Aşırılık diye bir şey yokmuş. Bir şey iyi ise, onun ne denli koruyucusu
olur, ne denli ucuna giderseniz, o denli doğrusunuz, doğru yoldasınız
demekmiş. Böyle derler ölçüyü kaçıranlar, aşırılıktan kendilerini bir türlü
alamayanlar. Siz de boş bulunup susabilirsiniz belki. Örneğin, birden
usunuza, doğru gelmeyebilir. Oysa bir konuda doğru olanın ne olduğu üstünde
de günlerce tartışılamaz mı? Tartışılır. Doğruluk da, iyilik de birçok soyut
kavram gibi koşulludur, görecedir çünkü. Aristo "Doğruluk, erdem ılımlı
olmadadır." demiş. Bunu, yaşamın altın kuralı saymış. Yanlış diyebilir
misiniz buna?
"Okunu hedefin arkasına düşüren avcı, önüne düşürenden daha başarılı sayılmaz." demiş Montaigne. Düşünürseniz, hak vermekten kendinizi alabilir misiniz ona? Siz yobazların kuru gürültüsüne bakmayın. Her durumda ılımlılığın, ağırbaşlılığın bir değeri vardır. Kutuplar, uçlar, birer gerçektir, birer yaşam, birer dünya gerçeğidir ama, dünyanın en iyi yerleridir nasıl dersiniz? Göz göre göre nasıl deriz? Sanat dünyasında da, yazın dünyasında da böyle, gemi azıya almışlar eksik olmuyor. Bakıyorsunuz, adam yıllarca izlemiş olanı biteni, gerilerde kalmış tükenmiş. Eski püskü diye yazdığı pörsümüş şiirlerini, yazılarını, birer sanat yapıtı sanıp çekinmeden önünüze sürebiliyor. Ne yeni bir duyarlık, dolayısıyla ne bir güzellik, ne de bir ustalık getirmiş. Gelgelelim, sizden yine de övgü bekliyor. Gerilerde kaldığının ayırdında bile değil. Bu yüzden tek güzellik olarak eskiyi, dünü görebiliyor. Değil eleştirmek, yaptıkları karşısında durup duraklasanız bile, ilgisiz mi kaldınız, hemen ayranı kabarıveriyor. Siz zaten yalnız solcuları sever, onları övermişsiniz. Onun bu güzelim şiirlerine yazılarına elbet dudak bükecek, elbet beğenmeyeceksiniz onları. Değil mi ya! Buyurun, cenaze namazına mı, yoksa onun içi geçmiş şiirlerine, yazılarına mı? Şaşırıp kalıyorsunuz. Alalım bir de öbür ucun yobazını. Madem ki açlıktan, yoksulluktan, kavgadan, özgürlükten söz ediyor; ilerici, devrimci sanat yalnız onunki demektir, öyle ise neden kalemi elinize alıp göklere çıkarmıyorsunuz onu? O türlüsü de böyle bir mantıkla kızar size. İyi ama a efendim, neden söz ederse etsin, şiir önce özü ile, biçimi arasında çarpıcı, yeni bir uyum getiren bir söz sanatı değil mi? Şiir olamayan, sanat olamayan söz yığınları, ister dünden, ister mutlu yarınlardan, kavgadan, barıştan söz etmiş olsun, bize ne? Güzel olmayan, çarpıcı bir anlatım olgunluğuna, özgün bir deyişe erememiş olan şeyin sanat alanında işi ne ki, onun sözünü edelim? Sanat, güzelliğe, yeniliğe dönük yaratıcı bir eylemdir. Bir güzellik eylemidir. Güzel olamamış bir yazı, bir şiir, bir yapıt, salt değindiği konular bakımından sözü edilmeye değer mi? Şimdi de güzel nedir diyeceksiniz değil mi? Ben de size "en azından, yeni olmak, eskiye bir katkı, bir açılım getirmektir" derim. Yazıyorsunuz yazacağınızı o eski püskü şiirleri, yazıları hiç olmazsa övgü beklemeyin. Kendinize, kendiniz gibilere bir tat veriyorsa, yetsin size bu!
Hep yazıyor, çalışıyoruz şiire. Ama boyumuzun ölçüsünü alarak, eksikliğimizi bilerek. Yeni, devrimci, güzel şiir yalnız benimkilerdir, gerisi "tu kaka!" demeden. Başkalarının yazdıkları kötüdür, şiir dediğin yalnız benimkiler gibi olur, demeden. Bizim de yazdıklarımızı sevenler, onlardan hoşlananlar yok mu? Elbet var. Günün birinde Ataç usta bile 36 şiirimizi beğenmiş, bunu önüne gelene söylemiş, mektubunda da yazmıştır. Ama bir şiir ustası değil, işçisi olduğumuzu bilerek çalışıyoruz yıllar yılı. Her zaman söylemişimdir, yine de söyleyeyim; yazdığım yüzlerce şiir arasında, bilemediniz 1015 tanesi ortanın biraz üstündedir. 35 yıllık çilenin, emeğin sonucu da bu! Ne yapalım, şiir denilen güzelin gönlüne girmek öyle kolay olmuyor işte. Ben de orta sulardan giden yüzlerce ozandan biri olduğumu, ama Şiirin güzelinden biraz anlayan biri olduğumu bilerek avunuyorum. Kimileri gibi en iyi şiir benim yazdıklarımdır, diyerek ele güne karşı gülünç olmuyorum. Yunus'tan, Fuzuli'den, Cansever'e, Cemal Süreya'ya dek uzanan, içinde halk ozanlarının, Yahya Kemal'in, Haşim'in, Dağlarca'nın. Dıranas'ın, Nazım Hikmet'in, Kısakürek'in, Tanpınar’ın. Tarancı’nın, Eyüboğlu'nun, Orhan Veli'nin, Melih Cevdet'in, Oktay Rifat'ın, Külebi'nin. Cumalı'nın, Aksal'ın. Eloğlunun, v.b. nin yer aldığı bunca birbirine yakın ya da uzak ozanlar dizisinden hoşlanan, onlardan ayrı ayrı zevk alabilen bir şiir tutkunu olmak belki garip ama hoşuma gidiyor. İnsanın gönlünü bunca değişik güzelliklere, duyarlıklara açık tutabilmesi az mutluluk mudur? Ne var ki, diyorum. Güzelin yaratıcısı olmak, kuşkusuz ki üstün bir iştir. Ondan sonra da güzelden, güzellikten anlayanlar gelir. Az şey midir bu?
• Ozan, yurdunu ücretsiz sever.
Ali YÜCE
• Filozof sonsuzluktan güne giderek düşünür, şair günden sonsuzluğa.
Kari KRAÜS
• Her şiirde bir öykü, her şiir kitabında bir roman gizlidir.
Tuncer ÜÇAROL
• Şiir, sözcüklerin dinidir.
MALLARME
• Ustalık kazanılır, ama çocuk olmak yitirilirse, Şiirin büyük damarlarından biri yok olur.
İlhan BERK
• Şiir izleyicisini artırmak için çaba sarfedilmesi gerektiğine inananlardan değilim. Gereksinimi olan gelir bulur Şiirini.
Luise GLÜCK
• Şiirin anlamı olsaydı, onların şiir olması gerekmezdi.
Adam PHİLLİPS