de çevriliyor, çok başarılı olmayan çeviriler de yapılıyor. Neden yapılmasın hani? Bir işlevi olmuyor denemez bu çevirilerin, daha başarılıları yapılıncaya dek...
Ama bir çevirinin başka bir çeviriden daha başarılı olup olmadığına karar verebilmek için, iki çeviri metnini birbiriyle değil, Şiirin aslına göre birbiriyle karşılaştırmamız gerekir. Bir tek çeviriyi değerlendirmede bile onun pek başarılı bir örneğini vererek hak kazanırız. Çünkü farklı imge yaratma olanaktan olan bir dilde "aynı" imgeyi kurabilmek, çevirmenin dil kuyumculuğundaki ustalığına bağlıdır.
Böylece, diyebilirim ki, bir şiir çevirisini değerlendirmede yapmak zorunda olduğumuz işlerden biri de, karşısında bulunduğumuz çeviriyi başka çevirilerle aynı Şiirin aynı dildeki başka bir çevirisiyle, yoksa da başka şiirlerin aynı dildeki çevirileriyle karşılaştırmaktır. Ayrıca, bir çeviriyi, aynı Şiirin başka dillerdeki çevirileriyle karşılaştırmaktan da öğrenebileceklerimizi unutmamalı.
Yukarıda söylediklerimden başka yapılacak bir iş ya da sorulacak bir soru daha kalıyor bir çeviri değerlendirmesinde.
Çeviri yapmak bir hizmettir: birbirinin dilini anlayamayan insanlara bir hizmet, yalnızca bir dili okuyabilen ya da okuduklarının tadını yalnızca bir dilde alabilenlere bir hizmet, her iki dilin kültürüne bir hizmet.
Bunun için, bir çeviri değerlendirmesinde sorulması gereken bir soru da, belirli bir yapıtı bir dile çevirmekle, o yapıtı aslından okuyamayan insanlara bu çeviriyle nelerin sağlandığı; başka bir soru da, o yapıtın çevrilmesiyle o dilin kültürüne ne gibi yolların açıldığıdır.
Bunlar da, çevrilmiş yapıtın değerine insanın ne gibi yaşantı ve eylem olanaklarını tanıttığına ve çevrildiği dilin yazınının durumuna bakılarak yanıtlanabilecek sorulardır.
Homeros destanlarının çevirilerinin değerlendirilmesine ilişkin bir ki noktaya daha değinmek isterim.
Her destanın "şii olması gerekliliği var mı yok mu, bilmem; ama dizeler olarak karşımıza çıkan her yapıttan şiir olmasını beklemeye hakkımız vardır.
Destanı öteki yazın türlerinden ayıran özellik anlatışında; şiir olan destanları başka şiir türlerinden ayıran özellikse, konu edinilende bulunur. Homeros destanlarının bir özelliği ise, vezinleriyle de ilgili görünür.
Yunanca, yoğun dile getiriş olanakları en fazla olan dillerdendir. Ama bu destanlardaki vezin, imgeleri dillendirirken ozanı anlamı yoğunlaştırmaya, ifadeyi de devrikleştirmeye adeta zorlar. Gerçi böyle bir zorlama, hece sayısına değil de, hece türüne dayanan ölçülerin ortak özelliği sayılabilir. Ne var ki Ilyada ve Odysseia’daki vezin, dizeleri müzikselleştirmez, monotonlaştırır, denebilir. Veznin sağladığı bu monotonluk, ne kadar öğrenmişse öğrenmiş olsun, yaşamayan bir dille yüz yüze olan okuyucu için Şiirin "sesini" yakalamasını kolaylaştırır, ama çevirmen için, bu "sesi" öteki dilde vermeye çalışırken işini zorlaştırır.
Ilyada ve Odysseia'daki sesten imgelerin yoğun dile getirilişi ve birleşik sözcüklerin, özellikle de bileşik, sıfatların imgelendirmeye sağladıkları, insanı şaşırtır: sesten imge çarpar insana. Bu iki destanı şiir yapan, işte bu eşsiz çarpıcılığı olan sesten imgelerdir. Ne var ki, Homeros'un çeşitli dillere çevirilerinin çoğunda bulamıyoruz bu şiiri; ya da şiiri bulunca, Homeros'u pek bulamıyoruz. Türkçe bugün, Homeros'un
Şiirini epey bulabildiğimiz çevirileri vardır diye övünebilir.
