Türk öykücülüğünün bir durgunluk döneminde olup olmadığını kesin olarak
söylemek kolay değil. Belki bize durgunluk gibi görünen, özlemediğimiz yönde
gerçekleşen bir değişimdir. Türk öykücülüğüne ilk darbe yıllar önce
gazetelerden geldi. Eskiden gazeteler süreli romanların ötesinde, her gün
bir kısa öykü yayımlarlardı. Yalnız bizde değil, başka ülkelerde de...
Sonunda okunan gazeteden, bakılan gazeteye doğru gidilirken her türlü yazın
ürünüyle birlikte, öyküler de kapı dışarı edildi.
Bu anlattıklarım Türk öykücülüğünün en parlak günlerinin öncesindeki dönemde yaşanan olaylar. Öykülerin gazetelerden dışlanmasının öyle bir iki gün içinde gerçekleştiği sanılmasın. Sonraki dönemlerde de zaman zaman hoşa giden uygulamalar oldu. Ama bunlar öykücülüğümüzü yüreklendirecek yoğunluğa, sürekliliğe ulaşamadı.
Türk öykücülüğüne en büyük darbe ise büyük yayınevlerinden geldi. Öykü kitaplarının az satıldığını söyleyerek yazarları roman yazmaya yönlendirdiler. Oysa gazetelerden dışlandıktan sonra da, yazın dergilerinden, yazarların yönettiği yayınevlerinden gördükleri yakınlığın yarattığı olanaklarla öykücülüğümüz çok gelişmiş, üstelik de bayağı çeşitlenmişti. Türk öykücülüğünün yazın alanındaki öncü ülkelerle yarışabilecek düzeye geldiğini ileri sürenler vardı.
Anlatıcılığı öykü yazarak öğrenmiş, çıraklığını öyküde geçirmiş pek çok yazar roman yazmaya, öyküden uzaklaşmaya başladı. Romancılık nerdeyse bir uğraş niteliği kazandı. Roman yazarak geçinenler ortaya çıktı... Büyük yayınevlerinden gelen bu yönlendirmeye çok az kişi direnebildi. Böylece de birkaç yıl içinde birçok ünlü öykücü romana kaydı.
Türk öykücülüğünün en parlak günlerinin öncesine, sonrasına değindik. Peki, o parlak günleri yaratan ortam nasıl bir ortamdı?
Sabahattin Ali'nin öne çıktığı günlerde, Sait Faik daha işin başlangıcında... 1936'da Semaver'i yayımlamış, dergilerde öyküleri çıkıyor. Sevilen, okunan bir öykücü, ama örnekse Remzi Kitabevi'ne eş dost aracılığıyla verilen bir kitabı uzun süre yayımlanmıyor. Yaşar Nabi bir yazın adamı, onun için de olaya bakışı çok değişik. Sait Faik'in iyi bir yazar olduğuna inanıyor. Böylece de Varlık Yayınları'nda Sait Faik kitapları birbirini izlemeye başlıyor.
Yaşar Nabi'nin Türk öykücülüğüne Sait Faik'le açtığı kapıdan daha birçok yazar geçmiştir: Orhan Kemal, Oktay Akbal, Haldun Taner, Orhan Hançerlioğlu, Yaşar Kemal, Mahmut Makal, Tahsin Yücel, Tank Dursun K.Mehmet Başaran, Talip Apaydın... Bir yayımcının yazarlara olanak tanımakla bir yazın türünün gelişmesine nasıl yardım edebileceği Yaşar Nabi örneğinde açıkça görülür...
Ayrıca o günlerde bütün yazın dergilerinde öykülere yer verilirdi. Anlatı yazarları dergilerde görünmek istiyorlarsa, kısa öykü yazmak zorundaydılar.
Bu arada bir de yalnızca öykü yayımlayan dergi vardı: "Seçilmiş Hikayeler Dergisi". Yaklaşık altı yıl bu anlayışını sürdüren dergi, eski kuşakların ünlü yazarlarıyla ilişkiler kurduğu gibi, birçok genç yazarın da ortaya çıkmasına aracı oldu. Nezihe Meriç, Vüs'at O. Bener, Fakir Baykurt, Bilge Karasu, Tahsin Yücel, Muzaffer Buyrukçu, Tarık Dursun K., Kemal Bekir gibi ünlü yazarların ilk öykülerini bu dergide yayımladıkları söylenir.
Ayrıca bütünüyle bir öykücüye ayrılan özel sayılar da bayağı ilgi çekiyordu: M. Ş. E., Orhan Kemal, Nezihe Meriç, Fahri Erdinç, Şahap Sıtkı... Orhan Kemal ile Nezihe Meriçin özel sayıları, yanılmıyorsam, bu genç yazarların ilk kitapları durumundaydı.
Yaşar Nabi ile Salim Şengil'in, kanımca, Türk öykücülüğünün gelişmesine katkıları çok büyük olmuştur.
Yaratılan bu tür olanakları iyi değerlendiren öykücülerimiz kısa sürede büyük bir gelişme gösterdiler. Daha sonraki yıllarda yayımlanan dergilerde ürünleri hep yer aldı.
Kendi yönettiğim dergileri düşünüyorum: "Yeni Dergi"de öyküler hemen şiirlerin arkasından gelirdi, ‘Yazko Edebiyaf'ta da öyküler şiirlerle iç içe, gene baş köşedeydi.
Dergiler arasındaki yarışta öncelikle öykücülere yaslandırdı...
Sonra ne oldu?
Büyük yayınevleri yazarları roman yazmaya yönlendirirlerken, dergilerin de öyküsüz çıkmaya başladıkları görüldü...
Türk öykücülüğünü en parlak günlerine taşıyan etkinliklerin yeniden canlandırılması gerektiğini düşünüyorum.