Homeros'un Türkçeye tam metin olarak ilk çevirisi, Ahmet Cevat Emre'nin, ilk cildi 1941'de, ikincisiyse 1942'de Türk Dil Kurumu'nca yayımlanan Odysseia çevirisidir. 1957'de bu çevirinin ikinci baskısı ve yine Ahmet Cevat Emre'nin yaptığı Ilyada'nın ilk tam metin çevirisi Varlık Yayınları arasında çıkmıştır. Azra Erhat ile A. Kadir'in Ilyada çevirisi, tam olarak 1958'de, Odysseia çevirisi de 1970'te Sander tarafından yayımlanmıştır.[2]
Ilyada ile Odysseia'nın bu iki çevirisini okurken, her bir çeviriyi baştan sona kadar asıl metinlerle dize dize karşılaştırmadım; iki çevirinin de bazı parçalarını karşılıklı olarak asıllarıyla karşılaştırdım, yalnızca. Homeros'un sözcüklerinin karşılanmasına bakılırsa, bu çerçeve içinde sözünü etmeye değmeyecek bazı aykırılıklar dışında bu çeviriler asıllarına çok "sadık", yer yer bana fazla dedirtecek kadar "sadık" görünüyor.[3]
Ahmet Cevat Emre'nin, çevirilerinde Orhon Yazıtlarından yararlanma düşüncesinin gerekçelerinden biri de, Homeros'un destan dünyasını, bu dünyaya aykırı çağrışımlar uyandırmadan Türk okuyucusuna tanıtmak biçiminde dile getirilebilir. Ne var ki, ortaya çıkan sonucun, çoğu zaman, bu çeviricinin amacına, uygun düşmediği söylenebilir. Emre'nin ayrı kültürleri "özdeşleştirerek" sözcük karşılamaları, buna örnek verilebilir. Ama kültürlerin "özdeşleştirilmesi" kültür kavramıyla çeliştiği gibi, böyle bir "özdeşleştirme" sonucu karşılanan sözcükler Homeros'un dünyasına aykırı çağrışımlar da uyandırıyor. Emre'nin destan çevirisine ilişkin bu anlayışını ve eski sözdizimi biçimlerinin canlandırılmasına ilişkin düşüncesini tartışmayacağım. "Bilimsel" bir tartışmaya canım girişmek istemiyor burada. Niyeti ve hizmeti daha önemlidir benim için: Türk okuyucusuna Homeros'u tanıtmak istemiş ve bir Homeros'u Türk okuyucusuna ilk kez o sunmuştur.
Ama bir Homeros çevirileri değerlendirmesinde sorulacak en önemli soru, bu iki llyada ve Odysseia çevirisinde Homeros'un "sesinin" Türkçeye ne kadar aktarıldığıdır.
Sevgiyle yapmış çevirilerini Ahmet Cevat Emre, özenle. Ama Homeros'un "sesi" aktarılmamış Türkçeye; çevrilen şiir değil, düzyazı metni imiş gibi davranılmıştır. Oysa Azra Erhat ile A. Kadir'in çevirilerini okurken insan, yapıtların bütünlüklerinde tanıyabiliyor Homeros'un "sesini". Ve diyebilirim ki, okuyabildiğim dillerde elime geçmiş Homeros çevirileri arasında, Homeros'un Yeni Yunancaya A. Eftaliotis'in Odysseia çevirisi bir yana bırakılırsa, Homeros'un "sesini" başka bir dilde en fazla bulduğum çeviriler bunlardır.
Homeros'un yapıtlarının değeri Eski Yunan yazınındaki, dünya yazınındaki yeri ya da destanlar arasındaki yeri üzerine ne düşündüğümü söyleyemeyeceğim. Birçoğunu paylaşmadığım, özellikle "bilimsel" türden neler söylenmedi ki... Ancak şunu söyleyeceğim: ustaları ve çıraklarıyla bir bütün olarak, Batınınkinden çok farklı bir kültür geleneğinde köklerini bulan bir yazın dünyasında, bir ikisi dışında kimi ozanın Batıdaki akımlara öykündüğü, kiminin ise arayış içinde olduğu bir anda, binlerle dize çevirerek Homeros'un "sesini" yalnızca Türkçe okuyabilenlere tanıtmak, çeviri yazınımızda önemli bir olaydır. Kendi yazınının yapıtlarından ancak son otuz kırk yılda yazılmış olanları okuyabilen ve çoğu, değerlerinden başka her türlü nedenle çalakalem çevrilen çevirtilen yapıtlarla beslenen kuşakların düşünce ve dil eğitimi için de önemlidir bu çeviriler. Ve bu çevirilere birazcık "değer atfetmeme" izin verirseniz, derim ki, Homeros'un bir "yurttaşımız" olduğunu, llyada'yı yanımıza alıp bir iki saat sonra Ilion'da olabileceğimizi düşünürsek, bu çevirilerin önemi daha da artar.
[1] Kendi şiirleriyle ses yaratmanın en ustaca örneklerini vermiş, ama bazı şiir çevirileri böyle olan A. Turan Oflazoğlu'yla sık sık tartışmıştık bu konuyu.
[2] Saptayabildiğim kadarıyla, bunlardan önce yayımlanan, Ömer Seyfettin'in eski yazıyla Uyada Hülâsası (Maarif Vekâleti, 1927) ve Yaşar Nabi'nin Odise'den Münteliap Şarkılar' (İstanbul, 1931) vardır. Dr. Arın (Saffet) Engin'in 1958'de yayımlanmış llyadası da vardır. Bu son çeviri, tam metin olmakla birlikte, ikinci elden yapılmış olsa gerek. Bunun için ben onu burada ele almayacağım.
” Sözgelişi, her iki çeviride daimoniosun "cinlerin çarptığı", 'cinlere uymuş" diye; ya da Aithiopes'irı "Yanık yüzlüler" diye etimolojilerinin çevirilmesi.